30-11-2006, 14:05
Allahü teâlânın varlığı nasıl ispat edilebilir?
İnsanlar, mahlûk olduğu gibi, bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlûkudur. Çünkü O'ndan başka, kimse birşey yapamaz, yaratamaz. Kendi mahlûk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretin az olduğuna alâmettir ve ilmin noksan olduğuna işârettir. Bilgisi, kuvveti az olan, yaratamaz. İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir. Ya'nî o iş, kendi kudreti ve irâdesi ile olmuştur. O işi, yaratan Allahü teâlâ, kesbeden kuldur.
İnsanların ihtiyârî işleri, isteyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile Allah'ın yaratmasından meydana gelmektedir. İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyârı [seçmesi, beğenmesi] olmasa, o iş titreme şeklini alır. Kalbin hareketi gibi olur. Hâlbuki, ihtiyârî hareketlerin, böyle olmadığı açıktır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, ihtiyârî hareketle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir.
Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kasdlarına, arzûlarına tâbi' kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul mes'ûl olur. İşin sevâbı ve cezâsı, kula olur. Allahü teâlânın kullarına verdiği kasd ve ihtiyâr, işi yapıp yapmamakta eşittir. Kullarına, emîrlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret [enerji] ve ihtiyâr vermiştir. Bir işin iyi veya kötü olduğunu da bildirmiştir. Kul, her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini seçecek, iş iyi veya kötü olacak, günâh veya sevâb kazanacaktır.
Allahü teâlâ ve âlem
Allahü teâlâ, âlemin içinde olmadığı gibi, âlemin dışında da değildir. Âlemden ayrı olmadığı gibi âlem ile bitişik de değildir. Allahü teâlâ vardır. Fakat, içerde, dışarda, bitişik ve ayrı değildir. Allahü teâlâyı böyle bilmeli, böyle aramalı ve böyle bulmalıdır. Allahü teâlâ, hiçbir şeye benzemez. Sözle yazı ile anlatılamaz ve anlaşılamaz.
His organlarımız olmasaydı, etrafımızdaki hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemiyecek, yürüyemiyecek, birşey bulamayacak, birşey yapamayacak, yiyemiyecek, içemiyecek, yaşayamayacaktık. Allahımıza yalnız bunun için, durmadan şükretsek, yine şükrünü ödemiş olamayız.
Duygu organlarımıza etki eden herşeye varlık diyoruz. Kum, su, Güneş birer varlıktır. Çünkü, bunları görüyoruz. Ses varlıktır. Çünkü, işitiyoruz. Hava, sıcaklık, soğukluk birer varlıktır. Çünkü, derimizle bunları duyuyoruz. Elektrik, ısı ve mıknâtıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcût olduklarına inanıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcût olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum.) sözü yanlıştır. Çünkü, bunlar görülmezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için, görülemiyen varlıklara da inanmak lâzımdır. Göremediğimiz için, yok olmaları lâzım gelmez. (Ben Allah'a inanmam. Melek, cin yoktur. Görmediğime inanmam.) sözü de, akla, fenne uygun değildir.
Herşey yoktan yaratıldı
Cisimlerin, maddelerin hep değişmeleri, sonsuz olarak gelmiş değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır. İlk, ya'nî birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, ya'nî, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zaman yok olması lâzım gelir. Herbirinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.
Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadîm [hep var] olması, hiç değişmeden sonsuz var olması lâzım gelir. Herşeyi yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Fakat, O'nun âdeti şöyledir ki, herşeyi sebeblerle yaratmaktadır. Böylece, âleme düzen vermektedir. Sebepsiz yaratsaydı, âlemdeki bu nizâm, bu düzen olmazdı. Mikroplar hastalığa, bulutlar yağmura, güneş hayâta, katalizörler birçok kimyâ reaksiyonun hızlanmasına ve hayvanlar, bitkisel maddelerin et, süt, bal hâline gelmelerine, yapraklar organik maddelerin sentezine sebep oldukları gibi, insanlar da, uçak, otomobil ve ilâcın daha nice şeylerin yapılmasına sebep olmaktadır. Bütün bu sebeplere kuvvet, te'sir veren Allahü teâlâdır. İnsanlara fazla olarak akıl ve irâde de vermiştir. Sebeplere, vâsıtalara yaratıcı demek doğru olamaz.
İnsanlar, mahlûk olduğu gibi, bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlûkudur. Çünkü O'ndan başka, kimse birşey yapamaz, yaratamaz. Kendi mahlûk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretin az olduğuna alâmettir ve ilmin noksan olduğuna işârettir. Bilgisi, kuvveti az olan, yaratamaz. İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir. Ya'nî o iş, kendi kudreti ve irâdesi ile olmuştur. O işi, yaratan Allahü teâlâ, kesbeden kuldur.
İnsanların ihtiyârî işleri, isteyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile Allah'ın yaratmasından meydana gelmektedir. İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyârı [seçmesi, beğenmesi] olmasa, o iş titreme şeklini alır. Kalbin hareketi gibi olur. Hâlbuki, ihtiyârî hareketlerin, böyle olmadığı açıktır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, ihtiyârî hareketle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir.
Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kasdlarına, arzûlarına tâbi' kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul mes'ûl olur. İşin sevâbı ve cezâsı, kula olur. Allahü teâlânın kullarına verdiği kasd ve ihtiyâr, işi yapıp yapmamakta eşittir. Kullarına, emîrlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret [enerji] ve ihtiyâr vermiştir. Bir işin iyi veya kötü olduğunu da bildirmiştir. Kul, her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini seçecek, iş iyi veya kötü olacak, günâh veya sevâb kazanacaktır.
Allahü teâlâ ve âlem
Allahü teâlâ, âlemin içinde olmadığı gibi, âlemin dışında da değildir. Âlemden ayrı olmadığı gibi âlem ile bitişik de değildir. Allahü teâlâ vardır. Fakat, içerde, dışarda, bitişik ve ayrı değildir. Allahü teâlâyı böyle bilmeli, böyle aramalı ve böyle bulmalıdır. Allahü teâlâ, hiçbir şeye benzemez. Sözle yazı ile anlatılamaz ve anlaşılamaz.
His organlarımız olmasaydı, etrafımızdaki hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemiyecek, yürüyemiyecek, birşey bulamayacak, birşey yapamayacak, yiyemiyecek, içemiyecek, yaşayamayacaktık. Allahımıza yalnız bunun için, durmadan şükretsek, yine şükrünü ödemiş olamayız.
Duygu organlarımıza etki eden herşeye varlık diyoruz. Kum, su, Güneş birer varlıktır. Çünkü, bunları görüyoruz. Ses varlıktır. Çünkü, işitiyoruz. Hava, sıcaklık, soğukluk birer varlıktır. Çünkü, derimizle bunları duyuyoruz. Elektrik, ısı ve mıknâtıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcût olduklarına inanıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcût olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum.) sözü yanlıştır. Çünkü, bunlar görülmezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için, görülemiyen varlıklara da inanmak lâzımdır. Göremediğimiz için, yok olmaları lâzım gelmez. (Ben Allah'a inanmam. Melek, cin yoktur. Görmediğime inanmam.) sözü de, akla, fenne uygun değildir.
Herşey yoktan yaratıldı
Cisimlerin, maddelerin hep değişmeleri, sonsuz olarak gelmiş değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır. İlk, ya'nî birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, ya'nî, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zaman yok olması lâzım gelir. Herbirinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.
Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadîm [hep var] olması, hiç değişmeden sonsuz var olması lâzım gelir. Herşeyi yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Fakat, O'nun âdeti şöyledir ki, herşeyi sebeblerle yaratmaktadır. Böylece, âleme düzen vermektedir. Sebepsiz yaratsaydı, âlemdeki bu nizâm, bu düzen olmazdı. Mikroplar hastalığa, bulutlar yağmura, güneş hayâta, katalizörler birçok kimyâ reaksiyonun hızlanmasına ve hayvanlar, bitkisel maddelerin et, süt, bal hâline gelmelerine, yapraklar organik maddelerin sentezine sebep oldukları gibi, insanlar da, uçak, otomobil ve ilâcın daha nice şeylerin yapılmasına sebep olmaktadır. Bütün bu sebeplere kuvvet, te'sir veren Allahü teâlâdır. İnsanlara fazla olarak akıl ve irâde de vermiştir. Sebeplere, vâsıtalara yaratıcı demek doğru olamaz.