Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: Deniz Fenerinin Aşkı
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Deniz Fenerinin Aşkı
Bir Denizfeneri.. Okyanusla sonsuza dek komşu. Okyanusun mu ona daha çok ihtiyacı var yoksa, denizfeneri mi okyanus için vazgeçilmez bir sevgili?

Gündüzleri, denizfeneri isyanlarda... Çünkü yanıbaşındaki biricik sevgilisi gözlerinin önünde güneşle ihtirasla sevişmekte. Hep gece olsun ister, sevgilisi ona kalsın, yalnız onda bulsun gecedeki renginin güzelliğini... Denizfeneri, küçücüktür okyanusa göre ama güneşin aşkından daha büyüktür aşkı okyanusa...

Geceleri ise denizfeneri, mutluluklar peşindedir, gecenin esrarengiz sessizliğinde. Her ışık turunda çıldırır denizfeneri zevkten, adeta danseder okyanusun en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir denizfeneri, gece sadece o ve okyanus vardır sınırlı görüş gizliliğinde.

Gündüzleri denizfeneri bir hiçtir bütün aldatmalara şahit olarak. Güneş ise gece olunca bu hissi göremez.. Gece, denizfeneri ile okyanusun aşkının dansedişine güneş şahitlik yapmaz..

Gün bitiminde ve başlangıcında teslim ederler sevgili okyanuslarını birbirlerine güneş ve denizfeneri.

Güneşin okyanusla arasına giren bir engel vardır kimi zaman, bu işkencedir güneşi küçülten. Bulutlardır, bu hain, gündüz aşkında güneşe okyanusu göstermeyen. Güneş ise tüm gücüyle savaşır okyanusa ulaşmak için. O kadar yaklaşır ki, bulutlara bulutlar, yoğunlaşır, yoğunlaşır ve gökyüzü ağlamaya başlar okyanus hasretinden hesapsızca titrer.

Okyanus bütün damlaları özlemle kucaklar, her damla onu güneşine daha çok yaklaştırmaktadır. Gökyüzü ağlar, ağlar ta ki son damlası bitene kadar. Okyanus damlalarla büyür büyür büyüklüğüne daha hacim katarak aşkının sevgi damlalarıyla. Bilmezdi okyanus, her yağmurla sevgisini ona iletmek isteyen bir güneşinin olduğunu. Her yağmur yağdığında okyanus kızar güneşine gündüz onu terkettiğini düşünür, hırçınlaşır, dalgalanır öfkesinden bilemez güneşinin ona ulaşmak için savaştığını.

İntikamını denizfenerinden alır okyanus, onun neden gündüz sevgilisi olmadığını defalarca kamçılayarak sorar denizfenerine. Dalgalarını büyütür, cevap alamayınca denizfenerinden.. Denizfeneri onu teselli edemez, çünkü o sadece gece vardır gerçek gecededir onun için. Ağlayamaz denizfeneri, ağlamayı deliler gibi istesede, gözyaşları yoktur, ulaşmak istesede ulaşamaz gündüz sevgilisine. Çaresizdir denizfeneri, sadece bir dilek geçirir içinden rüzgarâ yalvarır "bulutları kaçır buradan" diye,güneşin çıkması sevgilisine sevgi dolu ışıklarını göndermesini diler.

Okyanusunun mutluluğunu ister hesapsızca... Çünkü tek mutluluğu budur denizfenerinin. Ağlayamaz, gündüz ona ulaşamaz, konuşamaz hislerini okyanusuna. Her okyanusun sahilinde bir denizfeneri vardır. Her gece denizfenerleri gemilere okyanusa olan aşkını haykırırlar, ümitsizce, yarınlarını hiç düşlemeden...Ve her gece hikayelerini anlatmak için gemileri beklerler sonsuz gecelerde...
Denizle Randevu
Deniz ...Yaradan’ın kainat kitabındaki harikalarından sadece biri. İnsan aklının idrak edemeyeceği kadar muhteşem , uçsuz bucaksız ve inanılmaz. Sırlarla dolu bir dünya.

Denizin benim için manası bambaşka. Bu duygunun ne olduğunu bilmiyorum , adını koyamıyorum. Sevgilim mi acaba deniz benim? Dert ortağım mı , sırdaşım mı ?Kaderdaşım mı ? Yoksa bana yardım etmek isteyen dilsiz bir dost mu ? Bendeki adını koyamadım ama onu çok özlediğime göre deniz çok şey benim için.

Belki de gönlüme çok benzediği için seviyorum denizi. Kimi zaman durgun , sessiz, kendi halinde. Kimi zaman da dalga dalga coşan , kabaran ürkütücü. Kimi zaman bütün sevgilere açık vefalı bir dost; kimi zamanda yanına dahi yaklaşmaya korktuğumuz bir canavar. İşte böyle kabardığım , dolup dolup taşmak istediğim zamanlar denize koşarım.

Kendimle olmak denizle dertleşmek istediğim bir günün akşamında kendimi Kartal sahilinde buldum. Uzun süre yürüdüm . Denize baktım baktım . Sanki bana , Yine mi geldin ? Şimdi ne istiyorsun ? diyordu. Önce sitemli ve isteksizce baktı bana. Sonra beni dinlemeye başladı. Beynimdeki herşeyi bir film şeridi gibi aktardım ona ağzımı bile açmadan. Beni bunaltan şeyleri al uzaklara götür dedim. Beni hafiflet, bana ümit ver neşe ver. Yoksa yeni bir güne başlayacak gücüm kalmayacak.

Mavi sular beni dinledi mi bilmiyorum, anlattıklarım bitince çay içmek için oturdum. Çevremdeki insanlara baktım. Acaba hep böyle gülüyorlar mıydı?Acaba mutlu muydular ? Gülmek mutluluk muydu ? Ben neden gülemiyordum , neden ağlamak istiyordum ? Neden ağlamak istiyordum hala, deniz beni dinlememiş miydi ?

Bu düşüncelerimden bir çocuğun sesiyle sıyrıldım. Ayakkabılarını boyayayım mı abla diyordu. Ne kadar çok ihtiyacı vardır kimbilir diye düşündüm. Ona ayakkabılarımı boyama ama gel sana bir dondurma ısmarlayayım dedim .Önce şaşırdı. Sonra olmaz abla dedi. İkna edip masaya otutturdum ve konuşmaya başladık. Ortabirinci sınıfa geçmişti. Doktor olmak istediğini söylüyordu. İnsan yeter ki istesin abla diyordu, Sakıp Sabancı bile limon satarak bugünlere gelmiş diyordu. O kadar güzel , o kadar zekice bakışları vardı ki... O akşam aradığım mutluluğu o gözlerde buldum.

Hafta sonları ve yaz tatillerinde babasına destek olmak için boyacılık yapıyormuş. Küçücük bedenine nispeten ne büyük yürekti , ne güzel gönüldü. Onu çok sevdim.

Doğudan birkaç yıl evvel gelmişler. Çok kalabalık bir ailesi varmış. Babası pazarcılık yapıyormuş. Ablasından bahsetti sonra. Eşini teroristler şehit etmiş. Eşinin ailesi iki çocuğunu almış elinden. O da babasının evine dönmüş. Yıllardır hasret kalmış yavrularına. Küçük boyacı bunları anlatırken gözleri doldu. Benim gözyaşlarımsa içime aktı ve adeta boğdu beni. Dua ettim ablası ve evladından ayrılmak zorunda kalmış tüm analar için.

Yanımızdan geçen insanlara kaydı gözlerim bir ara. Bir boya sandığına bir küçük boyacıya bir de bana bakıyorlardı. Onlara haykırmak istedim bu çocuk çoğu insandan daha şerefli, daha insan diye. Ama sustum. Uzaktan iki arkadaşı geçiyordu boyacının. Gülerek el salladılar arkadaşlarına. Onlarda pek şahit olmadıkları bir olayla karşı karşıya idiler ki ;şaşkın şaşkın baktılar bize.

Hava kararınca ben kalktım. İstemeyerek de olsa küçük boyacıyla vedalaştık. Belki yine görüşürüz dedim. İnşallah abla dedi. Sonra teşekkür etti hem diliyle hem de o kara gözleriyle.

Durağa doğru yürürken, yolda, evde hep onu düşündüm. Saklamaya çalıştığı boyalı ellerini, eski elbiselerini ama buna rağmen pırıl pırıl hayat dolu gözlerini. Evet o gözleri, doktor olacağım abla diyen o gözleri hiç ama hiç unutmayacağım.

Deniz o gün bana mutluluğu aramaya gerek olmadığını öğretti. Küçük bir çocuğun ışıl ışıl gözlerine bakmanın dahi mutlu olmak için yeterli olabileceğini öğretti.

Bir sonraki denizle randevumda neler yaşarım bilemiyorum. Belki bu seferde bir dedeyle tanıştırır deniz beni. Belki bir kuşla yada sahilde oturmuş hayallere dalmış benim gibi bir yalnızla karşılaştırır bana başka hayat dersleri vermek için.

Sağol can dostum, mavi denizim. Beni anladığın için
Gitarcının Aşkı
Sabah erkenden gitarını alıp evden çıktı...posta kutusu boştu gene. Yoo, hayır. Beyaz birşeyler vardı. Kalbi hızla çarparken, kutuyu açıverdi.Elektrik faturası gelmişti...hem de herzamankinden "hoş" bir miktarda...Başka birşey olmadığını bildiği halde, gene kutunun içine bakti...Boş...Dışarısı, ne soğuk ne de sıcak...kapalı bir havaydı.Yağmur yağmaması için dua etti...şemsiye evde kalmıştı ne de olsa...Karşıya geçmek için trafik lambalarının yanında durdu...önünden son sürat geçen araba, bütün çamuru sıçrattı...en sevdiği siyah pardesüsü de batmıştı...karşıya geçti.Karnı açtı...Her pazar sabahı uğradığı cafe'ye gitti..."tadilat nedeniyle kapalıyız" yazısını okurken, gülümsedi...aklına mezar taşına yazılabilecek bir şey geldi "Tadilat nedeniyle oldu... açlıktan "... neyse dedi kendi kendine" o kadar da aç değildim"...sonra bi yerlerde yerim diye düşünerek yürümeye başladı. Derken yanından geçen bir grup çocuk, ona sertçe çarptı. Yere yığıldı. Karşısında, evin balkonunda oturan bir grup genç kız, gülüyorlardı...ona gülüyorlardı... Ayağa kalkarken, cebindeki bozuklukların düştüğünü farketti. Herbiri ayrı bir yöne yuvarlanıyor... çatlaklardan, deliklerden düşüp kayboluyordu.Parası da gitmişti.Bi gitarı, bi de canı vardı...Yemek yiyecek,eve gidecek parası kalmamıştı...yorgundu. Mektup yazmayan, arayıp sormayan, çok sevdiği o kızla bir zamanlar gittikleri parkı hatırladı...orada küçük çocuklar bileklik, kolye gibi hediyelik eşya satarlar...müzisyenler maharetlerini gösterir, para kazanır,kızlara hava atarlardı...Parktaki o eski nese kalmamıştı.Yolun kenarına geçti. Elindeki gitar çantasını yere koydu.

Gitarını çıkarıp, o "en" hüzünlü besteyi çaldı...sonra, o kıza bestelediği parçayı...ve bir başkasını...ve bir başkasını...çaldı...çaldı. Kulağına gelen takırtı sesleriyle kafasını kaldırdı. Gitar çantasına para dolmaya başlamıştı. Sonra, neşeli bir parça çaldı...para geldikçe,şarkılar daha bir hareketli, daha bir neşeli oluyordu...Güneş batmaya başladı... İleride zabıtalar göründü...daha fazla kalamazdı orada.Gitarı çantaya koydu ve kalktı...eve gidecek, yemek yiyecek parası vardı... belki kirayı hala veremeyecekti, bu ay...ama, hiç değilse düşürdüğünü karşılıyordu bu miktar...

Derken yağmur başladı...Eve daha çok var, diye geçirdi içinden. Ne zordu hayat!Yağmur altında yürümeyi severdi...ama yalnızken değil.Yalnızken,daha bi ağır yağıyordu sanki yağmur...Daha bir soğuk... Eve vardığında, kuşu öterek karşılamadı onu...sessizlik dolu ev, o an ürpertti...kafesin yanına gittiğinde, minik kuşu kafesin tabanında yatıyordu hiç kıpırdamadan...öylece..."ölüm" dedi..."sürprizleri seviyor" Islak giysilerini çıkardı...kuş gibi o da ölecekti, bu sefil hayatta.

Gitar çantasını açtı, kalan bozuklukları almak için. Arada beyaz bir kağıt gördü...Açar açmaz, yazı tanıdık geldi...o beyaz ellerin yazdığı notu okurken, önce heyecanlandı, sonra üzüldü...Notta: Demek hala bizim parçamızı çalıyorsun...ve yine çok hüzünlü bir şekilde. Beraber aldığımız kuşları hatırlıyor musun? Bendeki bu sabah öldü...ayrılığa dayanamadı herhalde...ama, biz insaniz, dayanabiliriz degilmi? Yarın gidiyorum bu şehirden...kendine iyi bak...hoşçakal! Anladı o an, işlediği hatayı...ne kadar da bencil olmuştu bugüne kadar. O bu şehirdeydi...ve hiç aramamıştı...o arar diye. Şimdi aynı şehirde bile olmayacaklardı. Gün batışını aynı anda izleyemeyecek, aynı ortamda aynı havayı solumayacaklardı...ama, o da affetmezdi ki...yoksa eder miydi?Dal rüzgarı affeder, ama kırılmıştır bir kere, diye geçirdi içinden...Kapı çaldı...ne de çok istedi o an için, kapıdakinin o olmasını...Bu nedenle açmadı kapıyı...o umudu taşımak istedi hep içinde...sonra uykuya daldı...uyanmamak üzere...