28-02-2007, 11:56
{EDITOR=<DIV><STRONG><FONT size=4>Hacı Leylek</FONT></STRONG> <BR><BR><BR><BR>O sabah, herkes şaşılacak derecede neşeliydi. Daha sonra evin neşesi; tarhana kazanının bahçeye kurulup ateşin yanmasıyla, bahçeye; sonra da sokağa yayılmıştı. Komşu kızları ve gelinleri, tarhanaya yardım için bizim eve geldiklerinde bizdeki keyif ve neşe onlara da sıçramıştı. <BR><BR>Orada bulunan herkesin neşesi, belki biraz piknik havası, yarı eğlence ile tarhana için toplanılmasından, biraz da bizim yaralı hacı leyleğin oradan oraya, müthiş ihtişamı ile dolaşması, sonra yaralandığı günden bu güne ilk defa uçup, çeltik fabrikasının çatısındaki yuvasına gidip geri gelmesinden kaynaklanıyordu belki de. <BR><BR>Zaten hacı leyleğin nasıl yaralandığını bilen yoktu. Belki kanadını bir yere çarparak, belki de yaramaz bir çocuğun sapanla taş atması ile yaralanmış olabilirdi. Ama tek bildiğimiz, zavallı leyleğin kanadından yaralanıp bizim bahçeye düşmesi. Ondan sonra da evde herkesin, hatta mahallenin çabası ile hacı leyleğin kanadının iyileştirilmesiydi.<BR><BR>Bahçemize ilk düştüğünde ninem; “gurban olduğum Allahım onu bize misafir gönderdi. O geçen sene ve daha önceki seneler, mübarek Mekke’ye kadar gidip de geldi. Her sene hacı olup gelir mübarekler.” demişti. Sonra da acıyarak; “Ah yavruuumm. Bak bu sene hacca da gidemedi görüyor musunuz. Bak şimdi, o, kanadı iyileşse bile burada yaşayamaz. Bakın erkeği de gitti. Kim bilir ne kadar üzülmüştür zavallı. Hacca gidemediğine mi yansın. Erkeği kendisini yaralı bırakıp Arabistan çöllerine kadar gitti ona mı yansın. Hoş, göç zamanı geldi, ne yapsın zavallı erkek leylek gidecek elbette.” Diye kendi kendine ne kadar üzülmüştü.<BR><BR>Çok geçmeden kanadı iyileşti bizim hacı leyleğin. Ona önce yaralı dedik. Daha sonra kanadı kırık dedik. Bizim sokaktaki Hacı Mustafa Amcaya “hacı baba” dediğimiz gibi, ninemin de katkılarıyla hacı leylek dedik en sonunda. İlk zamanlar içeride geniş kanatları ile bir o tarafa bir bu tarafa uçmaya çalışarak, aşırı ürkek davrandıysa da, bir süre sonra yarı çaresizlikten, yarı ehlileşmiş olmasından, ummadığımız kadar uslanarak bize alışıp, bizimle birlikte yaşamaya başladı. Bir şansı da yoktu aslında. Kanadı iyileştikten sonra açık alana götürerek uçmasına da izin vermedik. Zaten bütün leylekler göç etmişti. Onların arkasından gidebilme şansı olmadığına karar verdi babam. Nasıl olsa geri döneceklerdi. Yolda ölmesindense. Kışı bizim evde geçirmesini sağlayabilirsek, bir sene sonra gelen leyleklere katılma şansı vardı. <BR><BR>Çok sevdik hacı leyleği. Bizim evde herkesin, hatta bize misafirliğe, bazen de sadece hacı leyleği görmek için gelen akrabalarımız ve tanıdıklarımız da çok sevdi. En çok da küçük kardeşlerim sevmişti. İkisi de “benim leyleğim” diyorlardı. Bazen, senin-benim meselesinden dolayı aralarında kavga çıktığı bile oluyordu. Babam bile, her akşam eve gelişinde, ilk hacı leyleği sorar, annem, evde birini bırakmadan ne bir komşuya, ne de bir işi için çarşıya giderdi.<BR><BR>Bahar yaklaştıkça seviniyorduk. Hacı leyleğe bir şey olmayacak, kışı burada geçirebilecek, sonra da leylek göçü gelince onlara katılarak hayatını sürdürecek diye. Bir süre evde bizimle kaldıktan sonra, babamın hacı leylek için yaptığı özel oda, her an birimizin uğradığı bir oda haline gelmişti. Zaten o da, uzun süre yanına birisi uğramazsa anlaşılmaz sesler çıkararak, birinin yanına gelmesini sağlamayı öğrenmişti.<BR><BR>Kışın çıkmasına yakın, güneşli bir günde hacı leyleği de bahçeye çıkardık. Oraya buraya bir iki gidip geldikten sonra epey kanadını açıp çalıştırdı. Olduğu yerde havalanmaya çalıştı. Sonra birden uçarak, bizim evin bahçe duvarına, oradan da evin damına çıkmasına ne kadar sevinmiştik. Sevincimiz bir an kaygıya dönüştü. “Ya gitmeye kalkarsa, bu kışta kıyamette de ölürse bir yerde. Keşke bırakmasaydık” diye yazıklanırken, damdan tekrar havalanıp bahçeye inmesi, onun bizimle yaşamaya tamamen alıştığına ikna etmişti bizi.<BR><BR>İşte, tarhana yaptığımız o neşeli günün, neşesinin yarısı, hacı leyleğin yuvaya bir çıkıp, bir inmesinden kaynaklanıyordu. Yuvasına her çıkışında çocuklar bahçenin köşesine toplanıyor. “işte işte orada. Bak gördün mü, işte gagasını uzattı. Bak yuvasındaki çalıları düzeltiyor. Bak tüylerini düzeltiyor. Bak! Bak! Bak! Geliyor işte. Buraya geliyor.” Bahçeye inerken çocuklar hep birlikte seviniyor, gülüşüyorlardı. Bahçe duvarına bir uçak iniyormuş gibi, tam inerken hep bir ağızda; “hoooop indi işte” diyerek kıkırdaşıyorlardı.<BR><BR>Babam sürekli pişmekte olan tarhanayı karıştırırken. Tarhana pişirildikten sonra yapılacak işler için annem telaşla hazırlıklar yapıyor. Kız kardeşlerime, komşu ve akraba kız ve gelinlerine. “Damı hazırlayın, bezleri yukarı çıkarın. Kızım bu kadar leğen yetmez git komşudan da al. Tarhanayı elden ele mi verip dama çekelim, yoksa herkes aldığını dama mı döksün. Hadi kızlar oyalanmayın. Yıkayın şu çiyleri. Daha kuruyacak bunlar” gibi bir çok talimatları arka arkaya sıralıyordu.<BR><BR>Tarhananın dama çekilmeden önce kazanın altındaki ateş kısılıp, sonra da altındaki kor ateş dağıtılarak, bir miktar dinlendirilmesi için babam kor ateşi kürekle kazanın altından çevresine dağıtıyordu. İş telaşı biraz azalmış, kızlar bir tarafta öbek oluşturmuş, gelinlerin ve komşu kadınlarının bir kısmı oturuyor, bir kısmı yemek hazırlamakla meşgul, yine çocuklar hep olduğu gibi hacı leyleği takip ediyorlardı.<BR><BR>O gün, hacı leylek de hiç görmediğimiz bir hareketlilik vardı. Yuvasına bir çıkıp bir iniyordu. Hatta babam bir ara, bu hareketliliğine bakarak “uçmasını tam olarak öğrendi ya” diyerek hacı leyleğe laf bile attı... Birden daha önce duymadığımız bir ses çıkardı. Çocuklar da şaşırmış olacak ki, hep birlikte gülüştüler. Kısa süre sonra yeniden o sesi çıkardı ve çocuklar yine gülüştüler. Bu arada sürekli gökyüzüne bakıyordu. Derken, o sesi arka arkaya çıkarmaya başladı. Bu normal ötüşünün dışında bir sesti. İşte tam o anda çocuklardan birisi “bakın bakın leylekler” diye gökyüzünü gösterdi. O anda da bizim hacı leylek havalanarak, çeltik fabrikasının üzerinde bir tur attı, sonra Arasa Camisinin üzerinden döndü, tekrar çeltik fabrikasının üzerine gelip yuvasına indiği anda, iki leylek de yuvanın hemen yanına kondu. <BR><BR>Kız kardeşim, eliyle leyleklerin yuvasını göstererek bağırdı. “bu başında siyah ve beyaz olan bizim hacı leyleğin eşi. Bakın işte o” Bizim hacı leyleğin eşi ile yanında gelen leylek, bir daha havalanarak yuvanın kıyısına kondukları anda, bizim hacı leylek onların yanından kalktı. Önce çeltik fabrikasının üzerinde bir tur, sonra Arasa Camisinin üzerinde iki tur attıktan sonra, bizim evin üstü hizasına geldiğinde yavaşladı ve dönmeye başladı. Çocukların bazısı “inecek, bakın buraya geliyor” bazısı da “artık gelmez eşi geldi baksana” diye konuşurlarken, birden evin bahçesine doğru yöneldi. Bu gelişi, daha önce yuvasından aşağı inişine benzemiyordu diye düşünürken, birden gelip kor ateşle dolu tarhana kazanının altına girdi. Kor ateşin üzerine düşmesiyle, cıss diye kahredici bir ses duyuldu ve etrafı yanan tür ve et kokusu kapladı.<BR><BR>Herkes olduğu yerde dona kaldı. Çocuklar ve kadınlar bağırıştılar. Ninem dizlerine vurarak ağlamaya başladı. Annem “öldü yavrucak, öldü benim zavallı kızım” diye, iki gözü iki çeşme çırpınıp durdu olduğu yerde. Babam ilk kendine gelen oldu ve acele ile kor ateşin üzerinden çekti hacı leyleği. Çekti ama, göğsü ve boynundan gagasına kadar yanıvermişti. Bir dakika bile sürmemişti ölmesi. Sabah, mahalleye neşe yayılan ev, bir anda matem yerine dönmüştü. Bahçede bulunanlardan ağlamayan kalmadı. Hatta çocuklar ve kadınlardan o kadar yüksek sesle ağlayanlar oldu ki. Komşulardan bizim evde cenaze var sanarak koşuşanlar oldu, <BR><BR>Dedem rahmetli ölünce, define hazırlandığı yere yatırmıştı babam hacı leyleği farkında olmadan. Belki de farkında olarak. Bu arada yan gözle de çeltik fabrikasının çatısına bakması dikkatimi çekti. Bende baktım bir ara. Bizim hacı leyleğin, bir önceki sene ve daha önceki seneler birlikte gelerek yuva yaptığı eşi, yanında getirdiği dişi leylekle birlikte hummalı bir şekilde, gagalarıyla yuvanın çalılarını oradan oraya koyarak düzenliyorlardı. Bizim baktığımızı gören herkes oraya baktı ve bir ara kadınlar tarafından gelen ağlama sesleri yükseldi.<BR><BR>Babam ile birlikte erik ağacının altına bir mezar kazıp, hacı leyleği gömdüğümüzde, hala kadınlar bir çeltik fabrikasının çatısındaki yuvaya, bir hacı leyleğin erik ağacının altındaki mezarına bakıp bakıp ağlıyorlardı.<BR>Alıntı<BR><BR><BR></DIV>EDITOR}