Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: BAKRAÇTAKİ EŞKALİM
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
BAKRAÇTAKİ EŞKALİM

Tüm perdelerini kapattım hayatın. Sandığın kokusu vurmuş kalbime. Soğuk bakraçtaki kanla yıkadım eşkalimi. Yatağımın başucuna astığım çocukluğumun ayakları sallanıyor hala. Ah çocukluğum! Yüzüne kim düşürdü bu kırışıklıkları?



Ceplerimdeki kurtlarımla besliyorum O’nu. Çürümeye yüz tutmuş ellerim neden hala titriyor? Gün yüzü görmemiş yüzüme bir ışık huzmesi değmesin artık. Bir şarkı dolanıyor dilime, “çekilin karanlıklar rahat bırakın beni, ölüme yaklaşmışken döndürmeyin yolumdan bedenimi”...



Kıtlama hayatıma son vuruş tekniklerini deniyorum kimse görmeden. Bir çocuk ağlaması kulağımda. Kolları ve bacakları kesik gövdemle bir başımayım. Hayretten ve gayret etmekten açık kalan ağzımdan bir örümcek giriyor içime. Ağlarıyla bir yol yapıyor iki kirpiğimin arasına. Hadım edilen duygularımın ağlayışları bile bitmiş. Bir karga ölmemi bekliyor beynimin ücra köşesinde. Yine didikleyecek etlerimi. Canı çekiliyor vücudumun. Gözlerimden gelen son damlada kanımı yitirdim. Son vuruşu yapsın artık bir cani. Fani acılarımın ölümsüzlüğü gergeflemiş ciğerimi. Hangi eğik matbaa harfi anlatır acıdan kıvrılmış hikayemi?... Sus, bak uykum geliyor…



Halbuki çok da uzak değildi çıtkırıldım mutluluklarım. Televizyonun gece yarısından sonra yayının bittiği, siyah beyaz günlerdi. Şimdi gözlerimde çocukluğumdan kalma yaşlarım, kapı önünde gazoz kapaklarım, ceplerimde çekirdeklerimle karışmış bilyelerim var. Çocukluğumu uğur/ladım intihar halatına yine. Bir ölüm bu kadar mı eğreti dururdu bir yüzde? Kesif bir ceset kokusu burnumda. Tehir edilen ölümüm müydü, yaşamım mıydı? Sus çocuk! Göğsümdeki kanla emziriyorum seni. Bir deri bir kemik kalmış ruhum, seni kendimle beslemekten. Ölü ruhların tecimerliğinde bir adım öne çıkıyor ayaklarım. Şimdi hangi tabut vücuduma tam oturur?



Ellerimle bileylediğim saç tellerimin üzerinde yürüdükçe bileklerim zonkluyor. Yürüdüğüm ve varacağım her yol kan gölü artık. Omuzlarımın üzerinde duran cisme sıkma anını gösteriyor zaman. Tırnak diplerimdeki dikenleri dişlerimle ayıklamaya vakit kalmadı artık.



Uykum geldi…

Şimdi cesetleri bile kıskandıracak bir ölüme dalacağım.

Ört üstüme ölü toprağını, sıcak tutuyor.

Bir psikiyatristin kıytırık raporuna, haleti ruhiyem, “anksiyete bozukluğu” olarak geçiyor.


http://realesma.blogcu.com/
Uç uç böceği,
Annen sana terlik, pabuç alacak…

Uçuramıyorum umutlarımı, sadakasını veremiyorum bedenimin. Gözbebeğimin kundağını söküyorum, dudaklarımdan ipler sarkıyor boğazıma doğru. Dağılan tespihimi saç telime diziyorum. Sara nöbetinden çıkmış ellerim ağlamaklı titreyişlerde. Ruhumun girinti çıkıntıları derimi deliyor. Yuvarlama cümleler kurmak için çok geç. Ortalama ömrümün göstergelerindeki ibre göbeğimin çukurunda tepiniyor. Çok köşeli bir çokgeni madalyon niyetine taşıyorum göğsümde. Örümcek ağları sarkıyor omuzlarıma doğru, saçlarım ceplerimde kalmış!

Alnıma çaldığın esmer mührü nasıl kamufle etsem bedenimde? Ağzı kalabalık insanlar dillerinde adımı ıslatıyorlar şimdilerde. Kamuya göstermeden, karın tokluğuna, yanımda gezdiriyorum yalnızlığımı. Akla kara seçilmiyor ki bu karanlıkta. El yordamıyla yürüdüğüm yollarımda, bir ayağım topal, diğeri kesik, rızkını aramaya çıkan yazık bir eskiciyim ben. Var mı düş satan? “Düşler alırım”… Yazık ki, ikinci el sözlerle ticareti yapılmıyormuş hayallerin.

Durumum drama dönüştü bu günlerde. Sahaflarda yok satıyor, ikinci hamur kağıtlarda, hayatımın hikayesi. Az şekerli bir ölüm niyetleniyorum. Boyumdan büyük ölmemeliydim ben! Bir gölde yatıyor cesedim. Çok sevdiğim su, bedenimi çürütmeye yüz tutmuş. Sığ sularda kaldım. Bir avuç toprak atan yok üzerime! Çilemin salgını sarıyor dünyayı. Sönmüş kireç dökün üstüme. Şimdi ben, hangi kurbağayı öpsem, yada hangi prens beni öpmeye niyetlenecek bu halimle? Bir baytar bulun açık yaralarıma.

Siyah kelebeklerimin kanat seslerini duyuyorum zihnimde. İçi sızlamayan insanlar uğur böceğimin kanatlarını yolmuşlar. Şimdi nasıl uçacak da annesine kavuşacak zavallı? Benim yüzümden öksüz kaldı uğur böceği. Kirpiklerimden yaptığım kanat uçuramadı O’nu, çakıldı zemine. Acıdan kalbi durdu. Nesli tükenenler listesinde birinci sırada artık. Uğur böceğine müteakip, çöplüğünde kılınacak cenaze namazımın ardından toprağa verilecek benim cesedim de!
KARINCANIN AYAK İZLERİ


Her adımda bir mayın,
Hep adında patlama!
Gün ışımadan çıktığın yolda,
Ağustos böcekleri yağma etmiş yüreğini.
Ama sen, gerekli azığı yanına aldığın için,
Yaşamın yoklamasında tecrübeli sayılıyorsun
Çift dikiş okuyor hayat canına.

Halka açık yalnızlığında
Beş para etmedi kalbur ciğerin.
Betonarme binalarda senin yuvan olmamalıydı.
Elinde olsa bu kışı da geçirmezdin toprak altında.
Sahi karınca,
Ellerin var mıydı?

Yoruldun…
Fakat insanlığa yıpranmak değer katıyordu.
Doğum tarihinin önemi yok,
Kederimle akransın.
Doğurgan hüzünlerin üreme mevsiminde,
Acı çekmek için içine alıyorsun geçmişini.
Tüyü bitmemiş yüzlerde
Sezon sonu indirimine giriyor
“Karıncanın koltuk değnekleri”

Bir yük daha aldığında sırtına,
Tek sorun,
Dizinin toprağa değmemesiydi.
Bir çarık bulabilseydin ayağına;
Belki,
Tabanların sızlamazdı bu kadar.
Tekerlekli sandalyedeki suretin
İşlenmezdi nakışsal alnına!

“Karıncanın ayak sesleri” çok uzaklarda
Aman, duyulmasın ağladığın!
Doğru ya,
Senin sesinin salası doğmadan okunmuştu.

Kemiklerinin arası birer kilometre yol şimdi.
Ve bu mezarlıkta,
Kemiklerinden sabun yaparlar ancak,
Senin masalın da “bir varmış bir yokmuş” diye biter,
Başlangıçlara inat.

Kaybın Vesikası ...

Geçmiş...

-Benden geçemeyen di’li zamanlarıma ve O’ndan geçemediğime-

Geçmişi getirip geleceğimle takas edemiyorum. Gidişinin mürekkebine batırıp diviti, alnıma yazıyorum seni falçatayla.

Arkamı dönüp gitmek için tufan gerekliydi. Oysa nicedir yaprak bile kımıldamıyor ruhumda.

Veda ederken, sarılmaya niyetlendiğinde, olanca gücümle itmiştim seni de, şimdi yüreğimin güneşsizliğinde sevinleyemiyorum bile.

Sensizliğe aşina olmuş rutubetli gözlerime yokluğunun karasından sürme çektim. Onun sebebi olsa gerek bu hayatımın zindan masalı.

Ben senin avuçlarına göz kuşağı yaşlarımı bıraktım. Bak, gözyaşı tek renk değil işte. Baktığın da gördüğünden ibaret değil sadece.

Ben aşkı satılığa çıkardım, kendim de kalıp öldüm.

Ben ölümü kalıplara sığdırdım sevgili…

Hayatıma bir el işaretiyle aşkı ısmarladım. Şekersiz ve demli geldi. Ben çayı içtiğim gibi istemedim ki sevgiyi. Damağımdaki burukluk yüzüme yansıyor artık. Kararsız ve kederliydi vesikam. Kaşlarıma çatıyorum hırsımla. Üstümü başımı yırtıyorum umarsızca. Görmüyor kimse beni. Çeviriyorum yollarından insanları, kendime aldırmıyorlar…

Güller büyütüyorum içimin arka bahçesinde. Alın terimle suluyorum, serpiliyorlar. Tökezleyip üstüne düşüyorum emeğimin. Ezilen günlerim oluyor, dikenleri kalbime batıyor. Korkuyorum çiçeklerin açmasından artık. Kalbim acıdan seyriyor sol yanımda. Hayatla bağlarım kör düğüm olmuş. Poz veriyorum acılarıma. Sebep arıyorum yaşamaya dair, her taşın altına bakıyorum, bulamıyorum. Nerede yitti, bu ömrümü çalan, benliğimi alan çünkü?

Süt dişlerim var ceplerimde. Perilerin uğramayalı epey zaman almış. Çocukluğumda kaybolmuş gerçeklerim. Aşkımın izolasyonunda, difüzyona sürgüne gönderilmiş hislerim. Acılarıma yardım ve yataklık yapıyorum. Her gün ölüm cezasına çarptırıyorum kendimi. Taammüden beni öldürmekten yargılanıyorum, hücrelerimde ölü çocuklar doğuruyorum her güne. Gününü doldurmamış, gün ışığı görmemiş, premetüre sevinçlerim var.

Hadi iyi çek; bu bir kaybın vesikası, bir daha girmez gösterime!