Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Sayfa: 1 2 3 4
05.05.2005 Tarihinde

Gavs Sani Hzlerinin Sohbeti

Hepiniz hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Biraz daha öne gelseniz iyi olurdu.
Bu Tarikat-ı Nakşibendiye?nin gayesi Cihad?tır. En büyük cihad nefis ve şeytan üzerinedir. İlk önce insan kendi nefsine dikkat etmesi gerekir. Nakşibendilerin amelleri, zikirlerinin gayesi kalb hidayeti içindir. Peygamber(sav)?Vucud ta bir et parçası vardır o kalbdir. Kalb hidayet bulursa bütün vucud hidayet bulur? buyuruyor. Kalb ifsad olunca bütün vucut ifsad olur. Kalb hidayet bulunca bütün vücud hidayet bulur.Bu Tarikat-i Aliyye?nin hedefi kalbin hidayetidir.Bu tarikatı aliye kalbin takvasıdır. Hedef niyettir. Niyet olmayınca hedef olmaz.
Şeytan ve nefis çok büyük düşmandır. Kedi nasıl fareyi delikten gözetliyor, nefes bile almıyor, ses çıkarmıyor, fare kendisini bilmesin, çıksın diye. Şeytan ve nefiste öyledir. Şeytan da aynı kedi gibi nerede nokta görürse oradan vurur.
Niyeti daima kontrol etmek lazım. Kibir, gurur gibi hasletlere dikkat etmek lazım.
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki: ?Bütün ameller niyete bağlıdır.? Niyet, Allah (cc) rızası için olursa, ameller makbuldür, olmazsa salih olmaz. Dünya bir imtihan yeridir. Niyeti daima kontrol etmek lazımdır. Bunun için niyeti Allah (cc) rızası için olsun. Peygamberimiz (sav) ?Dünya muhabbeti bütün kötülüklerin anasıdır? buyurmuştur. Allah (cc) dünyaya lanet etmiştir. Dünya mel?undur. Sabah kalkarken, elbise giyerken, ayakkabıyı giyerken bir dakika-iki dakika Ya Rabbi ben senin için çalışıyorum. Sen rızkımızı vermeyi vaad etmişsin. Bundan şüphem yok. Ailemin rızkını kazanmak için çalışmamı da vacip etmişsin. Onun için çalışıyorum Ya Rabbi derse sabahtan akşama kadar seccadede gibi ibadet yazılır. Hem dünya işlerini kazanır hem de ibadet sayılır.
Bakıyoruz dünya küfrün denizi olmuş. İnsan hem kendini kurtarmaya gitsin hem de insanları kurtarmaya gitsin.Bütün dünyanın hidayetine vesile olsa kendisi hidayet olmasa bir şey yapmış olmaz. Bir insan bir kimsenin namaz kılmasına, hidayetine sebep olmuş, onun sevabı kadar kendisi de sevap kazanır. Bu büyük bir kazançtır. Büyük bir fabrikadır. Gece de gündüz de çalışmak lazım.
Biz bakıyoruz ki peygamber (sav)?in gösterdiği yol biz bu yolu görüyoruz. Bu Tarikat-i Aliyye?de niyeti de işi de aynıdır. Kıyamete kadar elle vucudla dille kalble üzerinde duralım. Bu din-i İslam?ın en doğru şeklini Allah (cc) bize nasip etmiş, sağlam tutalım, bozulmasın. Tarikat bozulmaz insan bozulur. Bir insan niyetine göre düzgün veya bozuk olur niyet kalb ile olur. Allah (cc) kandırılamaz. Allah (cc) kalbi biliyor, kalbe bakıyor. Bir insan, insanı kandırır, Allah (cc)? yu mümkün değil, sağlam olması lazım. Allahu Teala (cc) olsun millet için şu için bu için? daima sağlam olmak lazım.
Niyeti Allah (cc) rızası için yapmak lazım. Kuvveti o veriyor. Bütün peygamberler günahsızdır. Allah (cc) musibeti sevdiklerine verir. Sabretmek lazım, her şey bize Allahu Teale (cc) veriyor. Veren O?dur. Her şeyi ile O?dur. Gavs (ks) diyor ki: ?Şeytanların hepsi istirahata girmiş insan şeytanın vazifesini almış. Akrabası olsun, komşusu olsun, tanıdığı olsun, anası olsun, babası olsun, kardeşi olsun? insan insanı bozuyor. Kimsenin, lafını dinlememek lazım. Allah rızası için yapmak lazım.?
Peygamberimiz (sav) kendi ümmetinin üzerinde çok duruyor. Kendi nefsinden fazla ümmetini düşünüyor. Bütün peygamberler kendi nefsini kurtarmaya çalışıyor sadece bizim peygamberimiz ümmetini kurtarmak için çabalıyor. Bunun için mutabat lazım. Allahu Teala (cc) bize bu vazifeyi vermiş. Onun için çalışmak lazım. Yüzümüzün beyaz olması için çalışmak lazım. Bu çalışma da dünyada olur. Ahirette çalışma yoktur, amel yoktur, tövbe yoktur. Biz pişman olmadan pişman olalım. Ahirete gitmeden dünya da pişman olalım. Ahiret düşünülürse dünya gibi, dünayada da ahirette de illa para lazım. Para yoksa elbiseyi nasıl alacak, yiyecek nasıl alacak, ahirette de zengin olana hürmet edilir. Ahiret parası olana Allahu Teala (cc) makamat verir, kapılar açılır, ahiret parası için, ameli salih için. Dünayada hangi fakir, reisi cumhura, başbakana gitmiş. Ahirette de öyledir. Ahiret zengini de dünya zengininin dünyada keyf ettiği gibi ahirette keyf yapar.
Dünya geçicidir. Ahiret kalıcıdır. Dünya da çok yaşasa yüz sene! On beş sene çocukluğa geçiyor, bir şey anlamıyor. Seksen beş senenin yarısı yatmaya gider. Kalıyor kırk iki-kırk üç senesi onu da dünya laklakaya giderse yazık olur. Kefen de kaç gün ? bozulur gider, çıplak kalır, rezil olur, ama insan ameli salihle giderse makamat olur.Ameli Salih Allah(cc)olandır. Gavs (ks) buyurdu ?İnsan Allahu Tealaya (cc) inanmıyor, gönderdiği elçiye de inanmıyor, ulemaya, Kuran-ı Kerim?e de inanmıyor. Nasıl olur? Bir çocuk söylese bu delikten yılan girmiş, yılanın korkusundan o delikten elini sokmaz. Allahu Teala (cc) kıyamet olacak buyuruyor. Cehennemi bildiriyor. Sanki hiç işitmemiş, inanmıyor. Dikkat etmek lazım. İnanmak lazım. Belki de o delikten hiç girmemiş, ahiret ateşi yedi defa kevserde yıkandıktan sonra dünyaya gönderilmiş. Cehennem ateşi çok siyahtır. Harareti çok olduğundan siyahtır. Çay gibidir. Nasıl çay demi fazla olunca koyu olur, cehennem ateşi de öyledir. Bir nokta ateş cehennemden dünyaya gelse dünyayı silip götürür.
İnsan bir düşünüp kendi nefsi ile meşveret etmek lazım. Gavs (ks) diyor ?Bir genç dağa gitmiş yalnız bir kız onunla zina etmek istemiş, genç kendi nefsine demiş, bu birkaç dakika da biter. Sen cehennem ateşine nasıl dayanacaksın? Bir kibrit yakmış elini tutmuş iki dakika dayanamamış, yara olmuş. Genç ey zalim nefsim! ?Sen kibritin ateşine iki dakika dayanamıyorsun, cehennem ateşine nasıl dayanacaksın? ? demiş oradan uzaklaşıp gitmiş.?
Allah (cc) muhafaza etsin sadatlar böyle emretmiş. Bu Nakşibendi kıyamete kadar devam eder. Niyetini sağlam tutmak lazım. Dünyaya kapılmamak lazım. Niyet Allah (cc) rızası için olmak lazım. Niyet Allah (cc) için olursa o, dünya sayılmaz. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın Allah (cc) onu affetmezse kurtulamaz.
Bir evliya vardı. Beş yüz sene ibadet yapmış, bir nokta kadar gaflette olmamış. Vefat etmiş, Allahu Teala (cc) onu çağırmış, ?beş yüz sene amel yaptın, ibadet yaptın sana amellerinle mi mükafat verelim, affederek mi mükafat verelim?? Ya Rabbi beş yüz sene ömür verdin senin yolundan hiç çıkmadım. Amellerimle mükafat ver. Allahu Teala (cc) meleklerini çağırmış ne kadar ameli varsa hesap edin nimetlerimizi de hesap edin denkleştirin ona göre mükafat verin. Bir göz için beş yüz sene ibadeti karşılamış. Öbür nimetlerinin mümkün verecek kadar beş bin sene ömrü olsa insan takati olmaz.
Allahu Teala (cc) buyurmuş. ?Onu cehenneme atın da nimetlerimi bilsin. Sonra amellerinin karşılığını verin.?
Allahu Teala (cc)'nen affı çok büyüktür. Allahu Teala (cc) affı yüz kısımdır. Bir kısmı dünyaya gelmiş, doksan dokuzu ahirete kalmış. Allahu Teala (cc) rahmediyor, rahmeti olmasa Ehl-i Küfrü, hayvana çevirir. Ehli küfrede o bir rahmetle,dünya malını veriyor, akıl veriyor, hanım veriyor, doksan dokuzunu ahirete bırakmış Müslümanlar için hepsi ehli iman için. İnsan bir mıskal-i zerre kadar imanını kurtarıp ahirete giderse büyük bir müjde vardır, imansız giderse rahmet yoktur, şefaat yoktur, hiçbir kurtuluş yoktur.
Çalışmak lazım, sadatın yolundan ayrılmamak lazım, gayret göstermek lazım. Onların yolundan ayrılmamak lazım. Evlattır, daima ters giderse baba ona bir defa bakar, iki defa affeder, üç defa affeder, hata hata, olmaz. İnsan, hatasız olmaz. Hatasız, meleklerdir. Hatasız, peygamberlerdir.
Şeytan, nasıl hata yapmış. Hata değil, Allah (cc) istedi. Allahu Teala (cc)? nın cennetten kovmasına sebep olmuş. Hatalar, bilmeden, unutarak olursa, sadatlar ona bakmaz. Nefisle, kibirle yapılırsa olmaz.
Sadat-ı Nakşibendi?nin birisi, rüyada görmüş:
Peygamberler geçiyor. Herkes ümmetini almış. Ben de tam asfaltın kenarında çamura girmiş, boğazıma kadar çamura batmışım Baba Adem geçti. Yardım istedim, bakmadı. Peygamberler geldi, geçti. Evliyalar geldi, geçti.
Tam ümidimi kestim, çok üzüldüm. Bir baktım sofi gibi birisi tek başına, elini sırtına koymuş, kubar kubar geziyor. Hiçbir peygamber, hiçbir evliya kurtarmadı, bu mu kurtaracak? Tam başıma geldi. ?Ben seni kurtarayım mı?? hemen elini uzattı, asfaltın üzerine çıkardı. ?Haydi gidelim!? dedi. Ben bir sorayım dedim. ?Bu kimdir?? dedim: ?Kurban sen kimsin?? Dedi: ?Ben Şah-ı Nakşibendim.? ?Kurban sizin isminiz dünya da çok büyüktü, çok hulafalarınız,salikleriniz, sofileriniz vardı, onları bırakıp nereye gidiyorsun?
Cebinden bir kutu çıkardı. Dedi: ?Bütün halifelerimiz,saliklerimiz, sofilerimiz bu kutunun içinde. Haşr,hesab,mizan göstermemek için Allahu Teala (cc) şefaat taleb ettik Allah(cc)?da kabul buyurdu, cennete sokmak için bu kutuya koydum.
İnşallah, biz de o kutuya gireriz. Çalışmak lazım ama? İnşallah büyük bir ümidimiz vardır.
Allahu Teala (cc) inşallah bizi o yoldan ayırmasın, o yolun mükafatını bize versin.
Allahu Teala (cc) bize nasip etmiş, bu yoldan ayırmasın. Gaye, bu Tarikat-i Aliyeyi götürmek. Biraz gayret göstermek lazım.
Ezan okunuyor. Hiçbir şey olmaz. Gavs (ks) buyurdu. ?Bir hırsız vardı. bal çalıyordu.Bir petek temin etti. Peteğe döndü ve arılara ?Siz vız vız edin sakın ölmeyin ben sizin yiyeceğiniz balıda,kendim içinde getiririm.?
Siz de ölmeyin. Sadatın balı çoktur. Çok çalışmak lazım. Onlar hemen arıyor. Gündüz gece müşteri arıyor. Bal satmak için.
Allahu Teala (cc) bize müşteri göndermek nasip etsin.
Allah (cc) yardımcınız olsun!
GAVS HAZRETLERİ BİRGÜN;Bunlar bir sürüdür bu sürünün sahibi PEYGAMBERİMİZDİR.Bizde acizane bu sürünün çobanıyız.Sürünün hiçbirinin zayi olmaması için elimizden geleni yaparız.Yorulursa sırtımızda taşırız...Hasta olursa ilaç veririz iyileştiririz.İlla ölecekse mundar gitmesin diye keseriz.ÇOK ŞÜKÜR bu posta oturduğumuzdan beri hiç birini kurda kaptırmadık İMANSIZ GÖNDERMEDİK. (GAVSİ SANİ)
GAVSİ SANİ (KS) ŞERİAT VE TARİKAT AMEL HAKKINDAKİ SOHBETLERİ ---Şeriat kök, Tarikat gövde, amel ise meyvedir Bu üçü şarttır. Kök olmazsa gövde ayakta duramaz, gövde olmazsa meyvelerde olamaz. Yalnız kök ve gövde olsa. ama meyve olmazsa, olmaz. meyvesiz ağaç ise odun olur,kesilip yakılır,Tarikat ve Şeriat bir bütündür. Ayrı şeyler değildir. Her kim Şeriatla Tarikatı ayırmaya kalkarsa zındık olur. Tarikat nurdur ışıktır.aynen taksinin farı gibi. Taksinin her şeyi tamam olsa farı ?ışığı olmazsa,sağlıklı gidemez kısa zamanda tepe- taklak gider. --- Köksüz, gövdesiz ve meyvesiz olunmaz Şeriat- Tarikat- amel bunlardan bir tanesi noksan olursa...
Gavs-ı Sani hz.lerinin zikir hakkındaki Bütün sohbetleri


Buyurdular... Hizmetler zikirsiz olmaz [/color]

-Kalbin gıdası zikirdir. Günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse Yüce Allah'ın zikrini çok yapmalıdır. Günah işleyenler, kalplerini zayıflatıp şeytanı kuvvetlendirmiş olurlar. Şeytanı kuvvetli olanın dini zayıf olur. Onun için haramlardan uzak durmalıdır


-Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur?an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.?

---Zikrinizi çekmeseniz Allah rızası için iş yaptığınınızı nasıl ispat ede bilirsi
niz.hizmetler zikirsiz olmaz TASAVVUF YOLUNUN OLMAZSA OLMAZI ZİKİRDİR
tasavvufta her yolun kapısı zikirdir. Her kapıyı açar illa zikir illa zikir eğer
işleriniz aksıyorsa zikrinizi kontrol ediniz.

-Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür.
Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü?l-Alemin:
/(Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah?ın zikriyle huzur bulur,)* buyurmuştur.? Ra'd 28
-Yüce Allah?i zikre devam ediniz.Zikir çekerken uyanik olunuz.Allah zikrini kalbinizin içine yerlestiriniz. Zikir kalbe yerlesince siz istemesenizde kalp Yüce Allah?i zikreder.Midenizi düsünün;o,siz istemesiniz de kendi isini görür.Siz uyurken bile işine devam eder.Içine zikir yerleşen kalp de böyledir.?
?Bir insan yemek yemese aç kalır, halsiz düşer, kalbin gıdasıda zikirdir ve çekilmeyince o kalb ölür . Bu yüzden virdinizi aksatmayınız ve bırakmayın ,bir yaralı, yarasına ara sıra merhem sürerse,arada bir ilaç alırsa faydası olmayacağı gibi arada bir çekilenVirdde fayda sağlamaz., hem vird çekince o yarayı (kalbi) tedavi etmektir.ama günah işleyince o yarayı kanatmak olurki,hiç faydası olmaz. Bu yüzden virdinizi çekin ve günahlardan korunun4-5 aydan fazla vird çekmeyenlerin virdini 5 bine düşüreceğiz 5 bin çekecek.

--Vird çok önemlidir virdin yerini hçbir şey tutmuyor siz kuran okuyorsunuz yasın okuyorsunuz başka sureler okuyorsunuz ama kalbinize hiçbir fayda sağlamıyor.Kalbiniz ancak vird çekerek temizlenir.Vird çekmezseniz kalbinizdeki pislikler lekele çoğalıyor hiçbir şeyden feyiz ve tat alamıyorsunuz virdinizi çekiniz.Doktora gidiyorsunuz size ilaç veriyor o ilacı almazsanız hastalığınız geçmiyor manevi hastalıkların ilacı virdtir,zikirdir.
Zikirsiz sofi olmuyor zikir çekmeyen sofiden hiçbir şey olmuyor ne yapın ne edin virdinizi çekin .Gafletle vird çekmeyin önce gafletten uyanın gafletle çekilen virdten feyiz alınmaz . neden feyiz gelmiyor gaflette olduğunuzdan ondan gelmiyor

--''Vird çok önemlidir.Bu yolun olmazsa olmaz reçetesidir,ilacıdır. Siz hasta olunca doktora gidiyorsunuz doktor muayene edip hastalığınıza göre size bir reçete yazıyor siz iyileşmek için reçetede yazan ılaçları alıp aksatmadan kullanmak zorundasınız.Kullanmazsanız hastalık iyi olmaz daha da kötüleşirsiniz. İlaçları devamlı,muntazam kullanmanız lazımdır.Yoksa arada bir kullanmakla olmaz..olmaz..
Kışın evde soba yakıyorsunuz. Soba yana yana ne olur? boruları kurumla dolar bir zaman sonra sobayı nekadar yakarsanız yakın baca çekmez,sizi ısıtmaz. Çünkü borular kurum dolu.Ne yapmamız lazım. Boruları tıkanmadan temizlememiz lazım.Kalpde öyledir. Devamlı temiz olması lazım.Devamlı temizlememiz lazım.Kalbin temizliği de zikirdir.Zikiri devamlı yapmamız lazımki kalbimiz hastalanmasın,daim silinen boru gibi temiz olsun.
Vird de aksatma olmaz. Arada bir çekmek olmaz , ara vermek olmaz,tesbihatı tamamlamadan bırakmak olmaz...olmaz....olmaz...
Kalbi temizlemek lazım. Kalbi temiz tutmak lazım.. Kalbin temizliği zikirle olur..Başka türlü olmaz..olmaz.. ''.

-Zikr cekmeyen sofi avamdir. Naksi listesine sadece zikir* ceken sofiler yazilir.
*Nefis nefy isbat ile müslüman olur.
*Sofiler bize dünya sikayeti ediyorlar.Ama bir sofi gelip zikr ile soru sormuyor.
*Dünya dertleri hep gafletten geliyor. Zikri sürekli cekin,günahlara meyl etmeyin. Yoksa zikr uzar gider."

-Gavs hz.lerine bir sofi gelip "Zikrimi cekemiyorum "deyince mübarek celalleniyor. Mübarek* yok hastayim,yok yapamiyorum gibi dertlerin zikre mani olmadigini buyurmus ve her türlüsünün gafletten meydana geldigini buyurmus. Illaki zikri cekmek gerektigini buyurmustur.

Gavs sani yine (zikr cekmeyen rabita yapmayan kisiyi tanimadiklarini) buyurmustur
Gavs - ı Sânî -
-Hazretleri, Divan?daki görevlilere ve korumalara buyurmuşlar;
?Virdinizi çekmezseniz, 100 sene de hizmet etseniz; işe yaramaz.?
- Hatme,rabıta ve vird bizim yolumuzun esaslarıdır. bunlardan birini yapan
kapımızın önündedir.İkisini yapanın eli elimizdedir.Üçünü yapanın eli cebimizdedir ne isterse alsın."

Bir gün bir sofi gavsi sani Hz. lerine (k.s) dediki;
Kurban biz ilerleyemiyoruz, ne kadar zikir yapıyoruz vücudumuz uyanmıyor, gafletteyiz nasıl yapacağız ?

Seyyid GAVS-I SANİ(k.s), bastonu koydu elini üzerine koydu, dediki --sofi

1- Bir insan nazar ı haram yaparsa, ne kadar zikir yaparsa ona fayda vermez

2- Bir insan, yirmi dört saat dünyayla meşgul olursa, alışveriş, insanlarla oturup kalkarsa, o insanın kalbi ne kadar zikir yaparsa fayda vermez.

3- Bir insanın ailevi huzuru yoksa bu insanda ne kadar zikir yaparsa kalbine fayda vermez.

4- Bir insan günah işlerse bu insan ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda yoktur. İnsan bu dört şeyi yaparsa, ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda vermez. Terk ederse fayda verir.

Gavs-i Sani (k.s) virdi şöyle anlatmış:

Düşünün sobayı nasıl ki soba yanar sonra sobayı temızlemesseniz ne olur

bilirmisiniz der sobayı yakmaya kalkarsanız soba tıkanır dumanı gerı teper

o zaman buğulursunuz zehirlenir ölürsünüz Gavs (k.s) devam edıyor virdi

cekmesenız kalbe Allah cc nuru gelmez Allahın nurunun gelmedigi kalp ne

olur olur Allah cc anmayan kalp olur ve Allah'ın nuru Kalbine girmez o zaman

kalbe seytanın vesvesesı girer Allahı unutmaya kadar gider, virdınızı çekin

gafletsız dıyor sonra gavs-ı Sani hz. gıdın hesap verın gorevlılere der.
Gavs-ı Sani Hz.lerinin vird üzerine yaptığı sohbetin bir kısmını

-"Siz hastasınız ve bir doktora gittiniz.Doktor sizin hastalığınıza iyi gelecek bir ilaç tavsiye etti.
Bu ilacı alırsanız iyileşeceksiniz.Ancak ilacı almıyorsunuz ve hastalık da geçmiyor.
Vird kalbin ilacıdır, eğer gafletsiz çekilirse lezzet alınır ve derdinize derman olur. Vird gaflet ile
çekilirse bitmek bilmez.İnsan bir an önce kalkmak ister, sıkıntı basar.
Allah dan başka bir şeyi vird esnasında düşünmek gafletdir.Gaflet ise şeytandandır.
Bu yolu bitirmek lazımdır"


Şöyle bir soru soruldu;

-"Efendim, biz virdi gafletsiz çekmek istiyoruz ama olmuyor". Cevaben buyurdular ki;

-"Çok çalışmak lazımdır, virde başlandığında bir kerede çekmek gerekir. Vird esnasında sadece Allah'ı düşünmek gerekir" unun için haramlardan uzak durmalıdır


Gavs'ımızın Sohbeti
*
*Şah-ı Nakşibend Hz. (ksa) bir gün vird çekiyordu. Bir ses işitti. Ses dedi; ey kulum ben senden razıyım. Geçmiş günahlarını ve gelecek günahlarını affettim. Yeter artık vird çekme dedi. Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.leri dikkat etti, ses tek noktadan geliyordu. Baktı sağından, solundan, arkadan, önden, alttan ve üstten gelmiyor. Sadece tek bir noktadan geliyordu. Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.leri Şeriat ilmine vurdu, dedi ey iblis sen şeytansın, şeytan; nerden anladın, şeytan olduğumu, Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.leri dedi;

(Benim Rabbimin sesi her yönden ve aynı anda gelir.) seninki tek bir noktadan geliyor. Sağ elini yukarı kaldırıp, elindeki vird tesbihini bir vurdu, şeytanın arşını kırdı, tuz budak etti, ilmi sayesinde. İlim nurdur, ışıktır. Onun için herkes ilim yapacak, okuyacak, öğrenecek. Bir taksinin her şeyi olsa farı olmazsa yol gidemez. İşte insanda da ilim olmazsa her yer karanlıktır. Kısa zamanda tepe takla gider. İşte Şah-ı - Nakşi - bend - (ksa) Hz.leri denilmesindeki sebep budur. İlmiyle şeytanın levhini kırmasından sonra, Allahu-Teala Azimüşan Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.lerinin kalp kulağına, Ey kulum ilmin ile öyle bir sed çektinki, iblis bu seti kıyamete kadar aşamaz. Gavs?ımız açıkladı; ?Şahı, en ulu yüksek, Nakşi gizli, Bend set, yani maneviyattan yapılmış gizli aşılmayan yüce, ulu sed anlamına gelir. Bu sed Allah (cc ) Seddidir.

---"Kalb bir şehirse zikir sultandır."

--"Zikir alıpda çekmeyenler zarar görüyorlar"

--"Zikir çekmeyen Rabıta yapmayanı tanımıyoruz"

--"Vird çekenler bizim öz evladımız gibidirler."

--" Samimiyet zikirle olur."
GAVSİ SANİ Hz. lerinin (KS) ALLAH'IN RIZASI HAKKINDAKİ SOHBETLERİ
Alıntı
--- Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam etmesi lâzımdır.
---Küçük-büyük demeden Allah rizasi için önünüze gelen hayirli isleri yapin.
Sen niyetini Allah için yap, gerisi güzel gelir.Allah kuluna kafidir.?
---? Benim Allah?in rizasindan baska bir derdim ve Rasulullah ( Aleyna Ve Aleykum Selam)
in sünnetini ihyadan baska bir isim yoktur.?
---bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, âhirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade âhirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükafatıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbü?l-Âlemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullaha kavuşturur.
--- Bu Nakşîbendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamber (Aleyna Ve Aleykum Selam.V) şeriatı içindir. Nakşîbendi Tarikatı?nda ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resûl?ünün sözünden çıkmamak, Peygamber?in (S.A.V) şeriatine tam ittiba ederek Allah?ın rızasını kazanmaktır. Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allah?ın Zatı, Allah?ın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resûl?ünün emirlerine uyarak maksudunu Allah?ın Zatı yapmaktır. Bu da ancak Allah?ın emirlerine uymakla olur. Allah?ın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur.
Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allah?ın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lâzımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbü?l-Âlemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur.
Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allah?ın (C.C) Zatı ve talep onun rızasıdır.
Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki Allah (C.C) ona dost, o da Allah?a (C.C) dost olmuş olur.
Şu bilinmelidir ki Allah-u Teâlâ?nın insanın ibadetine, tââtına asla ihtiyacı yoktur Hâşâ) Rabbü?l-Âlemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allah?ın rızasıdır. Allah?ın rızası da emirlerine mutlak bir itaat ve sözlerinden dışarıya çıkmamakla olur. Namazdaki, tââtteki ibadetteki, maksud, gaye, menfaat Allah rızasını kazanmak içindir. Bunlar Allah rızası ve Allah dostluğu içindir.
GAVS-I SANİ'DEN İNCİLER

Yüce Allah'in rahmeti çok genistir. O, bu rahmetini kullarina vermek istiyor, bunun için ufak bir bahane ariyor. Siz bu rahmete ermek için
bir bahane bulun. Küçük-büyük demeden Allah rizasi için önünüze gelen
hayirli isleri yapin. Önceki büyükler zamaninda söyle bir hadise anlatilir:

Ibn-i Asfur diye birisi vardi.Bu zatin hayirli ameli azdi. Bu zat birgün
bir kusu yakalayip onunla oynayan bir çocuk gördü.Çocuk kusla oynuyor,
oynarken de kusa eziyet ediyordu. Bu zat, Allah rizasi için su kuşu çocu-
ğun elinden kurtarayim diye niyet etti. Biraz para çikardi,çocuga verdi.

Çocuk parayi görünce kusu ona verdi. Ibn-i Asfur da kusu salip azat etti.
Bu zat bir zaman sonra vefat etti. Bunun Allah dostlarindan bir komsusu
vardi. Bu veli bir gün onun kabrine gitti. Ona dua ve istigfar etti. Sonra gözlerini yumdu, murakebeye girdi. Yüce Allah'tan onun kabirdeki halini
göstermesini istedi. Yüce Allah onun kabir halini bu veliye gösterdi.

Adam evliyalar gibi güzel bir haldeydi. Ona, " bu halin ne güzel,bu hali
nasil elde ettin,sana ne muamele edildi?" diye sordu.

Adam: " Bu ise ben de sasirdim fakat çok memnunum. Bana, sen bizim
rizamiz için gücün yetti bir kusu azat ettin; biz de seni günahlarindan azat
edecegiz, bizim de buna gücümüz yeter. Sen bizim rizamiz için o çocugu
ve kusu sevindirdigin gibi, biz de seni sevindirecegiz, dendi ve iste bu güzel nimetler bana verildi." dedi
...

Sen niyetini Allah için yap, gerisi güzel gelir.Allah kuluna kafidir."
" Benim Allah'in rizasindan baska bir derdim ve Rasulullah ( Aleyna Ve Aleykum Selam)
in sünnetini ihyadan baska bir isim yoktur."

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadiklarla beraber olun."
ayetini okuyarak basladigi bir sohbetinde buyurdu ki : "Sadiklarla
beraber olan kimse,onlarla birlikte hasretilir. Baksaniza,Ashab-i
Kehf'in köpegi necisül ayn oldugu halde onlarla birlikte bulunmasi
bereketiyle cennete girecektir. Insan ne olursa olsun sadik kullarla
kamil mürsitlerle birlikte bulunmalidir.Zahiren beraber olamayan
kimseler manen (kalb ve hayali ile) onlarla birlikte olmaya çalismalidir.
Gavs hz. leri buyurdu ki : "iki gün hirsizla gezersen üçüncü gün sen de hirsiz olursun." Bunun için Rasulullah(Aleyna Ve Aleykum Selam) : " Kisi arkadasinin dini ( hal
ve gidisati) üzeredir." buyurmustur.

" Baskalarina hizmet etmek isteyenler, kendilerini islah etsin yeter.
Çünkü nefsini islah eden kimse baskalarina fayda verebilir ve güzel
seyleri temsil edebilir.Sadat-i Kiram,nefislerini islah edip güzel ahlaki
elde ettikleri için Allah yolunda insanlara büyük fayda vermislerdir.
En büyük hizmet,güzel ahlakli ve edepli bir insan olmaktir."

" Kalbin gidasi zikirdir.Günahlar ise, seytanin gidasidir.Kalbini diriltmek
ve beslemek isteyen kimse Yüce Allah'in zikrini çok yapmalidir.
Günah işleyenler,kalplerini zayiflatip seytani kuvvetlendirmis olurlar.
Seytani kuvvetli olanin dini zayif olur.Onun için haramlardan uzak durmalidir.

" Bu dünya bir han gibidir; ahiret yolcusu bütün hazirligini bu handa yapmalidir.Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çikmistir. Ölümle baslayan bir yolculugun geri dönüsü yoktur. Yola çikan kimsenin,hedefine ulasmasi için belli bir yol ve usul takip etmesi gerekir.Basi bos ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varmasi mümkün degildir. Onun nereye varacagi da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yol da Hz. Rasulullah (s.a.v) in izinden baska Allah'a giden bir yol ve kapi yoktur. Hz. Rasulullah'in (s.a.v) hayatini yasamak için de ulu Sadatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber'e (s.a.v) hakkiyla uymanin en güzel yolu,sünnet üzere yasayan sadatlari takip etmektir. Sadatlar, sünnet-i seniyyeyi kal olarak degil,hal olarak yasar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasib olur. Böylece ebedi ahiret yolculugu iman ile baslamis olur. En büyük saadet te budur."

Gavs-i Sani Hz. :Insanin kalbi yumruk kadardir.Bunun içinde muhabbetullah olmasi lazimdir...Sonra orda yanan isigi göstererek;Su anda isik yaniyor,etraf aydinlik.Bu isik sönerse etraf karanlik olacak.Ayni anda hem isik hem karanlik olmaz.Isik yanarsa aydinlik olur;sönerse karanlik olur.Kalbin durumu da böyledir.Onun içinde muhabbetullah/Allah sevgisi olmasi lazimdir.Muhabbetullah yoksa baska seyler vardir.Baska seyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez.Allah muhabbetini elde etmek için su dört seye sofi devam etmesi gerekir;Mürsidi ziyaret,Mürsid sohbeti,Rabita,Vird...

''Bir insan sabah kalkinca,güzelce abdestini alsa,evinden isine giderken:
''Ya Rabbi!sen Rezzaki Mutlaksin/bütün yarattiklarinin rizkini verirsin.Biz çalissak da çalismasak da sen bizim rizkimizi verirsin.Lakin rizik için çalismayi bize sen emrettin.Biz senin emrine uyup rizkimizi aramaya gidiyoruz''diyerek niyet etse ve bu niyetle işe başlasa bütün gün boyunca başini secdeden kaldirmayip nafile namaz kilan kimse gibi sevap kaznir.Insan için bunu yapmak çok kolaydir.Bu sevabi kazanmak için güzel niyet etmesi yeterlidir.''

''Yüce Allah'i zikre devam ediniz.Zikir çekerken uyanik olunuz.Allah zikrini kalbinizin içine yerlestiriniz. Zikir kalbe yerlesince siz istemesenizde kalp Yüce Allah'i zikreder.Midenizi düsünün;o,siz istemesiniz de kendi isini görür.Siz uyurken bile işine devam eder.Içine zikir yerleşen kalp de böyledir.''

Ne anne, ne baba, ne arkadaş insana fayda vermesi mümkün değildir. Insana ancak SADATLARDAN fayda vardir..

GAVS-I SANI..
S. Sâki Hz.lerinden sohbet

Alıntı


Yüce Rabbimiz, insanoğlunu yaratılmışların en şereflisi kılmıştır. Akıl, düşünme, konuşma, faydayı zararlıdan ayırabilme gibi kabiliyetler vermiş, her biri cihandeğer nimetlerle bedeni ve ruhi varlığımızı donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış, uçsuz bucaksız kainatı ve içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur. Yeryüzü ve içindeki bütün varlıklar insanoğluna itaat ediyor, Toprak, su, hava, hayvanlar, bitkiler, ay, güneş, yıldızlar, gece ve gündüz... Her şey Cenab-ı Rabbü?l-Alemin?in yarattığı gaye istikametinde insanlara hizmet veriyor.
Rabbimiz nimetlerini bunlarla da bitirmemiş, hayatın karanlık yollarında yürürken önümüzü aydınlatmak için uyacağımız iman, ibadet ve ahlak kurallarını da bildirmiştir. Bunca nimetleri bizlere bahşeden Yüce Mevlamıza nasıl kulluk edeceğimizi, niçin yaratıldığımızı, nerede ve ne diye bulunduğumuzu, yolculuğumuzun nereye doğru sürüp gittiğini, bu dünya ötesinde nelerle karşılaşacağımızı, gönderdiği peygamberleri ve bu peygamberleri aracılığı ile bizlere ulaştırdığı kitapları vasıtasıyla bildirmiş, öğretmiştir.
Bildiğimiz ve iman ettiğimiz gibi, yüce Allah insanlara ilk vahyini, ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Adem (Aleyna Ve Aleykum Selam.) vasıtasıyla ulaştırmış, ilahi vahyin son ve en mükemmel halkasını teşkil eden Kur?an-ı Kerim?i alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (Aleyna Ve Aleykum Selam.) aracılığı ile bizlere iletmiştir.
Rabbimizin insanlığa son mesajı Kur?an-ı Kerim, O?nunla kulları arasındaki kopmaz ilahi bir bağdır. Fahr-i Cihan (Aleyna Ve Aleykum Selam.) Efendimizin aramızda yaşayan en büyük mucizesidir. O hem lafzı ve hem de manası ile bir mucizedir. Rabbimiz onun bu özelliğini İsra Suresi 88. ayette şöyle bildiriyor: ?De ki insanlar ve cinler biribirlerine yardımcı olarak bu Kur?an?ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar?
İnsanlığın idrakine sunulmuş nice ilahi kaynaklı ve insan eseri kitaplar var ki, hemen hepsi tarihin karanlık sayfaları arasında ya kaybolmuş veya tahrif edilmiştir. Oysa yüce kitabımız Kur?an-ı Kerim, Rabbimizin Hicr Suresi 9. ayetteki ?O zikri (Kur?an?ı) biz indirdik ve biz onu koruyacağız.? fermanınca bozulmaktan, kaybolmaktan bizzat İzzet-i Celali tarafından korunmuştur. Bu sebepledir ki, 1400 küsür yıldan beri binbir türlü haksızlıklarla Kur?an?ın irşadının önüne geçil meye çalışılmış, fakat başarılamamıştır. Bu ilahi himaye hiç bir kitaba nasib olmamıştır.
Ondört asrı aşkın bir süredir Mukaddes kitabımız K. Kerim zamanın, tarihin ve çağların zirvesinde bir güneş gibi parlamış, gerçek Allah kelamı olduğunu ispatlamış, milyarlarca insanın gönlünü ve ruhunu aydınlatagelmiştir. Yeryüzünde hiç bir kitap onun sunduğu hizmeti sunmamıştır. İslam dininin bütün insanlığa sunduğu uhrevi ve dünyevi değerlerin kaynağı odur. Bu ahkam-ı mübinin insanlar üzerindeki ilahi tesirini hiç kimse inkar edememiştir. Onu kabul etmeyenler bile bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Habib-i Kibriya (Aleyna Ve Aleykum Selam.) Efendimiz tek başına İslam?ın tebliğiyle görevlendirildiğinde, hiç bir maddi kuvvete dayanmıyor, elinde Kur?an-ı Kerim?den başka dayanağı bulunmuyordu. O?nun 23 yıl gibi insan hayatında çok kısa sayılan bir süre içindeki göz kamaştırıcı başarısının sebebini araştıran tarihçiler, bu üstün başarının sırrını iki sebeple açıklıyor ve diyorlar ki: ?Hz. Muhammed (Aleyna Ve Aleykum Selam.) önce Kur?an-ı Kerim gibi bir mucize ile desteklenmişti. Ayrıca O (Aleyna Ve Aleykum Selam.) başkalarına söylediğini, emrettiğini bizzat kendi nefsinde fazlasıyla uygulamış ve yaşamış dürüst ve samimi bir kişi idi.?
Peygamberini örnek alan müminler de, her zaman Kur?an?la haşır-neşir oldular, okudular, ezberlediler, manasını anlamaya çalıştılar. O?nunla ibadet ettiler, onun emir ve yasakları doğrultusunda hayatlarını düzenleyip, öylece yaşamaya gayret gösterdiler. İşte Allah?ın Kelamı, bu canlılığı ile insanların kafalarına ve gönüllerine güçlü bir şekilde yerleşmiş, biribirlerine düşman milletlerden, ırklardan ve kültürlerden ahenkli bir toplum meydana getirmiştir. O?nun gelişi ile çöl insanından medeni bir toplum ortaya çıkmış ve tarihin akışı değişmiştir.
Yine tarih şahittir ki, felsefecilerin nazariyeleri, ahlakçıların asırlardır süregelen ilmi ve felsefi tecrübeleri küçücük bir insan topluluğunu bile ahenkli bir toplum haline getirememiş, bir amaç etrafında toplayamamıştır. Ve en önemlisi, insanlığa adalet, mutluluk ve huzur adına bir şey verememiştir. Yeryüzünün ilahi vahiyle beslenmeyen hiç bir kesimi, güçler dengesiyle sağlanan sahte barşın dışında asla huzur da bulamamıştır. Oysa. asırlardır milyarlarca insan Kur?an?ın cazibe ve aydınlığı ile yollarını bulmuşlar, O?nun sayesinde ortak gaye etrafında birbirlerine ve Allah?ın bütün yarattıklarına sevgi ve saygı duymayı öğrenmişlerdir. Müslümanlar, Kur?an?ın aydınlığından güç kazandıkça kuvvetli olmuşlar ve neredeyse dünyanın yarısına hakim olmuşlardır.
Bugün, Allah?ın insanlığa bu son mesajının dikkate alınmadığı günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı yıkımlar ve vahşet, aklı başında herkesi dehşete düşürmekte, sağlanan başdöndürücü teknolojik gelişmelerin ve yüksek refah düzeyinin insanlığa huzur getiremediği kabul ve itiraf edilmektedir. Yaradılış gayesini anlayamamış, yeryüzüne ve içindekilere yaratıcısından dolayı sevgi duymayı öğrenememiş ruhi tatminsizlik içindeki insanlığın elinde zenginlik ve teknolojinin, nasıl öldürücü bir silaha dönüştüğü her gün yaşanan örneklerle dehşetle izlenmektedir.
Bu durumda biz ahir zaman müslümanları, belki her zamankinden daha çok Allah?ın Kitabı?na sarılmalı ve oradaki huzur reçetelerini yaşayışımızla örneklemeliyiz. Hiç bir olumsuz propagandaya kulak vermeden Yüce Kur?an?ı daha çok okumalı, ehil müfessirlerin açıklamalarından faydalanarak anlamaya çalışmalıyız. Ve en önemlisi, Peygamber varisi rabbani alimler etrafında kenetlenerek, birlik-beraberlik içinde hem kendi kurtuluşumuz adına, hem de insanlığa canlı örnek olma adına Kur?an ahlakını yaşamalıyız.
Allah?ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
ALLAH YOLUNDA BİRLİK OLALIM

M. Sâki EROL

Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. (Âl-i İmran/10)

Ne mutlu bizlere ki, Rabbimiz bizi iki büyük nimetle mükâfatlandırmış bulunuyor: Allah katında tek din olan İslam’la şereflenmiş bulunmak ve peygamberlerin baş tacı Hz. Muhammed (Aleyna Ve Aleykum Selam.)’a ümmet olmak. Bunlar öyle büyük nimetlerdir ki, bütün hayatımız bu iki nimetin şükrüne adansa yine de azdır.
Bu kadar büyük bir nimet olan dinimizin temeli, sevgi, birlik-beraberlik ve kardeşlik ruhudur. Mukaddes Kitabımızın bir çok ayeti, Peygamberimizin pek çok hadisi şerifi birlik ve beraberliğin korunması, fitne ve ayrılığın felâketi üzerinde hassasiyetle durmaktadır.
Müslümanlar olarak dinimizin bu konudaki emir ve yasaklarına aynen riayet ederek topluca huzur ve mutluluk içinde yaşayabilir; bu sayede Rabbimizin rızasına ve ebedi saadete kavuşabiliriz.
Ayrıca unutulmamalıdır ki bir milletin bekasının temel şartı, birlik ve beraberlik ruhunun yaşatılması, fertler ve farklı gruplar arasında kardeşliğin korunmasıdır. Birlik ruhunu kaybeden toplumlar herşeylerini kaybederler. Fertleri biribirine düşman olan milletler yok olup giderler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

***
Rabbimiz müslümanları biribirinin kardeşi ilân etmiştir. Dolayısıyla, hangi düşünce ve gruba dahil olursa olsun müslümanlar biribirleri ile kardeşçe ve dostça geçinmek zorundadır. Cenab-ı Allah, “gerçekten bütün müminler kardeştir. Öyleyse (kavga ettikleri zaman) kardeşlerinizin arasını (bulup) barıştırınız” (Hucurat/10) buyuruyor. Bu ilahî ferman, müminlerin arası açıldığında diğer müminlere onları barıştırma vazifesini vermiş bulunuyor. Böylece birlik ve dayanışmanın yolu da gösterilmiş oluyor.
Hz. Peygamberimiz (Aleyna Ve Aleykum Selam.) aramızdaki kardeşlik, sevgi ve saygı bağlarının kopmaması için müminlerin biribirine nasıl davranması gerektiğini açıklamışlardır. Buyuruyorlar ki, “mümin uysaldır, kendisi ile ünsiyet edilir. Hoş geçinmeyen ve kendisi ile hoş geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.” (İhya) “Bütün müminler biribirine karşı acıyıp bağışlamada, sevgi ve saygıda, iyilik ve yardımlaşmada bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu hastalandığında, diğer azâlar biribirlerini hasta azânın acısına çağırırlar.” (Buharî)
Peygamberî ahlâkın “kendimiz için sevip istediğimizi kardeşlerimiz için de sevip istememiz” prensibine bugün için ne kadar muhtacız! Ve bütün insanlık, “kendi şahsiyeti, canı ve malı, şeref ve namusu nasıl mukaddes ise, başkalarınınki de aynı şekilde mukaddestir” düsturuna ne kadar muhtaç!

***
Kardeşlik ve dayanışma hukukuna uymayan fertlerden oluşan toplumlarda bela ve musibet, fitne ve ayrılık asla eksik olmayacaktır. Bu duruma düşmemek için Rabbimiz, “Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz. Biribirinizle çekişmeyiniz. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, kuvvetiniz gider. Bir de sabrediniz. Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfal/46) buyuruyor. Bu ilâhî hüküm milletçe ibret alınması gereken ölmez bir hayat prensibidir. İyi bilmek zorundayız ki, fitne sadece çıkaranda kalmaz, insanlara sirayet ederek toplumu perişan eder. Birlik ve dayanışma bağlarını tahrip eden en korkunç felâket fitnedir.
Toplumun birlik ve düzenini bozmak, topluluktan ayrılmak dinimizce büyük suçlardan sayılmıştır. Hz. Peygamber (Aleyna Ve Aleykum Selam.) Efendimiz “her kim itaatten çıkar, topluluktan ayrılır da bu hal üzere ölürse, cahiliyet ölümüyle ölmüş olur” (Müslim) buyurarak cemaat olmanın, birlikte hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu bildirmişlerdir.
Bu ilhamla rahmetli Mehmet Akif ne kadar veciz söylemiştir:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Cenab-ı Rabbü’l-Alemin’in şu fermanı kulaklarımıza küpe olmalıdır: “Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Hani siz biribirinize düşman iken O kalplerinizi ısındırıp birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz.” (Âl-i İmran/103)
Toplum olarak birlik ve beraberliğe her zamankinden daha muhtaç olduğumuz bu zamanda fitne ve ayrılıklardan ateşten kaçarcasına kaçmak, kardeşlik hukuku neyi gerektiriyorsa onu yapmak zorundayız. Hiç vakit kaybetmeden top-yekün kardeşçe yaşamaya çalışmalıyız. Aksi takdirde dağılmış bir tesbih gibi saçılır, dağılır ve kaybolur gideriz. Bu ümmet ayrılıktan çok ızdıraplar çekti, büyük acılar yaşadı, bunu unutmamalıyız.
Hiç bir ayrılığın olmadığı, kardeşliğin hepimizi bir duvarın tuğlaları gibi biribirimize kenetlediği günlere kavuşmak niyazıyla, Allah’ın rahmet ve mağfireti üzerimize olsun alıntıdır
SEYYİD ABDULHAKİM EL HÜSEYNİ HZ(ks)
Gavs hazretleri… Büyük Mürşit… Seyyid Muhammed’in oğludur.
Seyyid Muhammed, Hazret’in halifelerindendi. Ancak üstatlarına: “Efendim, siz hayatta iken ben halifelik yapmam, bu yüzden beni ma’zur görün. Saadetli ömrünüz boyunca, bu fakiri dizinizin dibinden ayırmayın, gizleyin. Şayet benim ömrüm sizden sonra devam edecekse bu durumu birine bildirip, halifeliğimi vasiyet edersiniz.” diyecek kadar mahviyet sahibi… Ne garip ki, bu zat mürşidinden evvel vefat edecek ve mürşidi de onun hakkında şu yücelik ifadesini kullanacaktır :”Allah (CC)’a yemin ederim ki, şu memlekette Seyyid Muhammed gibisini görmedim. Sizler sakın onu zamanındaki diğer alimlerle karıştırmayın. Siz hiç kendisine halifelik verilipte bunun saklanmasını isteyen birini gördünüz mü? kendisi halifemiz olduğu halde yaşadığımız sürece bunun gizlenmesini istedi.”Seyyid Muhammed’in (K.S) H. 1322 tarihinin 10′una rastlayan perşembe günü öğle ile ikindi arasında Baykan ilçesinin Kermet köyünde bir oğlu dünyaya gelir.Seyyid Muhammed, bu durumu şöyle ifadelendirir: “Allah (CC)’ın lütfu ile bugün bir erkek çocuğum dünyaya geldi. Adını Abdülhakim koyup, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okudum. Fıkıh alimi olması arzusuyla göbeğini “Basuri” adlı fıkıh kitabı üzerinde kestim.”
Seyyid Muhammed’in Celaleddin adında bir oğlu daha olup bu çocuk beş yaşında vefat etmiştir. Hafize ve Esma adında iki de kızı vardır.
Şeyh Abdurrahmani Tahi’nin halifesi Şeyh Abdulkahhar (K.S) bir gün Arınç köyüne gelir. Çok küçük yaşta olan Şeyh Abdulhakim’i görünce, şöyle der: “Allah (CC) bağışlasın bu çocuk kimindir, bu ilerde büyük bir zat olacak. Ancak bir kusurunu görüyorum, çok halimdir.”
Ayrıca Hazret de (K.S) Norşin’den Siyanüs’e gelince Seyyid Abdülhakim onu iki defa ziyaret edip, üçüncü kez ziyaretine gittiği zaman, “Bu kimin oğludur” dedi. Cemaat, “Seyyid Ma’rufun torunudur” Hazret (K.S) dua edip şöyle der: “Bu çocuk gelecekte büyük bir zat olacaktır.

Gavs’ın diğer sadat gibi tahsil hayatı çeşitli yerlerde geçmiştir.
Babasından Kur’anı öğrendikten sonra, Siyanüs köyündeki Hazretin medresesinde üç yıl, ardından Norşin’e giderek orada yedi yıl, Norşin’den Şeyh Fethullahi Verkanisi’nin köyüne gidip iki yıl, oradan da Arbo köyüne giderek üç yıl ve nîhayet Suriye’ye yönelip Hazne köyünde hem zahiri, hem batıni ilmine devam edip orada tamamlarlar.
Bilfiil yirmi altı yıl ilm tahsili ile uğraşırlar. İlim tahsil ettiği üstatları şunlardır:

1-Molla Muhammed Emin (Melle Mezin) Büyük Molla

2- Şeyh Muhammed Arbovi

3- Molla Zahir

4- Muhammed Selimi Hezani

5- Ahmed El Haznevi.

İki defa evlendiler. Birincisi kendilerinden on beş yaş büyük bir akrabasından dul bir hanımefendi Seyyide Fatıma. Bu evlilikten, Seyyid Muhammed, Seyyid Muhammed Raşid, Seyyid Zeynel Abidin (Bu zat küçük yaşta vefat etmiştir.) isminde üç oğulları, Halime ve Hatice isminde iki de kız çocukları olmuştur.
İlk zevcesinin teşvikiyle ikinci defa yine akrabasından olan Seyyide Sıdıka ile evlenmişlerdir. Bu izdivaçtan da, Seyyid Abdulbaki, Seyyid Ahmed, Seyyid Abdulalim, Seyyid Muhyiddin, Seyyid Enver adlı oğulları ve dört kızı olmuştur.

Zahiri ilimlerde büyük bir alim olan Gavs hazretleri ahlaken çok halim idi.
Onu görenler halinden etkilenip hidayete ererdi. Gavs, çoğu zaman şöyle derdi: “Üstat Abdulkahhari Zoheydi, hakkımda şöyle demiş: “Bu zat iyidir, ancak bir kusuru vardır. 0 da çok halim olmasıdır. Elhamdülillah bu kusur ne büyük bir kusurdur.”
Doğru ve faydalı sözleri tamamen dinler gerekirse cevap verirdi. Yoksul kişilerle oturup sohbet eder, onların arzu ve isteklerini karşılayıp gönüllerini hoş tutardı.

Küçük çocukları çok sever ve derdi: “Çocuklara yedi yaşından itibaren namaz kılmayı öğretiniz, on, on beş yaşları arası kılmazlarsa icap ederse dövünüz. Siz bu çabayı gösterin, onlar sonunda bırakırsa ebeveynleri mesul olmaz. Gençlikte yapılan ibadet çok makbuldür. Bir insan gençliğinde Allah’a kulluk etmezse, ihtiyarladığı zaman ne dünyaya ne ahrete yarar.
Bir gün mübareğe dediler: “Efendim bazı kişiler sizin münkirliğinizi yapıyorlar, siz ne dersiniz.” Cevaben buyurdular : “İmamı Şafii (R.A) buyuruyor: Huzuru İlahide Rabbi Teala bana şefaat hakkı tanırsa önce münkirlerime şefaat edeceğim. Çünkü onlar bizim terakki etmemize sebep oluyor. Elbet bizim iyiliğe iyilikle cevap vermemiz gerekir.” Yine Hasanı Basri (R.A) de kendi gıybetini yapanlara, iyiliğe iyilikle muamele edilir deyip, bir tabak şeker hediye göndermiş ” Allahü Teala’ nın İzniyle biz de öyle yaparız, onları severiz.”

Ahlaken olduğu gibi takvada da tek…

Bir gün bazı sofilere Fatiha suresini talim ettiriyordum lisanları değişik olduğundan bu kişiler “sıratellezîne” derken doğru telaffuz edemiyordu. Bu yanlışlıkları düzeltmek için onlara ders vermeye başladım. Bizim bu dersimize Bilvanis seyyidlerinden bir tanesi itiraz edip dedi:

- Bunu bırakın, sadatlardan söz edin. Çünkü bir laf eksiğe veya fazlalığa bakmazlar. Ben de:

- Eğer yapılan ibadetler şeriata aykırı olursa, Allah (C.C) katında makbul değildir, dedim. Seyyid bana kızarak dedi:

- Şah ı Hazne’nin huzurunda bir alim, Şahı Hazne’nin haline kalben itiraz etti. Bu durumun farkına varan Şahı Hazne o alime bir nazar etti. Alim yere düştü, sonra sarığı boğazına dolaştı. Seyyidin bu sohbetinden ben çok korktum. Çünkü mübarek Seyyiddir, kalbi incinmiştir. Ben de bu işte zarar etmiyeyim diye durumu Gavs’a anlatmak için mübareğin yanına vardım. Gavs hazretleri akşam rabıtası yapıyordu. Rabıtayı bitirdikten sonra, dönüp bana dedi ki:

- Allah (C.C)’ın yolu nasılsa insan öyle anlatmalıdır. İtiraz edip buna darılan, darılsın, hangi büyük kayayı isterse kafasını o taşa vursun.

Gavs hazretleri en çok Akaid ve ilmihal bilgilerini öğrenmeye teşvik edip, derdi: “Akidesi zayıf olanın imanı da zayıftır. Zayıf olan iman her zaman tehlikededir. Dinin ayakta kalması ilimledir.” Şahı Hazne diyor: “Dünyayı isteyen ilim okusun, Ahireti isteyen de ilim okusun.”
Bunun için ilim çok önemlidir. Bakınız Rabbi Teala buyuruyor: “Allah’tan gereği gibi ancak alimler korkar.” însan hayatı dünyeviyesinin her anını sünneti seniyyeye göre ayarlamalıdır.
Hazret dünyayı değiştirdikten sonra, Gavs yarım kalan ilmi şeriatını tamamlayıp, seyri sulukunu yapmak için Şeyh Muhammed Selim-el Hizaniye intisap etmek ister.

Bu işe karar vermeden önce istihare yapan Gavs, gördüğü rüyayı şöyle anlattı:

- Rüyamda; Hazret, Şahı Hazne ve ben beraber bulunuyorduk. Hazret Şahı Hazne’ye şöyle dedi:

- Şeyh Ahmed, Seyyid Abdülhakim’in babasının bizde çok emeği vardır. Onun için sen ona gözün gibi bak. Bu rüyayı şahı Hazneye intisap için işaret sayan Gavs, doğru Hazne yolunu tutar. Şahı Hazne’yi ziyaret edip tarikat almak istediği zaman, Şahı Hazne der:

- Abdülhakim sen tarikat almadın mı?

- Gavs, evet kurban önceden almıştım. Şah-ı Hazne:

-Kimin tarikatını almıştın ? Gavs:

- Hazret (K.S)’ın tarikatını.

Bu cevabı tebessümle karşılayan Şah-ı Hazne der:

- Hepimiz Hazret’in tarikatındayız. Senin tarikat almana lüzum yoktur. Tövbe verip, tarikat vermez. Bu hale şahit olan Şahı Hazne’nin halifesi Molla İbrahim şöyle der: Seyyid Abdülhakim, niçin böyle yaptın, bir menfaat görmezsin, bak bir kişi bir mülk alsa, onu istediği gibi tasarruf edip kullanabilir ve fayda görür.

Kişi sahip olmadığı mülkün üzerinde tasarrufta bulunabilir mi? Elbette ki bulunamaz. İşte mürşidi kamil de böyledir. Kendi tasarrufuna alabilmesi İçin, kendi eliyle müride tarikat vermesi gerekir. Kendi müridi olmayan bir kişi üzerinde hiç bir mürşit tasarrufta bulunamaz.

Bu sözlere çok üzülen Seyyid Abdülhakîm der: Biz bu işin böyle olduğunu bilmiyorduk.
Bir gün tekrar Şahı Hazne’yi ziyaret eden Gavs, der:

- Kurban ben tarikat tazeleyeceğim, Şahı Hazne:

- Hepimiz Hazretin (K.S) tarikatındayız. Senin tarikat tazelemene lüzum yoktur. Gavs :

- Efendim ben o zaman talebe idim, tarikatla fazla meşgul olamadım.

Bu konuşmalardan sonra Şahı Hazne, Gavs’tan “îstihare” yapmasını ister. Bu söze çok üzülüp renkten renge giren ve mahzun olan Gavs der:

- Yoksa beni rahmet kapısına kabul etmeyecek mi? Ben nereye gideyim, imanım tehlikede, ben imanımı nasıl kurtaracağım?

Emir gereği istihare yapan Gavs, o gece gördüğü rüyayı halife Molla İbrahim’e anlatır. Rüyası şöyledir: Çok kalabalık bir cemaat vardı. 0 cemaatta Hazret, Şah-ı Hazne ve Şahı Hazne’nin halifesi Molla Mehmed de vardı. Namaz vakti olduğu zaman, Molla Ahmed kamet etti, Şahı Hazne de İmam oldu, bize namaz kıldırdı.Bu rüyadan Şahı Hazne’ye intisaba izin çıktığını bildiren Molla Mehmed der : Seyyid Abdülhakim, müjdeler olsun, işin tamam.
Rüyasını Şahı Hazne’ye anlattığı zaman, mübarek der:

“İnşaallah Hazret’in izni vardır. Gel sana tarikat vereyim.”

Bu hale çok sevinen Gavs böylece Şahı Hazne’ye intisap eder

Haznedeki günlerini mübarek şöyle anlattı:
Biz Hazne’de bulunduğumuz sürece Şahı Hazne bize hiç İltifat etmezdi. Bir ay kaldığım zaman bile ancak bir kaç kelam ederdi. Bu hale çok üzülürdüm. Bir gün yine bu düşünce ile mahzun bir haldeydim. 0 sırada şahı Hazne, bize şöyle sohbet yaptı: “Mürşidin zahirdeki iltifatına gönül bağlayan kişinin maneviyattan nasibi azdır. Müridin teslimiyeti kemal bulup mürşidinden feyz ve himmet alabilme liyakatine sahip olduğu zaman mürşit; o müride zahiren iltifat etmez.”
Hilafet aldıkları sırada Taruni köyünde ikamet ediyorlardı. Oradan Bilvanis’e, sonra Kasrik’e en sonunda bugün medfun bulundukları yöreye hicret ettiler. Tarikat vermeye ilk defa Taruni köyünden başladılar. Burada Pazartesi ve Perşembe günleri teveccüh yapıp İnsanların hidayetine vesile olurlardı.Gavs, hilafet alıp irşada başladıktan on bir yıl sonra Şeyhi Ahmed-ül Haznevi vefat etmiştir. Bu vefat hadisesinden sonra Gavs hazretlerine intisap edenlerin sayısı daha da çoğalmıştır. Bunlar İslam’ın emir ve hükümlerini en iyi şekilde öğrenip yaşamaya çalışıyorlardı. İntisap edenler arasında bazı şeyhler, halifeler ve başka tarikat müntesipleri de vardı. Soruldu: Muhabbet nedir? Nasıl olur?Dediler ki: “Muhabbet Allah’tan (C.C) gelen bir lütuftur, 0 kimi isterse ona verir.”

Soruldu: “Peki efendim, Allah (C.C) her şeye bir sebep kılmış. Muhabbeti tahsil etmek için sebep kılmamış mıdır?”

Dediler : “Efendim bizler hatme yapıyoruz. Sadatlar da bu işin üzerinde çok duruyorlar. Acaba bu hatmelerden bize ne fayda geliyor?”

Dediler: “Menfaatleri çoktur. Bir örnek verelim: Şimdi Resuli Ekrem (S.A.V) bize dese sen ümmetime en iyi bir amel tavsiye et, öğret. Bilir misiniz ben ne tavsiye ederim. Hatme-i Haceganı tavsiye ederim. Çünkü hatmenin reisi Resuli Ekrem (S.A.V)’dir.

Silsile-i şerif okunmaya başladıktan sonra, Resulü Ekrem (S.A.V) ruhaniyeti başta olmak üzere, diğer bütün sadatlar o halkaya iner. Ve orada bulunan bütün cemaatın arzularını kayıt ederler. Silsile okunması tamam olduktan sonra Resulü Ekrem (SAV)’in ruhaniyeti ve sadatlar o halkada bulunanların arzu ve isteklerini doğrudan Rabb’ül Alemin’e götürürler. Resulü Ekremin götürdüğü istekler hiç reddedilmez.

Soruldu: Efendimiz bize Öyle bir nasihat ediniz ki, onun sayesinde dünya ve ahirette kurtulalım.

Dediler: Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat ediniz. Hürriyet demek; Bütün işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratan Allah’a (C.C) bağlanıp teslim olmaktır. Bu saydıklarımız, kurtuluşun ilk kapısıdır. İffet ise, kişinin kendi nefsi veya başkalarının hesabına değil, bütün fiillerinde Allah’ın (C.C) emir ve hükmüne göre olmaktır.

Sordular: Efendim, ihlas ne demektir?

Dediler: İhlas, hiçbir sebep ve gaye olmaksızın Allah (C.C)’ın emir ve hükümlerini yalnız Allah(C.C) rızası için yapmaktır. Yani bütün gücünü Allah (C.C) yoluna sarf etmektir. Bu hal üzerine sebatın zahirine Takva, özüne de ihlas denir. Bir örnek verelim; kimin gayret ve düşüncesi midesine olursa kıymeti de ondan çıkan kadar olur. Malumdur ki, hayatını şöhret ve şehvete harcayanın sonu hüsrandır.

Sordular: Zahiri ve batıni darbelere nasıl dikkat edelim?

Buyurdular: Açık ve gizli edeplere dikkat ediniz. Abdestli olunuz. Günah işlediğiniz an tövbeyi terk etmeyiniz. Selefi salihin eserlerini okuyunuz. Öğrendiğiniz şeriatı tatbik ediniz. Bilgili kişilerin sohbet ve nasihatlarını kabul ediniz. Böylece Allah’ın (C.C) emirlerini yerine getirmeye gayret etmiş olursunuz. Bu saydıklarımız zahiri edeptir.

Batıni edep ise, kalbi masivadan temizlemektir. Bu zamanda kalbi masivadan kurtarmak çok zordur. Hafız-ı Şirazi şöyle diyor: “Ey kişi seni dostundan geri bırakan neyse kalbinden onu terk et.

Bakınız insan kalbi için şer hicap olduğu gibi hayırda hicap olur. 0 halde salikin ne hayra güvenmesi ne de şerden koruması gerekir. Allah’a güvenip yasaklardan sakınmalıdır. Şerlerin hepsi kendi nefsindendir. Hatta nefsin kendisi de şerdir. Şahı Hazne, bir gün bize şöyle sohbet etti:
Allah, bize, bizden daha yakındır. İnsan ise ne kadar hayasızdır. Çünkü Allah’ın huzurunda O’na isyan ediyor. Allah (C.C) ise ne kadar halimdir ki, asi günahkarı tövbeye çağırıyor. İlim insanı gaflete sevk ediyorsa büyük bir felakettir.
Bir zamanlar bir şeyh müritlerden birine bir tavuk verir. Der, oğul bu tavuğu hiç kimsenin görmediği bir yerde kes, getir. Mürit uzun zaman dolaşır, sonra tavuğu kesemeyip, şeyhinin yanına döner. Şeyhi ise suretini değiştirip niye emri dinlemedin diye müridi azarlar. Mürit der: Efendim, nereye gittimse Rabbim beni görüyordu. Sizin emriniz ise hiç kimsenin göremeyeceği bir yerde kesmem idi. Bu işi yapamadım, beni affedin.

Bakınız kalp tecelligahı ilahiyedir. 0 işe çok gayretlidir. Kulunun kalbinde Allah kendisinden gayrısını kabul etmez.

Sordular: Bir alim Kur’an, Hadis, Fıkıh ilmini bilir, selefin kitaplarını da okursa bir şeyhe bağlanmaya ne lüzum var?

Dediler: Bakınız, bir eczacıyı düşünelim. Bu kişi envayı çeşit otları bilir, bunlardan nasıl ilaçlar yapılacağını, bu ilaçların hangi hastalıklara yararlı olacağını da bilir. Doktorlar da bazı zamanlar bu bilgilerden esinlenerek teşhis ettikleri hastalıklara bu ilaçları verirler, eczacılardan aldıkları bilgiye dayanarak. Ama eczacı çoğu kez bir hastalığı teşhis edemez, reçete olmaksızın bir hastaya bazı ilaçları veremez. Verdiği takdirde, ilacı parasız dahi verse eğer ki, hasta zarar gördüyse eczacı cezalandırılır. Ayrıca bakınız, bir doktor çoğu kez kendi filmini çekemez. İki omuzu arasında bir yara olsa onu tedavi edemez. Alimleri de böyle kıyas etmek lazımdır. İnsan ahiret yolunda evvela avamdır. Kendisini masivadan kurtarması çok zordur. Oğlun dahi olsa, ehil değilse bir hastalığından mütevellid ameliyat lazım gelse ona yaptırmazsın. İşin mütehassısını ararsın. Mürşitler ehil kişilerdir. İzn-i İlahi İle insanları gafletten kurtarıp, yönünü Hak’ka döndürürler. Bakınız, devrimizde vaaz ve nasihat dinleyip hidayete gelen çok az kişi vardır. Ama şeyhler daha çok kişinin hidayetine vesile olurlar. Zamanımızda mutasavvıflar az olduğu için, insanlar isyana daha fazla düşmüştür. İrşad ehli zatlar, devrimizde azdır.

Soruldu: Nefs nedir? Ne gibi hileleri vardır? Buyurdular: Nefs, hayvani bir kuvvettir. Bu hayvani kuvveti idare eden, his ve hareket ise hamil bir latifedir. Bazı kişiler nefs buhurdan bir cevherdir, dedi Felsefeciler ise rüh-u hayvani derler. Nefs ilk defa şöhret ve şehveti emreder. İnsanın kalbine hayvani huylar verir. Makamı Suflidir. Onun için insanın kalbini aşağı çeker. Bütün fenalıklar nefse nisbet edilir. Kalb melekleşmeye, nefs ise hayvanlaşmaya meyleder. İnsanın esas vazifesi şer-i şerifi tahlil etmektir. Nefsin vazifesi, hayvani ve fena ahlakı terk ederek mücahede ile terbiye olup, güzel ahlakla ahlaklanmaktır.
Ruh daima marifet-i İlahiye ye meyyaldir. Görevi ise, kemaliyettir. Sır latifesinin görevi masivayı terk etmektir. Sır latifesi Hakk’ın kahrından rahmetine sığınır.

Hafi ise Cenab-ı Hak’tan feyzi celb ve kabul eder. Celb ettiği feyzi ruha ifaze eder. Ehfa, sırrın da sırrıdır. Onda kulun hiçbir müdahalesi yoktur.
Nefsin zatı ve maddesi değişmez, lakin sıfatı terbiye olup değişir. Mesela, Hz. Ömer (R.A), İslam’dan önce cehalet devrinde kızlarını diri diri toprağa gömerdi. İslami kabul ettikten sonra aynı Ömer (R.A), halife olmasına rağmen sırtına çuval yükleyerek, fakirlerin evlerine kadar ihtiyaç maddelerini taşımıştır. Her iki Ömer de (R.A) aynıdır. Sıfatları değişmiştir. Zatı ise aynıdır.
Nefs zikir ve riyazetle terbiye olur, Radiye ve Merdiye makamına çıkar. Sonra her hayrın membaı ve menşei olur. Şeriata teslim olan kendisi hakkında delil bile arayamaz.

Soruldu: Bunca ulema delili terk etmemişler, sizden ise delili terk etmenin mecbur olduğunu anlıyoruz, ne dersiniz?

Buyurdular: Çoğu ulema malum olanı müşahede etmek makamından, hırs ve aklın seviyesine inerler.İnişlerinden avamı hırs ve hayalin şüphesinden delille onları seviyelerine celp ederler. İbrahim (Aleyna Ve Aleykum Selam), miraçlarında yıldız, ay ve güneşin mahluk olduğunu müşahede etmişlerdi. Peygamberlerin hepsi kamil doğar, inançları hakkında delile ihtiyaç görmezler. Lakin İbrahim (Aleyna Ve Aleykum Selam) kavmine yol göstermek için onların makamına inip, his ve akıl seviyelerine göre onlara delil göstermiştir. Kur’an-ı Kerim’de işaret olunan mana bundan ibarettir. Kavmine şöyle delil gösterdi, farz-ı muhal, güneş, ay ve bu yıldızlar yaratıcıdır desek, hallerine bakıyoruz, değişiyorlar. Bunların her birisi birer kervan kafilesidir. Yürüyorlar ama onları yürüten başkadır. Yürütücü Allah’tır (C.C) Allahü Teala değişmez. Ezelidir, Ebedidir. Halik-i Mutlaktır.

İbrahim (Aleyna Ve Aleykum Selam) böyle bir yolla kavmini inanmaya davet etmiştir. Ezeliyet meselesini onlara izah etmiştir. Aksi halde kendisi de kevkebin halik olmadığını bilirdi. Bunun içindir ki, ulema şöyle demiş: Din ilimlerini dindardan öğren. Çünkü dinsizin dinden bahsetmesi, gıyabî ve hayali bir vesveseden ibarettir. Dindar ise öyle değil, keşf-i Şuhudi olarak anlayıp ve zevkini tadıp ona göre tarif eder.

Soruldu: Peki efendim, kalbimizi bütün bu nefs ve vesveselere karşı nasıl galip getireceğiz?

Dediler: Kalbinizi dışta ehl-i fısktan gelen, içte ise nefs ve şeytandan gelen umum telkinlere sarfı nazar etmek ve kalpten zikretmekle kalp kuvvet bulur. Kalbin gıdası Allah’ı zikirdir. Nefsin gıdası ise yemek, içmek, giymek… vs.dir.

Sordular: Kalbimiz Allah’ı zikretmiyor, ne yapmalıyız?

Buyurdular: Dilinizi ona yardımcı kılınız. Her ne kadar İmam Gazali, gaflette zikir merduttur, demişse de bazı ulema da gaflette zikir etmek, zikirsiz gafletten daha iyidir, demiştir. Biz bu sözü tercih ediyoruz. Kalbi zikir, gafleti yok eder. Molla Cami de şöyle diyor: Zikri lisani kıyamette tartılır, faydasız değildir. Şah-ı Nakşibend (K.S)’den evvel Nakşibendiler yalnız iken gizli, toplu iken cehren zikrederlerdi. Halbuki yalnız iken dil ile zikir, hafi zikre dahildir. Hülasa, riyadan ari başkalarına göstermeksizin zikir mutlak evladır, demiştir. Bakınız Hiİkemi Ataiye’de şöyle denilmiştir:

“Gel ey Hak’ka isyan eden. muhabbet lafını terk et
Ki naşa yeste afalin bu davayı kılur batıl
0 dur bil aşıkı sadık, ne kim emretse maşuki
Tutar canı gibi, olur mu bir nefes atıl.”
ESSEYYİD MUHAMMED RAŞİD EROL HZ(KS)

AİLESİ VE YAŞADIGI YERLERBağlıları arasında Seyda hazretleri namıyla bilinen Eşşeyh Esseyyid Muhammed Raşid Erol (k.s.) hazretleri 23.3.1930 tarihinde
Siirt’in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde dünyayı şereflendirmişlerdir. Babası Gavsi Bilvanisi Seyyid Abdulhakim Hüseyni (k.s.) hazretleri olup Nakşibendi büyüklerindendir.
Dedeleri Seyyid Muhammed Şeyh Muhammed Diya-uddin (k.s.) hazretlerinin halifelerindendir. Baba ve dedeleri ilim ve tarikat ehli olan Seyda hazretleri Evladı Resul olup Bilvanis seyyidlerindendir. Hz. Hüseyin (r.a.) soyundan geldiği için de “El-Hüseyni” denilmektedir. Seyyidlik şeceresi şu şekildedir:1 -Seyyid Muhammed Raşid Hüseyni
2 -Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni
3 -Seyyid Muhammed
4 -Seyyid Maruf
5 -Seyyid Tahir
6 -Şeyh Seyyid Kal
7 -Seyyid Hace Ebu Tâhir
8 -Seyyid Said Ebu l-Hayr
9 -Seyyid Ali
10-Seyyid Halil
11-Seyyid Hasan
12-Seyyid Mahmud
13-Seyyid Ali
14-Seyyid Taceddin
15-Seyyid Kasım
16-Seyyid İdris
17-Seyyid Ca’fer
18-Seyyid Kasım
19-Seyyid Kemaleddin
20-Seyyid Ebu Firas
21-Seyyid Fellâh
22-Seyyid Muhammed
23-Seyyid Taceddin
24-Seyyid Ebu Firas
25-Seyyid Maceddin
26-Seyyid Muhammed el-Mağfur Ebu Firas
27-Seyyid Şerafeddin
28-Seyyid imam Ali
29-Seyyid İmam Hüseyni (r.a.)

Dedesi Seyyid Muhammed (k.s.) medreselerde yetişmiş çok büyük bir alimdi.
Hüsn-ü hat sanatinda çok mahirdi. Hazret’e intisab etmiş, Nakşibendi halifesi olarak icazet ve hilafet almişti.
Fakat kendisi şeyhine “Sizin sagliginizda kendi halifeligimi açikliya-mam, sizden sonraya kalirsam, açiklanmasini birisine vasiyyet edersiniz.
Aksi takdirde sizin yaşadiginiz devirde ben mürşidim ben şeyhim diyemem, lütfen beni gizleyiniz” diye rica etmişti.
Şeyhinden önce vefat ettigi içinde halifeligi açiktan ilan edilmeyip gizli kalmiştir. Babası olan Gavs hazretlerini Seyyid Muham-med’in vefatı üzerine Seyyid Maruf (k.s.) (Seyda hazretlerinin dedesinin babası) büyütmüştür.
Gavs hazretleri Siyanüs seyyidlerinden olan Fatime Validemizle evlenmişler, bu izdivaçtan Seyyid Muhammed (k.s.), Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) ve Seyyid Zeynel Abidin isimlerinde üç oğlu ile Halime ve Hatice isminde iki kızı olmuştur.
Zeynel Abidin küçük yaşta vefat etmiştir. İlk zevcesinin teşvikiyle evlendiği Ta-runi köyünden Seyyide olan ikinci hanımı Sıdıka Va-lidemizdende Seyda hazretlerinin diğer kardeşleri, Seyyid Abdülbaki (k.s.), Seyyid Ahmed, Seyyid Ab-dülhalim, Seyyid Muhyiddin ve Seyyid Enver ile Aynulhayat, Refiate, Raikate, Naciye adlı kızkardeşleri olmuştur.
Seyda hazretleri 2 yaşlarında iken Seyyid Maruf vefat edince Gavs hazretleri evini Siyanüs köyünden Taruni köyüne taşıdı. Burada 13 sene kaldılar.
Daha sonra mürşidi Ahmedi Haznevi’nin (k.s.) izniyle Bilvanis köyüne hicret ettiler. Şah-ı Hazne Seyda Hazretlerini 9 yaşındayken görür.
Yüzü aydınlanır. İleride çok sofileri olacağını belirtir ve Allah’a şükrederek “Biz onun cemaatında bulunamazsak da, o çok kalabalık cemaatın çobanını görmek te büyük bir nimettir” derler.
Seyda hazretleri (k.s.) bu köyde yine Seyyide olan Sekine Validemizle evlenmişlerdir. Bu evlilikten Seyyid Fevzeddin, Seyyid Abdülgani, Seyyid Taceddin, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdurrakib isimli oğullan ile Haşine, Muhsine, Hasibe, Rukiye, Münevver, Mukaddes, Mümine ve Hediye isimli kızları dünyaya gelmiştir.
Gavs hazretleri Bilvanis köyünde 6 sene kaldıktan sonra Seyda hazretleriyle birlikte Bitlis’in Kasrik köyüne taşındılar. Burada 11 sene kaldıktan sonra Siirt’in Kozluk kazasının Gadir köyüne hicret ettiler.
9 sene (Burada iken vatan görevini önce acemi birliği olan Manisa’da, sonra Diyarbakır’da tamamladı) kaldıkları Gadir’den hayatının sonuna kadar ikamet edecekleri Adıyaman ilinin Kâhta kazasının Menzil köyüne yerleştiler.
Babası Gavs hazretleri l Haziran 1972 yılında vefat edince başhyan ir-şad görevi 21 sene 4 ay 19 gün devam etmişti. Seyda Hazretleri babasının vefatında buyurdular: “Allah (cc) Resulüne “Biz seni alemlere rahmet olarak göndermekten başka birşey için göndermedik. Allah Rasûlünün ölümü dünyanın üzerine musibet halinde çöktü.
Benim babam da Allah Rasûlünün varislerin-dendir. Ben onun Allah yolunda insanları irşad ve ilimle uğraştığına şahidim. Biz onu Allah yolunda olduğu için seviyorduk. Babam vefat etti. Nakl-i mekan etti. Allah Hayy’dır ve mekândan münezzehtir. Öyleyse aşka, Allah’a… herşey fanidir.”
1968 yılında halifelik icazetini alan 1972 yılında irşad görevine başlayan Seyda hazretlerinin (k.s.) yurtiçinden ve yurdışmdan aşırı ziyaretçisinin gelmesi 18.7.1983 tarihinde Çanakkale’nin Gökçeada ilçesinde mecburi ikametine yolaçmıştır. Önce Adıyaman’a, sonra Adana’ya oradanda Gökçeada’ya götürülen Seyda hazretleri çektiği sıkıntı ve adanın havasının, sıhhatini etkilemesi sonucu
30.1.1985 tarihinde Ankara’ya nakledilmiştir. Burada da 16 ay gözetim altında tutulduktan sonra Merkezi idarenin müsadesiyle tekrar Menzil’e dönmüştür. Tekrar tebliğ ve irşad hizmetinedevam ederken 1991 yılının Ramazan Bayramı bayramlaşması sırasında içersine zehirli böcek ilacı çekilmiş şırıngayla suikast yapılmış, eline isabet eden zehir etkisini göstermiş, acil müdahaleyle hastaneye yatırılan Seyda hazretleri (k.s.) hayati tehlikeyi atlatmış, fakat elinin üstündeki ve içindeki yaralar sebebiyle uzun süre ızdırap çekmiştir.
Şeker, damar sertligi, tansiyon ve romatizma hastaliklari nedeniyle uzun yillar tedavi gören Seyda hazretlerinin ölümünden bir yil önce ayagi kirilmiş çektigi izdiraplarina bir yenisi eklenmiş, fakat irşad faaliyetleri kesintisiz devam etmiştir.
Romatizma sebebiyle her yaz gittiği Afyondaki kaplıcalardan Ankara’ya dönüşünden bir kaç gün sonra 22.10,1993 Cuma günü cuma namazından önce 63 yaşında Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. Vefat haberini alan onbinlerce bağlısının katılımıyla ertesi gün Menzilde babasının yanı başında toprağa verilmiştir.
AHMED-ÜL HAZNEVİ KS.
Adı Ahmed, lakabı Şah-ı Haznevi.
Babaları Murad, Mardin’in İdil kazasına bağlı Banihe köyündendir.
Sonraları Suriye’nin Kamışlı kazasına bağlı Hazne köyüne yerleşti. Şeyh Ahmed, bu köyde dünyaya geldiler. Yıl 1306 H.

İlme olan aşklarından dolayı daha küçük yaştan evini terkedip yola çıkarlar.
Önceleri Molla Ahmedi Tizyani, sonra Molla Halili Gırkeizeri’nin (Bismil ve tepe arası bir köyde) yanında okurlar. Nihayet yörenin tanınmış üstadlarından Silvanlı Molla Hüseyin Küçük’ün yanına diz çöker ve icazelerini alırlar. (Diploma)

İlimde şöhret sahibi olurlar.
Bir talebesinin ağzından Molla Hüseyin Küçük anlatıyor:

“Molla Ahmed yanımızdan ayrılalı hayli zaman olmuştu. Kendilerinden bir haber alamadık. Ben bir yıl hac farizasını yerine getirmek için yola çıktım. Hicazda bir iki alim arkadaş bana dedi ki: “Buraya bir zat gelmiş. Kendinden çok sitayişle bahsediliyor. İsterseniz gidip ziyaret edelim.” Ve gittik… Bir de ne göreyim? Molla Ahmed oturmuş, etrafını da kalabalık sarmış. Soran sorana… Ona tereddütsüz cevap vermekte. Beni görünce ayağa kalkıp beni karşıladı ve:

-”Seyda, Allah (CC) için bu istidrac mıdır yoksa?”

-”Hayır evladım. Bu bir lutf-i ilahidir. Ama sen yine de istidrac bilerek hareket et.” dedim ve ayrıldım.

Şeyh Ahmed ilimde olduğu gibi tasavvufta da tek üstatla kalmamış. Evvela Şeyh Abdulkadiri Hezani’nin yanında amel etmiş. Sonra da Hazretle işi tamamlamış…
Bir ara kendisine, Nakşibendi olmayanların neden hatmelere sokulmadığının beyan edilmesi için bir mektup yazılır. 0 da şu cevabı verir:

” (…Smiley (26) Şüphesiz Nakşibendi tarikatının sadatı, tarikatlarından olmayanları hatmeden çıkarmalarına nakli ve akli delilleri var. Nakli delil, Peygamber (S.A.V)’in:

-”İçinizde garib kimse var mıdır?” diye buyurduğu hadisi şeriftir. İtiraz edip, bu konuya bu hadisin getirilmesi acayiptir denilmesi daha acayip bir şeydir. Peygamberin (S.A.V): “Sahabelerim, yıldızlar gibidirler” buyurduğu - hadisi şerifi ile garib’den murad, meclisinde hazır bulunan kafir kimsedir, denmesi de muteber manadan uzaktır. Zira hadisi şerifteki garib kelimesinden murad, ya zikir adabından veya imandan garib olan demektir.Bu iki manadan başka üçüncü bir mana yoktur. “Ashabım yıldızlar gibidir” diye buyurulan hadis, “garib” kelimesinin mezkur birinci manasına muhalif değildir. Zira Resulullah’ın (S.A.V) maksadı iman edip de yapılan zikrin adab ve şartlarından bilgisi olmayan bir sahabi olduğu da muhtemeldir. Nitekim fıkıh kitaplarında ittifakla yazıldığına göre, Mi’rac gecesinde beş vakit namaz peygamberimize farz olduğu halde, nasıl kılınacağını bilmediği için, hazreti Cebrail gelip, ona ‘ öğretinceye kadar,’o gecenin sabah namazını kılmamıştır.

Eğer hadis-i şerifte geçen “garib” kelimesinden murad “Küfür ehli manasına olduğu mümkündür” denilirse, biz de deriz ki, ondan murad, henüz iman edip de zikir adabını kelimenin manasını tahsis edecek bir şey yoksa umum durumda kalır diye kitaplarında yazdıkları kaide İle de amel ederek garib kelimesinin her iki manasını da kabul etmişlerdir.

(…Smiley (26) Şunu da ilave edelim ki, Nakşibendi tarikatının sadatı (K.S), evliya ve ulema olduklarına inanıyoruz. Gerçekte, Peygamber (S.A.V) tarafından:

“Alimler peygamberlerin varisleridir” buyrulmuştur. Varis, kendisine miras olarak bıraktığı ölü kimsenin malında istediği gibi, itirazsız, tasarruf eder. öyleyse Nakşibendi alimleri hem fıkıh usulü alimlerinin, yukarıda geçen kaideleri ile amel etmek, hem hadisin manası tahakkuk etmek için “garib” kelimesinden genel anlamıyla temessük ettiklerinde hiçbir beis yoktur.

Nitekim fıkıh alimleri sabah namazından önce kılınan iki rekat sünnette, fatihadan sonra okunan zammı sure hakkında çeşitli rivayetlerin hepsi ile amel edilmesi için, Kafirun, İhlas, Elemneşrahleke, Elemtere Keyfe surelerinin hepsinin okunmasının sünnet olduğunu ittifak etmişlerdir. Nevevi dahi bu gaye ile teşehhütten sonra okunması sünnet olan “Allah’ım şüphe yok ki, nefsime zulmettim.” diğer bir rivayette de “Büyük zulüm ettim” manasına olan duaların hepsinin okunmaları sünnet olduğunu tasvip etmiştir. Hatta konumuz olan hadiste geçen “Garib”in yukarıda geçen ikinci manası olan “imandan garib” diye irade etsek, Resulullahın (S.A.V): “Sana şüphe veren şeyi şüphelendirmeyene terk et” yani, şüpheliyi bırakıp, şüphe edilmeyenle amel et, hadisine muhalefet etmiş oluyoruz. Çünkü ikinci mananın irade edilmesi şüphelidir.
Mektupta; “Hadisteki garib’in manası, kafir kimse olmazsa, bu hadis, ikinci manaya sarahaten delalet etmez” diye dediğin sözün de reddedilir. Çünkü bu hadis, iman edip lakin zikrin adabını öğrenmeyen kimse olduğuna sarahaten delalet eder. Bundan maksat, küfür, şekavet, nifak ehli olan kimse de değildir. Bu manalar kastedilirse, Kur’ani Kerimin: “Müşriklerden biri sana (ey habibim) sığınacak olursa, kabul et ki, Allah’ın (C.C) sözünü işitsin.” ayetinin manasıyla nakz olur. (Manada çelişki olur.)

Mektubunuzda “Hacegan hatmesine girmek isteyen kimse, fazıl ise, hatmeye girsin. Fasık kimse dahi fıskından vazgeçip hidayetlenmesi için dahil olmalıdır.” diye kullandığınız ifadeden biz şunu anlıyoruz; Bizler, fazıl ve salih kimsenin salahatı için hatmede bulunmasına, fasık kişinin de fıskı için bulunmamasına razıyız. Halbuki gayemiz bu değil, bizde gaye sırf aldığımız emre imtisal etmektir.

Allah (C.C) yukarıda geçen “Eğer müşriklerden biri sana sığındığında kabul et” diye buyurduğu ayeti ile, Habibine (S.A.V), müşriklerden Allah’ın (CC) kelamını dinlemek isteyeni kabul etmesine emir buyurur.” diye dediğin sözün, hadisteki “garib” kelimesi kafir manasına hamlettiğinden dolayı davanızın aleyhine dair bir delil olur. Zira Peygamber (S.A.V) emir olunduğu şeyin hilafına emretmez. Öyleyse Allah (C.C) ayeti celile ile kendisine eğer ehli şirkten Allah’ın (C.C) kelamını işitmek isterlerse, onları kabul etmekle emreder de, kendisi hadisinde “garib” kimseyi, (senin deyiminle ehli küfrü meclisinden çıkarmasını nasıl emreder?

Diyorsun ki» “Hatmeye dahil olmak isteyen kimse, Ret’a yı kasdetti” Bu iddianız da yersizdir. Çünkü mezkur kimse, Ret’ayı bilmediği halde onu nasıl talep edecek ki? 0 zaman hakikatini bilmediği bir şeye talip olur. Bu da muhaldir, olamaz.

Hadisteki “Garib”den muradın, şirk ehli olmadığına dair aklî delil ise; bir cemaatin halkından olmayıp da onların adabını tamamen anlamayan kimse, yaptıklarını anlayınca onlarla alay etmesi muhtemeldir. Dolayısıyla Allah (C.C) ona gadab eder.

1- Bu hadisi Ahmed, taberani ve diğer hadis alimleri rivayet ettiler. Aynı zamanda Cami El-Usul, s.93′te.

2- Ahmed, Hz. Enes’ten (R.A) rivayet etti.

3- Tövbe, a.5

4- Ret’a ise; Arap lügatinde masdar olup, yemek eğlenmek manasındadır

Yukarıdaki cevapla Nakşi tarikine bu yolda gelen tüm suçlamaların yersiz olduğu İspatlanmıştır. Bundan sonra da, Şeyh Ahmed’in bu yolda sünnete karşı yüce sadat mîsali bütün gücü ile sarılmıştır.
Şeyh Ahmed’in halifelerinden Molla İbrahim anlatıyor:

“Birgün Şah-ı Haznevi abdest almak için odadan çıktı. Bana da Molla İbrahim ibriği getir dedi. Ben de hemen su doldurup ardı sıra gittim. Evden biraz uzaklaşmıştık ki, Şeyh aniden döndü, beni kucakladı. Ve sıkmaya başladı. Nerdeyse kemiklerim kırılacak zannettim. Bana, Allah (C.C) rızası için yeminle söyle. Sen bir alimsin. Benden hiç sünnete aykırı bir şey gördün mü? Ben de üç kere Vallahi evla’dan öte bir şey görmedim, dedim. O zaman bıraktı?
Şeyh Ahmed, daha mürşitleri Hazret sağ iken irşada başlamışlardı. 0 zamanlar, her mürşide olduğu gibi o zata da karşı çıkanlar çok olmuştu. Kendisine karşı olup, gıybetini yapanlara devamlı iyilik yaparak onların gönlünü alır onlara , hürmet ederdi.
Şeyhin kerametleri de çok olmuştur, Biz burada ancak bir iki tanesini anlatarak geçelim. Yine Hazretin Halifelerinden olan Şeyh Mahmudi Karaköyî, Şahı Haznevinin vefatında taziyesine gelince orada anlatıyor: “Bugün Şahı Haznevi’nin bir kerametini anlatacağım. 0, benden ölmeyinceye kadar kimseye bahsetmememi yeminle istemişti. 0 şimdi vefat ettiğine göre tam zamanıdır. Biz ikimiz, daha yeni Hazretin yanında amele başlamıştık. İyi arkadaştık. Bir gün Hazret dedi ki:

“Molla Ahmed bugün davarları otlamaya sen götür.” Ben de içimden keşke bana da söyleseydi de ben de gitseydim dedim ki bana da; “Git dedi.” Beraberce gittik. Hayvanlar epey otlandıktan sonra hepsi bir araya oturup geviş getirmeye başladılar. İşte o sırada Şeyh Ahmed, bir anda hayvanların etrafında bir döndü ve bir şeyler okuyup, hayvanlara doğru üfledi. Sonra karşıma gelip çömeldi ve ellerini yere uzattı. Bana “Molla Mahmud, gel ellerime bas” dedi. Ben de, benimle alay mı ediyorsun bu nedir? dedim. 0 tekrar “Gel elime bas” diye ısrar etti. Ben de gittim ve bastım. Sonra gözlerini kapa ve bismillah de dedi. Ben de gözlerimi kapayıp dedim.. Bana gözlerini aç! deyince, açtım baktım ki, ne göreyim! bir dağın başındayız. Ama bize çok yabancı bir yer. Biraz yürüdük. Bir su kenarına geldik, Bana abdest alalım, dedi. Ve abdest aldık. Sonra da beklemeye başladık. Baktım ki, karşıdan güzel bir insan elinde bir cenaze geliyor. Ben hayretler içinde seyrediyorum. Adam, selam verdi ve cenazeyi oraya bırakıp gitti. Molla Ahmed imam oldu. Ben de arkasında cemaat. Cenaze namazını kıldık. Bir müddet sonra adam, bu defa yanında saçı başı dağınık biriyle tekrar geldiler. Cenazeyi alıp gittiler. Biz de tekrar eski şekilde, tekrar geldik, eski yerimize. Şaşkınlıktan kurtulamayan ben, ısrarla sordum:

“Allah (CC) rızası için, söyle bu nedir.” Bana, ölünceye kadar kimseye söylemeyeceğime dair yemin ettirdi ve dedi ki:

“Üzerinde bulunduğumuz dağ, Horasan da bir dağdı. Oraya cenaze getiren adam, Hz. Hızır di. Cenaze ise zamanın Kutub’larından biriydi. Vefat etmişti. Kimse olmadığı için namazı bizler kıldık. Sonradan gelen, saçı başı dağınık zat ise, evvelden Konstantin’li (İstanbul) bir zat idi. Evvelce Hristiyan iken Müslüman olmuştu. 0 kadar İslam’a sarılıp amel etmişi ki, ölen Kutub’un yerine o seçilmişti…

İşte Şeyh Ahmed’den daha amel ederken gördüğüm bu kerameti hiç unutamıyorum…
Şahı Haznevî başlarda da anlatıldığı gibi sünnete tam bir ittiba içinde hem de şuurla… Kendisinin yanına zaman zaman haram yollardan para kazanıp zengin olmuş ağalarla zulüm makamındaki umera gelirdi ziyaret için. Şahı Haznevi böyle tiplerin geldiğini haber alır almaz hemen kalkar odasına giderdi. Misafirlerde gelir, misafirhanede oturup beklerlerdi. Ondan sonra şeyh efendi çıkar gelir ve onlar da ayağa kalkıp onu karşılarlardı.

Bir gün soruldu: “Kurban siz aramızda olduğunuz halde, misafirler geldiğinde hiçbir ihtiyacınız yokken, neden kalkıp gidiyorsunuz da sonradan geliyorsunuz?”
Cevap müthiş: “Efendim, o tip misafirler saltanatlarını zulüm ve haram üzere bina etmişler. Eğer biz onları burada karşılarsak edeben ayağa kalkmamız icap edecek, o zaman da hadisi Resulullaha (S.A.V) bütün bütün sırt çevirmiş olacağımızdan en büyük zulmü biz işlemiş olacağız. Ayağa kalkmamak ve onlarında dikkatini çekmemek için eve gidiyorum. Onlar gelip oturunca ben de geliyorum. 0 zaman kalkmak mecburiyeti onlara düşüyor. Haliyle İslam’dan böylece taviz verilmiş olunmuyor…”

Şahı Haznevî, iki defa evlenmiş, bu evliliklerden ilk aileden üç erkek, ikinci aileden de bir erkek, bir kız çocuğu olmak üzere beş evladı olmuştur.

Çocukları, 1- Şeyh Ma’sum, 2- Şeyh Alauddin, 3- Şeyh İzzeddin, (Bu üçü bir annedendir.) 4- Abdülgani, 5- Zeyneb. (Bu ikisi de bir annedendir.)

Şahı Haznevi, nihayet hicri 1369 yılında Suriye’nin Kamışlı kazasına bağlı Tılma’ruf köyünde vefat edip, aynı köyde defnedilirler.

Arkalarından tam on üç halife bırakarak…

Şeyh Ma’sum (k.s), oğludur.

Molla İbrahimi Gıresuver (k.s), Suriye’nin bir köyü.

Şeyh Abdurrezzak (k.s) Mazı dağının Halilan köyü.

Seyyid Abdülhakim (k.s) Bizim silsilemizde Şahı Hazneviden sonraki kolbaşı, Bilvanis köyünden.

Molla Abdullatif (k.s) Mardinin Ayvan köyünden.

Şeyh Ma’şuk (k.s) Hazretin kardeşinin torunudur.

Molla Sıddîk (k.s) Ahlatlıdır.

Molla Muhammed (k.s) Baykana bağlı Arınç köyünden.

Molla Ahmedî Müfti (k.s) Mardinlidir. Şu anda Suriyede bulunmaktadır.

Molla Cüneyd (k.s)

Şeyh Hüseyin (k.s) Hacı Hüseyin de denir, Nusaybinin Kertuvan köyünden.

Şeyh Abdülcelil (k.s) Mardin’in Kuriki köyündendir.

Molla Salih (k.s) Mardinlidir.

MUHAMMED DİYAUDDİN KS.

Asıl adı Muhammed Diyauddin.Seydayi Taği’nin oğludur.
Hazreti Sani lakapları olur (Hazreti evvel de Mevlana Halid’dir) Bu lakabı kendilerine mürşitleri Şeyh Fethullah verir. Hicri 1275 yılının ocak ayında bir pazartesi günü öğleden sonra dünyaya gelirler. Doğum yerleri İsparit bucağına bağlı Usp köyüdür.

İlme önce, babalarının yanında başlarlar. Sonra da Şeyh Ahmedi Taşkese’nin yanında devam ederler. Nihayet amellerini de babalarının yanında devam ettikleri halde hem ilimde hem amelde son mürşitleri olan Şeyh Fethullah’ın yanında icazet alırlar.
İlk mürşitleri Seydayi Taği. Fakat Seyda yolun yarısında dar-ı Bekaya göç ederler. Son anlarda yatakta uzanmış bulunan babalarının başında hazret hüngür hüngür ağlıyor, Seyda sorar:

“Oğlum neden ağlıyorsun?”
Cevap: “Niye ağlamayayım ki, büyük bir tüccar vefat ederken oğluna hiç miras bırakmazsa, oğlu ağlamasın da kim ağlasın?” Seyda: “Merak etme evladım. Seni Şeyh Fethullah’a ısmarladık. Onun yanında kendini tamamlarsın.” der ve orada bulunan Şeyh Fethullah’ı çağırarak oğlunu bizzat ona teslim ederler. Hazret’de tarifsiz bir sevinç…

Hazret yedi yıl kadar Şeyh Fethullah’ın yanında amel eder. Sonunda da daha mürşitleri sağlıklarında kendisine irşat izni verilir ve gelsin ilk on yıl… Mürşitlerinin vefatlarından sonra da tam yirmi dört yıl dini tedrisat ve irşatla meşgul olmuş…
Şeriata tavizsiz bağlılığı dillere destan ve yaşadığı devrede çıkan 1. dünya savaşı… Bu savaşa katılışı bile ilginçtir. Şöyle ki; Ruslar doğu sınırından yavaş yavaş yurda sokulurlar herkes cihat hazırlığında… Hazrete de hazırlanması için haber gelir. 0 devrelerde askerlik yapmayanlar için belirli bir miktar para ödendiğinden Hazret hemen evinin ve medresesinin ekonomik işlerini kendisine verdiği, yeğeni olan Şeyh Ma’sum’u (Bu zat Şeyh Ma’şuk Efendi’nin babasıdır.) çağırır ve sorar: “Burada kaç öğrencimiz var?” “………. kadar.” “Her birinin ücretini hazırla ve gönder. Şimdilik cihada gidilmeyecek!” Bir anda para hazırlanır ve gönderilir. Ardından soğuk ve kıtlık baş gösterince, Hazret, tüm öğrencileri memleketlerine gönderir. Bir müddet sonra da Ruslar daha fazla yaklaşırlar. Artık Bitlis bile kaygı altında bu esnada Hazret, Şeyh Ma’sum’u tekrar çağırır ve der: “Tüm öğrencilere haber sal hepsi toplanıp gelsin. Cihada çıkacağız.” Şeyh Ma’sum: “Ama efendim onların paralarını göndermiştik. Onlar mecbur değil.” İşte burada Hazret Kur’an’a olan harikulade bağlılığını gösteren cevabını verir: “Evladım, ilk emri Kur’an’ın cihat ayetlerine ittiba olsun diye vermiştim. Bilmez misin ki tüm cihat ayetleri önce mal ile sonra canla cihadı emreder. Şimdi sıra canımıza geldi.” der. Ve bir anda bütün öğrenciler toplanırlar. Artık Hayye Alel Cihad…

0 sıralarda tüm büyükler yetiştirdikleri ile birlikte cephede… Bir yerde Üstad Bediüzzaman, bir yerde Hazret ve Şeyh Said (Palulu) aynı cephede emperyalizmin bir başı olan Rus ayısı ile göğüs göğüse… Bu cihatta bir olayı Şeyh Said savaştan çok sonra Varto’ya gelince anlatır. Şeyh Said Vartoya gelince orada Hazretin vefat haberini alır. Çok üzülür ve şöyle der: “İşte hakiki Şeyhlerden biri bu idi vefat etti, biz onunla aynı cephede Ruslara karşı cihat ederken yemin ederim ki her namaz vakti geldiğinde Haydi arkadaşlar namazımızı cemaatle kılalım ve her ikindiden sonra yine haydi arkadaşlar cemaatle hatmemizi yapalım der ve hep beraber hem namazımızı kılar hem de hatmemizi yapardık. Hazrete: “Efendim cihattayız. Namaz cemaatle olmasa, hatta hatme bile olmasa olur.” denilince kendisi;

“Hayır Cihat ayrıdır, bu vazife ayrıdır. Biz hem cihat ederiz, hem vazifemizi yaparız.” derdi.

0 sıralarda bir yerde arkadaşları ile beraber bir top mermisi bulurlar. Onunla uğraşırken mermi patlar ve hazretin bir kolu kopar. Ondan sonra artık tek kolla hayatının sonuna kadar İrşat ve tedrisata devam ederler…
Bu savaşta Hazretin kardeşlerinden Muhammed Said şehit olmuştur. Bu olayda da Hazret’in takındığı tavır çok ilginç olduğundan yazmayı uygun gördük. Hazretin yeğeni Şeyh Ma’sum anlatıyor: “Savaşın şiddetli günlerinden birinde bir akşam vakti bulunduğum cepheye amcam Said ve bir takım süvariler geldiler. Nereye gideceksiniz? diye sorduğumda amcam: “Müslümanların filan köyüne düşmanın baskın haberini aldık. Oraya varıp. halkı dışarıya çıkaracak ve orayı müdafaa edeceğiz demişti. Bense amcamın düşmandan asla kaçmayacağım bildiğimden ona: “Amca, sen burada kal, orayı müdafaaya ben gideyim.” dedimse de dinlemedi. 0 soğuk gecede gittiler, yatsı vakti düşman köyü basmış, savaş göğüs göğüse… Nihayet amcam düşmanın kurşun yağmuru altında şehit olur. Arkadaşları cesedini oradan kaçırırlar. Sabah erkenden Şehadet haberini aldım. Ben ve birkaç arkadaş hızla oraya giderken bir yandan da amcam Hazret’e haber yolladım. Artık güneş iyice yükselmişti. Amcam ve birkaç adamı uzaktan göründü. Onları karşıladım. Amcam; “Ma’sum, Muhammed Said şehit mi oldu? Evet dedim, “Önden mi arkadan mı vuruldu?” önden, cevabını verince sevindiler ve cesedin üzerine giderek baktılar ki, tüm kurşunlar önden, o anda Allah’a (CC) hamdolsun demek ki, kardeşim düşmandan kaçmayıp hakiki şehittir ve seydazadeler bir şehit verdikleri için Allah’a (CC) şükürler olsun.” diyerek bizi teselli ettiler.
Norşin’de o kadar mükemmel bir islami hayat tesis ettirmişlerdi ki, herkes onlara hayran… Üstad Bediüzzaman Risalei Nur’ da İslam medeniyeti ile Batı medeniyetini ve medeni Mü’min ile medeni Kafir’in Suret ve siret, Zahir ve batın farklarını adeta körlere bile gösterecek bir şekilde gayet mükemmel olarak anlatarak, İslam medeni anlayışına örnek, Norşin’i gösterir. Ve der ki, “Eğer istersen hayalinle Norşin Karyesindeki (köyündeki) Seydanın meclisine git, bak. Orada fukara kıyafetinde melekler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbeti kudsiyyede göreceksin. Sonra Parise git. Göreceksin ki akrepler insan suretinde ifritler adem suretim almış.”

(Arapça mesnevii Nuriye, Hubab risalesi. Türkçe Mesnevii Nuriyeden bu ifade çıkarılmıştır.)
Hazret yedi yıl kadar Garzan’da kalır, bu zaman sonunda oradan çıkmak ister. Bütün Garzan ayakta… “Bizi bırakıp nereye gideceksiniz?” Hazret: “Herhalde vefatımız yaklaştı. İsterim ki, babamın yanında vefat edeyim ve orada gömüleyim.” der ve giderler. Çok kısa bir müddet sonra da bir cuma günü sabah namazından sonra altmış yedi yıllık dünya hayatına veda ederler. Tarih hicri 1342′yi gösterir…

Hazret bir defa. evlenmiş ve bu evlilikten

1- Fethullah (bu oğlu babasından bir hafta evvel vefat etmiş.), 2- Cemaleddin (Bu oğlu da babasından çok kısa bir süre sonra vefat etmiş), 3- Takiyuddun, 4-Nasiruddin, ve Ayşe isminde dört oğlu bir kızı olmuştur.

Hazret ardından 15 tane halife bırakır, bunlar:

Molla Muhammed Emin (Melle mezin)

Hacı Abdulkerim (Hizanlı)

Bizim silsilemizin köşe başlarından Şeyh Ahmedi Haznevi

Şeyh Mahmudi Karaköyi

Şeyh Muhammed Selim (Hezanlı)

Şeyh Mahmudi Zokaydi

Şeyh Alauddini Verkanisi (Şeyh Fethullah’ın oğludur)

Şeyh Şahabuddini Tih (Muş’un nahiyesi)

(Şeyh Şahabuddinin oğlu) Molla Ubeydullah

Molla Halili Koğaki (Bulanığın Köyü)

Molla Yusufi Hort

Şeyh Abdurrahmani Çoğreşi

Şeyh İbrahimi Abiri (Bulanığın Köyü)

Molla Abbas (Bulanıklı)

Molla Halidi Poğaşi (Reşadiye Köyü)

Hazret çok halim, orta boylu gür sakallı idİ.
Gavs (K.S.A.) bir sohbetlerinde buyurdular ki: Bir zamanlar bir ağa varmış. Dokuz - on günlük mesafedeki bir
şeyhi ziyaret edip duasını almayı murad etmiş ve kalkıp yola koyulmuş. Nihayet şeyhin huzuruna varmış.
Kendini takdim ederek ben falan memleketten falan ağayım. Duanızı almak için huzurunuza geldim. Lütfen
bana dua ediniz, diyerek dua talebinde bulunmuş.alıntıdır
Şeyh cevaben, “Allah canını alsın. Allah seni dünya yüzünde
bırakmasın. Tez canını alsın ki, çabuk nail olup gidesin” diyor. Ağa şaşırıyor. “Efendim, ben buralara kadar
duanızı almak için geldim. Sen ise bana beddua ediyorsun” diyor. Şeyh: “Hayır, hayır oğul, ben sana beddua
etmiyorum. Sana dua ediyorum. Senin dünyada kalışın zararınadır. Dünyada kaldığın müddetçe zulüm ve
hakaretine devam edeceksin. Onun için benim sana söylediklerim aslında sana dua mahiyetindedir. Sen de
benden dua talep etmiyor muydun? Senin dünyada fazla kalıp günahını çoğaltarak, kıyamette perişan olmanı
istemediğimden sana bu duada bulundum” buyuruyor.

Evet işin aslı böyledir, insan dünyada çok kalıp da Allah’ın maşım tahsil için az çalışırsa, böyle kimsenin kalmasından ise gitmesi daha iyidir. Rabbü’l-Âlemîn
insanı dünyaya, âhiret için çalışıp büyük menfaatler temin etsin diye göndermiş. Onun için de âhirette büyük
mükâfatlar hazırlamış insanlara. Cenneti hazırlamış, Cemalüllah’ı hazırlamış insana. Dünyaya da insanı, bunları
kazanabilmek için göndermiş. Rabbü’l-Âlemîn dünyayı, (emrine muhalefet edilsin, namaz kılınmasın, zulüm
edilsin, haram mal yenilsin) diye yaratmamıştır. Keyf ve sefa sürülsün diye de dünyayı halk etmemiştir. Eğer
dünyayı keyif ve sefa için halk etmiş olsaydı, dünyayı harap etmezdi Rabbü’l-Âlemîn. Zevâli olmazdı dünyanın.
İnsan, onun içinde ebedî olarak kalırdı. İhtiyarlık ve hastalık da olmazdı. Kığın sıcağı yazın soğuğu olmaması
icab ederdi.

Eğer dünya ebedî olmuş olsaydı, Öyle bir hâl üzere olması icab ederdi ki, insan içinde devamlı
keyif ve sefa üzere bulunurdu. Halbuki hiç de Öyle değil. Demek dünyayı bunlar için yaratmadı Rabbü’l-
Âlemin. Zâtını tanısınlar diye emrine uysunlar diye yarattı dünyayı. Yani dünyayı bir imtihan sahası olarak
yarattı Rabbü’l-Âlemîn. İnsanları tecrübe etmek için halk etti. Öyle ise yüzünü Allah’a döndürmeyen, namazını
kılmayan, orucunu tutmayan, dünyaya kapılıp da Allah’tan hiç haberi olmayan insandan, Allah’ın mahlûkları
arasında daha ahmak bir yaratık bulmak mümkün olamaz. Bugün için dünya keyif ve sefasında ise, bedeninin
rahat ve huzuru yerinde ise, bu böyle devam etmez. Sonunda ölüp yerin altına girecek, vücudu çürüyüp
gidecektir. Ne zaman ki dünyadan nakil olup giderse o zaman gerçekleri görecektir. İnsan akıllı olmalı, aklını
başına toplamalı, bu dünya hayatının ebedî olmadığını, dünyanın harap olup insanın Haşir’de Rabbü’1-
Âlemîn’in huzurunda toplanacağını, yaptıklarından Rabbü’l-Âlemin’in hesap soracağını düşünmelidir. Öldükleri
sonra dirilip Haşir’de toplanacağımızı Rabbü’l-Âlemin senede bir defa nebatat üzerinde haşrın bir örneğini
vererek göstermektedir. Otların ağaçların buğday ve arpa gibi hububatın bilcümle nebatatın senede bir defa
kıyametini koparıp sonra haşrini yapmaktadır.

Evet kuruyan otlar, senede birkaç gün yağmur yağmasıyla yavaş
yavaş yeşermekte, hayat bulmakta, büyümekte ve kemâle ermektedir. Kemâle ermesinden sonra sararıp
solmakta, esen kuvvetli bir rüzgârla dağılıp her bir parçası bir yere gitmektedir. Yerin altında sabit kalan kökü
yeni baha geldiğinde Rabbü’l-Âlemîn’in inzal ettiği yağmurlarla tekrar hayat bulup başını topraktan çıkarmakta,
yavaş yavaş eskisi gibi büyüyüp kemâle ermektedir. Aynen eski hâlini almasıyla, bir evvel seneki durumunu,
şeklini, muhafaza etmesi ile, eskisinden hiç fark edilmemektedir. İnsanın durumu da aynen böyledir. Otların
dağılıp tekrar hayat bulması gibi, insan da öldükten sonra bütün kemikleri çürümekte, etleri dağılmakta, toprağa
karışmaktadır. Fakat insanın kökü mesabesinde olan, asla çürümeyen esas (us-us) kemiği, toprağın altında kalan
nebatatın kökleri gibi hiçbir şey olmadan kalır, tâ sûr üflenince ye kadar (*). O zaman tekrar hayat bulup
hayyolur. İsrafil isimli meleğin elinde kaval şeklinde olan, bu sûru İsrafil (Aleyna Ve Aleykum Selam.) ağzına götürmüş vaziyette,
üflemeye hazır olarak emir beklemektedir. Kitaplarımız sûra üç defa üfürüleceğini haber vermektedir. Birinci
sûr insanları korkutmak içindir. Ondan çıkan müthiş bir ses insanları o kadar korkutacak, ki hamile kadınlar
korkularından çocuklarını zayi edecekler. Emzikli kadınlar yavrularını emzirmekte oldukları halde atacaklar.
Denizler bile o sesin dehşetinden coşup yataklarından taşacak. İkinci sûra üfürüldüğünde bütün mahlûkat helak
olup ölecekler.

İnsanlardan, cinlerden meleklerden geriye hiç kimse kalmayacak. Ancak Azrail, Cebrail, İsrail,
Mikâil ve Şeytan müstesna. Daha sonra Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e Şeytan’ın da canım almasını emredecek.
Şeytan kaçmaya çalışacak. Azrail kovalayacak, şeytan kaçacak, kurtulamayacağını anlayınca yerin altına girip
gizlenmeye çalışacak. Azrail orada da kovalayacak, kurtulamayacağını anlayınca şeytan bu sefer gökyüzüne
kaçıp kurtuluş çareleri arayacak. Fakat Azrail arkasını bırakmayacak. Gökyüzünde yakalayıp canını almak için
kovalayacak. Şeytan son çare olarak kurtuluşu denizlerde bulacak. Denizlere iltica edip gizlenecek. Azrail
(Aleyna Ve Aleykum Selam.) çok aradığı halde bulamayacak. Rabbü’l-Âlemîn’e iltica edip, Yarabbi ben bulmaktan aciz kaldım, ne
emir ediyorsunuz diye arzedecek. Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e “Cehenneme git, Cehennem bekçisi Mâlik’i gör,
sana yetmişbîn tane Cehennem köpeği versin, onlarla şeytana bak, ara bul!” diye ferman edince Azrail hemen

Cehennemden yetmişbin köpek alıp şeytanın arkasına salacak. Fakat yetmişbin Cehennem köpeği de şeytanı
bulamayınca, Azrail tekrar Rabbü’l-Âlemîn’e arzedip almış olduğu emirle Cehennemden yetmişbin köpek
daha.alıp şeytanı arayacak. Yine de bulması ve yakalanması mümkün olamayacak. Bir defa daha Rabbü’l-
Âlemin’e iltica ederek durumu arzedecek, almış olduğu yeni bir emirle, Cehennemden üçüncü defa yetmişbin
köpek çıkararak şeytanın peşine salacak, artık şeytan kurtuluş yolu bulamayınca kendini Hazret-i Adem’in
mezarına atarak yüzü koyun secde edercesine Hazret-i Adem’ in mezarına kapaklanacak, bütün köpekler üstüne
üşüşecek ve Azrail yetişecek. Bakacak ki şeytan Hazret-i Adem’in mezarına kapanmış. Diyecek ki: “Ey mel’un
Allah (C.C.) emrettiği zaman secde etmedin de şimdi mi secde ediyorsun?” Şeytan, “Hayır ben şimdi secde
etmiyorum. Ben nerede ne zaman secde ettim ki?” diye cevap verecek, Azrail, “İşte baksana başını Adem’in
mezarına koymuş secde etmişsin, başını kaldırınca, Azrail derhal vurup ruhunu alacak ve Cehennem Mâlik’ine
teslim edecek.

Şeytanın canını alırken, şeytandan öyle bir nara, öyle bir ses çıkacak ki, şayet insanlar sağ
olsalardı o sesin dehşetinden hepsi helak olurlardı. Daha sonra Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e diğer meleklerin de
canını almasını bildirecek. Azrail emri yerine getirecek. Geriye birtek Azrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) kalacak. Rabbü’l-Âlemîn
ona da “Öl!” diye emredince Azrail hemen orada ölüverecek. Rabbü’l-Âlemin’in Zatından başka hiçbir şey
kalmayacak. Aradan bir zaman geçtikten sonra, Rabbü’l-Âlemîn İsrafil’i sûra üfürmesi için tekrar diriltecek.
Daha sonra Arş-ı Âlâ altında bulunan suyu (insan menisine benzeyen) hayat denizinden kırk gün müddetle
yeryüzüne sağnak halinde yağmur yağacak (*). însan kökü sayılan Us Us kemiği, otun büyüyüp boy atıp
yeryüzüne fışkırması gibi çürüyüp dağılmamış olan o-Us Us kemiği kırk gün içinde boy atıp vücud bulup
kemâle erecek. Daha evvelden diriltilmiş olan İsrafil, bütün mahlûkatın ruhlarının içinde bulunduğu sûra
üfürünce, ruhlar çıkıp dağılacak.

Her ruh kendi cesedini bulup içine girecek. O zaman uykudaki bir insanın
uyanması gibi insanlar dirilecek. Bu diriliş bir odada uyumakta olan birkaç kişiye seslenildiği zaman nasıl hepsi
birden uyanırsa, aynen onun gibi insanlar bir defada dirilecekler. Yeniden diriltildikten sonra, Rabbü’l-
Âlemîn’in halk edeceği bir ateş bütün insanları ve melekleri kuşatıp önüne katarak mahşer yerine getirecek.
Hâşâ, bunlar Rabbü’l-Âlemîn’in yanında zor değildir, insanı tekrar bir tohumdan halk etmesi hiç de Rabbü’l-
Âlemîn’e zor olmaz, İnsanları bir damla meniden halk etmesinin zor olmadığı gibi. Evet insanı bir damla sudan
hâlk etti. O bir damla su ana rahmine dökülünce orada kan oldu, kana inkilâp etti. Rabbü’l-Âlemîn o kandan
kemik meydana getirdi. Daha sonra kemiklere et sardı. Et parçası haline gelen insan teninde göz, kulak, el,
ayak, ağız meydana getirdi.

Zamanla, onu da inkişaf ettirerek vücud teşekkül ettirdi, Daha. sonra ruh verdiği o
vücud, dokuz ayda ana rahminde canlı olarak kalıp nihayet dünyaya gelmesine müsaade edildi. Şimdi yeniden
diriliş mi zordur? Yoksa darı tanesi gibi olan insan tohumuna hayat vermek mi zordur? Şüphesiz ki hiç yoktan
meydana getirilen insan vücudu daha zordur. Fakat Allah’ın yanında zor hiçbir şey yoktur. İnsan akıllı olup
aldatılmamalıdır.

İnsanın kurtuluşu, samimî olarak Allah’a yönelmekle ancak mümkündür., (*) Us-üs Acb
(kuyruk sokumu) da denilen küçük kemik. Herseyin kuyruk dibi ve nihayeti. Fâtîha-i hilkat olan küçük kemik
Acb-üz zeneb diye hadîs-i şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik olup hiç
çürümez… Nâşir. (*) Bahr-i mescur (mescur; Memlü. dolu) Arş altında bir deryadır. Bana bahr-i hayvan dahi
derler. Hak Teâlâ ölüleri ba’setmek (diriltmek) murad edince o deryadan kırk gün gece/gündüz yağmur yağdırır,
yerden nebat hâsıl olur gibi ölüler onunla dirilir. Ondan sonra sûr nefholunur, kabirlerden çıkarlar. Bahr-ı
mencura Heykâîl adında bir melek müvekkeldir. Diğer melekler onun emrine tâbidir Heykâil çok muazzam bir
melektir… Nâşir.
Sayfa: 1 2 3 4