22-06-2007, 12:55
[SIZE=14pt]Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şeybilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşıanlatıyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor,içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâretmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki "sen bir garip çobansın, opadişahın kızı, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim,ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim...
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deridenbir zırh giydirilmişçesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklaradalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrisi kalmayan diğer çobanı süzüyordu.Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıyaçevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane taneanlatmaya başladı.
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu kulübesinde dertlerinederman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı,her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıpsevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti vekimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor,gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıylaeriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garipihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, herşeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemizteslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tespih,kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet, dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allahdiyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerinederman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih,gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunututtu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerinikapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tespihi aldı ve dudaklarıkıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah...
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibikovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı.Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençtenbahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarladaişçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah'a adamış, gecegündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah..."
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağarayageldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı,dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü.Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de,bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam,karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiriardına anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allahdiyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı...Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalpgibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor,gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılanbaşkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tespihini aldı, gözlerini kapattı, boynununeye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyorduartık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, anbitti, sadece bir söz kaldı: Allah...
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namıbütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu.Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde süreklikalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp edipbu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsettibaş veziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapmasıgerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunututtu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, dermandiledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya,sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
- Hünkârım, gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibaretmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür,birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyarederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi.Şaşırma sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabulederler mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasınınüstünden... Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onlarınarkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir manavermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Buarada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki,gelenler içeri girseler ve bir tespihten başka bir şey bulamasalarşaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerinibirbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim, dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık, sonra bütün vücuduyla döndü,gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi.Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik,duvar... Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğruuzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, nevezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim, diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim,zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizibahtiyar edersiniz...
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşıkmaşukuna kavuşacak, Murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçtenağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diyeyaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözlergenç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdüktensonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin birifadeyle:
- Hayır, dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halkhayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessümediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileriatılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektinsen, neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim,Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allahdeseydim...[/SIZE][SIZE=14pt]<o:p></o:p>[/SIZE]
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor,içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâretmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki "sen bir garip çobansın, opadişahın kızı, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim,ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim...
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deridenbir zırh giydirilmişçesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklaradalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrisi kalmayan diğer çobanı süzüyordu.Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıyaçevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane taneanlatmaya başladı.
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu kulübesinde dertlerinederman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı,her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıpsevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti vekimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor,gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıylaeriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garipihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, herşeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemizteslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tespih,kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet, dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allahdiyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerinederman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih,gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunututtu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerinikapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tespihi aldı ve dudaklarıkıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah...
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibikovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı.Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençtenbahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarladaişçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah'a adamış, gecegündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah..."
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağarayageldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı,dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü.Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de,bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam,karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiriardına anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allahdiyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı...Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalpgibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor,gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılanbaşkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tespihini aldı, gözlerini kapattı, boynununeye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyorduartık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, anbitti, sadece bir söz kaldı: Allah...
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namıbütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu.Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde süreklikalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp edipbu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsettibaş veziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapmasıgerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunututtu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, dermandiledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya,sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
- Hünkârım, gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibaretmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür,birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyarederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi.Şaşırma sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabulederler mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasınınüstünden... Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onlarınarkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir manavermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Buarada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki,gelenler içeri girseler ve bir tespihten başka bir şey bulamasalarşaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerinibirbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim, dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık, sonra bütün vücuduyla döndü,gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi.Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik,duvar... Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğruuzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, nevezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim, diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim,zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizibahtiyar edersiniz...
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşıkmaşukuna kavuşacak, Murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçtenağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diyeyaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözlergenç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdüktensonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin birifadeyle:
- Hayır, dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halkhayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessümediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileriatılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektinsen, neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim,Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allahdeseydim...[/SIZE][SIZE=14pt]<o:p></o:p>[/SIZE]