Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: Rahmet Ayi Ramazan Ve OruÇ
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Rahmet Sağanağı
Allah-u Zülcelal, kendi azamet ve kudretini, her şeyin O’nun isteğiyle gerçekleştiğini, şu ayetle bize beyan etmektedir: “Sizin istediğiniz şey olmaz. Ancak Allah’ın isteğiyle olur” (Tekvir, 29) diye buyuruyor.
Bu Ayet-i Kerime’de, kul için büyük bir ders vardır. İnsan derin olarak düşünürse, bir şeyi yapma, yada yapmama konusunda kimsenin kuvvet yada kudreti yoktur. Ancak, Allah’ın isteğiyle olur her şey.
Buna göre, biz öyle bir aya giriyoruz ki; onun hakkını, ancak Allah-u Zülcelal’in kuvvetiyle yerine getirebiliriz. O’nun kuvveti olmasa, O tevfik vermese, kalbimize hayır tohumu ekmese, bu Mübarek Ramazan Ayı’nda biz, hiç bir şey yapamayız.
Mecma’ul Umus adlı hadis-i şerif kitabında, Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Ramazan Ayı hakkında şöyle buyuruyor:

“Şehr-i Ramazan size geliyor. O, çok bereketli, hayırlı bir aydır. Onun içinde öyle hayırlar vardır ki, bir insan, nasıl bir elbiseyi giydiği zaman, o elbise, onun bütün bedenini örtüyor kaplıyor ise Allah da o hayırlarla kullarını örtüyor. Allah, o ayda size rahmet indiriyor. Onda, duaları kabul ediyor. Ve Allah-u Zülcelal, hataları da affediyor. Allah, sizin aranızda kim hayırda önde giderse, daima onlara bakıyor.”

Demek ki Allah-u Zülcelal, daima kullarına bakıyor. Hayır yönünden kim kimin önüne geçerse; Allah-u Zülcelal, kendi rahmetiyle, affıyla ve merhametiyle daima onlara bakıyor.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hadis-i şeriflerinde şöyle devam ediyorlar:
“Göklerde de Allah, meleklerine karşı yeryüzündeki insanlarla iftihar ediyor.” ‘İşte benim kullarım oruç tutuyorlar, hayır yapıyorlar, böyle ibadet ediyorlar’ diye, bu şekilde Allah-u Zülcelal, meleklere karşı kullarıyla iftihar ediyor.
Yine: “Kendi nefsiniz üzerindeki hayır hakkını, Allah’a eda edin. Allah-u Zülcelal’in hakkını verin. Şaki (kötü kimse) o dur ki; Ramazan Ayı’nın hayrından mahrum kalmıştır.” Buyrulmaktadır. Şaki odur işte.

Harman zamanını kaçırmayalım

Ramazan Ayı hakkında, ne kadar ayet, ne kadar hadis söylersek söyleyelim, yine de azdır.
İnsan, her mevsim buğday, arpa gibi mahsuller toplamak istiyorsa da eğer zamanı gelmemişse, bir şey toplayamaz. Bakınız! Kış mevsiminde, harman yerinden buğday toplayamazsınız. Çünkü harman yoktur. Bu da aynen öyledir. Allah-u Zülcelal’in kulları için, Ramazan Ayı da hayırların harman zamanıdır.

Harman zamanında, herkes kendisi için ondan bir şey elde edebilir, istifade edebilir. Fakat her insan, ektiği tohum miktarınca harman elde eder. Eğer bir tonluk tohum atmışsa, bir ton mahsul eder. İki tonluk tohum ekmiş ise, iki ton mahsul elde eder. Biz de bu Ramazan Ayı’nda, Allah-u Zülcelal’in bu hayırlı, bereketli harmanından, ne kadar ibadet tohumu ekersek, o kadar hayır mahsulatı elde edebiliriz.

Buna göre, Allah-u Zülcelal’in nazarından bir merhamet nazarı, merhamet bakışı bize de gelsin diye, çok gayret edelim. Hayırlarda, mü’min kardeşlerimizin önüne geçerek, hiç değilse bazı zamanlarda Allah-u Zülcelal’in merhamet nazarının altına girelim.

Bu Ramazan Ayı’nda elimizden geldiği kadar, hayır olsun, ibadet olsun, zikir olsun, sadaka olsun, ne olursa olsun; her konuda Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için çaba gösterelim.

Elhamdülillah, bu sene de bu Mübarek Ay’a yetiştik, yetişmek üzereyiz. Eğer bu ayda, biraz Allah-u Zülcelal’in merhametine doğru yönelirsek, Allah-u Zülcelal’in affına mazhar olacağız, inşallah-u teala. Çünkü, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor:

“Benim ümmetim Ramazan Ayı’nda af olunmazsa, ne zaman af olunacak!”

Bu hadisin zıddını düşünürsek, “Ramazan Ayı’nda kendisini af ettirmeyenin affı yoktur” manasına geliyor. Kendimizi Allah-u Zülcelal’in affına müstahak etmek için gayret gösterelim. Allah-u Zülcelal’in ayet-i kerimede buyurduğu gibi, O’nun ibadeti karşısında, insanın meraklı ve mahzun olması gerekir.

Oruçtaki sabrın karşılığı hesapsız olarak verilecektir

Bize kalacak olan, sadece Allah-u Zülcelal’in yanındaki ecir ve sevaplarımızdır. Allah’ın rızasıdır. Bu dünyadaki mal-mülk, hiç birisi insana ait değildir. Hepsi dünyadadır. Varisleredir, varislerden de öteki varisleredir. Hiç kimse dünyadan bir şey elde edememiştir.

Allah-u Zülcelal, Ayet-i Kerimede şöyle buyuruyor: “Ancak sabredenlerdir ki ecirlerine hesapsız erdirilir.” (Zümer, 10)
Allah-u Zülcelal, bu Ayet-i Kerime ile, sabırlı olan kullarına, sevaplarını hesapsız olarak vereceğini beyan ediyor. Müfessirler, bu ayette geçen, sevapları kendilerine hesapsız olarak verilen kişileri “Ramazan Ayı’nda oruç tutanlardır” diye tefsir etmişlerdir. Allah-u Zülcelal, açlığa ve susuzluğa sabır gösteren kimselere, sevaplarını hesapsız olarak veriyor.
Allah-u Zülcelal, orucun sevabını hesapsız olarak verdiğinden, bu sene de Ramazan Ayı’na yetişmemiz bizim için çok büyük bir fırsat, büyük bir hazine ve ganimettir. Fakat, bunları sadece bilmenin faydası yoktur, önemli olan onu değerlendirmektir. Evet, bu mübarek ay, bu kadar kıymetlidir, amellerin sevabı bu kadar çoktur demek, bunları sadece bilmek, kafi gelmez bize. Bilmenin yanında, bildiğimiz şeyleri tatbik de edeceğiz.

Ramazana hürmet göstermeli

Bağdat’da yaşayan bir Mecusi’nin (ateşe tapan kimse) oğlu, Ramazan Ayı’nda çarşıda, sokakta yemek yedi. Oğlunun, Müslümanların karşısında öyle aşikâr olarak yemek yemesi babasının, çok zoruna gitti ve oğlunu çok fena bir şekilde dövdü. Ona şöyle dedi: “Oğlum, İslam’a hürmet göstermemiz, dinimizde bizim üzerimize bir vecibe olmasa da, Ramazan Ayı’na karşı, hürmetkâr olmamız gerekir.”

Bu Mecusi vefat ettikten sonra, salih kimselerden birisi, rüyasında onun cennette olduğunu gördü. Mecusi’ye:
- Allah Allah! Sen Mecusi değil miydin? diye sordu. Mecusi:

- Evet Mecusi’ydim ama yaptığım bir hareket, Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gittiğinden, daha dünyadan ayrılmadan, bana İslâm dinini ve imanı nasip etti, dedi. Salih Kişi:

- Allah-u Zülcelal’in hoşuna giden o şey ne idi? Diye sordu. Mecusi:

- Benim oğlum, Ramazan Ayı’nda, çarşıda yemek yedi. Ramazan Ayı’na olan hürmetimden dolayı, bu olay benim çok zoruma gitti ve onu dövdüm. Yaptığım bu hareket de Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitti. Ben ölmeden önce, bana gaipten “İman et, müslüman ol! diye bir ses geldi. Ben de iman ettim ve müslüman oldum. Allah-u Zülcelal de benim bütün günahlarımı af etti ve imanlı olarak da dünyadan ayrıldım, diye cevap verdi.

Bu kıssaya bakarak insan iyice düşünecek olursa; Allah-u Zülcelâl için takdire şayan olan bir amel, insana neler kazandırıyor neler! Mecusi olduğu halde, sırf Ramazan Ayı’nın hürmetini bildiği ve ona hürmet gösterdiği için Allah-u Zülcelâl, o Mecusi’ye dünyadan ayrılmadan önce imanı nasıp etti. Biz imanlı olarak, o Mecusi’nin yaptığını yapsak, dinin emirlerine saygılı olsak, Allah-u Zülcelâl kim bilir bize ne kadar verecektir! Yok, eğer yapmazsak, bu da ne büyük bir akılsızlıktır!

Ramazan Ayı’nı öteki aylar gibi veya öteki aylardan daha bayağı, daha sıradan bir şekilde geçirmemiz, bizim için çok zararlıdır ve akılsızlıktan başka bir şey değildir.





Ailemizin dinini öğrenmesini sağlayalım

Bilhassa, hanımlarımıza daima Allah-u Zülcelal’in hükümlerini anlatmamız gerekir. Eğer biz onlara anlatırsak, nasihatte bulunursak, ev halkı birbirlerine cennet ehli gibi davranacaktır. Çünkü hanımlar, hutbeleri dinleyemiyorlar, vaazları dinleyemiyorlar. Çoğu, kara cahildir. Bilmedikleri için onlar da bize yapışıyor, bizimle sürtüşmeye giriyorlar, böylelikle evlerde hiç huzur olmuyor.

Bunu yapmadığımız takdirde, Allah-u Zülcelâl de kıyamet günü bize: “Niçin eşine ve çocuklarına sahip çıkmadın da cahil kaldılar?” diye soracaktır.

Eğer sen anlatamıyorsan, ona izin ver de camiye gitsin, perde arkasından hocanın vaazını dinlesin ve dinini öğrensin. Öğrendikten sonra, ilmiyle amel yapmadığı zaman da onu “Niçin bildiğinle amel yapmıyorsun? Sen de biliyorsun ki şu şöyledir, bu böyledir, namaz farzdır” diye uyarman gerekir. Çünkü bunların hepsi, kocanın görevidir.

Bir şey bilmiyorsa; sana hürmet göstermese, namaz kılmasa, oruç tutmasa, zikir yapmasa, bu onun suçu değildir. Çünkü cahildir, bir şey bilmiyor. Onun için hem öğrenmek, hem de öğretmek lâzımdır. İnsanın, İslâm dininin ahlâkını, İslâm dininde lâzım olan ilmi bilmesi gerekir.

O Mecusinin yaptığı bir hayır, onu müslüman yaptı ve dünyadan imanlı olarak ayrılmasına vesile oldu. Bu yüzden, insan daima hayırlı hasletlerin peşinde koşmalıdır. Bakarsın, ufacık bir hayırdır, fakat o hayır, Allah-u Zülcelal’in hoşuna gittiği için sana da nice iyi hasletleri nasip eder.

Orucun dereceleri

Havasın havası olan zatlar (imanın yakini ve takvada en ilerde bulunanlar), orucu üç kısma ayırmışlardır;

Birincisi; avamın (müslüman halk) orucudur ki bu, yemekten ve içmekten (ve cinsi münasebetten) kendini alıkoymaktır.

İkincisi; havassın (yakin ve takva ehli) orucudur. Bu da bütün -zahiri ve batıni- günahlardan kendini muhafaza etmektir. Bu oruç iyi, salih kimselerin orucudur.

Üçüncüsü ise; bunlardan daha iyi kişilerin orucudur. Havassın havassının orucudur ki bu oruç, Allah’tan başka hiç bir şeyi düşünmemektir.

“Hem dünya işini yapacaksın, hem de Allah’tan başka hiç bir şey düşünmeyeceksin. Bu nasıl olacak?” diye düşünülebilir. Fakat insan, her hangi bir dünya işini yaptığı zaman, onun sonunu -niyet olarak- Allah’ın rızasına götürebilmelidir.

Örneğin; çalışan bir insan “Ben çalışıyorum, çalışıp kazandığın parayla gidip yemeklik alacağım, bu yemekle de mü’min kardeşlerime iftar ettireceğim” dediği vakit, yaptığı iş, onun çalışması, Allah rızası için olmuş olur. Elin dünyada çalışıyor olsa da; kalbin Allah-u Zülcelal’e bağlanacak. İşte havassın havassının orucu böyledir. Tutulan her oruç da böyle olmalıdır.

Her insan, iyi olmak ister. Yalnız iyi olmanın da bazı sebepleri, ilaçları vardır. O ilaçları kullanmak lazımdır. Biz, o ilaçları kullandığımız zaman iyi olacağız. Bütün insanlar, Allah (cc), Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ve melekler de bizi iyilerden bilecekler. Peki, o sebepler nelerdir? Başta, günahlardan muhafaza olmaktır. Sonra, Allah’ın zikrini, ibadetini yapmak ve hizmet etmektir. İlaçlar bunlardır işte...

İnsan bunları yaptığı zaman, manevi olarak tedavi olacak, bütün insanlar da onun hakkında “Bu insan iyi bir kimsedir” diyecektir.

İnsan, kendini günahlardan muhafaza ettiği ve manevi hastalıkları kendinden giderdiği vakit ve yine; Allah’ın zikri, ibadeti ve hizmetiyle de meşgul olduğunda, Allah o kişiyi iyilerden edecek, kendisini sevecektir. Meleklerine de “Siz de sevin” diye emredecektir. Meleklere ve Cebrail’e “Gidin, (öyle yapın ki) yeryüzündeki insanlar da on sevsin” diye emredecektir.

Allah-u Zülcelal, bunları yapmayı, bize de bütün mü’min kardeşlerimize de nasip etsin, inşallah-u teâla.
Allah-u Zülcelal hepimize; bilhassa bu Ramazan Ay’ında istediği şekilde amel-i salih işlemeyi nasip etsin. (amin)
Sallallahu ala seyyidina Muhammedin nebiyyü’l ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellem.


40 Sene nafile oruç

Kırk sene üç ayların tamamında nafile oruç tutan bir kişi, bir gün bir alışveriş kuyruğunda bulunur. Dışarıdan gelen bir kişi, kuyruğa girmeden alış veriş yapmak ister ve bunda ısrar eder. O kadar ısrar eder ki, kuyrukta bulunanların sabrını taşırır.

- Neden acele ediyorsun? Diye sorarlar. O da der ki:

- Bu gün nafile oruç tutmuştum. İftar yaklaştı. Onun için acele ediyorum, deyince, kuyrukta bulunan ve kırk senedir nafile oruç tutup kimseye söylemeyen adam dayanamadı:

- Be adam, ben kırk senedir nafile oruç tutuyorum; gene de senin bu yaptığını yapmıyorum, deyince, o adam:

- Ben de kırk senedir sana bunu bir türlü söyletemiyordum. Nihayet söylettim. Ben Şeytanım, diyerek oradan uzaklaşır.