05-05-2006, 17:07
:rose:Evlerinin yakınındaki alışveriş merkezinin kafeteryasında buluşmak üzere vermişti randevusunu… Hep öyle yapardı… Çünkü akülü tekerlekli sandalyesiyle rahatça girebildiği en yakın mekân orasıydı.
Çağın yeni ve göz kamaştıran icadı, internet vesile olmuştu tanışmalarına… Ama bu sefer daha ilk cümlede engelli olduğunu, tekerlekli sandalye kullandığını söylememişti. Bunu dürüstlük adına yapsa da toplumun genel öğretileri sebebi ile insanlar bunu doğru algılayamıyorlardı. Söylediğinde “sanal” ortamın dışında bile asla aşamadığı “arkadaşlık” eşiğine bile erişemeden başlamadan bitiyordu.
“Bu sefer de böyle yapayım, bakalım ne olacak” diyerek engeli dışında bütün detayları anlatmıştı ona… Anlattıkları dikkat çekmiş olacak ki, genç kız, “seni beğendim” demekten kendini alamamıştı.
İnternet ortamında günler hatta haftalar boyu süren muhabbetin ardından artık birbirlerini “gerçek” ortamda görmelerinin vakti gelmişti. Gerçi, kamerası vardı ikisinin de ve görüntülü ve sesli görüşebiliyorlardı ama bunun, içinde bulundukları “sanal” ortamı “gerçeğe” dönüştüremeyeceğini biliyorlardı.
***
Genç adam, her zaman yaptığı gibi on dakika erken geldi randevu yerine ve her zamanki gibi kafeterya girişinde “onu” gözleri kapıda, beklemeye başladı. İçinde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Çünkü ilk defa “engeli” araya girmeden konuştuğu bir genç kız, onu görecekti. Bu çok farklıydı; bunu o da biliyordu. Tepkisi ne olurdu, ne derdi, nasıl davranırdı?
Sorular yumak halinde zihninde dolaşırken, delikanlının “boncuk gözlü” adını taktığı genç kız, o incecik endamıyla kapıda görünüverdi. Onu tanımıştı… Arabası ile ona doğru hareket edip elini uzattı:
“-Merhaba; hoş geldin boncuk gözlü, ben Adil…”
Genç kız şaşkın, tereddüt etse de uzattı elini… O da Adil`i tanımıştı.
“Oturalım mı?” diyerek yol gösterdi Adil, hiçbir şey olmamış gibi… Onu ve gözlerindeki sıcak ama bir o kadar da şaşkın ifadeyi görünce heyecanı kaybolmuştu.
Sakince oturdular… Kısa bir sessizliğin ardından Adil konuşmaya başladı:
“-Bir açıklama yapmam gerektiğinin farkındayım ama önce birşeyler söyleyelim. Ne içersin Yeşim?”
Yeşim, yüzünde hala asılı duran şaşkın ve tereddütlü ifadeyle “çay” diyebildi.
Adil çayları söylerken, Yeşim aceleyle söze girmek istedi. Konuşurken dudaklarının titremesine mani olamıyordu:
“-Çok şaşırdım… Hem de çok… O benimle konuşan… Sözleriyle, şiirleriyle, davranışıyla, yaklaşımıyla, paylaşımıyla bana hayat veren… Hayata bu kadar bağlı, şair ruhlu, sevgi dolu adam… ”
Yeşim daha fazla devam edemedi. Titreyen dudakları ve nemlenen boncuk gözlerini, kafeteryanın penceresinden uzak ufuklara kaçırdı.
“-Evet, o benim… Hem de ta kendisiyim Yeşim… Şaşırmakta haklısın, ama yorum yapmadan önce beni dinlemeni isterim…“
Genç kız, boncuk gözlerini genç adama çevirerek “neden?” diye sorar gibi baktı. Yudumladığı çay, boğazında düğümleniyordu. Genç adam, sevgisiyle sonsuza akmak istediği yeşil gözlerin derinlerine, en derinlerine bakarak o sonsuzluktan derin bir nefes alıp konuşmaya başladı, zira bu, uzun bir konuşma olacaktı:
«-En başta söylemeliyim ki, engelimi sana bugüne kadar söylemememin sebebi, bunu hem önemsemeyişim, hem de senin önemsemeni istemeyişimdi. Kimbilir, belki bunu söylediğimde birçokları gibi daha o an benimle olan irtibatını kesecek, ya da buraya gelmeyecektin. Ya da gelsen bile “hoşlandığın bir erkek” ile değil, “egzantrik, ilginç bir tip” ile buluşmaya gelecektin. En kötüsü de bu ya… Bugüne kadar tanıdığın “hakiki Adil`i” asla göremeyecektin, görmek için çaban bile olmayacaktı. Ama şimdi, beni olması gerektiği gibi yani “önce bir insan, sonra bir erkek” olarak tanıyan güzel ve hoş bir insan var karşımda… Hatırlarsan, “bu kadar güzel şeyler söyleyip sonra beni bırakma, olur mu?” diye sormuştun bana; ben de sana “aynı şeyi, ben de senden istiyorum” demiştim. Ben seni geleceğime yazmayı arzu ediyorum Yeşim… Âşık mıyım; bilmiyorum… Çünkü ben beşeri anlamda aşkın, ani bir heyecan değil paylaştıkça oluşan, kopkoyu bir emek isteyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Seninle birçok şeyi paylaşabileceğime inanmasam zaten burada olmazdım. Duygu olaraksa, hep seven bir Adil vardı hayatım boyunca… Seven ve sevmekten vazgeçmeyen… Lisedeyken “âşık olduğumu” hissederdim. Öyle biri yoktu, ama ben aşkı hissederdim içimde, aşkı yazardım. Bedene bürünmemiş bir aşktı benimkisi… Zamanı geldiğinde içimde gezinen ve beni mutlu ve verimli kılan bu ruhu, “eşim” olacak kadar beni sevebileceğine inandığım insana verecektim. İşin bu safhasında hep sarpa sardı bu gayretlerim… Ama dediğim gibi, herkes önce bu bedeni gördüğü için, o ruhu, o sevdayı göremediler. Bu yüzden, benim sevdam hep ıssızdı ve “ıssız” kaldı. »
***
Uzun uzun konuştu Adil… Yeşim, hiçbir kalıba sokamadığı bu insanı dinlerken içinde bulunduğu durumun karışıklığı ile baş etmeye çalışıyordu… Seviyorum deyip ansızın gidiverenleri hatırladı bir an…Çevresindeki bir alışverişten öte bir anlamı olmayan sahte birliktelikleri düşündü. Oldum olası sahte duygulardan kaçmıştı. Her şeye rağmen, ansızın kalbine düşüveren duyguların sahibinin tekerlekli sandalyedeki bedenine bakıp şaşırmaktan kendini alamıyordu. Bırakın bir engelliye aşık olmayı, o güne kadar hiç engelli tanıdığı, arkadaşı, hatta akrabası bile olmamıştı. Duygular doğru, fakat beden yanlıştı. Olamazdı, olmamalıydı. Ama olmuştu işte… O, karşısındaydı. İçi ürperiyordu. Dokunsalar ağlayacaktı sanki…
Adil, genç kızın ellerini tutmayı düşündü, ama yapamadı. Çünkü, yüreğini yüreğinde hissediyordu artık, onu ağlarken görmeye dayanamayacaktı.
Yeşim, kendini toparlamaya çalıştı:
“-Düşünmem gerek… Hem de çok çok düşünmem… Başka söyleyecek kelime bulamıyorum Adil… Ben seni arayacağım…”
Çaylarını içip kalktılar. Kafeteryanın kapısında vedalaşırken Yeşim, boncuk gözlerini kısarak, kaynağını yüreğinden alan bir tebessüm eşliğinde “kendine iyi bak Adil… Görüşmek üzere…” dedi.
Kafeteryadan çıkarlarken, genç kızın elinde, delikanlının hediye ettiği üzerinde “Issız Bir Sevda” yazan bir şiir kitabı vardı. Delikanlıysa yolun sonunda gözden kayboluncaya kadar, sevdasının sahibi olmasını istediği insanı takip etti.
Alper Şirvan
Çağın yeni ve göz kamaştıran icadı, internet vesile olmuştu tanışmalarına… Ama bu sefer daha ilk cümlede engelli olduğunu, tekerlekli sandalye kullandığını söylememişti. Bunu dürüstlük adına yapsa da toplumun genel öğretileri sebebi ile insanlar bunu doğru algılayamıyorlardı. Söylediğinde “sanal” ortamın dışında bile asla aşamadığı “arkadaşlık” eşiğine bile erişemeden başlamadan bitiyordu.
“Bu sefer de böyle yapayım, bakalım ne olacak” diyerek engeli dışında bütün detayları anlatmıştı ona… Anlattıkları dikkat çekmiş olacak ki, genç kız, “seni beğendim” demekten kendini alamamıştı.
İnternet ortamında günler hatta haftalar boyu süren muhabbetin ardından artık birbirlerini “gerçek” ortamda görmelerinin vakti gelmişti. Gerçi, kamerası vardı ikisinin de ve görüntülü ve sesli görüşebiliyorlardı ama bunun, içinde bulundukları “sanal” ortamı “gerçeğe” dönüştüremeyeceğini biliyorlardı.
***
Genç adam, her zaman yaptığı gibi on dakika erken geldi randevu yerine ve her zamanki gibi kafeterya girişinde “onu” gözleri kapıda, beklemeye başladı. İçinde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Çünkü ilk defa “engeli” araya girmeden konuştuğu bir genç kız, onu görecekti. Bu çok farklıydı; bunu o da biliyordu. Tepkisi ne olurdu, ne derdi, nasıl davranırdı?
Sorular yumak halinde zihninde dolaşırken, delikanlının “boncuk gözlü” adını taktığı genç kız, o incecik endamıyla kapıda görünüverdi. Onu tanımıştı… Arabası ile ona doğru hareket edip elini uzattı:
“-Merhaba; hoş geldin boncuk gözlü, ben Adil…”
Genç kız şaşkın, tereddüt etse de uzattı elini… O da Adil`i tanımıştı.
“Oturalım mı?” diyerek yol gösterdi Adil, hiçbir şey olmamış gibi… Onu ve gözlerindeki sıcak ama bir o kadar da şaşkın ifadeyi görünce heyecanı kaybolmuştu.
Sakince oturdular… Kısa bir sessizliğin ardından Adil konuşmaya başladı:
“-Bir açıklama yapmam gerektiğinin farkındayım ama önce birşeyler söyleyelim. Ne içersin Yeşim?”
Yeşim, yüzünde hala asılı duran şaşkın ve tereddütlü ifadeyle “çay” diyebildi.
Adil çayları söylerken, Yeşim aceleyle söze girmek istedi. Konuşurken dudaklarının titremesine mani olamıyordu:
“-Çok şaşırdım… Hem de çok… O benimle konuşan… Sözleriyle, şiirleriyle, davranışıyla, yaklaşımıyla, paylaşımıyla bana hayat veren… Hayata bu kadar bağlı, şair ruhlu, sevgi dolu adam… ”
Yeşim daha fazla devam edemedi. Titreyen dudakları ve nemlenen boncuk gözlerini, kafeteryanın penceresinden uzak ufuklara kaçırdı.
“-Evet, o benim… Hem de ta kendisiyim Yeşim… Şaşırmakta haklısın, ama yorum yapmadan önce beni dinlemeni isterim…“
Genç kız, boncuk gözlerini genç adama çevirerek “neden?” diye sorar gibi baktı. Yudumladığı çay, boğazında düğümleniyordu. Genç adam, sevgisiyle sonsuza akmak istediği yeşil gözlerin derinlerine, en derinlerine bakarak o sonsuzluktan derin bir nefes alıp konuşmaya başladı, zira bu, uzun bir konuşma olacaktı:
«-En başta söylemeliyim ki, engelimi sana bugüne kadar söylemememin sebebi, bunu hem önemsemeyişim, hem de senin önemsemeni istemeyişimdi. Kimbilir, belki bunu söylediğimde birçokları gibi daha o an benimle olan irtibatını kesecek, ya da buraya gelmeyecektin. Ya da gelsen bile “hoşlandığın bir erkek” ile değil, “egzantrik, ilginç bir tip” ile buluşmaya gelecektin. En kötüsü de bu ya… Bugüne kadar tanıdığın “hakiki Adil`i” asla göremeyecektin, görmek için çaban bile olmayacaktı. Ama şimdi, beni olması gerektiği gibi yani “önce bir insan, sonra bir erkek” olarak tanıyan güzel ve hoş bir insan var karşımda… Hatırlarsan, “bu kadar güzel şeyler söyleyip sonra beni bırakma, olur mu?” diye sormuştun bana; ben de sana “aynı şeyi, ben de senden istiyorum” demiştim. Ben seni geleceğime yazmayı arzu ediyorum Yeşim… Âşık mıyım; bilmiyorum… Çünkü ben beşeri anlamda aşkın, ani bir heyecan değil paylaştıkça oluşan, kopkoyu bir emek isteyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Seninle birçok şeyi paylaşabileceğime inanmasam zaten burada olmazdım. Duygu olaraksa, hep seven bir Adil vardı hayatım boyunca… Seven ve sevmekten vazgeçmeyen… Lisedeyken “âşık olduğumu” hissederdim. Öyle biri yoktu, ama ben aşkı hissederdim içimde, aşkı yazardım. Bedene bürünmemiş bir aşktı benimkisi… Zamanı geldiğinde içimde gezinen ve beni mutlu ve verimli kılan bu ruhu, “eşim” olacak kadar beni sevebileceğine inandığım insana verecektim. İşin bu safhasında hep sarpa sardı bu gayretlerim… Ama dediğim gibi, herkes önce bu bedeni gördüğü için, o ruhu, o sevdayı göremediler. Bu yüzden, benim sevdam hep ıssızdı ve “ıssız” kaldı. »
***
Uzun uzun konuştu Adil… Yeşim, hiçbir kalıba sokamadığı bu insanı dinlerken içinde bulunduğu durumun karışıklığı ile baş etmeye çalışıyordu… Seviyorum deyip ansızın gidiverenleri hatırladı bir an…Çevresindeki bir alışverişten öte bir anlamı olmayan sahte birliktelikleri düşündü. Oldum olası sahte duygulardan kaçmıştı. Her şeye rağmen, ansızın kalbine düşüveren duyguların sahibinin tekerlekli sandalyedeki bedenine bakıp şaşırmaktan kendini alamıyordu. Bırakın bir engelliye aşık olmayı, o güne kadar hiç engelli tanıdığı, arkadaşı, hatta akrabası bile olmamıştı. Duygular doğru, fakat beden yanlıştı. Olamazdı, olmamalıydı. Ama olmuştu işte… O, karşısındaydı. İçi ürperiyordu. Dokunsalar ağlayacaktı sanki…
Adil, genç kızın ellerini tutmayı düşündü, ama yapamadı. Çünkü, yüreğini yüreğinde hissediyordu artık, onu ağlarken görmeye dayanamayacaktı.
Yeşim, kendini toparlamaya çalıştı:
“-Düşünmem gerek… Hem de çok çok düşünmem… Başka söyleyecek kelime bulamıyorum Adil… Ben seni arayacağım…”
Çaylarını içip kalktılar. Kafeteryanın kapısında vedalaşırken Yeşim, boncuk gözlerini kısarak, kaynağını yüreğinden alan bir tebessüm eşliğinde “kendine iyi bak Adil… Görüşmek üzere…” dedi.
Kafeteryadan çıkarlarken, genç kızın elinde, delikanlının hediye ettiği üzerinde “Issız Bir Sevda” yazan bir şiir kitabı vardı. Delikanlıysa yolun sonunda gözden kayboluncaya kadar, sevdasının sahibi olmasını istediği insanı takip etti.
Alper Şirvan