19-07-2008, 21:01
SENSİZ ZAMAN GÜNCESİ
-Hüzzam bir sevdanın ardından-
Saat kaç bilmiyorum. Merakta etmiyorum. Zamanın durduğu, sözcüklerin tükendiği demdeyim. Radyodan yükselen türkü yüreğime tercüman: “Dertliyim kederliyim, ben hep böyle ağlarım…”
Gözüm telefona takılıyor. Yaşadığımız her şeyin tek sorumlusu bu telefon sanki. Elim uzanıyor gayri ihtiyarı. Öfkeyle fırlatıyorum yere. Kızıyorum kendime bu kadar güçsüz olduğum için. Bunu bu akşam kaç kez yaptım bilmiyorum.
“Gideceği yeri bilmeyene engelleri aşmak zor gelir” demişler ya.. Ne de güzel söylemişler. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum. Mantığım, aklım çoktan firar etmiş. Duyguların anaforunda boğuluyorum..
Medet !...
Yoksun… Şuursuzca çeviriyorum kontağı. Gözyaşlarım yüzümü yıkıyor. Sanki ağlarsam daha iyi hissedeceğim. Ve sanki düzelecek her şey ağlarsam. Ruhumu yıkıyorum gözyaşlarımla. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Nasıl gittiğimi bilmiyorum. Hıçkırıklarım boğuyor radyonun cızırtılı sesini. Sağa çekip duruyorum. Daha fazla bu durumda devam edemeyeceğimi fark ediyorum.
Aman Allah’ ım.. Bu ben değilim. Ben bu değilim. Kontrol edemiyorum kendimi. Artık ağlamak istemiyorum, hıçkırmak istemiyorum. Sürekli bunu telkin ediyorum kendime. Kendime gelmeliyim.
Ama ne mümkün. Gözlerim beynimin emrini dinlemiyor. İsyankar iki bulak şimdi. Dizlerimi ıslatıyor gözyaşlarım.. Geceyi ıslatıyor… Dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağlıyorum salya sümük. Kendimden utanıyorum.
Biraz dışarı çıksam, biraz ıslansam, biraz üşüsem kendime gelir miyim acaba? Karar değiştiriyorum. O hep gittiğimiz çay bahçesindeyim. Arabayı sahile yanaştırıyorum. Kafamda milyonlarca soru işareti raks ediyor. Kırık bir gül goncası gibi düşmüş başım omzuma. Kapımı açan otopark görevlisinin “abi iyi misin?” diye sormasıyla kendime geliyorum. Kolumla gözyaşlarımı siliyorum: “iyiyim, sıcak bir çikolata lütfen” diyorum.
Yalan söylüyorum oysa. O da biliyor yalan söylediğimi. İyi değilim. Hem de hiç iyi değilim. Çikolatayı ne zaman içtim, orada ne kadar kaldım bilmiyorum. Sağ kolumun ve sağ ayağımın uyuştuğunu fark ediyorum neden sonra. Bu vaziyette araç kullanabilir miyim acaba?
Bilmiyorum ki.. Titreyerek ayrılıyorum. Kız kulesine gitmeliyim. Anlatmalıyım ona. İçimi dökmeliyim. Rahatlamalıyım. Yoksa boğulacağım.
Neden herkes klakson çalıyor? Neden öfkeli bu insanlar? Ben ne yaptım ki onlara? Üzerime gelen taksinin fren sesiyle irkiliyorum. Ve yola sığmadığımı fark ediyorum. Bu şekilde gidemem Üsküdar’ a..
Şuralarda bir yerde durmalı, kendime gelmeliyim. Geri dönüyorum. İşte Çengelköy’ deyim. Arabamı park edip duruyorum o tarihi çeşmenin hemen yanına. Üşüyorum.. titriyorum. Beremi bulamıyorum. Oysa az önce buraya koymuştum.
Neden yaptığımı bilmiyorum, arabanın her kapısını ayrı ayrı kontrol ediyorum. Bagajı bile.. sonra sahile iniyorum. Işıkları seyrediyorum. Ne çok ışık var. Ve mırıldanıyorum: “İstanbul’ da her gece milyonlarca ışık yanıyor, ama hiç biri benim için değil…”
Bu dünya da fazla(mı)yım ?
Yetim duygular istila ediyor tüm hücrelerimi. Sorular.. sorular.. sorular…
Mantığı çoktan yitirmişim. Düşünüyorum. Her gelene bir akıl.. Her gelene bir akıl.. Ve aklı çoktan bitirmişim. Bu kadar kısa zamanda, bunca çok şey nasıl geçiyor zihnimden anlamakta güçlük çekiyorum.
Kulağımda sesin büyüyor, büyüyor, büyüyor… Şimdi daha iyiyim sanırım. Gözlerim kurumuş. Ağlamadan durabiliyorum. Ama öyle çok üşüyorum ki.. Gitmeliyim. Mutlaka Kız Kulesi’ ne gitmeliyim. Boş bakışlarla, başım önümde dönüyorum. İki adım bile atmadan seni görüyorum karşımda. Yanında biri daha var.. Seçemiyorum önce.
Gerçek misin yoksa bu zihnimin bana bir oyunu mu onu da bilmiyorum. İşte karşımdasın. Hiçbir şey söylemeden öylece bakıyorsun.
Bir şeyler mırıldanıyorum ben belirsiz. Gözlerinde öfke var. Küçülüyorum ben. Zerre kadar kalıyorum. Hiçbir şey söylemeden arkanı dönüp gidiyorsun. Ve tenhasında gecenin bir ben kalıyorum. Tüm ışıklar sönüyor…
Oysa ben korkarım karanlıktan. Bağırsam çıkar mı sesim? Gitme desem durur musun? Beklesem gelir misin?
Bilmiyorum..
Ve yine hıçkırıklar. Gidip banka oturuyorum. Başım önümde.. Kurşundan ağır bir efkar balyası omuzlarıma çöreklenmiş. Kendimi hem öksüz, hem yetim hissediyorum. Ve unutamıyorum o bakışlarını.. Yüreğime çakıyorum.
Yan tarafa gelen sarhoşlardan rahatsız oluyorum. Bu akşam uzak durmalıyım insanlardan. Kendimi kontrol etmekte güçlük çekiyorum. Bu akşam kendimden bile uzak durmalıyım.
Ah bir yapabilsem..
Ne doğru, ne yanlış bilmiyorum.
Arabamdayım. Artık bırakmışım kendimi.. Yatağını arayan bir dere gibiyim. Çağıldıyorum.. Bir taşkın bu biliyorum. Bir yürek taşkını. Ve her taşkın gibi bu da bend tanımıyor.. Yıkıyor, viran ediyor önüne çıkan her şeyi..
Neden sonra park edip iniyorum şuursuzca. Bıçak gibi keskin bir soğuk var. Buraya neden Rüzgarlıbahçe dediklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Üşüyorum ama arabaya binmek istemiyorum. Kendimi cezalandırıyorum belki.
Seni arıyorum. Biliyorum. Kıracağız, dökeceğiz. Bu konuşma için seçilebilecek en kötü zaman olduğunu da biliyorum. Ama sana ihtiyacım var. Yaşamalıyım..
Sonra konuşuyoruz. Öfkeliyiz ikimizde. Konuştukça sakinleşiyoruz. Kaç saat konuştuğumuzu bilmiyorum.
“Bir müddet görüşmeyelim. Bana zaman tanı..” diyorsun. Aslında bunun doğru bir fikir olduğunu düşünüyorum. Ama sensizlik fikri bir ateş gibi düşüyor yüreğime. Şimdi yangın yeri yüreğim.
“Tamam” diyorum çaresiz. Başka seçeneğim yok ki. Biliyorum; en az benim kadar üzülüyorsun sende.
Telefonu kapatıyorum istemeye istemeye. Emirgan’ a gidiyorum. Bu gece burada kalmayı planlıyorum. Kan çanağı gözlerim arkadaşımın dikkatini çekmiş olmalı. “Hayırdır..” diyor. Konuşmak istemiyorum. Ve bunu belli ederek “Hayır kardeşim. Bizim şerle işimiz olur mu?” diyorum. Ayak üstü birkaç kelamdan sonra, oda olmadığını öğreniyorum. Eski dostluğumuzun hatırına odasında kalabileceğimi söylüyor. Ama bu bana iyi bir fikir gibi gelmiyor.
Sadece battaniyesini istiyorum. Lobi de uyuyacağım. Nasılsa uyku teslim almaz beni bu gece. Ne fark eder ki.. Ha kara taş, ha kuş tüyü yastık..
Yanıldığımı başımı koltuğa koyduğumda anlıyorum. Şaşırıyorum. Gözlerim kapanıyor. Ve uykuya dalıyorum.
Her yerim tutulmuş. Boynum ağrıyor, belim ağrıyor. Hemen telefonuma bakıyorum. Kapanmış çoktan..
İşe gitmeliyim. Nasıl çalışacaksam bu kafayla. Boynum taşımıyor sanki başımı.
İşyerine geliyorum. Hiç kimse gelmemiş benden başka. Allah’ ım neden hala bu gözyaşı? Neden bu hıçkırık?
Resmen savaşıyorum kendimle. Aramayacağını, yazmayacağını bile bile, sürekli cebimden çıkarıp telefona bakıyorum. Ve aynı düş kırıklığıyla yerine koyuyorum. Uzun sürmüyor kendimle savaşım. Yeniliyorum.
Ve yazıyorum sana…
“Çıkınca görüşürüz..” diyorsun. Biliyorum bu görüşmenin “ayrılık” anlamına geldiğini. Yutkunuyorum ve uçurtması alınmış çocuklar gibi gözyaşlarına boğuluyorum.
Hep yaptığım gibi satırlara sığınıyorum çaresiz. Sana söz verdim. Güçlü olmalıyım. Ölüm fermanı yüzüne okunan mahkum, nasıl da vakur durmuştu seyrettiğimiz o filmde. Gururla, başını eğmeden yürümüştü ölüme. Adeta meydan okuyordu..
Böyle şeyler sadece filmlerde olur diyorum kendi kendime.. Ölüme evet.. Ama sensizliğe nasıl katlanacağım ?
Bülbülün çektiği dil belasıdır derler ya.. Söz verdim sana. Yıkılmayacağım. Becerebilir miyim bilmiyorum. Ama en azından deneyeceğim.
Biliyorsun.. Ben seni çok sevdim ve hep seveceğim..
Biliyorum, sonu ayrılık.. Biliyorum, sen bu aşkı vuracaksın. Ama muhakkak son sözümü soracaksın. İşte haykırıyorum.
Bu sevdanın zekatını versem, kırk yeni yetme aşık Mecnun olur.. Ben seni çok ama çok seviyorum..
Hakkını helal eyle…
Hakkını helal eyle…
Hakkını helal eyle…
http://www.yitiksevdalar.com/html/sensizzamanguncesi.htm
-Hüzzam bir sevdanın ardından-
Saat kaç bilmiyorum. Merakta etmiyorum. Zamanın durduğu, sözcüklerin tükendiği demdeyim. Radyodan yükselen türkü yüreğime tercüman: “Dertliyim kederliyim, ben hep böyle ağlarım…”
Gözüm telefona takılıyor. Yaşadığımız her şeyin tek sorumlusu bu telefon sanki. Elim uzanıyor gayri ihtiyarı. Öfkeyle fırlatıyorum yere. Kızıyorum kendime bu kadar güçsüz olduğum için. Bunu bu akşam kaç kez yaptım bilmiyorum.
“Gideceği yeri bilmeyene engelleri aşmak zor gelir” demişler ya.. Ne de güzel söylemişler. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum. Mantığım, aklım çoktan firar etmiş. Duyguların anaforunda boğuluyorum..
Medet !...
Yoksun… Şuursuzca çeviriyorum kontağı. Gözyaşlarım yüzümü yıkıyor. Sanki ağlarsam daha iyi hissedeceğim. Ve sanki düzelecek her şey ağlarsam. Ruhumu yıkıyorum gözyaşlarımla. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Nasıl gittiğimi bilmiyorum. Hıçkırıklarım boğuyor radyonun cızırtılı sesini. Sağa çekip duruyorum. Daha fazla bu durumda devam edemeyeceğimi fark ediyorum.
Aman Allah’ ım.. Bu ben değilim. Ben bu değilim. Kontrol edemiyorum kendimi. Artık ağlamak istemiyorum, hıçkırmak istemiyorum. Sürekli bunu telkin ediyorum kendime. Kendime gelmeliyim.
Ama ne mümkün. Gözlerim beynimin emrini dinlemiyor. İsyankar iki bulak şimdi. Dizlerimi ıslatıyor gözyaşlarım.. Geceyi ıslatıyor… Dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağlıyorum salya sümük. Kendimden utanıyorum.
Biraz dışarı çıksam, biraz ıslansam, biraz üşüsem kendime gelir miyim acaba? Karar değiştiriyorum. O hep gittiğimiz çay bahçesindeyim. Arabayı sahile yanaştırıyorum. Kafamda milyonlarca soru işareti raks ediyor. Kırık bir gül goncası gibi düşmüş başım omzuma. Kapımı açan otopark görevlisinin “abi iyi misin?” diye sormasıyla kendime geliyorum. Kolumla gözyaşlarımı siliyorum: “iyiyim, sıcak bir çikolata lütfen” diyorum.
Yalan söylüyorum oysa. O da biliyor yalan söylediğimi. İyi değilim. Hem de hiç iyi değilim. Çikolatayı ne zaman içtim, orada ne kadar kaldım bilmiyorum. Sağ kolumun ve sağ ayağımın uyuştuğunu fark ediyorum neden sonra. Bu vaziyette araç kullanabilir miyim acaba?
Bilmiyorum ki.. Titreyerek ayrılıyorum. Kız kulesine gitmeliyim. Anlatmalıyım ona. İçimi dökmeliyim. Rahatlamalıyım. Yoksa boğulacağım.
Neden herkes klakson çalıyor? Neden öfkeli bu insanlar? Ben ne yaptım ki onlara? Üzerime gelen taksinin fren sesiyle irkiliyorum. Ve yola sığmadığımı fark ediyorum. Bu şekilde gidemem Üsküdar’ a..
Şuralarda bir yerde durmalı, kendime gelmeliyim. Geri dönüyorum. İşte Çengelköy’ deyim. Arabamı park edip duruyorum o tarihi çeşmenin hemen yanına. Üşüyorum.. titriyorum. Beremi bulamıyorum. Oysa az önce buraya koymuştum.
Neden yaptığımı bilmiyorum, arabanın her kapısını ayrı ayrı kontrol ediyorum. Bagajı bile.. sonra sahile iniyorum. Işıkları seyrediyorum. Ne çok ışık var. Ve mırıldanıyorum: “İstanbul’ da her gece milyonlarca ışık yanıyor, ama hiç biri benim için değil…”
Bu dünya da fazla(mı)yım ?
Yetim duygular istila ediyor tüm hücrelerimi. Sorular.. sorular.. sorular…
Mantığı çoktan yitirmişim. Düşünüyorum. Her gelene bir akıl.. Her gelene bir akıl.. Ve aklı çoktan bitirmişim. Bu kadar kısa zamanda, bunca çok şey nasıl geçiyor zihnimden anlamakta güçlük çekiyorum.
Kulağımda sesin büyüyor, büyüyor, büyüyor… Şimdi daha iyiyim sanırım. Gözlerim kurumuş. Ağlamadan durabiliyorum. Ama öyle çok üşüyorum ki.. Gitmeliyim. Mutlaka Kız Kulesi’ ne gitmeliyim. Boş bakışlarla, başım önümde dönüyorum. İki adım bile atmadan seni görüyorum karşımda. Yanında biri daha var.. Seçemiyorum önce.
Gerçek misin yoksa bu zihnimin bana bir oyunu mu onu da bilmiyorum. İşte karşımdasın. Hiçbir şey söylemeden öylece bakıyorsun.
Bir şeyler mırıldanıyorum ben belirsiz. Gözlerinde öfke var. Küçülüyorum ben. Zerre kadar kalıyorum. Hiçbir şey söylemeden arkanı dönüp gidiyorsun. Ve tenhasında gecenin bir ben kalıyorum. Tüm ışıklar sönüyor…
Oysa ben korkarım karanlıktan. Bağırsam çıkar mı sesim? Gitme desem durur musun? Beklesem gelir misin?
Bilmiyorum..
Ve yine hıçkırıklar. Gidip banka oturuyorum. Başım önümde.. Kurşundan ağır bir efkar balyası omuzlarıma çöreklenmiş. Kendimi hem öksüz, hem yetim hissediyorum. Ve unutamıyorum o bakışlarını.. Yüreğime çakıyorum.
Yan tarafa gelen sarhoşlardan rahatsız oluyorum. Bu akşam uzak durmalıyım insanlardan. Kendimi kontrol etmekte güçlük çekiyorum. Bu akşam kendimden bile uzak durmalıyım.
Ah bir yapabilsem..
Ne doğru, ne yanlış bilmiyorum.
Arabamdayım. Artık bırakmışım kendimi.. Yatağını arayan bir dere gibiyim. Çağıldıyorum.. Bir taşkın bu biliyorum. Bir yürek taşkını. Ve her taşkın gibi bu da bend tanımıyor.. Yıkıyor, viran ediyor önüne çıkan her şeyi..
Neden sonra park edip iniyorum şuursuzca. Bıçak gibi keskin bir soğuk var. Buraya neden Rüzgarlıbahçe dediklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Üşüyorum ama arabaya binmek istemiyorum. Kendimi cezalandırıyorum belki.
Seni arıyorum. Biliyorum. Kıracağız, dökeceğiz. Bu konuşma için seçilebilecek en kötü zaman olduğunu da biliyorum. Ama sana ihtiyacım var. Yaşamalıyım..
Sonra konuşuyoruz. Öfkeliyiz ikimizde. Konuştukça sakinleşiyoruz. Kaç saat konuştuğumuzu bilmiyorum.
“Bir müddet görüşmeyelim. Bana zaman tanı..” diyorsun. Aslında bunun doğru bir fikir olduğunu düşünüyorum. Ama sensizlik fikri bir ateş gibi düşüyor yüreğime. Şimdi yangın yeri yüreğim.
“Tamam” diyorum çaresiz. Başka seçeneğim yok ki. Biliyorum; en az benim kadar üzülüyorsun sende.
Telefonu kapatıyorum istemeye istemeye. Emirgan’ a gidiyorum. Bu gece burada kalmayı planlıyorum. Kan çanağı gözlerim arkadaşımın dikkatini çekmiş olmalı. “Hayırdır..” diyor. Konuşmak istemiyorum. Ve bunu belli ederek “Hayır kardeşim. Bizim şerle işimiz olur mu?” diyorum. Ayak üstü birkaç kelamdan sonra, oda olmadığını öğreniyorum. Eski dostluğumuzun hatırına odasında kalabileceğimi söylüyor. Ama bu bana iyi bir fikir gibi gelmiyor.
Sadece battaniyesini istiyorum. Lobi de uyuyacağım. Nasılsa uyku teslim almaz beni bu gece. Ne fark eder ki.. Ha kara taş, ha kuş tüyü yastık..
Yanıldığımı başımı koltuğa koyduğumda anlıyorum. Şaşırıyorum. Gözlerim kapanıyor. Ve uykuya dalıyorum.
Her yerim tutulmuş. Boynum ağrıyor, belim ağrıyor. Hemen telefonuma bakıyorum. Kapanmış çoktan..
İşe gitmeliyim. Nasıl çalışacaksam bu kafayla. Boynum taşımıyor sanki başımı.
İşyerine geliyorum. Hiç kimse gelmemiş benden başka. Allah’ ım neden hala bu gözyaşı? Neden bu hıçkırık?
Resmen savaşıyorum kendimle. Aramayacağını, yazmayacağını bile bile, sürekli cebimden çıkarıp telefona bakıyorum. Ve aynı düş kırıklığıyla yerine koyuyorum. Uzun sürmüyor kendimle savaşım. Yeniliyorum.
Ve yazıyorum sana…
“Çıkınca görüşürüz..” diyorsun. Biliyorum bu görüşmenin “ayrılık” anlamına geldiğini. Yutkunuyorum ve uçurtması alınmış çocuklar gibi gözyaşlarına boğuluyorum.
Hep yaptığım gibi satırlara sığınıyorum çaresiz. Sana söz verdim. Güçlü olmalıyım. Ölüm fermanı yüzüne okunan mahkum, nasıl da vakur durmuştu seyrettiğimiz o filmde. Gururla, başını eğmeden yürümüştü ölüme. Adeta meydan okuyordu..
Böyle şeyler sadece filmlerde olur diyorum kendi kendime.. Ölüme evet.. Ama sensizliğe nasıl katlanacağım ?
Bülbülün çektiği dil belasıdır derler ya.. Söz verdim sana. Yıkılmayacağım. Becerebilir miyim bilmiyorum. Ama en azından deneyeceğim.
Biliyorsun.. Ben seni çok sevdim ve hep seveceğim..
Biliyorum, sonu ayrılık.. Biliyorum, sen bu aşkı vuracaksın. Ama muhakkak son sözümü soracaksın. İşte haykırıyorum.
Bu sevdanın zekatını versem, kırk yeni yetme aşık Mecnun olur.. Ben seni çok ama çok seviyorum..
Hakkını helal eyle…
Hakkını helal eyle…
Hakkını helal eyle…
http://www.yitiksevdalar.com/html/sensizzamanguncesi.htm