05-11-2006, 15:03
Doğan
Cüceloğlu' nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki
konuşma:
Ben:
Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katılımcılardan Biri:
Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.
B: Ne güzel! Peki, bana,
istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına
geleceği garanti bir şey söyler misiniz? Cevap neredeyse otomatik olarak
çıkar:
K:
Ölüm.
B:
Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan
tek şeydir.
Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan
sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların
tümünün
başına
gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül
bir hastalığım olduğunu göstermez mi? Katılımcılar burada sessizce,
başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir
hastalığım olduğu da
açıktır. Şu şekilde devam ederim:
Peki, ne zaman öleceğimizi
biliyor muyuz?
K:
Hayır
B: Şu saniye içinde
olma olasılığı var mı?
K: Var.
B:Yarın?
K:Evet.
B: 30 yıl
sonra?
K:
Olabilir.
B: Peki bunlardan
hangisinin sizin başınıza geleceğini bili yor musunuz? Mesela bu
akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz? Sınıf sessizce
dinlemeye
devam
eder. Çünkü genellikle yaşama böyle hiç bakmamışlardır. Sözümü
sürdürürüm:
B: Peki bir de tersini
düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ
salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir
garanti?
K: Yoktur
hocam.
B: Peki nereden
biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve evdekilerden
birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini? Katılımcılar burada
rahatsız olmaya başlarlar.
K: Hocam
konuyu değiştirsek?
B:
Ama en yalın
ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence.
Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz
kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu
bilseydiniz, o zamanı aynı dün
gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
K: Kesinlikle çok
farklı geçerdi Hocam.
B: Şimdi
sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi
kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin
gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı
iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular,
tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi
gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun
boynuna sarılmakta
tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit
ayırırdınız?
ona "yüreğinizin taa derininden gelen bir "seni gerçekten çok
seviyorum" demeye ne gerek
var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması
sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı? Burada bazı
katılımcıların ağladığı
olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar
anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
B: Şimdi gözlerinizi
açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar
gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda
karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "şimdi kalbini
kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?" diye kendi
kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz.. Yarattığımız kırgınlıkları
tamir etme olanağımız
>>gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?
Cüceloğlu' nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki
konuşma:
Ben:
Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katılımcılardan Biri:
Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.
B: Ne güzel! Peki, bana,
istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına
geleceği garanti bir şey söyler misiniz? Cevap neredeyse otomatik olarak
çıkar:
K:
Ölüm.
B:
Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan
tek şeydir.
Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan
sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların
tümünün
başına
gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül
bir hastalığım olduğunu göstermez mi? Katılımcılar burada sessizce,
başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir
hastalığım olduğu da
açıktır. Şu şekilde devam ederim:
Peki, ne zaman öleceğimizi
biliyor muyuz?
K:
Hayır
B: Şu saniye içinde
olma olasılığı var mı?
K: Var.
B:Yarın?
K:Evet.
B: 30 yıl
sonra?
K:
Olabilir.
B: Peki bunlardan
hangisinin sizin başınıza geleceğini bili yor musunuz? Mesela bu
akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz? Sınıf sessizce
dinlemeye
devam
eder. Çünkü genellikle yaşama böyle hiç bakmamışlardır. Sözümü
sürdürürüm:
B: Peki bir de tersini
düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ
salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir
garanti?
K: Yoktur
hocam.
B: Peki nereden
biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve evdekilerden
birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini? Katılımcılar burada
rahatsız olmaya başlarlar.
K: Hocam
konuyu değiştirsek?
B:
Ama en yalın
ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence.
Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz
kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu
bilseydiniz, o zamanı aynı dün
gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
K: Kesinlikle çok
farklı geçerdi Hocam.
B: Şimdi
sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi
kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin
gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı
iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular,
tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi
gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun
boynuna sarılmakta
tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit
ayırırdınız?
ona "yüreğinizin taa derininden gelen bir "seni gerçekten çok
seviyorum" demeye ne gerek
var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması
sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı? Burada bazı
katılımcıların ağladığı
olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar
anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
B: Şimdi gözlerinizi
açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar
gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda
karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "şimdi kalbini
kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?" diye kendi
kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz.. Yarattığımız kırgınlıkları
tamir etme olanağımız
>>gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?