Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: MUSUL & KERKÜK
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
GENEL DEĞERLENDİRME

Ortadoğu’da önemli bir mevkide yer alan Musul-Kerkük bölgesi tarihin her döneminde önemli uygarlıkların doğup yayıldığı, muhtelif milletlerin ve devletlerin yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Musul-Kerkük Türk tarihinde de çok önemli bir yere sahiptir.

Abbasî Devleti hâkimiyeti sırasında Musul yönetimine birçok kere Türk idareciler tayin olunmuş ve bunların zamanında Türkmen oymakları kalabalık şekilde bölgeye yerleşmişlerdi. Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkimiyetine girdikten sonra Musul, herşeyi ile Türk kültürünün nüfûz sahasına dahil olmuştu. Selçuklulardan sonra Türklerin hâkimiyeti devam etmiş, sırasıyla Timur, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türk devletleri bölgeyi ellerinde tutmuşlardı.

Osmanlı Devleti, Musul bölgesini Yavuz Sultan Selim zamanında idaresi altına almıştı. Bölge İran sınırında yer almasından dolayı askerî açıdan stratejik öneme haiz olmasının yanısıra tabiî kaynaklarının zenginliği ile de Osmanlı Devleti’nin en hassas ve mümtaz bölgelerinden biri olma özelliğini taşımaktaydı. Yeraltı zenginliklerinin başında petrol ve kömür gelmektedir. Osmanlı Devleti yönetiminde bu madenleri arama ve işletme imtiyazı Hazîne-i Hâssa’ya verilmişti (Bkz. Belge nr. 35, 59, 64).

Türkler Musul’u idareleri altına aldıktan sonra, burada bulunan değişik ırk ve dinlere mensup insanları düşünce ve inançlarını yaşamada serbest bırakmışlardır. Bu bakımdan Türkler yüzyıllar boyu bu unsurlarla birlikte yaşamıştı. Devlet bölgeye götürülecek hizmetlerde hiç bir ayırım gözetmemiş, adeta bütün tebe’anın hizmetkârı olmuştu. Kitapta bulunan belgelerde de görüleceği gibi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde götürülen hizmetler arasında, Kerkük sulama kanalı yapımı (Belge nr. 80), Kerkük Sanayi Mektebi için özel bütçe yapılması (Belge nr. 86), sanayi mektebi ve hastane inşası (Belge nr. 5Cool vb. faaliyetler sayılabilir. Ayrıca kıtlık, kuraklık ve sel gibi afetlerin verdiği sıkıntıyı bertaraf etmek ve halkın mağduriyetini gidermek için devlet her türlü yardımı ve kolaylığı göstermişti (Belge nr. 21, 40, 54).

Devlet otoritesi altına girmek istemeyen ve feodal sosyal özelliklerini muhafaza eden göçebe aşiretler, zaman zaman yerleşik halkın huzurunu bozucu hareketlere kalkışmakta; devlete vergi vermemek için direnmekte ve fırsat buldukça yağmacılık yapmakta ayrıca kendi aralarında da sürekli mücadele ederek birbirlerine saldırmaktaydılar. Devlet, asayişi temin ve sosyal yapı olarak oldukça geri durumda bulunan aşiretlerin hayat tarzlarını değiştirmek için tedbirler almıştı. Bu maksatla bölgeye, halkı yakından tanıyan idareciler tayin olunmuş, barışa hizmet eden ve devlete problem yaratmayan aşiret reisleri mükafatlandırılırken aksi hareket edenler ise cezalandırılmıştı (Belge nr. 16, 19, 24, 25, 29, 32, 33, 34, 37, 39, 41, 45, 47, 48, 52, 53, 55, 67).

Devlet, aşiretler arası nizamı temin etmek ve vergi tahsilini düzene koymak için göçebe ve yarı göçebe aşiretlerin iskânına gayret göstermiş, iskân edilen aşiretlere geçimlerini sağlamaları amacıyla toprak tahsisi dahil her türlü yardımı yapmış, eğitim ve öğretimleri için mektepler açmıştı (Belge nr. 30, 31, 33, 37, 51). İskânları sırasında aşiret mensuplarının devletle olan bağlarını zedeleyecek hareketlerden kaçınılmasına da özen gösterilmiştir (Belge nr. 78, 79). Meselâ aşiretlerin vergilerine yapılan zammın onları sıkıntıya sokmayacak seviyede tutulmasına çalışılmıştı (Belge nr. 14).

Musul-Kerkük bölgesinde Türk, Arap ve Kürt gibi Müslüman halkların yanı sıra, Süryânî, Keldânî ve Musevî gibi gayr-i Müslim halklar da bulunmaktaydı. Bunlar Müslümanlara nisbetle çok cüz’i nüfusa sahip olmalarına rağmen yüzyıllar boyu Osmanlı Devleti tarafından himaye edilmişler ve vatandaşlık haklarından eşit şekilde istifade etmişlerdir. Hatta devlet adaleti temin için gerektiği zaman gayr-i Müslim tebeayı Müslümanlara karşı korumuş, dinî hayatlarında serbestlik tanımış, dinî kurumların oluşturulmasına bizzat maddî katkı ve yardımda bulunmuştur (Belge nr. 10, 12, 55, 71, 8Cool. Bu yüzden gayr-i Müslim cemaatler gördükleri muamele karşısında zaman zaman devlete bağlılıklarını muhtelif yollarla göstermişlerdir (Belge nr. 27).

Gayr-i Müslim tebea; arasında zaman zaman dinî bir takım ihtilaflar meydana gelmekteydi. Buna Kadim Süryânîler ile Katolik Süryânîler arasındaki, mevcut kiliselerin hangi cemaate ait olacağı meselesi örnek olarak verilebilir. Osmanlı Devleti bu konuda hiç kimseyi incitmeden en adil şekilde meselenin çözümü için gayret göstermiş ve neticede bu konu Meclis-i Mahsûs’da görüşülerek karara bağlanmıştı (Belge nr. 20, 21, 23, 2Cool.

Devlet belli dönemlerde gerek tebe’a arasındaki asayişi temin edecek, gerekse bölgeye getirilecek hizmetlerin halka ulaştırılmasında kolaylık sağlayacak şekilde geleneksel idarî mekanizmayı yenileme veya ıslâh yoluna gitmiştir. Bu gibi sebeplerle Zibar nahiyesi kaymakamlığa dönüştürülmüş (Belge nr. 19), Musul ve Basra’nın vilâyet haline gelmesiyle Bağdad’ın mülkî ve malî yapısının zayıfladığı, aşiretlerin takibinde güçlük çıktığı için Musul ve Basra’nın mutasarrıflık haline dönüştürülerek, Bağdad’a bağlanması kararlaştırılmıştı (Belge nr. 24).

Bunlardan başka devletin Musul bölgesi ile ilgili faaliyetleri arasında; bölgede Türkçe eğitim ve öğretim seviyesinin yükseltilmesi, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’deki rüşdiye mekteplerinin ıslâhı ve ibtidâiyye mekteplerinin sayısının arttırılması, köy, nahiye ve kazalardaki okulların işlerini görecek bir maarif müdürü tayini ile maarif heyeti teşkili (Belge nr. 44), Kerkük ile civarındaki köylerde eşkiyanın tedibinde vali ve mutasarrıfın acizlik göstermesinden dolayı Ferik Abdullah Paşa’nın Musul’a gönderilmesi (Belge nr. 49), Bağdad, Musul ve Basra vilâyetlerinin gelirlerinin düşmesi, vergilerin toplanmasında zorluk çekilmesi, mukataa bedellerinin zamanında ödenmemesi, nüfus sayımının aşiretlerin uygunsuz tutumundan dolayı sağlıklı yapılamaması ve bunların yanında memurların görevlerini yapmakta samimi olmamaları yüzünden, Teçhizât-ı Askerîyye Nâzırı Hacı Akif Paşa başkanlığında bir komisyon kurularak meselelerin çözümü için gereken tedbirlerin alınması (Belge nr. 63), Akra dahilinde aşiretlerin baskınları ile oturulamaz durumda olan ve ahâlîsi göç etmiş elli dört köyün Emlâk-ı Hümâyûn’a katılması ve buralara göçebe aşiretlerin iskânı yönünde irâde çıkarılması (Belge nr. 67) gibi hususlar sayılabilir.

Musul-Kerkük bölgesi zengin yeraltı kaynaklarına sahip olduğu için her zaman dış güçlerin ilgi alanı olmuştur. Bölgenin etnik yapısını yakından bilen İngiltere, Kürt, Arap ve diğer unsurları kışkırtıp Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırarak, devletin buradaki otoritesini sarsmaya çalışmıştı. Bu amaç doğrultusunda İngiltere Musul Viskonsolosu Vibliki’nin, Hemvend Aşireti içinde dolaşarak onları devlete karşı kışkırttığı anlaşılmış, bunun üzerine Vibliki bölgeden uzaklaştırılmıştır (Belge nr. 69). İngilizler bir taraftan bölgeyi işgal ederken diğer taraftan Kürtlerin menfaati için burada bulunduklarını söyleyerek şeyhleri ve reisleri ele geçirmeye gayret etmiş, Seyyid Taha’ya Cezîre-Rumiye arasında beylik vaadinde bulunmuş, adamlarına gizlice silah ve mühimmat yardımı yapmış (Belge nr. 91) Simko’yu Türk kuvvetlerine saldırması için teşvik etmiş, ve bu kişiye Rumiye, Deyleman ve Hoy havalisini vaad ederek buralara Ermeni ve Nastûrîlerileri yerleştirmeye çalışmışlardı (Belge nr. 89). Bir İngiliz yüzbaşısı Milli Aşireti’ni kendi taraflarına çekmek için görevlendirilmiş, bu amaçla Viranşehir’e gelmişti (Belge nr 92).

Fakat İngilizlerin Musul bölgesindeki halkları Osmanlı hâkimiyetinden koparıp kendi saflarına çekme teşebbüsleri büyük ölçüde neticesiz kalmış, uyguladıkları muamele halk tarafından tepkiyle karşılanmıştı (Belge nr. 91).

Türklerin Süleymaniye’yi boşaltmasından sonra buradaki Kürtlerin lideri Şeyh Mahmud, İngiliz desteğinde bağımsızlık ilânına kalkışmış, fakat bir müddet sonra İngilizlerin oyununa geldiğini anlayınca tutumunu değiştirerek İngilizlerle mücadeleye girişmiş ve bir çok İngiliz asker ve memurunu esir almıştı. Bu dönemde İngilizlerle işbirliği yapan Arap ve Kürtlerden bazıları daha sonra bu davranışlarından pişmanlık duyarak, Osmanlı idaresini istediklerini bildirmişlerdi (Belge nr. 93). Süleymaniye halkı gibi İmâdiye ahâlîsi de İngilizlerin baskılarına tahammül edemiyerek, bir çok İngiliz askerini öldürmüş, cephanelerine el koymuş ve Osmanlı idaresi altında yaşamak istediklerini beyan etmişlerdi (Belge nr. 90). Bölgeye gelen Amerika heyetine de ahâlî Osmanlı idaresi altında yaşamak yolundaki isteklerini bildirmişlerdi (Belge nr. 94).

Musul şehrinde İngiliz işbirlikçileri ahâlînin sert tepkisi ile karşılaşmış, gönderilen İngiliz vali öldürülmüş, halk Osmanlı Devleti’ne müracaat ederek İngilizlere karşı silahlanmak istemiş ve büyük bir hasretle Osmanlı yönetiminin tekrar bölgeye hâkim olmasını beklediklerini belirtmişlerdi
teşekkürler güzel çalışma