04-12-2006, 15:29
Hidayet GüneşiYahudi ve Hıristiyan metinlerinde yapılan tahrifat nedeniyle bu dinlerde asıl kaybolmuştu. Düşündüm; ve yanlıştan yola çıkarak doğruyu bulmanın mümkün olamayacağına karar verdim. Hıristiyanlığı terk ettim. Sonrasında Doğu dinleri ve felsefeleriyle ilgilenmeye başladım. Uzunca bir süre Budist tapınaklarında meditasyon yaptım ve keşişlerle sohbet ettim. Meditasyonun bana hoş duygular yaşattığını itiraf etmeliyim. Fakat benim varoluş hakikatiyle ilgili sorularıma cevap vermiyordu. Aksine, bu konularda konuşmanın bile aptalca olduğu ve bu tür sorulardan kaçınılması gerektiği düşünülüyordu.
BENİM gerçeği arayış maceram birkaç yıl önce başladı. Özellikle varoluşumuzun ardında yatan gerçeği öğrenmeyi istiyordum. İnancım, hayatı doğru anlamanın bugün karşı karşıya olduğumuz dünyevî problemlerin çözümü için bir anahtar vazifesi göreceğiydi. Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştim. Kitab-ı Mukaddes’i okumaya ve sorular sormaya başlamıştım. Ancak ısrarlı sorularım karşısında rahibin bana söylediği tek şey, “İnanmak zorunda olduğun için inanmalısın!” oldu. Bu yetmiyormuş gibi, Kitab-ı Mukaddes okumalarım sırasında çok açık çelişki ve yanlışlarla karşılaşıyordum. Kafam allak bullak oluyordu. Yaratıcı kendi kendisiyle çelişebilir miydi? Kuşkusuz hayır! Yahudi ve Hıristiyan metinlerinde yapılan tahrifat nedeniyle bu dinlerde asıl kaybolmuştu. Düşündüm; ve yanlıştan yola çıkarak doğruyu bulmanın mümkün olamayacağına karar verdim. Hıristiyanlığı terk ettim. Sonrasında Doğu dinleri ve felsefeleriyle ilgilenmeye başladım. Uzunca bir süre Budist tapınaklarında meditasyon yaptım ve keşişlerle sohbet ettim. Meditasyonun bana hoş duygular yaşattığını itiraf etmeliyim. Fakat benim varoluş hakikatiyle ilgili sorularıma cevap vermiyordu. Aksine, bu konularda konuşmanın bile aptalca olduğu ve bu tür sorulardan kaçınılması gerektiği düşünülüyordu.
O sıralarda her şeyin içinde bir gerçek payı olduğunu; ve hangi dine inandığımızın veya neyin peşinden gittiğimizin o kadar da önemli olmadığını düşünmeye başladım. Aslında bu da bir çeşit kaçıştı. Varlığımın derinliklerinde bir ses, herkes için farklı bir gerçek olamayacağını söylüyordu. Hakikat özünde tekti, ama nefsim geniş bir gerçek algısı içinde yüzmeye çok istekliydi.
Kafam karışmıştı. Yere diz çöküp dua ettim: “Allah’ım öyle şaşırmış haldeyim ki lütfen doğru yolu bulmamda bana yardımcı ol!” Bu dua, benim için bir kırılma noktasıydı.
O zamana kadar İslâm hakkında bazı şeyler duymuştum. Fakat bana anlatılanlar, genel itibariyle Batılı önyargılarla şekillenmiş İslâm yorumlarından ibaretti. Oysa kendim araştırmaya başladığımda beni çok şaşırtan bilgilerle karşılaştım. Kur’ân’ı okudukça İslâm hakkındaki tüm sorularıma son derece tatminkâr cevaplar aldım. İslâm ile diğer dinler arasındaki en göze çarpan fark, İslâm’ın yaratıcı ile yaratılanlar arasında kesin ayrım yapan tek din olmasıdır.
İslâm son derece basit ve açık şekilde sadece Allah’a kulluk edilmesini öğütler. Oysa diğer dinlerde bir şekilde yaratılmışlara kulluk anlamına gelebilecek bazı ibadetlere rastlamak mümkündür. Meselâ, Tanrının cisimleşmiş hali kabûl edilerek bir insana tapıldığı gibi, bazı dinlerde taşlara tapılır. Halbuki bir şeye kulluk edecekseniz, kâinatta mevcut olan her şeyi yaratana kulluk etmelisiniz. Size hayatınızı bahşeden ve bir gün onu tekrar alacak olanı mabud bilmelisiniz.
Kur’ân hayatımıza rehber etmemiz gereken muhteşem bir kitaptır. Sorularınızın cevaplarını onda bulabilirsiniz. Ben farklı dinlere ilişkin öğrendiğim ve gerçek diye bildiğim tüm bilgilerin, tıpkı bir bulmacanın parçalarının bir araya gelişi gibi ancak Kur’ân sayesinde bir araya gelip anlamlı bir bütün oluşturabildiklerini gördüm. Aslında uzunca bir süredir gerçeğin farklı veçhelerine muhatap olmuşum; ama onları bir araya getirmekten aciz kalmışım. İşte İslâm benim için hakikat parçalarının anlamlı bir şekilde bir araya gelişinin ve her şeyin yerli yerine oturuşunun adıdır.
BENİM gerçeği arayış maceram birkaç yıl önce başladı. Özellikle varoluşumuzun ardında yatan gerçeği öğrenmeyi istiyordum. İnancım, hayatı doğru anlamanın bugün karşı karşıya olduğumuz dünyevî problemlerin çözümü için bir anahtar vazifesi göreceğiydi. Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştim. Kitab-ı Mukaddes’i okumaya ve sorular sormaya başlamıştım. Ancak ısrarlı sorularım karşısında rahibin bana söylediği tek şey, “İnanmak zorunda olduğun için inanmalısın!” oldu. Bu yetmiyormuş gibi, Kitab-ı Mukaddes okumalarım sırasında çok açık çelişki ve yanlışlarla karşılaşıyordum. Kafam allak bullak oluyordu. Yaratıcı kendi kendisiyle çelişebilir miydi? Kuşkusuz hayır! Yahudi ve Hıristiyan metinlerinde yapılan tahrifat nedeniyle bu dinlerde asıl kaybolmuştu. Düşündüm; ve yanlıştan yola çıkarak doğruyu bulmanın mümkün olamayacağına karar verdim. Hıristiyanlığı terk ettim. Sonrasında Doğu dinleri ve felsefeleriyle ilgilenmeye başladım. Uzunca bir süre Budist tapınaklarında meditasyon yaptım ve keşişlerle sohbet ettim. Meditasyonun bana hoş duygular yaşattığını itiraf etmeliyim. Fakat benim varoluş hakikatiyle ilgili sorularıma cevap vermiyordu. Aksine, bu konularda konuşmanın bile aptalca olduğu ve bu tür sorulardan kaçınılması gerektiği düşünülüyordu.
O sıralarda her şeyin içinde bir gerçek payı olduğunu; ve hangi dine inandığımızın veya neyin peşinden gittiğimizin o kadar da önemli olmadığını düşünmeye başladım. Aslında bu da bir çeşit kaçıştı. Varlığımın derinliklerinde bir ses, herkes için farklı bir gerçek olamayacağını söylüyordu. Hakikat özünde tekti, ama nefsim geniş bir gerçek algısı içinde yüzmeye çok istekliydi.
Kafam karışmıştı. Yere diz çöküp dua ettim: “Allah’ım öyle şaşırmış haldeyim ki lütfen doğru yolu bulmamda bana yardımcı ol!” Bu dua, benim için bir kırılma noktasıydı.
O zamana kadar İslâm hakkında bazı şeyler duymuştum. Fakat bana anlatılanlar, genel itibariyle Batılı önyargılarla şekillenmiş İslâm yorumlarından ibaretti. Oysa kendim araştırmaya başladığımda beni çok şaşırtan bilgilerle karşılaştım. Kur’ân’ı okudukça İslâm hakkındaki tüm sorularıma son derece tatminkâr cevaplar aldım. İslâm ile diğer dinler arasındaki en göze çarpan fark, İslâm’ın yaratıcı ile yaratılanlar arasında kesin ayrım yapan tek din olmasıdır.
İslâm son derece basit ve açık şekilde sadece Allah’a kulluk edilmesini öğütler. Oysa diğer dinlerde bir şekilde yaratılmışlara kulluk anlamına gelebilecek bazı ibadetlere rastlamak mümkündür. Meselâ, Tanrının cisimleşmiş hali kabûl edilerek bir insana tapıldığı gibi, bazı dinlerde taşlara tapılır. Halbuki bir şeye kulluk edecekseniz, kâinatta mevcut olan her şeyi yaratana kulluk etmelisiniz. Size hayatınızı bahşeden ve bir gün onu tekrar alacak olanı mabud bilmelisiniz.
Kur’ân hayatımıza rehber etmemiz gereken muhteşem bir kitaptır. Sorularınızın cevaplarını onda bulabilirsiniz. Ben farklı dinlere ilişkin öğrendiğim ve gerçek diye bildiğim tüm bilgilerin, tıpkı bir bulmacanın parçalarının bir araya gelişi gibi ancak Kur’ân sayesinde bir araya gelip anlamlı bir bütün oluşturabildiklerini gördüm. Aslında uzunca bir süredir gerçeğin farklı veçhelerine muhatap olmuşum; ama onları bir araya getirmekten aciz kalmışım. İşte İslâm benim için hakikat parçalarının anlamlı bir şekilde bir araya gelişinin ve her şeyin yerli yerine oturuşunun adıdır.