12-10-2009, 13:16
İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz üçüncüsüdür.
Aslen Şırnak’ın Derşev köyünden, Derşevi aşiretinin Şibli ailesindendir. Adı Kasım Şöhreti El-Hadi ve Şeyh Kasım-i El-Toğar’dır. Doğum Tarihi bilinmemektedir.
Şeyh Kasım’ın yaşadığı dönemde Derşev aşireti, Botan’a bağlıydı. Botan ise 1880 ler de Osman İmparatorluğuna bağlı bir eyalet olup merkezi Cizre’ydi ve Botan, ünlü ailelerinden Bedirhanilerin yönetimindeydi.
Botan eyaleti’nin merkez Cizre’den sonra ikinci idari yerleşim merkezi ise Derşevi (bugünkü ALKAMER köyü) idi. Derşevi, hem merkez köyün adı hem de köy ve mezralarda yaşayan top yekûn aşiretin adıydı (bu aşiret halen mıntıkanın ve Anadolu’nın çeşitli yerlerine yerleşmiş kalabalık bir aşirettir).
Şeyh Kasım’ın babası ve dedeleri yörenin tanınmış ailelerinden “Bedirhanilerin” resmi ilim görevlileridir.
Bununla beraber Kasım, daha küçükken ilim tahsili için tedrisata gönderilir ve uğurlanışında annesi kendilerime; “Oğlum sakın ağaların ve beylerin yemeğini yeme, parasını alma. Çünkü çoğunun mülkünde haram vardır, ben seni, elimden geldiğince kimseye muhtaç bırakmadan okutacağım” der ve uğurlar.
Gerçekten de bu uğurda evinde ki son zamanlarda elinde kalan çanak çömlek cinsinden ne varsa onları da satıp oğluna harcamıştır ve işte böyle büyüyen bir çocukta gerçekten olması gereken bir zat olur.
Derşevi aşireti, eyalet idaresi muhtelif sektörlerinde Mir Bedir han Paşa’ya yardımcıydılar. Bu sebeple, 1848’de imparatorluk tarafından Bedirhaniler ve ona destek olan aşiretler hakkında çıkarılan sürgün fermanı, Derşevi aşiretinin Şibli ailesinide kapsamış ve beraber sürgüne gönderilmişlerdir.
Ailesinin sürgüne gönderildiği bu yıllarda Şeyh Kasım henüz oldukça gençtir ve medrese tahsilini yapmak üzere Muş’a gitmiştir. İlk olarak ilmini Muş’un köylerinden birinde bitirip icazetini Nakşî meşayihinden Şeyh Salih-i Sıbki’nin amcası Molla Resul-i Sıbki’den alır. Ve aynı zamanda Şeyh Salih-i Sıbki’nin yanında tarikata girer ve müridi olup amel etmeye başlar.
Tahsil bitiminden sonra köyü olan Derşev’e gelirken, tüm akraba ve ailesinin, Bedirhan Beylerin sürgünüyle beraber sürgün edildiğini öğrenen Şeyh Kasım, tahsil dolayısıyla, uzun süre ayrı kaldığı sürgüne giden aile efradıyla görüşmek ve helâlaşmak için ailenin sevk istikametini takip ederek yola koyulur. Zamanın yol ve vasıta imkânsızlığı ile kervanla at üstünde konaklaya konaklaya Diyarbakır’ın Çınar kazasına bağlı Aktepe köyüne varır. Burada köyde ikamet eden Nakşibendî Tarikatının Halid-i kolunun rükünlerinden Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur ve buradan Diyarbakır’a giderek akrabalarını bulur, onlarla helalleşip vedalaştıktan sonra tekrar Aktepe köyüne gider.
Aktepe köyünde bulunan ve aynı zamanda şeyhinin halifesi olan Şeyh Hasan-i Nurânî Hazretlerinin yanında birkaç gün misafir kalır.
Misafirliği müddetince büyük zat ve büyük veli Şeyh Hasan-i Nurani’ni ile sürekli muhasebe, sohbet ve ilmi görüşmelerde bulunur, kemale erer. Bir müddet sonra akrabalarını görmek için tekrar Diyarbekir’e gelir ve yine dönüşte Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur. Şeyh efendi bu misafirindeki üstün zeka ve ilmi kabiliyetini hisseder ancak hiç konuşmaz, birkaç gün geçtikten sonra Şeyh Kasım evine gitmek ister ancak, şeyh efendi bir türlü “gidebilirsin” diye izin vermez ve onun gitmesine bir türlü müsaade etmez.
Tam bu sıralarda, İstanbul’dan Diyarbakır’a, bir konuda Şeyhül İslam’ın bir fetvası gelir. Diyarbakır uleması, bu fetvayı beğenmeyip yanlış olduğuna kanaat eder. Ve Şeyhül İslam’ın çıkardığı bir fetvaya itiraz eden Diyarbakır uleması ile resmi makamı temsil eden zamanın valisi, kadısı, müftüsü arasında bir münakaşa olur. Bunun üzerine incelemesi ve bir çözüme bağlaması için fetvanın bir nüshası zamanda iyi bir âlim olan Şeyh Hasan-i Nurani’ye gönderilir; Şeyh Hasan-i Nurânî fetvayı alıp inceler ve yanındaki (O dönemde henüz –Molla Kasım- diye çağrılan) Şeyh Kasım efendiye verir ve; “Şuna bir bak bakalım Diyarbekir uleması haklı mıdır?” diyerek Şeyh Kasım’ın fikrini alır.
Şeyh Kasım efendi iyi bir inceledikten sonra; “efendim bana göre, Diyarbekir uleması yanılıyor, fetva doğrudur” der. Şeyh Hasan-i Nurânî; “Diyarbekir’e gidip orada bunu Diyarbakır ulemasıyla münakaşa ve münazarayı kabul ile isbat edebilirmisin?” diye sorar, Şeyh Kasım cevaben “Şeyh izin verirse kanaât ve fikrimi serd etmeye hazırım” der ve Diyarbakır a gider. Şehre gelince Diyarbakır da halen ibadete açık olan Fatih Paşa Camii’ne (Kurşunlu Cami) gider ve orda yerleşerek ilim heyetini camide kabul eder. Ulema oraya gelir, tartışma başlar, Şeyh Kasım efendi fetva’nın doğru olduğunu delilleri ile bir güzel izah edip ulemanın takdirlerini kazanır, orada kendilerine Vali tarafından kalması ve Reis-ul Ulema makamı ile tedrisat yapması istenilmesine rağmen kabul etmeyip memleketine gitmek istediğini belirtip tekrar geri döner. Gizlice Vali tarafından Şeyh Hasan-i Nurânî’ye bu zatın burada kalması için gerekenin yapılması konusunda haber gönderilir.
Şeyh Kasım Aktepe’ye gelir ve birkaç gün daha kalır ama bir türlü Şeyh efendi den “evine gidebilirsin” diye bir izin çıkmayınca, dayanamaz münasip bir dille akrabalarının ekseriyetinin sürgün edilmesi hadisesine binaen memleketine geri dönmesinin bir ihtiyaç ve zaruret olduğunu bildirip izin ister. Fakat Şeyh Hasan kalması için ısrar ederek gitmesine izin vermez.Şeyh efendi de orada kalmasını ve talebe yetiştirip buralara faydalı olmasını ister,
Böyle bir zatın ısrarı karşısında Şeyh Kasım gitmek için diretmenin doğru olmayacağını düşünerek gitmekten vazgeçer. Memleketi olan ve asırlardan beri sülalece yerleşik olduğu Derşevi’de mevcut emlak ve servetinden feragat ederek uzun ısrarlardan sonra gidip evini getirerek Altoğar (Altunakar) köyüne yerleşir.
Önceleri; Şeyh Salih-i Subki’nin yanında amel ederken, üstadının vefatından sonra, yine onun halifesi olan ve aynı zamanda Aktepe köyünde mukim, meşhur Nakşibendi şeyhi; Şeyh Hasan-i Nurânî’nin yanında amel etmeye başlar ve amel bitiminde de halifelik alır.
Şeyh Hasan-i Nurânî’nin vefatına yakın kendilerine sorulur; ”Sizden sonra burada bunca halifeniz ve oğlunuz var, kim postunuza oturacak?” cevab; “kimin oturacağı bellidir. Molla Kasım.” Bu cevab karşısında bazı nahoş görüşler serdedilirken, çeşitli itirazlar gelir. Zira Şeyh’in dört oğlu olduğunu, onlarında ilmi zahirde kâmil olduklarını, büyük edip ve şair olarak divan telif ettiklerini, edebiyat ve ilimde otorite olduklarını ve yabancı birini kendisine halife seçip göstermesini anlayamadıklarını belirtirler.
Bunun üzerin Şeyh Hasan-i Nurani Hazretleri; “demek ki bugüne kadar ihlâs ve manasıyla benden istifade edememişsiniz! Aksi halde ne demek istediğimi idrak ederdiniz. Elbette ki, menkul ve gayrimenkul mallarım çocuklarıma ve varislerime intikal edecektir. Ancak haiz olduğum rabıta ve hikmet emanettir O’na bırakılması manevi bir emirdir ve bu emanet ona intikal etmiştir. Halifem O’dur. Benimle irtibatını muhafaza ve devam etmek isteyenler ona biat suretiyle tahakkuk edecektir. Bundan sonra Şeyh Kasım sizin şeyhinizdir.” der ve vefatından sonra kısa bir müddet Şeyh Kasım efendi Aktepe de irşad vazifesi ve tedrisatla meşgul olduktan sonra herhangi bir tatsız olaya sebebiyet vermemek için ordan ayrılarak kendi köyü olanÇınar kazasına bağlı –Altoğar’a- (şimdiki ismi Altunakar) gelir irşad ve tedrisat görevini burada devam ettirir.
ALTUNAKAR MEDRESESİ Osmanlı idaresinde resmiyet kesbeder. İlahiyat Fakültesi mertebesinde olan bu medresenin mezunları devlet sektöründe istihdam hakkını kazanırlar. Bu nedenle her taraftan, bilhassa Ortadoğu mıntıkası Suriye, Irak ve Kafkasya’dan burada okumak için talebeler gelirdi.
Şeyh Kasım El-Enveri, Mürşidi Kamil Şeyh Hasan-i Nuraniden almış olduğu halifelik vazifesini bihakkın yerine getirerek, Kafkaslar’dan Şam’a Irak’tan Elazığ Palu kazasına ve Urfa Siverek ile Adıyaman’ın Kâhta kazasına kadar gelen ve çoğalan müritlerine gerekli irşatla; riyazat, çile, zikir, murakabe, tövbe, istiğfar, züht, tevekkül ve kanaât telkin talim ve temrini yaparak onların gerek cemiyet içinde beşeri faydalı bir uzuv ve gerekse masiva ve nefsanî zaaf ve şerden tebriye suretiyle kemale yardımcı olmaya medar cehd ve gayreti göstermiştir.
Şeyh Kasım iyi bir alim idi. Örnek olarak Şam’da; Muhammed Keftaro ve “Molla Bokalki” ailesinden meşhur alim, Şeyh Yusuf’un talebesi olması hasebi ile ilmi kariyerini gösterir birer numunedirler.
Altunakar arazisi zamanla çoğalan aile efradının, mensuplarının, müderrislerin, talebelerin ve gelen misafirlerin iaşe ve ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelir. Bunu üzerine Şeyh Kasım Altunakar ile hemhudut olan Güzelşeyh köyünü satın almaya talip olur. Bu köy imparatorluk idaresi tarafından oraya ikamete mecbur edilen Kırım Han’larından Musa Paşa’ya temlik edilmiş, kendisine köyde yazlık-kışlık bir konak inşa edilmiş ve mıntıkanın asayiş ve idaresiyle vazifelendirilerek asalet ve mertebesine layık bir muameleye tabi tutulmuş. Musa Paşa’nın vefatından sonra oğlu İslam Bey, kısa bir zaman sonra mıntıkadan ayrılmak istediğinden köyü bütün mal varlığıyla beraber sayışa çıkarmış. Bunun üzerine Şeyh Kasım köyü satın alır ve köy Şeyh Kasım’ın oğlu ve sonrada halifesi olacak Şeyh Neytullah adına tescil edilir.
Şeyh Kasım efendi’nin 5’i erkek, 3’ü kız olmak üzere 8 çocuğu olmuştur. Bunlardan bir oğlu; Muhammed Said, kendisinden önce genç yaşta vefat etmiştir ve Şeyh Kasım çok sevdiği bu oğlunun adına şuan Altunakar da bulunan türbeyi yaptırmıştır. Diğer çocukları; Halid, Muhammed Neytullah, Muhammed Nezir, Abdulhamid’dir.
Daha sonra kendisi de vefat edince oğlunun yanına defnedilmiştir. Bölgede yaşanan sürgün olaylarında Şeyh Kasım’ın oğullarının her biri bir bölgeye sürgün edilmiş ve aile uzun zaman toparlanamamıştır.
Şeyh Kasım iyi bir alim olması yanı sıra, çok mert ve merhamet sahibi bir insan idi. Bir yıl memlekette kıtlık olur, kendisinin ise epey ekin’i vardır. Kendine yakın köyleri çağırır. Önceleri borç olarak gösterip herkese tahıl dağıtır. Geriye bir torba dolusu borç kağıdı kalır. O zamanlar soba, memlekete daha yeni geldiğinden bir tane de Şeyh efendi’nin evinde vardır. Şeyh Kasım oğlunu çağırır, sobayı yaktırır ve “borç torbasını getir” der. Oğlu derhal getirir. Şeyh efendi torbayı bitini ile sobaya boşaltır ve yakar.
Yine anlatılır ki; Şeyhin bir tarlası vardı, bir gün 10 ölçek arpa ekmiştir ve bu topraktan tam 10 yıl boyunca tohum ekmeksizin ürün almıştır. Bu mahsul bütün müridlerin yemeklerine yetti.
Bölgenin halkını irşâd ederek birçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği ve icazet verdiği en büyük talebeleri şunlardır:
Şeyh Halid-i Gülpınar (Oğludur, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır.)
Şeyh Muhammed Neytullah (oğlu)
Şeyh Yusuf (Molla Bokalki’lerden olup aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır
Şeyh Muhammed Keftaro. (Bugün Suriye’oeki –Keftaro- ailesinin dedesi, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır)
Şeyh İsa Ebu Şemseddin El-Kürdi. (Aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır. Suriye’de vefat etmiştir.
Şeyh Seyyid Muhammed Zilan (Şeyh Seyyid Mevlana Muhammed Halid-i Zilan Hz. Amcası)
Şeyh Kasım’ın son derece zengin bir kütüphanesi ve birçok eseri olduğunu öğrendiğimiz halde, bu eserlerden günümüze maalesef bir tanesi bile gelememiştir. Nedeni de; Şeyh Said olayları zamanındaki sürgünlerde yapılan tahribat ve yağma olayları neticesi olarak bir şey kalmamıştır, tıpkı diğer ailelerdeki gibi.
Şeyh Kasım El-Hadi (Altun Akarlı) hicri 1300 yılında Çınar kazasının Al-Toğar (Şimdiki ismi Altunakar) köyünde vefat etmiştir. Bugün aynı köyde sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Yüce sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
Kaynak;
1- Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbekir Velileri I-II M.Şefik Korkusuz s.140-143
Aslen Şırnak’ın Derşev köyünden, Derşevi aşiretinin Şibli ailesindendir. Adı Kasım Şöhreti El-Hadi ve Şeyh Kasım-i El-Toğar’dır. Doğum Tarihi bilinmemektedir.
Şeyh Kasım’ın yaşadığı dönemde Derşev aşireti, Botan’a bağlıydı. Botan ise 1880 ler de Osman İmparatorluğuna bağlı bir eyalet olup merkezi Cizre’ydi ve Botan, ünlü ailelerinden Bedirhanilerin yönetimindeydi.
Botan eyaleti’nin merkez Cizre’den sonra ikinci idari yerleşim merkezi ise Derşevi (bugünkü ALKAMER köyü) idi. Derşevi, hem merkez köyün adı hem de köy ve mezralarda yaşayan top yekûn aşiretin adıydı (bu aşiret halen mıntıkanın ve Anadolu’nın çeşitli yerlerine yerleşmiş kalabalık bir aşirettir).
Şeyh Kasım’ın babası ve dedeleri yörenin tanınmış ailelerinden “Bedirhanilerin” resmi ilim görevlileridir.
Bununla beraber Kasım, daha küçükken ilim tahsili için tedrisata gönderilir ve uğurlanışında annesi kendilerime; “Oğlum sakın ağaların ve beylerin yemeğini yeme, parasını alma. Çünkü çoğunun mülkünde haram vardır, ben seni, elimden geldiğince kimseye muhtaç bırakmadan okutacağım” der ve uğurlar.
Gerçekten de bu uğurda evinde ki son zamanlarda elinde kalan çanak çömlek cinsinden ne varsa onları da satıp oğluna harcamıştır ve işte böyle büyüyen bir çocukta gerçekten olması gereken bir zat olur.
Derşevi aşireti, eyalet idaresi muhtelif sektörlerinde Mir Bedir han Paşa’ya yardımcıydılar. Bu sebeple, 1848’de imparatorluk tarafından Bedirhaniler ve ona destek olan aşiretler hakkında çıkarılan sürgün fermanı, Derşevi aşiretinin Şibli ailesinide kapsamış ve beraber sürgüne gönderilmişlerdir.
Ailesinin sürgüne gönderildiği bu yıllarda Şeyh Kasım henüz oldukça gençtir ve medrese tahsilini yapmak üzere Muş’a gitmiştir. İlk olarak ilmini Muş’un köylerinden birinde bitirip icazetini Nakşî meşayihinden Şeyh Salih-i Sıbki’nin amcası Molla Resul-i Sıbki’den alır. Ve aynı zamanda Şeyh Salih-i Sıbki’nin yanında tarikata girer ve müridi olup amel etmeye başlar.
Tahsil bitiminden sonra köyü olan Derşev’e gelirken, tüm akraba ve ailesinin, Bedirhan Beylerin sürgünüyle beraber sürgün edildiğini öğrenen Şeyh Kasım, tahsil dolayısıyla, uzun süre ayrı kaldığı sürgüne giden aile efradıyla görüşmek ve helâlaşmak için ailenin sevk istikametini takip ederek yola koyulur. Zamanın yol ve vasıta imkânsızlığı ile kervanla at üstünde konaklaya konaklaya Diyarbakır’ın Çınar kazasına bağlı Aktepe köyüne varır. Burada köyde ikamet eden Nakşibendî Tarikatının Halid-i kolunun rükünlerinden Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur ve buradan Diyarbakır’a giderek akrabalarını bulur, onlarla helalleşip vedalaştıktan sonra tekrar Aktepe köyüne gider.
Aktepe köyünde bulunan ve aynı zamanda şeyhinin halifesi olan Şeyh Hasan-i Nurânî Hazretlerinin yanında birkaç gün misafir kalır.
Misafirliği müddetince büyük zat ve büyük veli Şeyh Hasan-i Nurani’ni ile sürekli muhasebe, sohbet ve ilmi görüşmelerde bulunur, kemale erer. Bir müddet sonra akrabalarını görmek için tekrar Diyarbekir’e gelir ve yine dönüşte Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur. Şeyh efendi bu misafirindeki üstün zeka ve ilmi kabiliyetini hisseder ancak hiç konuşmaz, birkaç gün geçtikten sonra Şeyh Kasım evine gitmek ister ancak, şeyh efendi bir türlü “gidebilirsin” diye izin vermez ve onun gitmesine bir türlü müsaade etmez.
Tam bu sıralarda, İstanbul’dan Diyarbakır’a, bir konuda Şeyhül İslam’ın bir fetvası gelir. Diyarbakır uleması, bu fetvayı beğenmeyip yanlış olduğuna kanaat eder. Ve Şeyhül İslam’ın çıkardığı bir fetvaya itiraz eden Diyarbakır uleması ile resmi makamı temsil eden zamanın valisi, kadısı, müftüsü arasında bir münakaşa olur. Bunun üzerine incelemesi ve bir çözüme bağlaması için fetvanın bir nüshası zamanda iyi bir âlim olan Şeyh Hasan-i Nurani’ye gönderilir; Şeyh Hasan-i Nurânî fetvayı alıp inceler ve yanındaki (O dönemde henüz –Molla Kasım- diye çağrılan) Şeyh Kasım efendiye verir ve; “Şuna bir bak bakalım Diyarbekir uleması haklı mıdır?” diyerek Şeyh Kasım’ın fikrini alır.
Şeyh Kasım efendi iyi bir inceledikten sonra; “efendim bana göre, Diyarbekir uleması yanılıyor, fetva doğrudur” der. Şeyh Hasan-i Nurânî; “Diyarbekir’e gidip orada bunu Diyarbakır ulemasıyla münakaşa ve münazarayı kabul ile isbat edebilirmisin?” diye sorar, Şeyh Kasım cevaben “Şeyh izin verirse kanaât ve fikrimi serd etmeye hazırım” der ve Diyarbakır a gider. Şehre gelince Diyarbakır da halen ibadete açık olan Fatih Paşa Camii’ne (Kurşunlu Cami) gider ve orda yerleşerek ilim heyetini camide kabul eder. Ulema oraya gelir, tartışma başlar, Şeyh Kasım efendi fetva’nın doğru olduğunu delilleri ile bir güzel izah edip ulemanın takdirlerini kazanır, orada kendilerine Vali tarafından kalması ve Reis-ul Ulema makamı ile tedrisat yapması istenilmesine rağmen kabul etmeyip memleketine gitmek istediğini belirtip tekrar geri döner. Gizlice Vali tarafından Şeyh Hasan-i Nurânî’ye bu zatın burada kalması için gerekenin yapılması konusunda haber gönderilir.
Şeyh Kasım Aktepe’ye gelir ve birkaç gün daha kalır ama bir türlü Şeyh efendi den “evine gidebilirsin” diye bir izin çıkmayınca, dayanamaz münasip bir dille akrabalarının ekseriyetinin sürgün edilmesi hadisesine binaen memleketine geri dönmesinin bir ihtiyaç ve zaruret olduğunu bildirip izin ister. Fakat Şeyh Hasan kalması için ısrar ederek gitmesine izin vermez.Şeyh efendi de orada kalmasını ve talebe yetiştirip buralara faydalı olmasını ister,
Böyle bir zatın ısrarı karşısında Şeyh Kasım gitmek için diretmenin doğru olmayacağını düşünerek gitmekten vazgeçer. Memleketi olan ve asırlardan beri sülalece yerleşik olduğu Derşevi’de mevcut emlak ve servetinden feragat ederek uzun ısrarlardan sonra gidip evini getirerek Altoğar (Altunakar) köyüne yerleşir.
Önceleri; Şeyh Salih-i Subki’nin yanında amel ederken, üstadının vefatından sonra, yine onun halifesi olan ve aynı zamanda Aktepe köyünde mukim, meşhur Nakşibendi şeyhi; Şeyh Hasan-i Nurânî’nin yanında amel etmeye başlar ve amel bitiminde de halifelik alır.
Şeyh Hasan-i Nurânî’nin vefatına yakın kendilerine sorulur; ”Sizden sonra burada bunca halifeniz ve oğlunuz var, kim postunuza oturacak?” cevab; “kimin oturacağı bellidir. Molla Kasım.” Bu cevab karşısında bazı nahoş görüşler serdedilirken, çeşitli itirazlar gelir. Zira Şeyh’in dört oğlu olduğunu, onlarında ilmi zahirde kâmil olduklarını, büyük edip ve şair olarak divan telif ettiklerini, edebiyat ve ilimde otorite olduklarını ve yabancı birini kendisine halife seçip göstermesini anlayamadıklarını belirtirler.
Bunun üzerin Şeyh Hasan-i Nurani Hazretleri; “demek ki bugüne kadar ihlâs ve manasıyla benden istifade edememişsiniz! Aksi halde ne demek istediğimi idrak ederdiniz. Elbette ki, menkul ve gayrimenkul mallarım çocuklarıma ve varislerime intikal edecektir. Ancak haiz olduğum rabıta ve hikmet emanettir O’na bırakılması manevi bir emirdir ve bu emanet ona intikal etmiştir. Halifem O’dur. Benimle irtibatını muhafaza ve devam etmek isteyenler ona biat suretiyle tahakkuk edecektir. Bundan sonra Şeyh Kasım sizin şeyhinizdir.” der ve vefatından sonra kısa bir müddet Şeyh Kasım efendi Aktepe de irşad vazifesi ve tedrisatla meşgul olduktan sonra herhangi bir tatsız olaya sebebiyet vermemek için ordan ayrılarak kendi köyü olanÇınar kazasına bağlı –Altoğar’a- (şimdiki ismi Altunakar) gelir irşad ve tedrisat görevini burada devam ettirir.
ALTUNAKAR MEDRESESİ Osmanlı idaresinde resmiyet kesbeder. İlahiyat Fakültesi mertebesinde olan bu medresenin mezunları devlet sektöründe istihdam hakkını kazanırlar. Bu nedenle her taraftan, bilhassa Ortadoğu mıntıkası Suriye, Irak ve Kafkasya’dan burada okumak için talebeler gelirdi.
Şeyh Kasım El-Enveri, Mürşidi Kamil Şeyh Hasan-i Nuraniden almış olduğu halifelik vazifesini bihakkın yerine getirerek, Kafkaslar’dan Şam’a Irak’tan Elazığ Palu kazasına ve Urfa Siverek ile Adıyaman’ın Kâhta kazasına kadar gelen ve çoğalan müritlerine gerekli irşatla; riyazat, çile, zikir, murakabe, tövbe, istiğfar, züht, tevekkül ve kanaât telkin talim ve temrini yaparak onların gerek cemiyet içinde beşeri faydalı bir uzuv ve gerekse masiva ve nefsanî zaaf ve şerden tebriye suretiyle kemale yardımcı olmaya medar cehd ve gayreti göstermiştir.
Şeyh Kasım iyi bir alim idi. Örnek olarak Şam’da; Muhammed Keftaro ve “Molla Bokalki” ailesinden meşhur alim, Şeyh Yusuf’un talebesi olması hasebi ile ilmi kariyerini gösterir birer numunedirler.
Altunakar arazisi zamanla çoğalan aile efradının, mensuplarının, müderrislerin, talebelerin ve gelen misafirlerin iaşe ve ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelir. Bunu üzerine Şeyh Kasım Altunakar ile hemhudut olan Güzelşeyh köyünü satın almaya talip olur. Bu köy imparatorluk idaresi tarafından oraya ikamete mecbur edilen Kırım Han’larından Musa Paşa’ya temlik edilmiş, kendisine köyde yazlık-kışlık bir konak inşa edilmiş ve mıntıkanın asayiş ve idaresiyle vazifelendirilerek asalet ve mertebesine layık bir muameleye tabi tutulmuş. Musa Paşa’nın vefatından sonra oğlu İslam Bey, kısa bir zaman sonra mıntıkadan ayrılmak istediğinden köyü bütün mal varlığıyla beraber sayışa çıkarmış. Bunun üzerine Şeyh Kasım köyü satın alır ve köy Şeyh Kasım’ın oğlu ve sonrada halifesi olacak Şeyh Neytullah adına tescil edilir.
Şeyh Kasım efendi’nin 5’i erkek, 3’ü kız olmak üzere 8 çocuğu olmuştur. Bunlardan bir oğlu; Muhammed Said, kendisinden önce genç yaşta vefat etmiştir ve Şeyh Kasım çok sevdiği bu oğlunun adına şuan Altunakar da bulunan türbeyi yaptırmıştır. Diğer çocukları; Halid, Muhammed Neytullah, Muhammed Nezir, Abdulhamid’dir.
Daha sonra kendisi de vefat edince oğlunun yanına defnedilmiştir. Bölgede yaşanan sürgün olaylarında Şeyh Kasım’ın oğullarının her biri bir bölgeye sürgün edilmiş ve aile uzun zaman toparlanamamıştır.
Şeyh Kasım iyi bir alim olması yanı sıra, çok mert ve merhamet sahibi bir insan idi. Bir yıl memlekette kıtlık olur, kendisinin ise epey ekin’i vardır. Kendine yakın köyleri çağırır. Önceleri borç olarak gösterip herkese tahıl dağıtır. Geriye bir torba dolusu borç kağıdı kalır. O zamanlar soba, memlekete daha yeni geldiğinden bir tane de Şeyh efendi’nin evinde vardır. Şeyh Kasım oğlunu çağırır, sobayı yaktırır ve “borç torbasını getir” der. Oğlu derhal getirir. Şeyh efendi torbayı bitini ile sobaya boşaltır ve yakar.
Yine anlatılır ki; Şeyhin bir tarlası vardı, bir gün 10 ölçek arpa ekmiştir ve bu topraktan tam 10 yıl boyunca tohum ekmeksizin ürün almıştır. Bu mahsul bütün müridlerin yemeklerine yetti.
Bölgenin halkını irşâd ederek birçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği ve icazet verdiği en büyük talebeleri şunlardır:
Şeyh Halid-i Gülpınar (Oğludur, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır.)
Şeyh Muhammed Neytullah (oğlu)
Şeyh Yusuf (Molla Bokalki’lerden olup aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır
Şeyh Muhammed Keftaro. (Bugün Suriye’oeki –Keftaro- ailesinin dedesi, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır)
Şeyh İsa Ebu Şemseddin El-Kürdi. (Aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır. Suriye’de vefat etmiştir.
Şeyh Seyyid Muhammed Zilan (Şeyh Seyyid Mevlana Muhammed Halid-i Zilan Hz. Amcası)
Şeyh Kasım’ın son derece zengin bir kütüphanesi ve birçok eseri olduğunu öğrendiğimiz halde, bu eserlerden günümüze maalesef bir tanesi bile gelememiştir. Nedeni de; Şeyh Said olayları zamanındaki sürgünlerde yapılan tahribat ve yağma olayları neticesi olarak bir şey kalmamıştır, tıpkı diğer ailelerdeki gibi.
Şeyh Kasım El-Hadi (Altun Akarlı) hicri 1300 yılında Çınar kazasının Al-Toğar (Şimdiki ismi Altunakar) köyünde vefat etmiştir. Bugün aynı köyde sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Yüce sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
Kaynak;
1- Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbekir Velileri I-II M.Şefik Korkusuz s.140-143