07-01-2009, 14:27
07-01-2009, 14:29
07-01-2009, 15:03
07-01-2009, 15:04
07-01-2009, 15:06
ÇOCUK
Annesi gül koklasa,ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...
Çocukta,uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa 'niçin,nasıl?' ve hayret...
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız,çocuktur ki asıl hür.
Allah diyor ki:'Geçti gazabımı rahmetim!'
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...
Bugün ağla çocuğum,yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını,sonra anlayamazsın!
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Annesi gül koklasa,ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...
Çocukta,uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa 'niçin,nasıl?' ve hayret...
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız,çocuktur ki asıl hür.
Allah diyor ki:'Geçti gazabımı rahmetim!'
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...
Bugün ağla çocuğum,yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını,sonra anlayamazsın!
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...
NECİP FAZIL KISAKÜREK
07-01-2009, 15:09
Gençliğe Hitabe`si
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...
N.F.K
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...
N.F.K
07-01-2009, 15:10
(Üstad'dan hazırcevaplar )
Necip fazıl'a Birgün bir gazeteci soru sorar efendim der siz daha önce solcuydunuz şimdi ise gittikçe yobazlaşıyorsunuz. Yobazlarla beraber yatıp kalkıyor onların fikirlerini paylaşıyorsunuz, Bu gericilik fikirleri nasıl olduda sizin beyninize giri verdi diye sorar.
Necip Fazıl Cevaben;
Bana bir parça A4 kağıdı birtanede kalem verirmisin der adama, Adamda verir. Necip fazıl kâğıdı karalar, adama gösterir ve derki; benim hayatım bu kâğıttan ibaretti dedikten sonra buruşturup çöpe atar. Ben bu hayatı karalayıp attım ve kendime yeni bir sayfa açtım der. Çöpü göstererek adama der, Çöpü karıştırmakta KÖPEKLERİN işidir...
************************
Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköye geçerken, yanına biri yaklaşıp:
Üstad, diye sormuş.
Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik .
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş.
Yüzerek geçseydin ya karşıya...
Necip fazıl'a Birgün bir gazeteci soru sorar efendim der siz daha önce solcuydunuz şimdi ise gittikçe yobazlaşıyorsunuz. Yobazlarla beraber yatıp kalkıyor onların fikirlerini paylaşıyorsunuz, Bu gericilik fikirleri nasıl olduda sizin beyninize giri verdi diye sorar.
Necip Fazıl Cevaben;
Bana bir parça A4 kağıdı birtanede kalem verirmisin der adama, Adamda verir. Necip fazıl kâğıdı karalar, adama gösterir ve derki; benim hayatım bu kâğıttan ibaretti dedikten sonra buruşturup çöpe atar. Ben bu hayatı karalayıp attım ve kendime yeni bir sayfa açtım der. Çöpü göstererek adama der, Çöpü karıştırmakta KÖPEKLERİN işidir...
************************
Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköye geçerken, yanına biri yaklaşıp:
Üstad, diye sormuş.
Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik .
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş.
Yüzerek geçseydin ya karşıya...
07-01-2009, 15:12
FATİH ŞÖYLE DESE...
Kendi iddianız ve tâbirinizle, İstanbul fethinin 500 üncü yıl dönümünü kutlamaya hazırlanıyorsunuz.
Ne yüzle buna hazırlandığınızı, ne bakımdan bu fethin topraklarında irfan ve zevk varisliği hakkına liyakat iddia edebildiğinizi sormak isterdim!
Fethin 500 üncü yıl dönümüne kadar ya şu üç suale cevap hazırlayın; yahut aynı sualleri ışıklı ilânlar halinde göklere nakşetmek cesaretini gösterin! Buyurun:
1 —Fethi hemen tâkib eden ilk asır içinde Türk medeniyetinin kurduğu Süleymaniye kubbesine bitişik olarak, 400 sene, teneke evlerde nasıl oturabilirsiniz? Sonra da aynı teneke evlerin kenarında (kübik) mimarî paçavralarından pöhpöhleme merkezleri kurmaktan nasıl utanmadınız?
2 —Fethin, bir hilâl ilâvesiyle, garb dünyasına karşı şark muzafferiyetinin remzi diye yükselttiği Ayasofya camiini, nasıl, nasıl, nasıl (müze) yapabildiniz? Bu, bizzat beni, başımdaki sorgucu çıkarıp "ecnebi malıdır!" diye bir yafta takıp (müze)ye koymaktan farklı mı oldu?
3 — Ve 500 üncü fetih yıldönümü gelince, bir köşeye 50 paralık bir (büst) ümü diktikten sonra, karşısında (söylev) ve (demeç) vermekten başka elinizden ne gelebilecek?..
13 Eylül 1946 NECİP FAZIL KISAKÜREK
Kendi iddianız ve tâbirinizle, İstanbul fethinin 500 üncü yıl dönümünü kutlamaya hazırlanıyorsunuz.
Ne yüzle buna hazırlandığınızı, ne bakımdan bu fethin topraklarında irfan ve zevk varisliği hakkına liyakat iddia edebildiğinizi sormak isterdim!
Fethin 500 üncü yıl dönümüne kadar ya şu üç suale cevap hazırlayın; yahut aynı sualleri ışıklı ilânlar halinde göklere nakşetmek cesaretini gösterin! Buyurun:
1 —Fethi hemen tâkib eden ilk asır içinde Türk medeniyetinin kurduğu Süleymaniye kubbesine bitişik olarak, 400 sene, teneke evlerde nasıl oturabilirsiniz? Sonra da aynı teneke evlerin kenarında (kübik) mimarî paçavralarından pöhpöhleme merkezleri kurmaktan nasıl utanmadınız?
2 —Fethin, bir hilâl ilâvesiyle, garb dünyasına karşı şark muzafferiyetinin remzi diye yükselttiği Ayasofya camiini, nasıl, nasıl, nasıl (müze) yapabildiniz? Bu, bizzat beni, başımdaki sorgucu çıkarıp "ecnebi malıdır!" diye bir yafta takıp (müze)ye koymaktan farklı mı oldu?
3 — Ve 500 üncü fetih yıldönümü gelince, bir köşeye 50 paralık bir (büst) ümü diktikten sonra, karşısında (söylev) ve (demeç) vermekten başka elinizden ne gelebilecek?..
13 Eylül 1946 NECİP FAZIL KISAKÜREK
07-01-2009, 15:13
İSTE
Verirler ?ben acizim, kudret senin? dedikçe
Verenin şanı büyük sen iste istedikçe!
GİZLİ
Azdırma, rahat bırak, içimdeki deliyi;
Bana sorma, benim de bilmediğim gizliyi!....
ZOR
Onu , beyni kanayan soylu kafalara sor;
Ölüm zorların zoru, yaşamak ondan da zor...
MANTIK
Dağı tanıyan , nasıl tanımaz uçurumu?
Mademki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?
N.F.K
Verirler ?ben acizim, kudret senin? dedikçe
Verenin şanı büyük sen iste istedikçe!
GİZLİ
Azdırma, rahat bırak, içimdeki deliyi;
Bana sorma, benim de bilmediğim gizliyi!....
ZOR
Onu , beyni kanayan soylu kafalara sor;
Ölüm zorların zoru, yaşamak ondan da zor...
MANTIK
Dağı tanıyan , nasıl tanımaz uçurumu?
Mademki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?
N.F.K
[
07-01-2009, 15:16
Uzaklık,,,o ve ben,,,
Çocukluğumdaki hastalıklardan birinde, zekâ ve hassasiyetimin marazî çapa vardığı demlerde, başucumdaki anneme bakıp, insanların birbirine, birbirinin haline ne kadar uzak olduğunu düşünmüş; bir takım kelime ve klişe yakınlıklarına rağmen iki ten arasında ne korkunç bir uçurum, bir buud Çöreklendiğini hissetmiş ve kesik kesik sormuştum:
- Anne, sen benim halimden anlıyor musun?
- Anlamaz mıyım evlâdım, bilmez miyim?
- Ne bileceksin anne; içimde değilsin ki... Hasta olan, benim!..
İşte iki insan arasında bazan irkilircesine duyduğumuz bu uzaklıktır ki, «Kuluma şahdamarından daha yakınım» diyen Allah'ın sırlarından bir işaret...
Bütün itibarî yakınlıklar arasındaki uzaklığın ifadesi olarak, (Mopasan)ın «Yıldızların Bîkesliği» adındaki hikâyesine bir zamanlar bayıldığını söyleyen Peyami Safa, asıl Yunus Emre'ye bakmalıydı:
Bir garip öldü diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar;
Şöyle garip bencileyin.
Meğer ki, gökte yıldızım
Ola garip bencileyin
Garibiz; her yerde, her şeyin içinde ve herkesin ortasında garibiz... Vatanımız burası sanmayın!.. Ve bu gurbet Allah hasretinden başka hiçbir şey değil... Her şeye ve herkese uzaklığın da aks-i dâvası o, Allah... Yakın olan o, ama biz farkında değiliz.
Öyleyse bazan, hem de ezbere:
- Bir Allah'ım bilir, bir de ben...
Derken ne kadar doğruyu söylemiş oluyoruz. En doğrusunu Yalnız Allah bilir... Bu kadar!..
Benimki de, fertler arası bütün münasebet ve intikal vasıtalarını kaybetmenin, dipsiz bir kuyu içinde tek başıma kalmanın ve ilâhî azameti, birdenbire şahdamarında hissetmenin haliydi...
Çocukluğumdaki hastalıklardan birinde, zekâ ve hassasiyetimin marazî çapa vardığı demlerde, başucumdaki anneme bakıp, insanların birbirine, birbirinin haline ne kadar uzak olduğunu düşünmüş; bir takım kelime ve klişe yakınlıklarına rağmen iki ten arasında ne korkunç bir uçurum, bir buud Çöreklendiğini hissetmiş ve kesik kesik sormuştum:
- Anne, sen benim halimden anlıyor musun?
- Anlamaz mıyım evlâdım, bilmez miyim?
- Ne bileceksin anne; içimde değilsin ki... Hasta olan, benim!..
İşte iki insan arasında bazan irkilircesine duyduğumuz bu uzaklıktır ki, «Kuluma şahdamarından daha yakınım» diyen Allah'ın sırlarından bir işaret...
Bütün itibarî yakınlıklar arasındaki uzaklığın ifadesi olarak, (Mopasan)ın «Yıldızların Bîkesliği» adındaki hikâyesine bir zamanlar bayıldığını söyleyen Peyami Safa, asıl Yunus Emre'ye bakmalıydı:
Bir garip öldü diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar;
Şöyle garip bencileyin.
Meğer ki, gökte yıldızım
Ola garip bencileyin
Garibiz; her yerde, her şeyin içinde ve herkesin ortasında garibiz... Vatanımız burası sanmayın!.. Ve bu gurbet Allah hasretinden başka hiçbir şey değil... Her şeye ve herkese uzaklığın da aks-i dâvası o, Allah... Yakın olan o, ama biz farkında değiliz.
Öyleyse bazan, hem de ezbere:
- Bir Allah'ım bilir, bir de ben...
Derken ne kadar doğruyu söylemiş oluyoruz. En doğrusunu Yalnız Allah bilir... Bu kadar!..
Benimki de, fertler arası bütün münasebet ve intikal vasıtalarını kaybetmenin, dipsiz bir kuyu içinde tek başıma kalmanın ve ilâhî azameti, birdenbire şahdamarında hissetmenin haliydi...