13-05-2006, 12:11
Toplumu ayakta tutan, huzur ve asayişi sağlayan temel kaidelerden birisi de karşılıklı olarak haklara saygıdır, dokunulmazlıklara riâyettir. Rasûl-i Ekrem (s.a.) veda hutbesinde şöyle buyurmuştur: «Şu şehrinizde, şu ayınız içinde bu gününüz ne kadar muhterem, mukaddes ise mallarınız, namus ve şerefleriniz, kanlarınız da öyle haramdır, dokunulmazlıkları vardır!»
Bu dokunulmazlıkların önemini ve şümulünü göstermek, hadisi daha iyi anlamamıza yardım edecektir.
1 — Namus ve şerefe dokunmak:
Buraya kadar zikrettiğimiz alay, gıybet, ayıp arama, sû-i zan yasakları, namus ve şerefi koruma cümlesinden sayılan tedbirlerdir. İftira ve özellikle iffete iftira da bunların başında gelir.
«İffetli, habersiz mümin kadınlara zina isnad edenler dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış olduklarına şahidlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır...» (en-Nûr: 24/23-24)
«İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenler şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar.» (el-Ahzâb: 38/58) mealindeki âyetler, iftiranın, namus ve şereflere dil uzatmanın çirkinliği, ağırlığını apaçık ortaya koymaktadır. İffete iftiranın (kazf) cezası yalnızca âhirette değildir; dünyada da maddi, manevi cezası vardır. (Mukayeseli İslâm Hukuku'nun «ceza hukuku» bölümüne bakınız.)
2 — Hayatın dokunulmazlığı:
Müslümanların ve onlarla savaş halinde olmayan gayr-i müslimlerin hayatı İslâmın teminatı altındadır; hiçbir kimse ona son veremez.
«Kim bir kimseyi —öldürdüğü kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan— öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları kurtarmış olur...» (el-Mâide: 5/32)
Bir toplumda can güvenliği yoksa yalnız ferdler değil, bütün toplum huzursuz ve ölüme mahkûm demektir; şu halde öldürme olayı bir amme meselesi ve davasıdır.
«Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir» (en-Nisa: 4/93)
Birinci ayet bütün insanlar, bu âyet ise özellikle müminler içindir.
Ayetleri destekleyen, açıklayan hadisler de vardır:
«Dünyanın yok olup gitmesi, Allah yanında, bir müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir. (Nesâi. K. et-Tahrim. 2; Tirmizi, K. ed-Diyât. 7.)
Eğer öldürme olayı bir müdafaa sonucu olmayıp, iki tarafın katıldığı kavga sonunda meydana gelmişse, sorumluluk da ortakdır:
«İki müslüman birbirine silah çekip saldırınca cehennemin kenarına gelmiş olurlar; biri diğerini öldürünce ikisi de oraya girer.
— Katili anladık; öldürülen niçin giriyor ya Rasûlullah?
— O da diğerini öldürmek istemişti.!» (Buhârî, K. el-Fiten, 7; Müslim, K. el-Birr, 126, K. el-Fiten, 16.) Bir başkasının hayatına son vermek haram olduğu gibi, kendi canına kıymak da haramdır; çünkü hiçbir kimse hayatını satın alarak ona mâlik olmamıştır; hayat Allah'ın emânetidir; onu alma hakkı yalnızca O'na aittir.
«...Kendinizi öldürmeyin; şüphesiz Allah size acımaktadır» (en-Nisâ: 4/29) mealindeki âyet —insan ne kadar acı çekerse çeksin— intiharı menetmektedir; çünkü ölüm insan için daha hayırlı hale gelince insana —kendinden daha merhametli olan— Allah onun hayatına son verecektir.
«Hak etmedikçe —Allah'ın haram kıldığı— cana kıymayın» (el-En'âm: 6/151) mealindeki âyet, bazı durumlarda insanın ölümü hak edeceğini, ancak bu durumda toplumun —adalet müessesesi vâsıtasıyle— onun hayatına son verebileceğini ifade etmektedir:
a) Kısas: Birisini haksız yere öldüren ölüm cezasına çarptırılır: «Sizin için kısasta hayat vardır» (el-Bakara 2/179)
b) Hadd: Evli olan kimsenin, dört kişi fiil halinde görecek kadar açık zina yapması ölüm cezasına sebep teşkil eder.
c) İrtidâd: İslama girdikten sonra ondan çıkarak küfrünü açıklamak.
Bir hadis bu üç istisnayı bir arada ihtiva etmektedir: «Şu üç şeyden biri sebebiyle olmadıkça müslümanın kanı helâl olmaz: Cana karşı can, evli zinakâr, dinini terkedip cemâatten ayrılan.» (Buhâri, K. ed-Diyât, 6; Müslim, K. el-Kasame, 25, 26.)
3 — Mal dokunulmazlığı:
İslâm özel mülkiyeti, kişilerin mal mülk sahibi olmalarını —helal kazanç, hibe, miras gibi meşru yollardan elde edilmiş olmak şartıyle— caiz görmüş, mülkiyet hakkını korumak için tedbirler almıştır. Bu tedbirler sosyal adaleti temin ve ceza tedbirleri olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Sosyal adalet:
Sosyal adaletten maksad toplumun her ferdine fırsat eşitliği tanımak ve herkesin insana yaraşır şekilde yaşama imkânlarını temin etmektedir. Bu, İslâm devletine vazife olarak verilmiştir. Ayrıca zekât, nafaka, yardımlaşma, faizsiz borç verme, vakıf ve hayır müesseseleri de bu tedbirler arasında anılmaya değer. (Sosyal adalet mevzuu için Seyyid Kutup, M. Ebû-Zehra, Sibâi, Y. Kardâvi'nin eserlerine bakınız.)
Ceza tedbiri:
Bir kimseyi, özel mülkiyet düşmanlığına sevkeden haklı sebepleri ortadan kaldırıp sosyal adaleti temin ettikten sonra sıra ceza müeyyidesine gelir. Mal dokunulmazlığı ile ilgili müeyyidelerin hem maddi, hem de manevi olan çeşitleri vardır:
a) Hırsızlık ve gasp:
Hırsızlık ve gasp haram kılınmış, hırsızlık suçuna karşı ağır cezalar konmuştur. (el-Mâide: 5/38)
b) Haksız kazanç:
Bir başkasının malına, meşru olmayan, rızasına dayanmayan yollarla el uzatmak yasaklanmıştır. (en-Nisa: 4/29)
c) Rüşvet:
Haksız bir menfaat sağlamak üzere selâhiyetli kişilere menfaat sağlamak şeklinde tarif edebileceğimiz «rüşvet» yasaklanmış, alan, veren ve aracı olan lanetlenmiştir. (Tirmizi, K. el-Ahkâm, 9; Ebü-Dâvûd, K. el-Akdıye,4.)
«İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile günah işleyerek ele geçirmek için iş başındakilere yedirerek mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin» (el-Bakara: 2/188)
İş başındakilere ve selâhiyet sahiplerine verilen hediyelerin de büyük bir kısmı rüşvet sayılmıştır. Zekât vb. tahsildarları hediyelerle döndükleri zaman Hz. Peygamber (s.a.) evlerinizde otursaydınız bu hediyeler size verilir miydi? buyurarak bunların rüşvet mahiyetinde olduğunu bildirmiştir. (Buhâri; Hadisin metin mânası şöyledir «Bu hediyeler gelsin diye anasının evinde otursa ya!» K. el-Hayl, 15; el-Ahkâm 41; Müslim, K. el-İmârah, 28.)
Rüşvet almayı caiz kılan hiçbir sebep yoktur. Ancak rüşvet vermeye iki durumda ruhsat verilmiştir.
aa) Bir haksızlığı (zulmü) önlemek veya kaldırmak için başka çare yoksa:
ab) Bir hakkı ele geçirmek için başka bir yol bulunamazsa. (İbn el-Hümân, Fethu'l-Kadir, (Kitâbu-edebi'l-Kadî. C. V, s. 455 vd.)
d) İsraf:
Husûsi mülkiyet hakkının bir sınırlamasına da israf mefhumunda raslıyoruz. Servet kimin olursa olsun onda toplumun da hakkı vardır (milli servet mefhumu); bir âyet bunu apaçık ifade etmektedir.
«Allah'ın sizi koruyucu kılmış olduğu (ayakta durmanıza sebep kıldığı) mallarınızı, beyinsizlere vermeyin, kendilerini bunların gelirleriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin» (en-Nisâ: 4/5). Bu âyet sefihler, malını korumasını bilmeyenlerle ilgilidir. Mal onlarındır, mutlak özel mülkiyet anlayışına göre onlar da mallarını diledikleri gibi sarfedebilirler. Ancak İslâmın mülkiyet anlayışı buna müsait değildir, bu noktada toplumun, ferdin mâli tasarruf hürriyetine müdahale hakkı vardır.
İsrafın şümulü:
İsrafın ölçüsü nedir? Hangi türlü harcamalar, vermeleri israf sayılır?
aa) İslâmın haram kıldığı harcamaların israf olduğunda şüphe yoktur; içkiye, kumara, uyuşturucu maddelere, altın ve gümüş kap kaçağına yapılan harcamalar gibi.
ab) Kişiye ve başkalarına, maddi-manevî hiçbir faydası olmayan harcamalar.
aç) Başkalarına muhtaç hale gelecek kadar ölçüsüz bağışlar ve harcamalar, (el-İsrâ 17/26, 29; el-Bakara: 2/219)
e) Bulunmuş eşya (Lukata):
Fıkıh kitaplarının «Lukata» bölümünde, kaybolmuş, yitirilmiş canlı veya cansız şeyleri bulan kimsenin ne yapacağı, nasıl davranacağı konusu ele alınmış, mülkiyeti koruyan tedbirler getirilmiştir.
Bu konuda ne yapılacağına ışık tutan hadisler vardır:
Birisi Rasûlullah'a gelerek bulunmuş eşyayı sordu; şöyle buyurdular:
«Onun kabını, bağını belleyip aklına yerleştir, sonra bir sene onu etrafa duyur, sahibi çıkar gelirse (verirsin), aksi halde o sana kalır.
— Kayıp koyun hakkında ne dersiniz?
— O ya senin, ya kardeşinin yahut da kurdundur.
— Kayıp deve?
— Senin onunla ne işin var? Onun su kabı da var, sağlam pabuçları da var; sahibi onu buluncaya kadar suya gelir (içer) ağaçlardan yer (karnını doyurur). (Buhari, K. el-Lukata. 2-4. 9; Müslim. K. el-Lukata. 1. 2, 6-7.)
Hz. Câbir şöyle demiştir:
«Rasûlullah (s.a.) deynek, kamçı, ip gibi şeyleri bulan kimsenin onlardan bizzat faydalanmasına izin vermiştir.» (Ebû-Dâvûd, K. el-Lukata, 1.)
Bunlar ile benzeri hadislerden ve İslâm hukukunun umûmi prensiplerinden bulunmuş eşya hakkındaki hükümler şöylece tesbit edilmiştir:
aa) Yitik malı almak:
Yolda izde görülen sahipsiz bir malı almak mubah, mendup, vacip ve haram hükümlerine tâbi tutulmuştur:
Olduğu gibi bırakıldığı takdirde zayi olmayacağı, meselâ bir başka güvenilir kimsenin alacağı bilinen bir yitik malı alıp almamak serbestir (mubahtır.)
Olduğu yerde bırakıldığı takdirde zayi olması ihtimâli bulunan şeyi, sahibini bulup teslim etmek niyetiyle almak menduptur; dinde teşvik edilmiştir.
Zayi olması ihtimali kuvvetli veya kesin ise onu, iyi niyetle almak gereklidir (vaciptir).
Kendine maletmek üzere yitik malı alıp götürmek haramdır.
Sahibini bulunca vermek üzere alınıp götürülen yitik mal, bulanın bir ihmal ve kusuru olmaksızın zayi olsa bunu sahibine ödemesi gerekmez; çünkü mal emânet hükmündedir. Ancak kendine mal etmek üzere alıp götürmüş de o da zayi olmuş ise, sahibine ödemek (tazmin) mecburiyetindedir.
Bulan kimse dilerse yitik malı alıp muhafaza eder ve sahibini bulmak için gerekeni yapar; dilerse —emin olduğu takdirde— resmi makamlara teslim eder.
ab) Şahit tutmak ve etrafa duyurmak:
Bir kimse bir şeyi bulunca önce bulduğuna dair birkaç kişiyi şahit tutacaktır. Eğer şahit tuttuğu takdirde kötü niyetli bir kişinin malı elinden alması ihtimali varsa bundan vazgeçebilir. Şahit tutmak birkaç kişiye «bende bulunmuş bir mal var, arayan olursa bildirin» demekle yerine getirilmiş olur.
Etrafa duyurmaya gelince: Tercihan eşyanın bulunduğu yer civarında, çarşı, pazar, cami gibi yerlerde, önce sık sık, sonra haftalık, aylık ve altı aylık aralarla «bir şeyin bulunduğunu ilan» suretiyle yapılır. İlan müddeti en çok bir senedir. Eşyanın önem derecesine, sahibinin arama ihtimaline göre bu müddet ayarlanır.
aç) Sahibinin çıkması ve çıkmaması:
Yitik malın sahibi çıkar ve gerçekten malın sahibi olduğu kanaatini verirse malı kendisine teslim edilir.
İlan müddeti dolduğu halde sahibi çıkmazsa bulan kimse:
Saklamaya devam edebilir;
Fukaraya sadaka olarak verebilir;
Kendisi fakir ise bizzat faydalanabilir;
Resmi makamlara teslim edebilir.
Yitik malın sahibi ne zaman çıkarsa çıksın malını veya (malı tüketilmiş ise) bedelini alma hakkına sahiptir.
ad) Bazı noktalar:
Ehli hayvanlar ile alıştırılmış güvercin, keklik vb. yitik mal kabul edilir.
Tarla, bağ, bahçe gibi yerlerden mahsul toplandıktan sonra geride kalan tek tuk mahsulü başaklamak (toplamak) caizdir. Ancak bunlar toplandıktan sonra malın sahibi gelip isterse vermek gerekir.
Irmak ve derelerde akıp gelen meyva, sebze ve kereste olmayan odun vb.ni alıp faydalanmak caizdir.
Ayakkabısı, başörtüsü değiştirilen kimse bunun yanlışlıkla yapıldığı kanaatinde ise, kendisine bırakılan, yitik eşya gibidir. Hırsızlık maksadıyla yapıldığını anlarsa bırakılandan istifâde edebilir. (Ö. N. Bilmen, H. İ. ve lstılâhat-ı Fıkhiyye, Kamusu C. VI, a. 40-65; S. Sabık, Fıkhu's-sünneh, C. III, s. 258-265; H. K. Mukayeseli İslâm Hukuku, C. III. s. 55, 105.).