Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: BİR CESETLE YAŞAM
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
I. BÖLÜM




Sensizim yine. Bu fiilin her türlü zamanlarına çekilmişliklerinde anlıyorum ki sen bende değilmişsin. Yoksa ben lime lime düşüncelere doğranırken, sen doğuştan kör sıfatına bürünmezdin. Yüreğimin yanıkları burnumu sızlatıyor. Bir Ağustos ayıydı sala sesin ilk bana vardığında. Ama ben üç maymunu oynamayı daha kolay gördüm o zamanlar ve aslında zor olan oydu. İntihar etmiştin kendini. Benim de kendi katlimi kendime vacip kıldın. Her gittiğim yere cesedini taşıdım, ağırlaştın, seni kurtların kemirmesini izledim ve artık çürük et kokuların derime işledi. Jiletlerle kazıdım derimi ama kokuyu çıkaramadım. Mavi kanlar akıttım yarıklarımdan. Seni taşımaktan vazgeçtim ve olduğun yere yığdım seni. Bana yalan söyleyen dilinin kurtların kemirmesini izlemek içimde uhde kalacak ama artık ağırlığın altında eziliyor ruhum, bedenim ve benliğim…

Kekremsi ve buruk bir tadın var şimdiki zamanlarda ağzımda. Seni taşırken beynini yedim kendi beynimle… Her ağzımı açtığımda kurtlarım çıkacak diye sımsıkı kapatıyorum ağzımı. Kimsenin kurtlarımı görmesine izin vermemek için uğraşıyorum her gün. Kimse görmeden kusuyorum içimdeki kımıldayanları ve küçük parçaların ağzımda, onların tadı ve kokusuyla yaşam zorunluluğum gerçekleşiyor.

Her ki bağlacının sonunda bitirdin yavaş yavaş ve yudum yudum senden kalan artıkları. Artık acı kifayet etmiyor yaşattıklarına. Her nedenin bir çünküsü vardır diye dişlerimi kırarcasına sıktım çenemi ama sonuç hep bildikti sende. Kendinin bitmek istemeyişinden beni bitirmiştin, her zaman ve hep farklı yerlerimden kanatmıştın beni. Belki sen de anladın ki, artık farklı bir yerim kalmamıştı, dilinin hançerini vuracak bedenimde. Artık her vurduğun yer geçmişten izler taşıyordu beden anatomimde. Yarım kalan beden eğitimi derslerimi tamamlamıştım sende. Tek bir farkla yalnız, geri dönüşümü yoktu aldığım kırıkların. Vücudum alçı da tutmuyor nicedir ve kukla görünümüm etrafımdakilerinin göz bebeklerine yansımakta. Sıcaklarda üşüyorum, kalabalıklarda yalnızım, işkencelerde mutluyum. Tedavimin imkansız hale geldiği zamanlarım vardır. Farkı istersen bazen değil, sık sık artık zaman dilimlerimde. Gör ki artık Rapunzel’in saçları uzamıyor ve yetişmiyorsun uçlarına ya da tutmak istemiyorsun.

Halbuki ben son nefesini verdiğinde seni gömmeliymişim. Bir hortlakla yaşamayı kabul etmek kabarık suç listeme yenisini eklemekten öteye gitmezmiş. Failin ben miyim sen misin bir önemi yok artık. Yalnız sen de evimin arka bahçesindeki mezarlığa işlendin. O kadar kalabalık ki seni seçemiyorum bile ve mezar taşı bile yaptırmamışım sana. Sadece ben biliyorum orada olduğunu bir de sen. “Niye”ler kanıyor yüreğimde ve engel olamıyorum. Korkuyorum irinlerini dışarı akıtmaktan ve içime akıyor saniye saniye. Artık o kadar küflendi ki içim, ağırlaşan kokular sarıyor beynimi. Bunu bir ben biliyorum yalnız. Ve biliyor musun bilmemek daha iyiymiş bazen. Keşke ben de bilmeseydim. Bu lanet kelimeyi sevmediğimi bilirsin ama hep kullanıyorum. Hiç bir keşke zamanı geriye alamıyor, geriye gelmediği gibi yitirilenler, yüreğimdeki oyuklar her keşkenin bitiminde daha da büyüyor.

Tahribi yüksek kelimelerinden sonra kimseyi çok sevmeyeceğim. Ucundan tutacağım herkesi. Herkesten çok sevmek çözüm değilmiş hiçbir şeye. Asıl akılcı olan sevmeyi iki parmağınla iliştirebilmekmiş yakana. Ben kendimi daha çok sevemediğim için kırgınım, yılgınım, yorgunum… Değer vereceğim diye kendi değerlerimi yitirmişim. Fazla ziyankar davranmışım insafsız yüreklere sevgi dağıtmakla. Neden hayatın kullanma kılavuzunu yaratmamışlar ki teknolojinin son evrelerini yaşatan mucit beyinler? Deneyimsizlik toyluktan mı gelir toyluğa mı gider kim çözebilir ki?

Yorgunum… Yorgunum demekten bile yorgunum. Öyle yabancıyım ki kendime sesim bana ulaştığında bile yadırgıyorum kendi sesimi. Ne yaptım ben bana böyle… Sus artık içimdeki sen. Yeter Don Kişot kişiliğim yeldeğirmenleri yok ki, gör. Görmek mi iyidir bazı gerçekleri görmek istememek mi? Tümden gelip tüme varmak bir yol katetmek mi? Hücrelerim niye bu kadar çok acıyor?
Dayanamıyorum artık. Bir tabip beynimi alsa da, hatırlamasam hiç bir şeyi. Ya da elim gibi görünen bir kaza geçirsem de silinse tüm geçmişim. Hiç olsam. Geçmiş zamanları kaldırın düşünme yetimden. Sus artık uyuyacağım ben.

Bir şelale bitiminde başlıyor yalnızlığım. Çağlayan’ım sessiz. Oradan oraya sürükleniyorum ama cesedimi hiç bırakmıyorum. Sen de benimle sürükleniyorsun, sürüklendiğinden haberin olmuyor. Sürmanşetten yayınlıyorum yokluğunu ama alfabem bildik değil. Aşinalık yok açık kırıklarıma… Su oluyorum suda boğuluyorum. Ayak uçlarımdan başlıyor Azrail’im canımı almaya en son bağrımda bitiyor işi. Yüreğime geliyor canım, tekrar geri itiyor ve bana bunu her gün yaşatıyor. Artık ölebilmeyi istiyorum ama yapamıyorum. “Daha değil” diyor. “Benim için yaşayacaksın ve ben bunu her gün sana yaşatacağım” diyor. İşte, başkalarına yaşama serüvenim böyle başladı. Yaşamanın sadece nefes alabilmek olmadığını öğreneli çok oldu. Ve ben öyle özledim ki ölümü… Hadi bekliyorum ölüm öpücüğünü kondur artık alnıma.








II.BÖLÜM



Hala aynısı gibisin senin deyiminle. Ne senin beni anlaman için yeterli zamanın olacak ne de ben Türkçesini bulabileceğim sana anlatmak için kendimi. Acıtıyorsun belki bilerek, belki istemeyerek. Bu içimdeki sızıyla yaşayabilmenin mümkünlüğü yok. Kaldırıp atmak istiyorum beynimdekileri ve yüreğimi balkondan silkelemek. Çırpıyorum yüreğimi, takatsizliğimden yere düşürüyorum daha çok acıyor ve inip alıyorum tekrar, çamura, toprağa, killere bulandığını görüyorum. Korkularımdan korkuyorum. Daha çok gömülüyorum nikotinlere. Dondurucuya kaldırmışım hayallerimi çözünürlüğü mümkün gibi görünmeyen. Geldiğim yollarım çok uzak kalmış ve ben nasıl bu kadar çok ayrılmışım yolumdan. Baş ağrısız günlerim çok mu uzak o yollar gibi. Nevrotik hallerim geçmek bilmiyor ve şizofrenliğe ilerliyorum adım adım. Delirebilmeyi istiyorum. Kaybedecek bir şeyimin kalmaması ve rahatlamak. İnsan delirebilince korkuları olmaz di mi veya gerçekleşmeyecek hayaller kurmaz di mi? Anı yaşar, günü yaşar, yarını yok. İnsanlar onların dünyasına giremez. Sadece damsız değil, insan giremez yazar rutubetli duvarlarında. Bırakın ben de kendi dünyamı yaratayım kendimce.

Dağların arasına sıkışıp kalmış bu şehirde, oksijen yok artık benim için. Boğulmuyorum, nefes alamıyorum, beynime giden tüm oksijenleri kestin. Ramak kalıyor ölmeme ama sen birden açıyorsun havayı. Bunu hep yaşatıyorsun. Yapma!... Bırak acımı doya doya yaşayabileyim yada acıtma, kanatma, yıkma…

Şimdilerde hangi suların saflığı temizler bana hediye ettiğin günahı? Tütün kokan ellerin dokundu bedenime. Temizleyemiyorum. Gitmiyor kokusu burnumdan. Yeter oksijenimi geri ver bana. Hangi umarsız sebep anlatır yaptığım hatayı? At beni cehennemime. Sormasınlar, yargılamasınlar, yadırgamasınlar, ayıplamasınlar.

Zebanilerim kapılarını kapatsınlar kalayım bir başıma ve kemiklerimi bile yaksınlar. Zaten kemiklerimin yanık kokusu uzun zamandır burnumda. İçin için tutuşmakta. Kül yok, alev yok, duman yok, yangın eylemine uyan hiçbir şey yok gizli öznemde. Sadece kesik bir yanık kokusu ve tarifsiz acılarını hissedebiliyorum. Çekil güneşimden, karanlıklarımı ver bana. Ne ben kimseyi göreyim ne kimse beni görsün.

Titrek hayatımı belli etmeyeyim tıpkı titrek ellerim, bacaklarım ve vücudum gibi. Hayat ağacında üşüyen bir yaprak misali. Üşüyorum, iliklerim üşüyor… Bitkisel hayatımda damarlarımın acıdığı bir yaşam biçimi buldum kendime. Benim cezamda hafifletici sebepler yok. Af yok. Hiçbir avukat da tahliyemi talep etmeyecek biliyorum. Ceza değil de cezayı kesen kişi canımı acıtıyor. Kafa kağıdına bakıyorum yine sen oluyorsun.

Tırnaklarım kafatası derime batıyor. Gözümden gelen kanlar onun sebebi olsa gerek. Üzerime yapıştırdığın etiketin altına, yangında ilk kurtarılacak yazdım. O etikette yanmakta ama daha kurtarmaya gelen yok. Bugünümü yakmak istemem yarınımı kurtarmak için. Belden aşağı vurdun ve hala acısı kasıklarımda değil yüreciğimde. Kurudum bu acıdan, damla damla akıttığım kanlarım gibi. Kendimin Türkçesini bulamıyorum. Kaybolmuşum hiçliklerde. Sura üflenmiş çoktan ve ben kıyametimi yaşamaktayım. Aklım bulanıyor ve kusuyorum içimdekileri, benden öteye gitmiyor çıkardıklarım. Sus artık düşünmek istemiyorum ben. Sesim çınlıyor kulaklarımda, asmışım kendimi nar ağacına ve darağacına. Ayaklarım boşlukta sallanmakta ve ruhum uzun zamandır boşlukta. Kokmaktayım ve kurtlarım gelmiş görevini yapmakta. Kemirmekteler beni. Kıpırtıları vücudumda, yüreğimde asıl. Hissetmekteyim an be an. Kendimden tiksintim ilk kıpırtıda başladı işte. Son bir takatim kaldı bırakın gideyim ben.

Dilim boğazıma yapışmış ne ses çıkarabiliyorum ne karşımdaki beni anlıyor. Gevelemeye çalıştığım şeyleri bir ben biliyorum. Neye yarar bir sevgi bile anlatılamadıktan sonra. Hiçbir acı farklı değildir aslında hiçbir acıdan, ama kelimeler başrol oynar insanın ağzında. Ölülerim çoğalmakta kendimin de bulunduğu mezarlığımda. En çok gece olunca seviyorum mekanımı. Cıvıl bir hava uzakta kalıyor tamamen karanlıklar basıyor içim gibi etrafımı. Kaybediyorum ara sıra seni. Benim yitmelerimin sebebi seni arayışımdan. Dizüstüne kapaklana dek dolanıyorum ama hep sen beni buluyorsun. Ben seni değil. Çünkü ben hiç bulamamışım ki seni. Bir yüzünü göremedim. Hep çevirdim kendime ama kafan hep omzuna düştü.

Tanımıyorum seni ve bu yüzden bu kadar yorgunum. Hangi profilden gösterdiğin yüz senindi bilemiyorum. Parçalarını birleştiriyorum ama hep bir parça eksik kalıyor. Eksik kalan yere yüreğimi koyuyorum ama hiç bilmiyorsun. Anlamıyorsun. Anlamaya çalışmıyorsun. Zaten o da sen olmuyorsun ve muammalarım başlıyor. İşte şimdi çığlığım başlıyor yine, ama bir benim kulağıma ulaşıyor. Ne yazık ki sen bile duymuyorsun sesimi. Yorgunluktan, düşkünlükten, yılgınlıktan geçemiyorum ben. Kara sayfalarıma, kara kalem çalışması uyguluyorum. Anlatmaya çalışmıyorum artık kendimi. Artık biliyorum ki iyi de içimde kötü de, günah da içimde tövbe de. İnsanlar kafasındaki düşüncelerden korkarlar ama ne gariptir dışarıdan sakınırlar. Kapılarını kilitlerler. Korkuyu asalı ve aşalı çok oldu. Kapı sonuna kadar açık. Ben faili meçhule kurban gitmek isteyen gönüllüyüm.

Yüreğim kumar masasında, masanın müdavini sen. Açık eksiltmeyle satışa sunuyorum kendimi. Her geçen saniye değerim azalıyor. Yaram büyük, yaram taze… Çünkü mühürlerini her gün bir daha açıyorum, çıkan sensin kanım değil artık. Biliyorum ki tüm kanım ve vücudumun parçaları senin dişlerinin arasında kaldı. Ölüm kafi gelmiyor artık acılarımı anlatmama… Mezarım bile yok. Kendimi, kalan parçalarımın kargaların didiklediği bir çöplükte buluyorum. Bak işte beynim bir karganın gagasında.

Hangi lanet çöpçü itti beni buraya anlayamıyorum. Düşünebildiklerim yüreğimdekileri geçmiyor. Sınırlarımı aşamıyorum ve öyle daralmış ki hudutlarım kıpırdayamıyorum. Hangi doludur ki beni almıyor ve hangi boşluktur ki beni dolduramıyor. Bak çöpçü de yabancı değil kimliğinde senin adın yazıyor… Vücudum görünümündeki hayaletimin içi boşalmış, paramparça olmuş içim ve ben hiç kimseye duyuramamışım sesimi. Organlarım yok! Kalan beynim de sızlamakta. Yüzler gelip geçiyor gözümün önünden hepsine aşinalığım var ama bir seni seçemiyorum. Etrafımda olmadığını anlıyorum ve işte karga beynimi biraz daha kopardı…









III. BÖLÜM



Bana doğrularla gelme ben gerçekleri gördüm. Sen benden gitmeden ben gittim. Benim seçimim bu kahrolası acı, kahrolası yalnızlık! Kendin bana ölümdün, kentimse kurtuluşum. Sende kaldım ve öldüm.

Öldüğümü söylemesinler sana. Ölümümün tek faili sensin. Ama ayağıma bağlanan etikette faili meçhul yazıyor. Morga kaldırdılar beni. Öyle üşüdüm ki, sen yanımda olsaydın ısınırdım her zamanki gibi. Canım çekilmiş zaten ve canım burnumda yatıyorum öylece.

Kımıldayamıyorum, şöyle bir doğrulamadım o kadar sert ve soğuk ki, gönlümün huzursuzluğuna bir de vücudumun rahatsızlığı ekleniyor. Vücudumu parçalayıp tam otopsiye başlayacaklar kalbimin küçük kımıltılarını fark ediyorlar. O soğuklukta bir telaş ekleniyor zamana. Tekrar bitkisel hayatıma alıyorlar beni. Çıkamadığım yere geri gönderiyorlar. Geri döndüğüm yerin zaferini kutluyorlar. Hadi çekin fişimi demek istiyorum ama dilimi anlamıyorlar. Beyin ölümüm gerçekleşmemiş. Bak, karga beynimi biraz daha kopardı işte. Başucumdan gitmeyen refakatçi zebanilerim var. Kalan takatimle gözümü çeviriyorum onlara hala ilk günkü gibiler.

Parmağımın ucuna bağlanmış dehşet sızlattı şimdi de beni. Ateş çiçekleri var odamda. Kartvizitlerine bakıyorum senin adın yer alıyor. Adını gördüğüm anda o tiz sesi duyuyorum, makineye bağlanmış yüreğimin durduğunu fark ediyorlar. Bak yine yüreğimi durdurmayı beceriyorsun. Elektroşoku hazırlıyorlar ve beynime kadar ulaşıyor en çok bu anı seviyorum hastane odamda, bitkisel hayatımda. Biraz vücudumu kıpırdatıyor. İç içe girmiş kemiklerim ferahlıyor. O çöplükten kim getirdi beni buraya diye düşünüyorum. Hatırlamıyorum, düşünüyorum, kafama bir hançer saplıyorlar. Bu kadar geç mi kalmışım düşünmemem gerekliliğine. Tamam sustum. Hep yaptığım gibi sustum ama bu sefer düşünmemi susturdum. Vücudum kaldıramıyor artık bu ızdırabı. Yarın hangi acının hangi yüzüyle karşılaşacağımı düşünüyorum bu sefer.

Felaketim hangi tarafından gösterecek yüzünü ve ben daha kaç seferler yaşayacağım can çekişlerimi. Odaya bir kız çocuğu geliyor siması yabancı değil, benim yüzümün aynısı. Odanın rengi değişiyor, renkleniyor hastane. En çok pembeyi kullanmış, ağzı kımıldıyor bana bir şeyler anlatıyor olmalı. Fakat gözüm tam açık değil göremiyorum ve duymadığımı fark ediyorum o anda. Ama çığlığım kulağımda onu gayet net duyuyorum. İki damla gözyaşı bırakıyor kolumun üstüne ve arkasına bakarak çıkıyor dışarı. El sallıyor bana, boynu biraz sağa doğru düşmüş. Ve odam yine simsiyah bir mavi. Döndüremedim onu da. Gitme demek istedim ama sesim yine boğazımda kaldı. O kadar birikti ki boğazımdakiler nefes alamıyorum artık. Gırtlağımı boğuyor. Sesimin çıkmamasının sebebinin, biriktirdiklerim olduğunu anlıyorum. Kumbaramda kaç hüzün birikti bilmiyorum ama Karun kadar zenginim artık. Firavun kadar cimriyim, hiçbir sızımı vermiyorum kimseye. Kılcal hüzünlerimi seviyorum en çok acı güncemde.

Bak yine Azrail’im geldi. Yalvarırcasına bakmaktayım “Ne olur bitir bu ızdırabı” bakışımla. Anladım bu sefer gerçekten farklı geldi. Zaten parmak uçlarımdan çıkmış, göğsümde duran acımı almaya geldi. İşte tamamlanıyor yarım kalan ölüm ihanetim. Bu hüznümde biterken sadece Hık diyebildim o kadar. Geçmişteki şifalarım sus da bitmiş. Şimdi tavana çıkmış ruhumla kalan bedenime bakmaktayım. Ne olmuş bana böyle izbe bir harabeye benziyorum. Yüzümü tanıyamadım. Fişimi çektiler sonunda. Keskin ses de bitti. Beyazları ilk defa bu kadar sevdim. Yüzümü de beyaza boyadılar. Geldiğim sedyeyle götürmekteler beni morguma. Kalan cesetimi yarmaya başladılar otopsi odasında.

Allahım dehşetimin gecesi başlıyor. İçimdeki kalanları çıkaracaklar şimdi. Göğüs kafesimi yarıyorlar ama ben bu acıya da talimliyim zaten. Yüreğimi çıkarıyorlar. Yüreğim ne kadar mor kalmış. Ciğerlerimdeki oyuklar dikkatlerini çekiyorlar. Her acı da bir oyuk ve her acıyı inşa edenlerin ayak izleri bulunmakta. İnşa eden mimarların izlerini hançer yaraları olduğunu yazıyorlar ama raporuma. Sıra kafatasıma geliyor. Bu ses diğerlerinden daha sancı verici. İşte kafamı yarıyorlar. Beynimdeki olan karga gagası izlerini de çengelli bir aletle darp olarak geçiriyorlar raporuma. Dilim ağzıma sığmamakta. Dehşetimin gecesinde dikmeye başlıyorlar beni. Koca Koca dikişler attılar sineme ve saçlarımın yuvasına. Zombi görünümüm artık beni ürkütmekte.

Gasilhaneye yolculuğum başlamakta, bu sefer yeşillere bürünmüşüm beyazlarımın üstüne. Yıkıyorlar beni, su soğuk mu sıcak mı hissedemiyorum. Tüm acılarımdan arınmaktayım damla damla. Ama ruhumun gözlemcisi peşimde. Ürküntümden arkama dönüp bakamıyorum çıtırtılara. Kimse duymuyor seslerini, bana zimmetli sanırım, ben de takipçime. Musalla taşına getirildim ve çok sert tabutum. Sızlayan vücudumun sertliklere aşinalığı vardı benim.

İlk tekbirde başladı yüreğimdeki depremim. Ve mezarlığımda devam etti. Susun çığlıklar, ruhuma azap etmektesiniz. Yatırdılar toprağa, ezeli mekanıma. Tahtalarımı yerleştirdiler itinayla. Kürekteki ilk toprağımı attılar üzerime. Topraklarımı serptikçe üstüme, asıl sesler gömülmekte.

Gerçek hesabım görülecek birazdan ve ben dünyadaki hesaplarımı yuttum, uyuttum.