Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: MUHTASAR İLMİHAL
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Sayfa: 1 2 3 4 5 6
İÇİNDEKİLER

Önsöz
Mühim Hatırlatma
DİNİMİZ İSLAM
Din
Şerîat
ÎMAN
Îmanın Şartları
Allâhü Teâlâ'ya İman
Sıfât-ı Zâtiyye
Sıfât-ı Subûtiyye
Meleklere İman
Dört Büyük Melek
Kitaplara İman
Suhuf (Sayfalar)
Kitaplar
Peygamberlere İman
Peygamberlerin Sıfatları
Kur'an'da İsimleri Geçen Peygamberler
Peygamberimiz
Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri)
Peygamberimizi İyi Tanıyalım
Ashâb-ı Kirâm
Âhiret Gününe İman
Ecel
Kader ve Kazâya İman
İrâde-i Cüz'iyye
Kader
Kazâ
Rızık Mes'elesi
Tevekkül
Şiir
İmanın Devamının Şartları
Îmanın Koruyucu Kaleleri
Müslümanın Dikkatle Kaçınması Gereken Hususlar
Edille-i Şer'iyye
İlmin Yolları ve Bilgi Vasıtalarımız
Mezhebler
Mezheb
Amelde Hak Mezhebler
İSLAMIN ŞARTLARI
Kelime-i Şehâdet
Ef'âl-i Mükellefîn
Ef'âl-i Mükellefîn Sekizdir
Namaz
Namazın Şartları ve Rükünleri
Hadesten Tahâret
Abdest
Abdestin Farzları
Abdestin Sünnetleri
Abdestin Mekruhları
Abdesti Bozan Şeyler
Abdest Nasıl Alınır
Kadr Sûresi
Gusül
Guslün Farzları
Guslün Sünnetleri
Gusül Abdesti Nasıl Alınır
Gusül Abdesti ve Kaplama Diş Mes'elesi
Diş Doldurtma Mes'elesi
Teyemmüm
Teyemmümün Farzları
Teyemmüm Nasıl Yapılır
Mestler Üzerine Mesh
Meshin Miktarı
Meshi Bozan Şeyler
Sargı ve Yara Üzerine Mesh
Kadınlara Mahsus Haller
Hayız ve Nifas Hallerinde Yapılması Haram Olan Şeyler
Necâsetten Tahâret
İstinca, İstinka, İstibra
Setr-i Avret
İstikbâl-i Kıble
Vakit
Kerâhet Vakitleri
Niyet
Ezan ve Kaamet
Namazın Rükünleri
İftitah Tekbiri
Kıyam
Kırâat
Namazda Okunan Bâzı Sûre ve Âyetler
Fâtiha-i Şerîfe
Âyetü'l-Kürsî
İnşirah Sûresi (Elem neşrahleke...)
Fîl Sûresi (Elemtera...)
Kureyş Sûresi (Liiylafi...)
Mâûn Sûresi (Eraeytellezii...)
Kevser Sûresi (İnnâ a'taynaa...)
Kâfirûn Sûresi (Kulya...)
Nasr Sûresi (İza caa e...)
Leheb Sûresi (Tebbet...)
İhlâs Sûresi (KulhüvAllâh...)
Felak Sûresi (Kul euuzü birabbil felak...)
Nâs Sûresi (Kul Euuzü birabbinnaas...)
Namazda Okunan Bazı Dualar
Tekbir ve Sübhâneke
Tehıyyât
Salevât-ı Şerîfeler
Salevât-ı Şerîfeden Sonra Okunacak Duâ
Kunut Duâları
Rükû
Secde
Ka'de-i Ahîre
Namazın Vâcibleri
Namazın Sünnetleri
Namazın Âdâbı
Namazın Mekruhları
Namazı Bozan Şeyler
Namaz Nasıl Kılınır
Beş Vakit Namaz
Sabah Namazı
Öğle Namazı
İkindi Namazı
Akşam Namazı
Yatsı Namazı
Vitir Namazı
Sehiv Secdesi
Sehiv Secdesi'nin İcabettiği Yerler
Sehiv Secdesi'nin Yapılışı
Cuma Namazı
Cuma Namazına Niyet
Bayram Namazı
Kaza Namazları
Bazı Nâfile Namazlar
Evvâbin Namazı
Duhâ Namazı
Teheccüd Namazı
Tesbih Namazı
Tesbih Namazının Kılınışı
Cenâze Bahsi
Kefen
Cenâze Nasıl Kefenlenir
Cenâze Namazı
Cenâze Namazının Kılınışı
Mühim Hatırlatma
Kabir ve Defin
Kabir Suâli
Kabirde Suâl ve Cevapları
Kabirleri Ziyâret
Sefer Bahsi
Kur'an'daki Tilâvet Secdeleri
Kur'an-ı Kerimdeki Secde Âyetleri
Mübârek Gecelerde Yapılacak İbâdetler
Mevlid Gecesi
Regâib Gecesi
Mi'rac Gecesi
Berât Gecesi
Kadir Gecesi
Oruç
Orucun Farzları
Orucun Kısımları
Oruç Ayrıca İki Kısımdır
Orucu Bozup Sadece Kazâ İcap Ettiren Şeyler
Orucu Bozup Kazâ ve Keffâret İcâbettiren Şeyler
Oruçluya Mekruh Olan Şeyler
Orucu Bozmayan Şeyler
Sadaka-i Fıtır
Terâvih Namazı
Zekât
Öşür
Masârıf-ı Zekât
Zekâtın Verileceği Yerler
Hac
Haccın Farz Olmasının Şartları
Haccın Edasının Farz Olma Şartları
Haccın Sıhhatinin Şartları
Kurban
Kurbanın Kesilme Vakti, Şekli ve Niyet
Kurbanı Kesme Şekli
Günah Nedir ve Başlıca Günahlar
Günahlar İki Kısımdır
Başlıca Büyük Günahlar
Günah Hastalığından Kurtulmanın İlâcı: Tevbe ve İstiğfar
Ümitsizlik Doğru Değildir
Tevbenin Kabul Olmasının Şartları
Büyük İstiğfar
Nefs-i Emmâre
Cihad
Müslümanların Cemiyet İçindeki Vazifeleri
Komşu Hakkına Riâyet
Müsâfire Karşı Vazifelerimiz
Diğer İctimâî Vazifelerimiz
Bazı Dualar
Helaya Girerken Okunacak Dua
Helâdan Çıkınca Okunacak Duâ
Korkulu Bir Rüya Görünce Yapılacak Duâ
Zengin Olmak İçin
Akşam Yatarken Okunacak Duâ
Yataktan Kalkarken Okunacak Duâ
Devamında Büyük Fayda Olan Dualar
Belaya Uğramış Bir Kimseyi Görünce Okunur
Sabah Namazının Farzı ile Sünneti Arasında Okunacak Duâ
Sabah Erken Kalkmak
Salevât-ı Şerîfeler
Salât-ı Münciye
Salât-ı Fethiyye
Salât-ı Nâriye
Hatim Duâsı
Otuziki Farz
Namazın Farzları
İmânın Şartları
İslâmın Şartları
Abdestin Farzları
Guslün Farzları
Teyemmümün Farzları
Ellidört Farz
Bazı Batı Bilginlerinin Dinimiz, Kur'ân-ı Kerîm ve Peygamberimiz Hakkındaki Sözleri
Everyman's Encyclopaedia, İslâm Maddesi
J.W. von Goethe Kur'ân-ı Kerîm Hakkında Diyor Ki
Bismarck Diyor Ki
Müslüman Çocuguna Bazi Dini Sualler




Önsöz

İnsanlığı ve bütün âlemleri büyük bir hikmet ve gâye ile yaratan Allâhü Teâlâ�ya sonsuz hamd ü senâlar olsun.

Kâinata en büyük rahmet, en büyük şefaatçı ve en büyük Peygamber Muhammed Mustafâ sallallâhü aleyhi ve sellem�e, O�nun âline, ashâbına ve bütün O�na tâbi olanlara salât ve selâmlar olsun.
İlmihal, müslümanların inanç ve ibâdetle ilgili öğrenmeleri icabeden hususları bildiren ilimdir.
Peygamber Efendimiz: �İlim öğrenmek her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır�, buyurmuşlar. Kâinatın efendisinin bu mübârek sözleriyle müslümanlara farz olduğunu açıkladığı ilim, muhakkak ki, dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmalarına yarayacak olan �İlmihal� dir. İşte bunun içindir ki, her müslüman erkek ve kadının inanç ve ibâdet bakımından kendisine lâzım olan mes�eleleri öğrenmesi farzdır. �Zarûrât-i Diniyye� denilen bu mühim mevzuları öğrenip inanmadıkça insan, tam ve kâmil bir müslüman olamaz.

Bu mevzuda yazılmış küçük-büyük birçok �İlmihal� kitapları vardır. Bununla beraber, müslüman bir çocuğun temel mes�eleleri kolayca belleyip, hatırında tutabilmesine yardımcı olmak gâyesiyle bu �İlmihal�i hazırlamayı uygun bulduk.

H.A.


Mühim Hatırlatma

Muhterem okuyucu,

Elinizdeki eserde bazı sûre, âyet, ve duâlara yer verilmiş ve bunların latin harfleri ile de okunuşları konulmuştur. Bu, İslâm harflerini bilmeyenlerin, ezberlemelerine yardımcı olmak içindir. Yoksa latin harfleri ile doğru olarak ezberlemek mümkün değildir. Bu harflerle ezberleyenler, mutlaka bir hocadan düzgün okunuşu öğrenmelidirler.

Sureler Türkçelerinden okunduğu zaman aşağıdaki işaretlere dikkat edilmesi zarûrîdir:

âa: a harfi ince bir şekilde çekerek okunacak,
aa: a harfi kalın ve çekerek okunacak,
üü: ü çekerek okunacak.
ii: i çekerek okunacak,
Altı çizgili h boğazdan hırıltılı olarak çıkarılacak,
Altı çizgili s ve z harfleri peltek okunacaktır.

Din

Din: Akıl sahiplerini kendi arzu ve istekleriyle dünya ve âhirette saâdet ve selâmete ulaştıran ilâhi bir nizamdır.

Allâhü Teâlâ hazretleri, ilk insan ve ilk peygamber Âdem (aleyhisselâm)'dan itibaren insanlara peygamberleri ile dinlerini bildirmiş olup bu dinler esas itibarı ile İslâmdır. Bu ilahi dinlerin sonradan bozulup asılları kaybolduğu için Cenâb-ı Hakk, Peygamberimiz (Aleyna Ve Aleykum Selam.) vasıtasiyle hakîki dinlerin en sonuncusu ve en mükemmeli olarak bu günkü İslâm dinini bildirmiştir. İslâm dinine inanan kimseye müslüman denir. Biz de Elhamdülillah müslümanız.

Şerîat

Şerîat, din manasına geldiği gibi dinin, ibâdet ve muâmelelere ait hükümlerine de şerîat denir

ÎMAN

Îman, Peygamber Efendimiz (s.a.v) in Hazret-i Allâh tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususların tamamını kabul ve tasdik etmektir. İman, bu tasdikten ibarettir. Fakat kişinin, hayatında ve ölümünde kendisine müslüman muâmelesi yapılması için kelime-i şehâdeti dili ile söyleyip kalbi ile tasdik etmesi şarttır.

İmanın şartları altıdır. Bu altı şart aşağıda Arapça aslını ve tercümesini göreceğimiz Âmentü'de açıklanmıştır.
آمَنْتُ
بِاللهِوَمَلاَئِكَتِهِوَكُتُبِهِوَرُسُلِهِوَالْيَوْمِاْلآخِرِوَبِالْقَدَرِخَيْرِهِوَشَرِّهِمِنَاللهِتَعَالَىوَالْبَعْثُبَعْدَالْمَوْتِحَقٌّ
اَشْهَدُاَنْلاَاِلهَاِلاَّاللهُوَاَشْهَدُاَنَّمُحَمَّدًاعَبْدُهُوَرَسُولُهُ

Âmentü billâhi ve melâaiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'lmevti hakkun eşhedü en lâa ilâhe illallâah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.

Mânâsı:

Ben Allâhü Teâlâ'ya ve onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allâhü Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şehâdet ederim ki, Allâhü Teâlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) onun kulu ve Peygamberidir.



Îmanın Şartları

1. Allâhü Teâlâ'ya inanmak,
2. Meleklerine inanmak,
3. Kitaplarina inanmak,
4. Peygamberlerine inanmak,
5. Âhiret gününe inanmak,

Kadere; hayir ve serrin Allâh'tan olduguna, öldükten sonra dirilmenin hak olduguna inanmaktir.
Imanin bu alti sartindan birini kabul etmeyen, hepsini inkâr etmis sayilir. Meselâ, imanin bes sartini kabul edip, âhirete inanmayan kimse müslüman olamaz.

Allâhü Teâlâ'ya İman

Îmanın altı şartından birincisi, Allâhü Teâlâ'ya imân etmektir. Şöyle ki; Allâhü Teâlâ vardır. Onun zâtı, bütün kemâl sıfatları ile muttasıf (Yani, bütün güzelliklere eksiksiz olarak sahip), bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve uzaktır.

Hz. Allâh'ın sıfatları, sıfât-ı zâtiyye ve sıfât-ı sübûtiyye olmak üzere iki kısımdır.

Sıfât-ı Zâtiyye

Hz. Allâh'in Sifât-i Zâtiyyesi 6'dir:

1. Vücud: Var olmak.
2. Kidem: Evveli olmamak; ezelî olmak.
3. Bekâ: Sonu olmamak; ebedî olmak.
4. Vahdâniyet: Birlik. Zâtinda ve sifatlarinda tek olup, ortagi yoktur
5. Muhâlefetün lilhavâdis: Sonradan olanlara hiç benzememek.
6. Kiyam binefsihi: Var olmasinda baska bir seye muhtaç olmamak.
Sıfât-ı Subûtiyye

Allâhü Teâlâ'nin Sifât-i Sübûtiyesi sekizdir:

1. Hayat: Diri olmak. (Allâhü Teâlâ diridir ve dirilticidir.)
2. Ilim: Bilmesi olmak. (Allâhü Teâlâ her seyi, hattâ kalblerde gizlenen niyetleri dahi bilir.)
3. Semi: Isitmesi olmak. (Allâhü Teâlâ her seyi isitir.)
4. Basar: Görmesi olmak. (Allâhü Teâlâ; karanlik gecede, kara tasin üstünde, kara karincanin yürüdügünü görür ve ayaginin sesini isitir.)
5. Irâdet: Dilemesi olmak. (Yani irâde sahibidir ki, diler ve ne dilerse onu diledigi gibi yapar.)
6. Kudret: Gücü her seye yeter olmak. (Allâhü Teâlâ her seye kaadirdir.)
7. Kelâm: Konusmasi olmak. (Allâhü Teâlâ'nin harf ve sese muhtaç olmadan söylemesi demektir.)
8. Tekvîn: Yoktan var etmek, meydana getirmek, yaratmak.

Meleklere İman

Îmanın ikinci şartı meleklere inanmaktır.
Melekler nurdan yaratılmış, istedikleri sûret ve şekillere girebilen rûhânî ve latif varlıklardır.
Meleklerde erkeklik ve dişilik yoktur. Onlar, emrolundukları şeylerde Allâh'a isyan etmezler. Yorulup usanmazlar. Yemek, içmek gibi ihtiyaçları yoktur. Kimi gökte, kimi yerde, kimisi de Arş'ta vazifelidirler. Sayılarını ancak Allâhü Teâlâ bilir. İçlerinden dört büyüğü meleklerin peygamberidir.


Dört Büyük Melek

1. Cebrâil (Aleyna Ve Aleykum Selam.): Cenâb-i Hakk'in kitaplarini peygamberlere getirmeye, yâni vahye memur, Allâh ile resülleri arasinda bir vâsitadir.
2. Mîkâil (Aleyna Ve Aleykum Selam.): Bir kisim hâdiselerin; Meselâ rüzgârlarin, yagislarin, hubûbatin ve bitkilerin meydana getirilmesine memurdur.
3. Isrâfil (Aleyna Ve Aleykum Selam.): Sûrun üfürülmesi, kiyâmet gününün meydana gelmesi ve insanlarin kiyâmette tekrar dirilmeleri hususlarina memurdur.
4. Azrâil (Aleyna Ve Aleykum Selam.): Öleceklerin ruhlarini almaya memurdur.

Ayrica her insanda, vazifeli 384 melâike vardir. Bunlardan, Kirâmen Kâtibîn ve Hafaza melekleri insan ne yaparsa onu yazmakla vazifelidirler.

Kitaplara İman

Îmanın üçüncü şartı kitaplara inanmaktır.

Cenâb-ı Hakk, kendi irâdelerini, emirlerini, nehiylerini, hikmetlerini kullarına bildirmek için zaman zaman peygamberlerine kitaplar indirmiştir. Bu kitapların tamamına ilâhî kitaplar denir.

Cebrâil (Aleyna Ve Aleykum Selam.) vâsıtası ile peygamberlere vahiy olarak gönderilen kitap ve suhufun (sayfaların) adedi 104'tür.

Suhuf (Sayfalar)

10 Suhuf, ÂDEM aleyhisselâm'a,
50 Suhuf, ŞİT aleyhisselâm'a,
30 Suhuf, İDRİS aleyhisselâm'a,
10 Suhuf, İBRAHİM aleyhisselâm'a, gönderilmiştir ki, tamamı 100 sahifedir.
Kitaplar

1. Tevrat, Mûsa aleyhisselâm'a,
2. Zebur, Dâvud aleyhisselâm'a,
3. Incil, Isa aleyhisselâm'a,
4. Kur'ân, Peygamberimiz MUHAMMED Aleyhisselâm'a, gelmistir. Kur'anin gelmesiyle ilk üçünün hükmü kaldirilmistir. Kur'an-i kerim 114 sûre, 6666 âyettir. Iki durak arasina bir âyet denir. Kur'an'in bir harfi bile degismemistir. Dünyadaki bütün Kur'an'lar aynidir. Kur'an-i Kerim kiyâmete kadar Allâh'in himâyesinde olup degismeyecektir

Peygamberlere İman

Îmanın dördüncü şartı peygamberlere inanmaktır.

Peygamberler, Cenâb-ı Hakk'ın, şerîatını, emirlerini, yasaklarını, haberlerini kullarına bildirmek için gönderdiği müstesna zatlardır. Peygamberler insanları, Allâh'a şirk koşmak ve puta tapmak gibi dalâletlerden kurtarmaya, inananları hem dünyada hem de âhirette saâdete erdirmeye vesiledirler. İnsanların akılları gerçek kurtuluş yolunu bulmakta yetersiz olduğundan Hazreti Allâh, kullarının ebedî saadeti için peygamberler göndermiştir. Peygamberler, Allâh tarafından mûcizelerle kuvvetlendirilmişler; Allâh'ın izni ile bir çok hârikulâde yani eşi görülmemiş ve olamaz diye bilinen şeyler, onların elinde kolayca olmuştur.

İlk insan ve ilk peygamber Âdem aleyhisselâm'dır. İşte bunun içindir ki, yaratılışı itibariyle üstün bir varlık olan insanın, aslı, bazı yanlış düşünenlerin iddiâ ettiği gibi maymun değil; yine insandır. Esasen “İnsanın aslı maymundur” diyenlerin bu bâtıl iddiâsını asrımızın inkişaf eden ilmi ve fenni de kökünden çürütmüştür. Hiç şüphesiz bilinmelidir ki, bizim aslımız maymun değil; Cennetten gelme, tertemiz, Hazreti Âdem ile Hazret-i Havvâ'dır.

Peygamberlerin Sıfatları

Peygamberler hakkinda bilinmesi vâcip ve zarûri olan sifatlar bestir.

1. Sidk: Peygamberler dogrudurlar. Asla yalan söylemezler.
2. Emânet: Emindirler. (Her hususta kendilerine inanilir.)
3. Teblig: Hz. Allâh'in emir ve yasaklarini hiç noksansiz ve çekinmeden teblig ederler.
4. Fetânet: Son derece zekîdirler.
5. Ismet: Mâsumdurlar; günah islemekten uzaktirlar.
Bizim Peygamberimizin diger peygamberlerden ayri bes vasfi daha vardir:

1. Bütün peygamberlerden efdâldir (Üstündür).
2. Bütün insanlara ve cinlere gönderilmistir.
3. Peygamberler silsilesinin son halkasi (Hâtemü'l-Enbiyâ) yâni son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir.
4. Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmistir.
5. Serîati, kiyâmete kadar devam edecektir.


Kur'an'da İsimleri Geçen Peygamberler

Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan Peygamberimize kadar bir rivâyete göre 124 bin, diğer bir rivâyete göre ise 224 bin peygamber gelmiştir. Bunlardan ancak 28 tanesinin isimleri Kur'ân-ı Kerim'de zikredilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de adları geçen ve bilinmeleri vâcip olan peygamberlerin mübârek isimleri şunlardır:

1. Âdem 8. İsmâîl 15. Hârûn 22. Zekeriyya
2. İdris 9. İshâk 16. Dâvûd 23. Yahyâ
3. Nûh 10. Yâkûb 17. Süleyman 24. Îsâ
4. Hûd 11. Yûsüf 18. Yûnus 25. Üzeyr*
5. Sâlih 12. Eyyûp 19. İlyas 26. Lokman*
6. İbrâhîm 13. Şuayb 20. Elyesa 27. Zülkarneyn*
7. Lût 14. Mûsâ 21. Zülkifl

28. Hazret-i Muhammed. (Aleyhimüsselam)

* Bu üç mübârek zâta evliya diyenler de vardır.
Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri)

Peygamberimiz'in kendisinden itibaren, Hz. İsmâil'in sülalesinden olan Adnan'a kadar baba sülâlesi şöyledir:

Hz.Muhammed, Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilab, Mürre, Kâab, Lüey, Gaalib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Meaad, Adnan.

Peygamberimizin anne cihetinden sülâlesi:

Hz. Muhammed, Amine, Vehb, Abdimenaf, Zühre, Kilâb.

Peygamberlerin her hususta en üstün, en büyük olanı, şüphesiz bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)'dır. Peygamberimizden evvel gönderilen peygamberlerden çoğu, belli bir topluluğa, bir şehir veya köy halkına gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz ise bütün insanlığa, bütün mahlûkâta yani, onsekiz bin âlemin tamamına rahmet olarak gönderilmiştir. Onun İnsanlığa nasıl ve ne büyük bir rahmet olduğunu anlamak için, dünyaya gelmezden evvelki insanlığın haline bir bakmak lâzımdır:

Bilindiği gibi, Fahr-i Âlem Efendimizin teşrifinden önce bütün dünyada her bakımdan kötülüklerin ve karışık-lıkların hüküm sürdüğü bir fetret devri mevcuttu. O günün insanları her türlü bid'at ve sapıklık içinde âdeta yüzüyordu. İnsanlık, hak, adâlet ve medeniyetten uzak, korkunç bir vahşetin girdabına gömülmüştü. Fuhuş ve eşkiyalık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yürümüştü. Öyle ki, kimin kime gücü yetiyorsa o, diğerinin malına, canına, ırzına tecâvüz ediyor, elinde nesi varsa alıyordu. Hattâ bir kısım insanlar hurâfe ve bâtıl inançlarla hareket ederek kendi kız çocuklarını çukurlara gömüyor, öldürüyorlardı. Vahşet ve ahlâksızlığa öylesine dalmışlardı ki; bir kadını birkaç erkek ortaklaşa alabiliyordu. Ayrıca kadının cemiyette hiç değeri yoktu. Para ile alınıp satılabilen basit bir eşya muâmelesi görüyordu. İnsanlar, birbirlerine diş bileyen düşman gruplar halinde kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan dâvâları almış yürümüştü. İnsanlığın bu halini Şair Mehmed Akif şu iki mısraında ne güzel tasvir ediyor:

„Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi “

İşte böyle bir devirde Resûl-i Ekrem Efendimiz, (sallallâhü aleyhi ve sellem) Mekke-i Mükerreme'de, Milâdın 571'inci senesi Rebîulevvel ayının 12'inci gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler.

Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine nübüvvet ve şerîat verilmezden evvel bile, elinde bir çok hârikalar zuhur etmişti. „Emrolunduğun gibi dosdoğru ol“ ilâhi emrine tam mânâsıyla uyduğu için, hayatının her kademesinde sadakat ve doğruluğun canlı bir örneği olmuştur.

O her türlü riyâ ve yalandan uzaktı. Devrinde kimse kimseye itimad edemez ve güvenemezken, herkes ona inanıyor, ona itimat ediyor, ihtilâfa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne râzı oluyorlardı.

Onu inkâr eden düşmanları bile, onun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyâdan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. onda gördükleri eşsiz ahlâk ve yüksek seciyeyi takdir eder, ona “ Muhammedü'l-Emin” (Emniyetli Muhammed) derlerdi.

İşte, âlemlere rahmet Efendimiz, cihânın böylesine zulmetle dolu olduğu bir devirde gelmiş, bâtıl inançları kaldırmış, iman ve İslâm nûru ile âlemi karanlıktan kurtarmış, insanlığa dünya ve âhiret saâdetinin anahtarlarını vererek, hakîki medeniyet yolunu göstermiştir.

Bugün, İslâm tarihini tarafsız şekilde tetkik eden birçok müsteşrik (doğu bilimcisi gayri müslim) bile, Peygamberimizin yüksek mertebesini, güzel ahlâkını ve insanlık için gerçekten rahmet ve en büyük kurtarıcı olduğunu kabul etmeye mecbur kalmış, ona hayranlık duymaktan kendilerini alamamışlardır.

Muhammed Esad tarafından tercüme edilen bir eserde meşhur İngiliz filozofu T. Karlayl şöyle diyor:

„Hazret-i Muhammed (s.a.v.) riyâdan tamamen uzak olduğundan onu severim... Hazret-i Muhammed 'i tartacak, beşerde bir terâzi de yoktur. O, tartılmayacak kadar ağır ve büyüktür“

İnsaf sahibi gayr-i müslimler, Peygamberimize bu derece hayranlık duyar, alâka ve muhabbet gösterirse, onun ümmeti olan bizlerin, ona nasıl bir sevgi ve hürmetle bağlanmamız gerektiğini düşünmek lâzımdır.

Burada şunu da ilâve edelim ki, Peygamberimiz dün-yayı şereflendirdikten sonra, daha önce gelmiş Peygamberlerin tasarrufları ve getirdikleri şerîatların hükmü kalmamıştır. Hakkaniyet ve hükümranlık sadece bizim Peygamberimize âittir. Onun içindir ki, Peygamberimiz bir ara Hazret-i Ömer'in elinde mensuh Tevrat sahifelerini görünce ona âdeta çıkışarak:

“Siz de Yahûdi ve Hıristiyanlar gibi bana verilen nübüvetten, bana indirilen Kur'ân'dan şüphe ve tereddüt mü ediyorsunuz? Vallâhi, Tevrat kendine indirilen Mûsa Peygamber (şu anda) hayatta olsa idi, bana tâbi olmaktan başka hiç bir kudreti olamazdı.” buyurarak bu gerçeği ifade etmişlerdir.

Binâenaleyh, bâtıl dinler ve bilhassa kesif hıristiyanlık propagandasına rağmen, iyi bilinmelidir ki, devrimizde ne İncil'in, ne Tevrat'ın hükmü vardır. Asrımızda ve kıyâmete kadar tasarruf ve hükümranlık, ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)'ya aittir.
Peygamberimizi İyi Tanıyalım

Gerek dünya ve âhirette şerefli, faziletli ve iyi insan olabilmek; âlemlere rahmet olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa'yı (s.a.v.) iyi bilmek, iyi anlamak ve ona hakîki ümmet olmakla mümkündür. Bir insan, Peygamberimizi bilmedikten, tanımadıktan, sevmedikten sonra hiçbir şeyle şerefli ve faziletli olamaz.

Peygamberimizin adı Muhammed, babasının adı Abdullah, annesinin adı Âmine'dir. Ana rahminde yedi aylık iken babası vefat etmiştir. Milâdî 571 senesi Nisan ayının yirminci gecesine tesadüf eden, Rebîulevvel ayının onikinci (Pazartesi) gecesi sabaha karşı Mekke'de doğmuştur. Doğduğu zaman hiçbir çocuğa benzemiyordu. Onda gözüken peygamberlik nûru, bakan gözleri kamaştırıyordu.

Dört yaşına kadar süt annesi Halîme'nin yanında kaldı. Sonra âilesine teslim edildi. Altı yaşında iken annesi Âmine vefat etti. Dedesi Abdü'l-Muttalib onu yanına aldı. Fakat annesinden iki sene sonra, sekiz yaşında iken de dedesi vefat etti. Bu defa da amcası Ebû Talib'in yanında kaldı.

Peygamberimizin çocukluk ve gençlik zamanları, bekârlık-evlilik devirleri, hâsılı bütün hayatı hiç bir insana nasip olmayan fazilet ve kemâlât ile geçmiştir.

Yirmibeş yaşında Hadicetü'l-Kübrâ vâlidemiz ile evlendi. Hiç bir zaman putlara tapmadı. Çocukluğundan beri onları hiç sevmezdi. Hazret-i İbrahim aleyhisselâm'ın dini üzere Allâh'a ibâdet ederdi. Zaman zaman Mekke'nin yanında bulunan Hira dağına gider, Allâh'ın kudret ve büyüklüğünü düşünürdü. Allâh'ın kendisine tâ ezelde ihsân ettiği aşk ile muhabbet denizine açılır, kalbinde yanan tevhid nurunun pırıltıları içinde Allâh'ı zikrederdi.

Peygamberimiz yine bir gün, Hira mağarasında kendisine hâs lâhûti âleme dalmışken, Cebrâîl aleyhisselâm Allâh'ın emri ile ona peygamberlik vazifesini bildirmeye geldi. İnsanlığın kurtarıcısı, Allâh'ın sevgilisi Hazret-i Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem'e:

“ - Oku!” dedi. Peygamberimiz:
“ - Ne şey okuyayım? ” dedi. Cibrîl-i Emîn:
“ - Oku!” diye tekrar etti. Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Cibrîl-i Emîn, Peygamberimizi tutup mübârek göğsünü üç defa sıktı. Böylece Peygamberimize mânevî bir ameliyat tatbik edilmiş oldu. Ve Peygamberimiz büyük bir mûcize olarak birden okumaya başlayıverdi. Melek üçüncü emri verdi. Ve ilk olarak vahy olunan âyeti okudu. Âyetin yüksek meâli şu idi:
“ - Seni yoktan var eden, tedrîcen terbiye edip büyüten, kemâle ulaştıran Rabbi'nin ism-i şerîfi ile oku. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku! O çok kerîm olan Rabbinin hakkı için ki, O, kalemle tâ'lim etti; insana bilmediğini öğretti.”

Böylece Hazret-i Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)'e Peygamberlik vazifesi verildi. Kur'ân-ı Kerîm, yirmi üç senede tamam oldu. Onüç sene insanları Mekke'de hak yola dâvet etti. Büyük meşakkatlar ve ızdıraplar çekti. Her şeye sabredip Allâh'ın varlığını, birliğini yaymaya çalıştı. Sonra Medîne-i Münevvere'ye hicret etti. On sene de orda peygamberlik vazifesini bütün gücü ile yerine getirmeye çalıştı. İnsanlara insanlığı öğretti, medeniyeti belletti. Karanlık gönülleri İslâm'ın nuru ile aydınlattı. Böylece vazifesini tamamladı. Altmış üç yaşında vefat etti. İnsanlık âlemine de hidâyet rehberi olan Kur'ân-ı Kerîm'i ve sünnet-i seniyyesini tavsiye ve emânet etti.

Salât sana, selâm sana ey Allâh'ın Resûlü. Seni hakkı ile bilen ve öven âlemlerin Rabbı Allâhü Teâlâ'dır. Sen Rahmeten lil'âlemînsin. İns ü cinnin peygamberisin. Sen Hâtemü'l-Enbiyâ'sın. Sen “Levlâke Levlâk, lemâ halaktü'l-eflak” hitâb-ı izzetinin muhatabısın. Sen Muhammed Mustafa'sın (sallallâhü aleyhi ve sellem).
Ashâb-ı Kirâm

Ashab, Peygamber Efendimizi bir kere bile olsun iman gözüyle görüp, sohbetinde bulunan müslümanlardir. Ashâb'in hepsi çok büyük derece sahibidirler. Çünkü onlar, Peygamberimizi gözleriyle görmüs, en zor zamanlarda onun etrafinda kenetlenip mallariyla, canlariyla Iman ve Islâm'in yayilmasi için cihâd etmisler, büyük gayretler göstermislerdir. Böylece Peygamberimizin en büyük teveccühünü kazanmislardir. Hepsi de tepeden tirnaga adetâ nur hâline gelmislerdir.

Ulvî dinimizin yayilmasinda onlar önderlik etmislerdir. Bu devirde bir insan tek basina bütün dünyayi fethetse, dünya dolusu altin tasadduk etse, yine de ashâbin en küçügünün mertebesine erismesi mümkün degildir. Biz müslümanlar, Ashâb-i Kirâmin hepsini sevmek, saymak ve hepsine hürmet etmekle mükellefiz. Onlarin aralarinda meydana gelen bazi ihtilaflârdan dolayi, hiç birinin aleyhinde tek kelime söyleyemeyiz. Zira onlar müctehiddir ve ictihadla hareket etmislerdir. Onlardan birinin aleyhinde konusan insanin imani zayiflar, dini çok büyük zarar görür. O insan inancini düzeltmedikçe aslâ kâmil bir mü'min olamaz.

Ashab iki kisimdir:

1. Muhacirîn,
2. Ensâr.
Muhacirîn, mallarini, mülklerini birakarak Allâh rizâsi için Mekke'den Medîne'ye hicret eden Mekke'li müslümanlardir.

Ensâr ise, Medîne'nin yerlisi olan müslümanlardir. Medîne'ye hicret eden müslüman kardeslerine, Allâh rizâsi için bütün varliklariyla yardimda bulunmuslardir. Her iki zümre de Allâh rizâsi için yaptiklari bu hareketlerinden dolayi çok büyük sevap ve derece kazanmislardir.

Peygamberlerden sonra insanlarin en büyügü Ashâb-i Kirâm'dir. Ashâbin da en büyügü sirasiyla Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali'dir. (Radiyallâhü anhüm).
Âhiret Gününe İman

İmanın beşinci şartı âhiret gününe inanmaktır.

Sûr'un üflenmesi, bütün ölülerin dirilip kabirlerinden kalkması, amel defterlerinin kendilerine verilmesi ve mahşer meydanında toplanıp suâl ve hesaba çekilmesi ile mizan, şefâat, sırat, kevser, cennet ve cehennem gibi âhiret hayatına ait hususlara inanmaktır.

Âhiret, bu dünyadan sonraki sonsuz hayattır. Allâhü Teâlâ, bu dünyayı ve bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. İsrafil Aleyhisselâmın birinci sûru üfürmesiyle kıyâmet kopup bütün canlılar ölecek, dünya ve dünya dışındaki her şey parçalanıp yok olacaktır. İkinci sûrun üflenmesi ile de mahlûkât yeniden dirilerek hesap vermek için mahşer yerine toplanacaklardır. Mahşerde Allâh'ın huzurunda bütün yaratıklar yaptıklarından hesâba çekilecek, en ince teferruatına kadar hesap verecekler, haklı, haksızdan hakkını alacaktır. Hesap işi bittikten sonra, iyiler Cennet'e, kötüler Cehennem'e girecektir. Cennet'e girecek olan insanların bir kısmı orada Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini göreceklerdir. Âhirete inanmayan, Allâh'a ve peygambere da inanmamış olur.


Ecel

Ecel, İnsanın mukadder (Allâh tarafından yazılıp kararlaşmış) olan ömrünün nihâyetine denir. Ecel geldiği zaman, ne bir dakika ileri gider ne de bir dakika geri kalır. İnsan her ne sebeple ölürse ölsün, eceli ile ölmüş olur.

Kader ve Kazâya İman

Îmanın altıncı şartı kadere inanmaktır.

(Kader ve kaza meselesi bazan zor anlaşıldığından, kolay kavrayabilmek için, önce insandaki irâde-i cüz'iyye'yi izah edelim.)

İrâde-i Cüz'iyye

İrâde-i cüz'iyye: Cenâb-ı Hakk'ın kuluna verdiği mahdut bir salâhiyet ve tercih hakkıdır. Fakat ehemmiyeti pek büyüktür. Zira insan, irâdesini hayra sarf ederse Mevlâ hayrı, şerre sarf ederse şerri yaratır. Bu itibarla insan, Cenneti de, Cehennemi de bu irâde ile kazanır. Evet, Hâlık (Yaratıcı) yalnız Cenâb-ı Hakk'tır. O dilemezse, o yaratmazsa hiç bir şey olmaz. Şu kadar ki, kul kâsib yani isteyip çalışan, Mevlâ ise Hâlik yani yaratan'dır.

İnsana verilen irâde-i cüz'iyye otomobilin direksiyonu gibidir . İnsan direksiyonu ne tarafa çevirirse otomobil o tarafa gider. Bu sebeple, isyan içinde olan bir kimse, “Ben ne yapayım Allâh böyle dilemiş, böyle yaratmış” deyip mes'uliyeti üzerinden atıp sıyrılamaz. Evet, Allâh dilemiştir ama, kulun irâdesi ve çalışması bu yolda olduğu için dilemiştir. Zâten kulda, böyle bir irâde-i cüz'iyye yâni tercih hakkı olmasaydı, Cenâb-ı Hakk kuluna imtihan fırsatı vermemiş, onu hayra veya şerre zorlamış olurdu. Halbuki Cenâb-ı Hakk kuluna zorla bir günahı yaptırıp, sonra da cezalandırmaktan münezzehtir.

Bâzı kimseler, “Ezelde bâzılarının rûhu secde etmiş, bâzılarının etmemiş; işte ezelde rûhu secde etmeyenler kâfir gider.” derler. Aslâ böyle bir şey yoktur. Bu iddiâ insanın itikadını kökünden sarsar. Ezel itiraz yeri değildir. Orada isteyerek veya istemeyerek herkes secde etti. Cenâb-ı Hakk, ruhları imtihana çekerek, “Elestü birabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)” diye sorduğunda bütün ruhlar istisnâsız olarak, “Belâ (Evet Rabbimizsin Yârabbi)” diye ahid verdiler.

Yine bâzı yanlış düşünenler diyorlar ki: “Sen ne yaparsan yap, Allâh dilediğine hidâyeti dilediğine dalâleti halkeder.” Bu düşünce de aslâ doğru değildir. Bu husustaki Âyet-i Kerîmeyi çokları yanlış tefsir ve izah ediyor. Üstâzım, Hocam Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri bu husustaki Âyet-i Kerîmeyi: “Allâh, hidâyeti isteyip, hidâyeti dileyenlere hidâyeti; dalâleti isteyip, dalâleti dileyenlere de dalâleti halkeder” diye tefsir ve izah ederlerdi.

Ayrıca bu mevzuu izah ederken derlerdi ki: “Ezelde Ahmed Cennetlik, Mehmed Cehennemlik diye zât ve şahıs üzerine bir hüküm yoktur. Ancak elbiseler biçilmiş; (İman elbisesi, itâat elbisesi, nur elbisesi) şu elbiseleri giyenler cennetliktir denilmiş; ayrıca küfür, isyân, zulmet elbiseleri biçilmiş, bunları giyenler de Cehennemliktir denilmiştir. Kul, irâde-i cüz'iyyesiyle bu elbiseleri seçmekte tamâmen serbest bırakılmıştır. Binâenaleyh, insan irâde-i cüz'iyyesiyle bunlardan hangisini seçer ve giyerse oraya gider.”

Kul bütün fiillerinden kendisi mes'ul olduğuna göre artık kula lâzım gelen isyan etmek değil, mukadderâta boyun eğmek ve başa gelene râzı olmaktır. Bununla beraber görünür görünmez belâlardan bizi koruması ve ömrümüzü sıhhat ve âfiyet içinde geçirmemiz için Cenâb-ı Hakk'a yalvarmak da üzerimize düşen mühim bir vazifedir. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, "Sadaka vermek belayı defeder, ömrü uzatır" buyurmuşlardır.

Kader

Kader, ezelden ebede kadar hayır ve şer (iyi kötü) meydana gelecek bütün hâdiseler hakkında Cenâb-ı Hakk'ın kendi ilmi icabı bilip takdir buyurmasıdır.

Kazâ

Kazâ, Cenâb-ı Hakk'ın ezelde takdir buyurduğu hâdiselerin, zamanı gelince ilim ve irâdesine uygun olarak meydana gelmesidir.

Rızık Mes'elesi

Rızık, Allâhü Teâlâ'nın, hayat sahiplerine gıdalan-maları için verdiği ve onların da yediği şeylerdir. Lâkin insan kendi öz irâdesi ile rızkını helâl veya haram yollardan kendisi seçer ve Allâhü Teâlâ da o yoldan verir. İşte bunun için, rızkını helâlden talep etmeyip haram yiyenler irâde ve ihtiyarlarını kötüye kullandıklarından kendileri mes'uldürler.

Rızka değil, Rezzak'a yani rızkı verene bağlanmak lâzımdır. Her canlının rızkını veren Rezzak-ı Âlem olan Hz. Allâh'dır. Ona inanmak ondan istemek gerekir. Zira, onun hazinesi büyüktür, sonsuzdur. Ona hakîki bir imanla bağlananlar sıkıntı çekmezler. Fakat, Rezzâk olan Allâh'ı unutup da rızka bağlı kalanlar çok sıkıntı çekerler ve hüsrandan kurtulamazlar.

Tevekkül

Tevekkül, maksada erişmek için, maddî ve mânevî sebeplerin hepsini yerine getirdikten sonra, neticesini Allâh'dan beklemektir. Kişi şâyet beklediğine ulaşamazsa, üzülmemeli; "Hakkımda belki bu daha hayırlıdır" diyerek, kaderine râzı olmalıdır. Çünkü, Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk, "Siz birşeyi seversiniz, onun için çalışır ve onu elde etmek istersiniz, fakat bilmezsiniz ki, onun sonunda sizin için şer vardır. Yine siz birşeyi sevmezsiniz, hoşunuza gitmez ve istemezsiniz, fakat bilmezsiniz ki, sizin için onun sonunda hayır vardır" buyuruyor.

Şiir

Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
Sebepler halk eder Hâlik, kerem bâbın kapatmaz ya.
Benim Hakk'a münacâtım değildir rızk için hâşâ
Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya.
Erzurumlu İbrahim Hakkı
İmanın Devamının Şartları

Dünyada insan için birinci derecede lüzumlu olan imandir. Her insan iman etmek ve bu imani âhirete götürmekle mükelleftir. Bunun için de, bütün müminlerin asagidaki hususlara dikkat etmesi lâzimdir:

1. Gaybe inanmak. Gayb, bes duyu ile anlasilamayan seylerdir. Allâh, melek, Cennet, Cehennem ve cin gibi.
2. Helâlin helâl olduguna inanmak. Yâni helâl seylere haram dememek.
3. Haramin haram olduguna inanmak. Yâni haram olan seylere helâl dememek. Meselâ: Bira dahil alkollü içkilere, faize ve diger haram olan seylere helâl dememek.
4. Dâima Allâh'dan korkmak.
5. Mukaddesâta (Islam'in mukaddes saydigi seylere) hürmetkâr olup hafife almaktan kaçinmak.
6. Allâh'in rahmetinden ümidini kesmemek.
7. Kâfiri kâfir bilmek, mü'mini mü'min bilmek. Meselâ: Bir kimse, sözle, yaziyla veya fiilen din düsmanligi yapan birine müslüman dese dinden çikar.
Ayrica, dine hizmet eden ve dini yaymaya çalisan iman sahiplerine de kâfir diyen, yine dinden çikmis olur.
8. Allâh'a mekân izâfe etmemek. Meselâ, Allâh göktedir demek insani dinden çikarir.
9. Kur'ân'a süphesiz inanmak. Meselâ, Kur'anin eksik veya fazla oldugunu söylemek, Cebrâil hata etti demek, insani dinden çikarir.
manın Koruyucu Kaleleri

Îman, mü'minin kalbinde Allâh'in yaktigi bir mes'ale, bir nurdur. Bunun koruyucu kaleleri, çerçevesi, surlari ise, asagidaki sekilde görülecegi gibi farzlar, vâcibler, sünnetler, müstehablar, mendublar ve nâfilelerdir.


Îman, bu ibâdetlerle çerçevelenip kale içine alinarak korunur. Imani koruyan bu kaleleri yikanlar yani, farzlari, vâcibleri, sünnetleri terk edenler, imanlarini kolay kolay muhafaza edemezler.

Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mendûb ve nafilelerin târifleri ilerideki sayfalarda gelecektir.
Müslümanın Dikkatle Kaçınması Gereken Hususlar

1. Ehl-i Sünnete uymayan bozuk i'tikatlar,
2. Ameli terk etmek,
3. Niyette ve islerinde dogruluktan ayrilmak,
4. Günahta israr etmek,
5. Islâm ni'metine sükrü terk etmek,
6. Îmansiz gitmekten korkmamak,
7. Baskalarina zulmetmek,
8. Sünnet üzere okunan ezana icâbet etmemek,
9. Dine aykiri olmayan yerlerde, Anne ve babasina âsi olmak,
10. Çok yemin etmek.
11. Namazi hafife almak, tadîl-i erkâni terk etmek,
12. Haram olan içkileri içmek,
13. Müslümanlara eziyet vermek,
14. Velî olmadigi halde velilik iddiasinda bulunmak,
15. Günahini unutmak,
16. Kendini begenmek, kendisini çok âlim görmek,
17. Koguculuk ve giybet etmek,
18. Mümin kardesine hased etmek, çekememek,
19. Ülü'l-emre itaat etmemek,
20. Bir adama, tecrübe etmeden, iyi veya kötüdür diye pesin hükümde bulunmak,
21. Yalan söylemek,
22. Dîni ögrenmekten kaçinmak,
23. Erkeklerin kadinlara, kadinlarin erkeklere benzemeye çalismasi,
24. Din düsmanlarina sevgi beslemek,
25. Hakîki din âlimlerine düsman olmak.
Sayfa: 1 2 3 4 5 6