04-02-2010, 13:29
Kur’an-ı Kerim’de Mevlâmız,
“Ey insanlar! Sizleri bir tek kişiden (Âdem’den) yaratan ondan da eşini (Havvâ’yı) vücûda getirerek, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun.” (S. Nisâ, 1)
“Size nefislerinizden, kendilerine ünsiyet etmeniz için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının-birliğinin) âyetlerinden (delillerinden)dir. Şüphe yok ki bunda, düşünen bir kavim için elbette ibretler vardır.” (S. Rûm, 21)
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz de buyuruyorlar ki: “Dikkat edin! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır; kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, sevmediğiniz kimseleri serginiz üzerine ayak bastırmamaları ve hoşlanmadıklarınıza evlerinize girmeye izin vermemeleridir. Dikkat edin! Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyimleri ve yiyecekleri hususunda onlara iyi davranmaktır.” (İbn-i Mâce, Nikâh 3)
Evet, İslâmiyet’te kadının da, erkeğin de ayrı ayrı hakları ve vazifeleri vardır. Kısaca bunların üzerinde durmaya çalışalım.
Karı ile koca arasında her şeyden evvel, karşılıklı samimi bir sevgi ve saygı olmalıdır. Her birisinin diğerini, kendisine ölünceye kadar hayat yoldaşı, öldükten sonra da her türlü kötü huylardan arınmış cennet arkadaşı olarak kabul etmesi lâzımdır.
Evlenmiş olan bir erkek, evinden-âilesinden başka yerlerde gözü-gönlü olmamalı, düşünmemelidir. Kurduğu yuvayı sağlamlaştırmak için elinden geldiğince çalışmalıdır. Evine yan bakarak âile bağlarını gevşetmek, çok çirkin bir harekettir. Dînimiz bunu yasak etmiştir.
Erkek, âile reisi olduğu cihetle, bütün hârîci işleri düşünmek, evin ve âilenin her türlü ihtiyaçlarını tamamlamaya çalışmak, ona ait bir vazifedir. Sonra hanımının dîni biilgisini; inanç, ibâdet ve ahlâkını murâkebe ederek bu hususta bir eksiği, noksanı varsa, onu da öğretmek, tamamlamak erkeğin vazifesidir.
Erkek, aynı zamanda hanımına karşı nezâketle ve yumuşaklıkla muâmelede bulunmalıdır. Kadının olur olmaz sözlerinden rahatsız olup da kavga yapmaya kalkışmamaya gayret göstermelidir. Âile bağlarının zayıflamaması için, böyle davranılması şarttır. Nitekim Peygamber-i zîşân (s.a.v.) Efendimiz, “Müminlerin îmanca en kâmil olanları, ahlâkı güzel olan ve âilesine nezâketle muâmele edenlerdir. Sizin hayırlınız, karısına hayırlı olandır. Ben âileme karşı sizin en hayırlınızım.” (S. Nesâî, Nikâh 4) buyurmuşlardır. Diğer bir hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyururlar: “Kadınlara kerîm, yani, iyi insanlardan başkası ikram etmez; onlara ihânet ve hürmetsizlik edenler de, ancak leîm, yani, kötü adamlardır.” (Minhâcü’s-Sâlikîn, min Ehâdîsi ve Sünneti Hâtemi’l-Enbiyâi ve’l-Mürselîn 2/267)
İşte Müslümanlık, kadın hakkında bu derece yumuşak ve nâzik muâmelede bulunmayı emretmektedir. Âile bağının kuvvet bulması için, kadın da;
Kocasını evin reisi tanımak, ona sevgi ve saygı ile bağlanmak, tesettür-nâmus ve ibâdetine riâyet etmek, ev idaresine ve çocukların terbiyesine dikkat etmek, kocasının kazandıklarını israf etmekten kaçınmak ve evine sahip çıkmak lâzımdır.
Ümmü Seleme (r.a.)’den rivâyet olunan bir hadîs-i şerifte Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Hangi kadın, kocası kendisinden râzı olduğu halde vefât ederse, cennete girer.” (S. Tirmizî, Radâ’ 10) buyururlar. Namazını kılan, orucunu tutan, giyimine-kuşamına dikkat eden, iffetini-nâmusunu haramdan koruyan, kocasına itaat eden bir kadından kocası râzı olur. Kocasının rızâsını kazanan kadının da gideceği yer, doğruca cennettir.
Hulâsa edecek olursak; Müslümanlık’ta âilenin ehemmiyeti büyüktür. Âilenin temelini teşkil eden karı ile koca, kendi vazifelerini ve haklarını bilir ve her birisi vazifesini eksiksiz yerine getirir, hakkına da râzı olursa, âilede devamlı bir huzur ve saâdet olur. Âilenin huzur ve saâdeti ise, cemiyetin âsâyiş ve intizâmına vesîle olan unsurların başında gelir.
Fazilet takvimi
“Ey insanlar! Sizleri bir tek kişiden (Âdem’den) yaratan ondan da eşini (Havvâ’yı) vücûda getirerek, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun.” (S. Nisâ, 1)
“Size nefislerinizden, kendilerine ünsiyet etmeniz için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının-birliğinin) âyetlerinden (delillerinden)dir. Şüphe yok ki bunda, düşünen bir kavim için elbette ibretler vardır.” (S. Rûm, 21)
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz de buyuruyorlar ki: “Dikkat edin! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır; kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, sevmediğiniz kimseleri serginiz üzerine ayak bastırmamaları ve hoşlanmadıklarınıza evlerinize girmeye izin vermemeleridir. Dikkat edin! Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyimleri ve yiyecekleri hususunda onlara iyi davranmaktır.” (İbn-i Mâce, Nikâh 3)
Evet, İslâmiyet’te kadının da, erkeğin de ayrı ayrı hakları ve vazifeleri vardır. Kısaca bunların üzerinde durmaya çalışalım.
Karı ile koca arasında her şeyden evvel, karşılıklı samimi bir sevgi ve saygı olmalıdır. Her birisinin diğerini, kendisine ölünceye kadar hayat yoldaşı, öldükten sonra da her türlü kötü huylardan arınmış cennet arkadaşı olarak kabul etmesi lâzımdır.
Evlenmiş olan bir erkek, evinden-âilesinden başka yerlerde gözü-gönlü olmamalı, düşünmemelidir. Kurduğu yuvayı sağlamlaştırmak için elinden geldiğince çalışmalıdır. Evine yan bakarak âile bağlarını gevşetmek, çok çirkin bir harekettir. Dînimiz bunu yasak etmiştir.
Erkek, âile reisi olduğu cihetle, bütün hârîci işleri düşünmek, evin ve âilenin her türlü ihtiyaçlarını tamamlamaya çalışmak, ona ait bir vazifedir. Sonra hanımının dîni biilgisini; inanç, ibâdet ve ahlâkını murâkebe ederek bu hususta bir eksiği, noksanı varsa, onu da öğretmek, tamamlamak erkeğin vazifesidir.
Erkek, aynı zamanda hanımına karşı nezâketle ve yumuşaklıkla muâmelede bulunmalıdır. Kadının olur olmaz sözlerinden rahatsız olup da kavga yapmaya kalkışmamaya gayret göstermelidir. Âile bağlarının zayıflamaması için, böyle davranılması şarttır. Nitekim Peygamber-i zîşân (s.a.v.) Efendimiz, “Müminlerin îmanca en kâmil olanları, ahlâkı güzel olan ve âilesine nezâketle muâmele edenlerdir. Sizin hayırlınız, karısına hayırlı olandır. Ben âileme karşı sizin en hayırlınızım.” (S. Nesâî, Nikâh 4) buyurmuşlardır. Diğer bir hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyururlar: “Kadınlara kerîm, yani, iyi insanlardan başkası ikram etmez; onlara ihânet ve hürmetsizlik edenler de, ancak leîm, yani, kötü adamlardır.” (Minhâcü’s-Sâlikîn, min Ehâdîsi ve Sünneti Hâtemi’l-Enbiyâi ve’l-Mürselîn 2/267)
İşte Müslümanlık, kadın hakkında bu derece yumuşak ve nâzik muâmelede bulunmayı emretmektedir. Âile bağının kuvvet bulması için, kadın da;
Kocasını evin reisi tanımak, ona sevgi ve saygı ile bağlanmak, tesettür-nâmus ve ibâdetine riâyet etmek, ev idaresine ve çocukların terbiyesine dikkat etmek, kocasının kazandıklarını israf etmekten kaçınmak ve evine sahip çıkmak lâzımdır.
Ümmü Seleme (r.a.)’den rivâyet olunan bir hadîs-i şerifte Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Hangi kadın, kocası kendisinden râzı olduğu halde vefât ederse, cennete girer.” (S. Tirmizî, Radâ’ 10) buyururlar. Namazını kılan, orucunu tutan, giyimine-kuşamına dikkat eden, iffetini-nâmusunu haramdan koruyan, kocasına itaat eden bir kadından kocası râzı olur. Kocasının rızâsını kazanan kadının da gideceği yer, doğruca cennettir.
Hulâsa edecek olursak; Müslümanlık’ta âilenin ehemmiyeti büyüktür. Âilenin temelini teşkil eden karı ile koca, kendi vazifelerini ve haklarını bilir ve her birisi vazifesini eksiksiz yerine getirir, hakkına da râzı olursa, âilede devamlı bir huzur ve saâdet olur. Âilenin huzur ve saâdeti ise, cemiyetin âsâyiş ve intizâmına vesîle olan unsurların başında gelir.
Fazilet takvimi