Herşey birgün Eda`nın Meltem`den yardım istemesiyle başladı.Eda kendisini seven gence tam anlamıyla inanıp güvenemiyordu.Murat ne yapsa ne etse Eda`ya olan ilgisini ona bir türlü inandıramamaktaydı.
Eda yime birgün Meltem`in yanına gidip Murat`ı denemeye karar verdiğini anlatır.Ama bunu nasıl yapacağını bilememktedir.Biraz düşündükten sonra Meltem`in telefonunu alıp Murat`a mesaj çekerve onunla tanışmak istediğini söylerMelten ne yapacağını bilemez çünkü Eda`yla birbirlerinin herşeylerini biliyolardır.Meltem bu oyunu kabul eder ve Murat`la mesajlaşmaya başlarlar.Eda`ya olan biten herşeyi anlatır.Ama ordata henüz muratın teklifini reddetmek için tam olarak bi nedeni yoktur.Muratla meltem arkadaş olurlar.Meltem muratın iyi biri olduğu konusunda edayı ikna etmeye çalışır ama eda laf dinlemez.Meltem yine birgün murata mesajlaşırken dayanamaz ve onu arar.Yine arkadaşça konuşurlar ve dertleşirler.Aradan zaman geçer bu konuşmalar sıklaşır.Meltemin korktuğu başına gelir ve murata içten içe aşık olduğunun farkına varır.Kendi kendine düşünür bu nasıl aşk olabilir diye...Kendine çok kızar arkadaşının sevgisine ihanet ettiğini düşünür ama elinden bişey gelmez.Kalbine söz geçiremez.Muratta melteme karşı boş değildir her geçen zamn muratı melteme daha çok yakınlaştırmıştır ve bi süre sonra edanın adını dahi ağzına almaz ve kendini sadece melteme adar.Bi süre sonra ikiside birbirlerine olan sevgilerini itiraf ederler. Ama muratın hiç bişeyden haberi yoktur.Meltemle edanın arkadaş olduklarını bilmez.Meltem her geçen gün kendini daha çok suçlu hisseder ne kadar aşkından vazgeçmeye çalışsada elinden bişey gelmez.Aşk ateşi düşmüş gönlüne...
Ne kadar muratı seviyo olsa bile yinede edaya karşı onu bi kere bile kötülemez ve onunla birlikte olması için onu ikna etmeye çalışır ama edanın muratta gönlü yoktur bile.Ne tam anlamıyla meltemin yolunu açar nede kendisi aradan çekilir.
Meltemle muratın telefon görüşmeleri aylarca birbirlerini görmeden devam eder.Tatil için meltem yalovaya gider.Ama murat onsuz olan bi şehirde duramaz ve oda yalovaya akrabalarının yanına gider bu nasıl bi aşktıki aynı şehirde olmak bile birbirlerine yetiyordu...
Meltem çok acı çekiyordu bir yandan sevdiği bir yandan arkadaşı ne yapacağını bilmiyordu.Murata herşeyi anlatmak istiyordu ama ortada kalan eda olacaktı bunuda istemiyor ve hep susuyordu.
Muratın artık sabrı kalmamıştır ve meltemini büyük aşkını görmek ister ve bunu melteme söyler.Meltem ne yapacağını bilemez ve bi anda onu görmek istemediğini söyler bu geçen zaman süresince meltem bi resim bile göstermemiştir murata.İşin garip tarafı muratla meltemin evleri birbirlerine sadece bi kaç dakika uzaklıktadır.Murat bir kaç defa meltemin kendini göstermemesinde dolay ondan ayrılır ama dayanamaz ayrığa geri barışırlar.
ARADAN ZAMAN GEÇER...
Murat edanın bi arkadaşıyla yolda karşılaşırve konuşmaya başlarlar.Olan olur ve bütün aksilikler üst üste gelir ve bütün yalanlar ortaya çıkar.Murat kızın telefonunda meltemin numarasını görür ve çok şaşırır.Meltemi nerden tanıdığını sorar.Meltemle arkadaş olduklarını anlar ve yıkılır. Sevdiği kız yalan söylemiştir oan hemde koca bi yalan ne yapacağını bilemez murat kendini aldatılmış hisseder.O arada kız eadayı savununca muratın gözünden meltem iyice düşer.Ama ne edanın nede bi başkasının meltemin muratı nasıl sevdiğinden haberi yoktur.
Murat ayrılır bu sebepten meltemden.Ama gönlünde hep meltemin aşkı vardır.Meltem dayanamaz ve murata herşeyi anlatır ama ne fayda murat bi türlü affetmez onu.Bu onların sonu olur...
Bu ikisi içinde kolay olmamıştır,arkadaşlıkları hep sürer.Bu olaydan sonra edayla bir daha hiç konuşmazlar...
KİMİN DAVRANIŞI NE KADAR DOĞRUDUR BİLİNMEZ AMA ORTADA BİR AŞK VARSA SAYGI DUYMAK GEREKİR.
Sevme azmine şehit ettim yüreğimi.Kırmak için kalbimi binbir yerinden aşk maçına çıktım anteramansız.Üstüne buzlu su bile içtimterli terli.Havlu bile koymadım sırtıma,rüzgarda durdum ...Sevmek inadı mahvetti beni!
Aşk gecekondu mahallelerindeki eskicilerin tezgahına düşmüş;üç gömleğe eski bir aşkı veriyorlardı hiç kullanılmamış diye..
Akşam inince kırılmışlığın merdivenlerinden , sarsıyordu tüm bedenimi 8.7 şiddetinde deprem gibi.Fay hattı üzerinemi kurmuştum hep aşkımın gecekondularını her seferinde yerle bir oluyordu. Ben duvarlarla sarana kadar barakamı;Çoktan binalar sarmıştı içimi akıttığım duvarlarımı.
Röportaj yapıp benimle ay,yayınlamıyordu en kenar bayilerde bile..Telif hakkını istiyordu hep izinsiz kullandığım için onu düşlerimde.
Ödül almış bir kitabın korsan baskısı gibi çoğalıyordu bir bir içimde.Korkulu bir bekleyişteki ;Azrailin dişisi gibi alıyordu aklınıda ruhunuda.Çarpıp çarpıp bölüyordum seni,böldükçe çoğalıyor,çoğaldıkça faiziyle alıyordum seni içime.Kornasını çalarak üstümeüstüme geliyordu yıllar.iyigünlr dileyerekuzatıyordu kafasını içeri.Neredeyse tekme tokat koyuyordu bana yıllar.yıllara paketlediğim rengarenk aşklar.......
Karanlık bir şehirde eski bir ağacın altında can çekişen umutları ölüyordu kucağında. Menzili yoktu sevdalı gözlerin, bir damla yaş olur akardı mevsimlerin sonbaharı. Saatler hüznü vururken sevdaya hazırlanan bir kadındı hazan.
Zamansız gidişlere ağıtlar yakar, yalnızlığında elleri üşür, ulu orta salar hüzünlerini geceye, efkarlanırdı. Baş belası bir yürek sol yanında, ne yapsa yar olmuyor başkasına güz. Gece düşlerinde bir damla süzülürdü yanağından. Yürek atışları sevinci ıskalarken, tarihlemezdi sızlayan günleri.
Avaz avaz bağırırdı cehennem suskunluğu. Her gece ağlarken kadın aynı evin üzerinde, kanarken yaraları dört duvar yıkılırdı ahından. Dönüm dönüm karıştırırken yılları hep aynı düş gözlerinde. Dertten başka bir şey görmese de inadına kocaman gülücükler bırakıyordu aynalara. Minik mutluluklarıyla hayatı sevmeye koyuluyor, katı bir yürekle bedeli çoktan ödenmiş yıllara dayanıyor kraliçe hazan.
Uyanamadığı uykulara yatmak ister her akşam, hayallerin derinine düşer çıkmak istemez. Anılar gibi bir gece çöker omuzlarına. Mavi dalgalara kavuşur özlemli bedeni, akşam sefalarının hanımeli kokusunda uzanır saçları. Gecenin tülleri alevlenir, düşünen gözleri her bakışta yıldızlara, sevdalanır aşka… Siler yaşlarını ve dayanır vurgun bakışlara. Kaybederken gerçeklerini düşlerin peşinde, ne kadar uzaktır hayat ve ömür geçer gider avuçlarından. Bildiğiniz sonbahar değildir bu hazan, bitmez çilesi bu dünyadan göçmeden… Şarkılarda söylenen yalnızlığa alışır aşka sevdalı kadın.
Saatler hüznü vurdu yine. Yağmur ertesi, karanlık bir güne uyandı gözlerindeki gülümseyişle. Sevme vakti gelmişti saatlerde; geç kalmamalıydı gece saçlı, sonbahar gözlü kadın. Boynuna hüzünle bezenmiş özlemlerini taktı hazırlandı çok sevmeye. Nankör yolculukları bıraktı zamana, alnındaki karayazıyı ve hayata borçlarını sildi bir kalemde. Gecikmişlik sarsa da tomurcuklarını, gülümsedi karanlık bir güne. Derken, güneş doğdu birden bire öptü sevdalı hazanın yanağından, öyle umut doldu ki anlatamam size. Bir başka gülümsüyordu tomurcuklarına artık üşüyen elleriyle.
Savurdu kendini uçurum rüzgarlarına, yalnız harflerdi dokunduğu ama üşümüyordu artık elleri. Güneş öpüyordu dokunmaya kıyamadan, sevdalı kadın her gün batımı gitmek isterdi sevdiğinin ardından, lakin gidemez. Günebakan çiçeği gibi bükerdi boynunu.
Geceler bitmek bilmez işkence olmuştu güneşin özlemiyle. Sabahları ümitle beklerdi. Özledikçe suyla konuşur, yağmurlara sarılırdı sevdalı hazan. Bir yudum bakış değinceye kadar dudaklarına, yanardı suyun karşısında… Damla damla kanar biterdi geceler, kısalan günlerde hasret çarmıha gerilir, her sabah sevgili güneş yanağından öper, sonra bedeninde gezer, ayakuçlarında boynu bükük terk eder hazanın hüznünü. Özlemleri yarına ertelerdi, sevdadan yana susuz kalmış çiçekler. Hiçbir yangı yakmazdı bu kadar sevdalı kadını.
Umut fidanları büyürdü gecelerde boy boy
Sahilde çıplak ayakla gezer kraliçe hazan
Gelecek umuduyla güneşi bekler
İki yağmur damlasıdır düşler
Sevdayı yazar bakışlara
Her günbatımı hüzün değer kirpiklere
Gece haince dokunur tetiğe
Sonsuzluğa kapanır sevdalı kadının gözleri
Üşür umut hazanın hüznünde
Umudun üşüdüğü yerde ölüm vardır.
04/11/2007
Ayşegül TEZCAN
Denizin kenarında hala oturuyordum.O şarkıyı hatırlamak için 1 saatimi vermiştim.Seni ilk gördüğümde aklımdan geçen şarkı...O kadarda iyi hatırlayamıyorum hala.Hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar diyordu şarkıda.Seni özlemek...Ne kadar acayip bir kelime birini özlemek.Ancak o gidince anlıyor insan ,anlıyor bu kelimenin ağarlığını.Birini özlemenin en enteresan yanıda , ikinize ait görüntülerin kafanın içinde uçuştuğu kısım.İyisiyle kötüsüyle bir sürü görüntü.Fakat nedense zihin kötü olanları daha çok ön plana çıkarıyor.Sanki yaşanmış o güzel şeyler hiç olmamış gibi.
Derin bir nefes daha alıyorum.Sigarımın külleri rüzgarda uçuşuyor,bir film karesindeyimcesine.Dalgalar yavaş yavaş kayaları dövüyor.Ayağa kalkıyorum ve etrafıma bakıyorum.Sigaramdan son bir nefes çekip ,dumanın rüzgarla birlikte süzülmesine izin veriyorum.Kendimi iyice bir film karesi haline getiriyorum.Hareketlerim değişiyor,sanki herkes bana bakıyor ve düşüncelerimi okuyor.Sonra elimi cebime atıyorum ve bana yazdığın mektupları çıkarıyorum.Yarısı yanmış yarısı yırtılmış.Halbuki bana bunları verdiğinde ne kadarda mutlu olmuştum.Fakat şuan bütün dünya beni izliyordu ben o mektupları denize fırlatacaktım ve izleyenler üzülecekti, o mektuplar denize deydiklerinede benimle beraber ağlayacaklardı.Gerçeklerin bittiği histerik bir dunya yaratmıştım.
Birden beni aldattığın o herif geldi aklıma.Aklımı kaybecek gibi oldum.Ruhum bedenime sığmıyordu...Bir elimde o lanet mektuplar ,zihnimdede o herifle seni gördüğüm an.Zihnim bana oyun oynamıyorsa şu anda olduğum yerdi veya çok yakındım.Seyirciler iyice gerilmişti.Bu karmaşa içinde kendimi denize bırakabileceğimden korkuyorlardı.Nitekim öyle oldu.Çok ama çok soğuktu.Bir anda gerçek dünyaya dönüvermiştim.Hemen debelene debelene kıyıya çıktım.Soğuk içime işlemişti.Aklıma etrafımda sevdikleri yüzünden aptal aptal işler yapan insanlar geldi.Gerçekten mümkünmüş öyle bir an.Gerçekten kopmak.Bu film karesi tatdında yaşadığım şey.Sanki insanların seni izlediği hissine kapılman.Yanlız hissedip senle o anı paylaştığına inandığın gerçek olmayan izleyiciler.
Soğuğu daha fazla hissetmeye başlamıştım.Mektuplar denizin üzerinde yüzüyorlardı.Arkalarından biraz daha baktıktan sonra eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım.Eve geldiğimde üzerimdekileri çıkardım ve hemen sıcak su kaynatmaya başladım.Kahvemi aldıktan sonra telefonuma baktım.10 cevapsız çağrım ve 1 mesajım vardı.Çağrılara bakmadan mesaja baktım.Mesajda trafik kazası geçirdiğin yazıyordu.....
Hastaneye geldiğimde ortak arkadaşımızı ağlarken buldum.Kazada beni aldattığın çocuğun öldüğünü söyledi.Sen ise komadaydın.
Seni görmem lazımdı.İçeri girmek için ortalığı ayağa kaldırdım.O an hayatta aklımdan çıkmaz.O kadar kötüydün ki sanki ruhun bedeninden ayrılmak istiyorduda doktorlar izin vermiyordu.Her tarafına anlamadığım kablolar bağlanmıştı.Yanına geldim ve elini tuttum.Buz gibiydi ellerin , o an emin oldum ebediyen gideceğinden.Kulağına doğru eğildim ve fısıldıyarak “Seni affettim” diyebildim sadece...Aslında aklımdan seni seviyorum geçiyordu ama ağzımdan seni affettim çıktı.Alnına bir öpücük kondurdum ve meleklere seslendim içimden, sana iyi baksınlar diye ,Tanrıma yakardım bu hayatta bulamadığın huzuru ve mutluluğu sana cennetinde versin diye.Arkamı döndüm ve odadan çıktım.Aklıma o gülüşün geldi , içimi ısıtan.
Hastanenin bahçesine çıktım.Bir sigara yaktım ve beklemeye başladım.10 dakika geçmedi ki içerde bir koşuşturma oldu.Ortak arkadaşımızla gözgöze geldik.Ne o birşey diyebildi ,nede ben.Yanından geçip karanlık bir sokağa girdim.Sensizliğe sarılıp ağlamaya başladım.....
Bir ad bulmak için paraladım kendimi...Mutlak surette bir adı olmalıydı bu yaranın...Sanki yaşamın akışına düşülmüş bir şerhti bu med-cezirler...Her geliş gidiş kokuyordu.her gidişin geliş koktuğu gibi...İncecik,tazecik,kırılgan ama bir o kadar dirençli bir daldı bu sevda...Yaşama sımsıkı sarılmıştı ve ağacından koparmaya kimsenin gücü yetmiyordu...
Öyleyse neden kanıyordum içten içe...Böylesine umuda tutunmuş bir sevda neden göz göz yara oluyordu içimde...
Bir ad bulmak için paraladım kendimi...Zamanın tenha bir yerinde buluşmuştuk...Yaşamın loş bir köşesi kalmamıştı...Aydınlıklara karışmış,kalabalık caddelere dönmüştük...Sokaklarımız bulvarlara öykünüyor,ırmaklarımız denizlere koşuyordu....
Bir yerlerde bir şeyler vardı ama...Eksik olan bir şeyler...Dolu dolu gülmemizi engelleyen bir şeyler vardı...Ayrılık dadanmıştı bahçemize...Karanfiller solgun,güllerin boynu büküktü...Bu karmaşada yaram kanıyor,dizlerim dermandan kesiliyordu...
Bir ad bulmak için paraladım kendimi...Çisil çisil yağdı üstüme hüzünler...Kapımı çalan her sevinç ‘Buyur gel’ diyemeden sırtını döndü...Dağın sırtına dağ vurulmazdı ki...Özlemlerin sıradağlarına dönmüştü bedenim ve bir dağı daha kaldıracak gücüm yoktu...Ağız tadında yaşamak istiyordum...Ama bir şeyler yakamı bırakmıyordu...Hani bir rüyadasındır...Ölüm üstüne üstüne gelir...Karşı koymak istersin de elin kolun bağlanır,dilin tutulur ya!...Bağırmak istersin ama ağzın açılmaz,bağırdığını sanırsın ama sesin sana bile duyulmaz...İşte öylesine bir yaraydın içimde usul usul kanayan...
Bir ad bulmak için paraladım kendimi...Dağların karnı bir tarla faresi için yarılmamalıydı...Bunca sancılı bir gebelik ölü doğum getirmemeliydi....Bir dağdık ve gebeliğimiz bir dağa olmalıydı...Bir dakikası bile boşa geçirilmeyecek bir yaşam bekleme salonuna dönmemeliydi...
Öz belliydi ama ayrıntılara esir düşüyordu...Bitime beş var dediğim anda hiç başlamadığımızı görüyordum...Yani bir masalın giriş bölümü ediyordu elde kalanlar:
“Az gittik,Uz gittik,dere tepe düz gittik
Bir de baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz”
Kilometrelerce süren bir acıda santim bile etmiyordu mutluluğun...
Bir ad bulmak için paraladım kendimi...Yaşam rayların üstünde akıp gidiyordu...Biletsiz bir yolculukta buluverdim kendimi...Korkuyla yaşamaktansa dedim ve atıverdim kendimi camdan...
Düştüğüm yerde ağrılarım var şimdi...Bir de uzaklaşan trende takılı gözlerim...Ellerimin üzerinde doğruldum ve haykırıyorum şimdi:
“A d ı n Y a l n ı z l ı k O l s u n”
‘Hayatın kendisi bu,
her şey varmış içinde..
Yollar ayrılıyormuş deli gibi sevsen bile..’
Son günlerde sık sık eski günleri özlerken buluyorum kendimi..
Bazen yüzüme vuran rüzgarda, bazen gün batımında, bazen de bir eski şarkıda buluyorum o günlerin izlerini..
Özlemek nasıl da koyarmış insana anlıyorum...
Bir şansım olsaydı keşke diyorum; ‘keşke’ diyor olmaktan nefret ederek.. O eski güzel günlerimi geri getirmek için keşke bir şansım daha olsaydı...
Ne kadar masum, ne kadar saf, ne kadar küçüktüm o zamanlar.. Dünyanın öteki yüzlerinden habersiz ne kadar da mutluydum..
Ve sonra sen çıktın karşıma... Ben bütün mutluluklara geç kaldıktan sonra...
Bir şansım daha olsaydı dünyaya yeniden gelmeye.. Yeniden yaşayabilir miydim o zaman çok özlediğim o eski günlerimi?
Geri alabilir miydim Tanrı’dan kaybolup giden çocukluk düşlerimi?
Geri alabilir miydim o özlediklerimin içinde en çok özlediğim ‘sen’imi’?
Dönebilir miydim o ilkbahar gününe geri?
Ya da aslında hiç yaşanmamış olması için her şeyimi verebileceğim o temmuz sabahına?
Artık çok geç değil mi sevgilim.. Yazık ki biliyorum..
Özlemek de tıpkı pişman olmak gibi hiçbir şeyi değişmiyor.. Hayat bir su misali, her gün biraz daha akıp gidiyor avuçlarımızın arasından ve bize de ardından öylece bakmak düşüyor..
Bir şansım daha olsaydı özlediklerimi yeniden yaşayabilmek için, daha küçücük bir kız çocuğu olduğum, ve seni ilk gördüğüm o günlere gitmek isterdim; senin benim farkımda bile olmadığın günlere...
Ve o günlerden sonra yeniden yaşamak isterdim hayatımı, ama bu kez şimdiki aklımla...
Başıma gelen birçok şey benim suçum değildi.. Ve ben yıllarca benim hatam olmayan şeylerin bedelini ödemekten yorgun düşütüm hayata..
Seçme şansım olsaydı eğer, böyle olmasını ister miydim sanıyorsun?
Dedim ya sevgilim, bu özlemek duygusu günlerdir içimi çok ama çok acıtıyor.. Hele özlediklerimin artık bana yıldızlar kadar uzak olduğunu bilmek hepsinden de çok koyuyor..
Günlerdir sevdiğimi söylemek,seviyorum demek,bir başka anlam içeriyor yüreğimde...Ayaklarının ucuna basarak usulca girdiğin dünyamda fırtına sonrası dinginlik var şimdi.Sessiz sedasız gelmiştin,beklenmedik bir konuk gibi...”Dur! Kimsin? Parolası nedir sevdanın? “bile diyememiştim.Öylesine aç,öylesine susuzdum sevmeye,sevilmeye...Günlerce sorguladım kendimi...Yalnızlık canıma tak demişti de onun için mi yüreğim bu ansızın çıkıp gelen konuğa dur dememişti.Yoksa sevdayı besmele ile ağzına alması gerekenlerin dediği gibi bir yanılsama mı yaşıyordum.Yanıt gecikmedi,yanıtı yüreklerimiz verdi,gözlerimiz anlattı.Bu bir sevdaydı,onurlu ve yürekli bir sevda hem de...Ne bendeki kalabalık yalnızlık ne sendeki özgürlüğe kavuşma şaşkınlığı...Hiçbir şey sevdamıza gölge düşüremedi.Bu sevdayı karalama adına yapılan her hile göndericisine iade edildi,onurun ve dürüstlüğün gücüyle...
............. .
Bir inancı taşır gibi ya da bağlanır gibi bir inanca öylesine sevmiştim seni...Yoklukların,acıların,hüzünlerin ve zulümlerin bütün itliğiyle sırıttığı ve dişlerini etime batırdığı bir dünyada ölümü hiçe saymanın diğer adıydın sen...Siyah-beyaz bir fotoğrafın esrikliğini taşımak,anıların duldasında yağmurdan korunmak,özlemlerle yaşayıp kendine acımanın eşiğine yüz sürmek senden öncesini anlatmaya belki yetebilir.Hani korkulan fotoğraflar vardır,korkulan ve bakılamayan fotoğraflar....Oysalar taşır,keşkeler barındırır da karabasan gibi çöker üstüne,daraltır göğsünü,yakar içini...İşte o fotoğrafların içinde yaşadım ben ve o fotoğrafların içinde uzaklaştım insanlardan,yalnızlığa koştum,kimsesizliğe soyundum...
..........
Bir ilkbahar serinliği ve mart ılıklığıyla başladı her şey...Yağmur olup yağdın yüreğime.Sen yağdın ben yazdım,ben yazdım sen çoğaldın.Yaşamak seninle başladı,direnmek seni anlattı.Ekmek tadında,su azizliğinde sevdim seni...Sen vardın yeşil daha bir yeşildi...Sen vardın insan daha bir insandı....Sen vardın bilinmezin sırrı yoktu kitabımda...Sen vardın yitik değildi umutlar,umutları barındıran sokaklar,sokakları taşıyan kentler...
......
Seni anlatmanın,seni yaşamanın,seni sevmenin anlatımında kör-topal kalıyordu sözcükler...Cümleler edilgen,özneler yitikti bu iklimde...Tanımını arayan bir olgu gibi ortalığa düşmüştü yüreğim...Sevdanın anlatımı seni karşılayacaktı,biliyordum ama sözcüklere dökemiyordum.Kalem suskun,diller tutuktu...Birinci tekilin ikinci tekille olan birinci çoğul olma kavgasıydı belki de beni böyle çar-naçar bırakan.Bildiğim tek şey vardı,adınla başlıyordu yaşamak....
“Ben seninle varım”dediğimde gülmüştün bana anımsar mısın?”Acıma kendine”demiştin “Sen çok güçlüsün”Bir acıma değildi aslında yaşadığım.Evet senden önce de vardım ben.İçime atmakta üstüme yoktu dertleri.Saçlar beyazlıyor,çember daralıyordu belki ama hiç paylaşmıyordum dertlerimi...Gücüm suskunluğumla anılıyordu belki de...Kişiye özel ve adrese teslim acılar yaşıyordum.Bir ben biliyordum acının ağırlığını bir de göz yaşlarıma tanık sessiz duvarlar...
.....
Seni bir bulup bir yitirmeyi sevdim belki de...Bir deniz feneri gibi yanıp sönüyordun karanlıklarda ve ben seni görüyor ama sana yaklaşamıyordum...Sana yaklaşmak sulara gömülmekti belki...Kayalara çarpıp alabora olmak ya da su alarak usul usul batmaktı denizin dibine...Oysa karanlıklar seninle ışıyor,kara seninle görünüyordu.Yani kıyı boyu bir yolculuktu belki bu sevda...
Belki de gidip gelmelerini sevdim,acıyla harmanlanan yolculuklarda... Tam da varmak üzereyken istasyona yolumu değiştiren bir makasçıydın belki de...Görünen her son durak bir serap oluveriyordu çöl susuzu yüreğimde...Ve ben ulaşmak istedikçe yaklaşan,ulaştıkça uzaklaşan seni seviyordum....Yanımda olup uzakta durmanı sevdim belki de...Yüreğin yüreğimdeyken resimlerinle avunmayı sevdim...Akıntılarda yorgunluğum,tek yönlü akışlarda şaşkınlığımdın yani...Direnişler seninle güzel,yönler seninle doğruydu.Ve ben şaşırtmalarını seviyordum alışılagelmişlikler içinde...
Belki de bir sınır kaçakçısının cebine konan pasaport burukluğuydun... Elini kolunu sallayarak sınır aşmanın anlamsızlığıydın,korkulu ve tedirgin yürümelerin karşısında... “Bugün de mayına basmadım”diyebilmenin şükür dolu duasıydın dilimde....Ve ben şüküre bulaşmış yaşamayı seviyordum sende...
Yabaninane tazeliğiydin betonlarla çevrilmiş ömrümde...Ve ben senin ardınsıra dağlardaydım,yar kenarı patikalar boyunca...Nefes kesen,diz titreten yüksekliklerde,korkuyu yok eden kokunu seviyordum.Kokun dolduruyordu ciğerlerimi ve kokunla unutuyordum yardan düşen sevinçleri....
Bir ömürle özdeş bir gündün belki de...Ve ben o günün her anını seviyordum.Her yanım sen doluyor,her saksıda seni büyütüyordum... Gökyüzünde bir uçurtma,sularda bir oltaydım seni sevdiğimde....Mavilikler özgürlük,ekmekti mavilikler...Zıpkın yemiş bir balıktım belki de....Özgürlüğü tel boyu,yaraları sular donduran....Yani nereden baksam sen,nereye dönsem sen ediyordu bütün toplamlar,bütün çarpımlar...Çarpım tablosunda elde kalan yalnızlıktın belki de...
Belki de bir mahpusun,kilometrelerce süren üç beş metrelik voltasıydın avlularda...Özgürlük isteyen bir tutsak yürüyüştün içimde...Adımlar hızlandıkça duvarların yükseldiği bir acımasız vurgundun dünyamda...Ve ben göğe tutsak bakışlarda buluyordum seni...Masmavi kuruluyordun gözlerime,bir serinlik vuruyordu tel örgülere...
Bunca yalnızlıktan sonra şimdi çelişkiler yumağına öykünüyor beynim...”Acıların paylaşımı olur mu?Yani çektiğin acıyı bir başka yürek duyabilir mi?Duysa da senin kadar üzülebilir mi:Eyleme ve desteğe dönüşmeyen sözler kuru bir tesellinin ötesine geçebilir mi?Yalnızca sözde kalan destekler acıları çoğaltıp yalnızlıkları arttırmaz mı?”Bilinmeyenler içinde bilineni arıyorum aslında.Hiçbir şey bilmediğini öğrendiği zaman daha çok dokunuyor insana bunca yıl biliyor olduğunu sanmak.Bunu bilmek bile bu sorulara yanıt vermiyor.
Sen benim yüreğime konuşmayı öğrettin...Sağır değil dilsizdi içim...Kopan fırtınalar suya sabuna dokunmuyordu belki ama ömrüme dokunuyor,gençliğimi heder ediyordu.İçime attığım her hüzün bir tutam beyazla dönüyordu saçıma...
Şimdi adınla başlayan yağmurlarda arınıyorum dertlerden...Susmalardan değil paylaşımlardan alıyorum gücümü...Yanıtsız sandığım sorular seninle çözülüyor şimdi...Sen varsan acının paylaşımı da vardır elbet diyorum.En güzel duyguları paylaşan insan yüreğin acıları da paylaşır diyorum.
Bir sevdayı anlatmak o kadar zor ki çaresiz kalıyor kelimeler...Hele de senin gibi güzel,senin kadar insansa sevdalı...Oturdum,aldım elime kalemi ve canımın tarlasından devşirdim kelimeleri...Kendimi koştum sabana ve altını üstüne getirdim toprağın...
Beynim huzursuz,yüreğim tedirgin vurdum düşünceleri beyaz kağıda...Kimbilir bakarsın bire bin verir toprak,bakarsın başağa durur sevdamız...
Anlamalıydım ben üzüldüğümde kılını kıpırdatmamandan, sadece işin düştüğünde aramandan.
"N`aber, nasılsın" lâfının arkasına "Bir görüşelim mi?"
ekleyememenden, anlamalıydım sevgisizliğini...
Ben, seni görmek için sınırlarımı zorlarken, senin umursamamandan, alaycı konuşmalarından, ya da senden vazgeçerim diye korkup önüme bir parça yem atmandan anlamalıydım... Ben, hayatta hiç kimseye bu kadar sabırlı bu kadar mülayim davranmamıştım oysaki.
Severdim özgürlüğümü, asi olmayı, bir bardak sudafırtınalar koparmayı, kimseye hesap vermemeyi... Bir bunları severdim bir de seni sevdim...
Sevgilin değil sevdiğin olmayı istedim....
İlk defa biri benden hesap sorsun istedim, bir açıklama beklesin.
Bu biraz açık değil mi ya da "Hayır bir yere gitmiyorsun, evde oturuyorsun" dan başka bir şeydi bu... Beni sorgula, duygularımı sorgula istedim. Olmadı...
Ne kadar da kolaydımsenin için, ne kadar dazahmetsiz...
Tabiiki, bocalardın, emindin düzgün insan olduğumdan hayatında hiç karşına çıkmamış kadar düzgün, emindin seni çok sevdiğimden ve düşündüğümden;
öyle olmasaydı her probleminde ilk beni arar mıydın?
Nedenleri, niyeleri merak etmedim hiç, inan etmedim...
Bu kadar sevgisizliğinde seni nasıl bu kadar sevdim, onu merak ettim. Benim için ne düşündüğünü, beni nasıl gördüğünü, sendeki beni merak ettim... Artık hayal kurmuyorum, geçmişe bu kadar bağlı olmamın sebebi; o zaman çok mutlu olmam bunu biliyorum...
Şimdi tekrar başlasak da, yalnızlığı paylaşsak da sana gönlümüaçabilir, gözüm kapalı güvenebilir miyim sanıyorsun? Şimdi artık tek başınayım... Hiç değilse hakkını veriyorum yalnızlığın. iki kişilik kocaman bir boşluktansa sensizliği ve yalnızlığı yeğlerim...
Artık kendimi görmemek için aynalara bakmıyorum, üşürüm diye kazağını giymiyorum,
ağlarım diye türkü söylemiyorum.
Belki de sen haklısın!
Artık ben bile kendimi SEVMİYORUM...
Gittiği her yerden güneş toplardı gözlerim senin için… Ve sen avuçlarımdan hayatı içtiğini söylerdin. Her gün bayram coşkusuyla öperdin, öperdin düşlerimden. Oysa ne çok olmuştu gözlerimden denizi görmeyeli… Dudaklarımdan tuzunu tatmayalı ne çok olmuştu…
Seni görme yeteneğini kaybetti gözlerim, o kazanın ardından. Dermansız dizlerime kapanıp ağlayan gözlerini hatırlıyorum. Çoğalan sızılarıma dolanışı dokunuşlarının, dindirirdi çaresizliğimi. Umutsuz saçlarımı okşardı ellerin, yanaklarımdan süzülen kanlı yaşlarımı silerdi dudakların. İlk kez o zaman gördüm yüreğinin büyüklüğünü. Ellerim, ayaklarım tutmasa da; gözlerim görmese de; benim elim, benim ayağım, benim gözüm olma sözün. Ey deli sevda, sen ne büyüktün.
Biliyordum, canıma işleyen sızılarımla ömründe bir yara olacaktım bundan böyle. Her baktığında acılarıma, isyanlara yoldaş olmaz mıydı yüreğin… Zorlu bir yaşam olsa da bizi bekleyen, hiç yitirmedi sevdanın coşkusunu yüreğin. Ne büyük bir sevdaymışsın sevdiğim. Dertlerime sarmaş dolaş sarıldın gönüllü. Bir gece olsun göğsünden başka yastıklara değdirmedin başımı. Dizlerimde derman, gönlüme ferman bir sevda yarattın be can.
Yüreğimi nefesine yasladığımda can verdin yarınlarıma. Gözlerim kanla doluyken umutlu öyküler anlatırdın dermansızlığıma. Elindeki kandille ışık verdin karanlıklarıma. Gönlümün içini aydınlattığın günler uzundu, yalnız değildi gecelerim. Zaman zaman lanet ederdim yaşadığıma… Kızardın, gizli gizli ağlardın bilirim. Taş kesilmiş bedenimle, toprağa bakan gözlerimle en çok sana koşmayı özlerdim ben. Ruhum bin parçaya bölünürdü, bu nasıl bir yok oluştu alnıma yazılan. Bir giysi gibi çıkarıp atmak istiyordum felçli tenimi üzerimden. Geçmişte kalan bir anı olmasını istiyordum içten içe. Ne sıcak geceler oldu yüreğimde, yakamazdım ateşlerini odanın, donardım içimde. Sen ağlardın dermansız dizlerimde, bir sen anlardın beni bilirim.
Kucaklardın beni, heyecanla sahile götürürdün her gün… Sabırsızlığımı belli edemesem de anlardın sevgili. Gerçek olamayacak kadar güzel bir düştün içimde. Sevgi dolu bakışların, dilinde tatlı sözlerin hiç eksik olmadı. Gönlünün bağında bahçesinde özgürce gezinirdim her gece.
Ah neden, neden seni çok sevmiştim ben. Gönlümün derinlerinde bir sızıydı o gece. Yüreğime yetimliğim, sevdama külleri düştü hasretin. Uzaktan duydum sesini ya da bana öyle geldi. Sanki beni çağırıyordun bir yerlerden. “Gitme” diyemiyordum, acıyordum içten içe.
Acılar birbiri üstüne yığıldı. Karabasan gibi bir gün, ayrılık gelip çattı. Yüreğim dalları kurumuş bir ağaca döndü, tutkularım su gibi karıştı toprağına. Gözlerim seni görme yeteneğini kaybetti, o ölümün ardından. Yalvar yakar olacaktım Azrail’e neden beklemedin, söyle neden… Ölümün, doğumu oldu sessiz çığlıklarımın yar. Nasıl, söyle nasıl kadere boyun eğdi ömrün. Nasıl atmaz sol yanına işlediğim gülün. Yokluğunun alacakaranlığına gömmeyecektin beni. Sesine hasret koymayacaktın hani. Yapmayacaktın sevgili, sözün vardı gitmeyecektin. Hiç affetmeyeceğim seni bu yüzden. Benden önce kucakladığın için ölümü, hiç affetmeyeceğim anlıyor musun!
Bir ağız olmuş damlalar hepsi adını haykırıyor yar. Hadi gel, gel de bana sahip çık. Deliliğimi ayaklandır yine. Dayanamıyorum. Gittiğinden beri her yağmurda sana kavuşuyor ve her yağmura bulut oluyor gözlerim. Damla damla sana karışacağım gün yakındır sevgili. Acılarımı ve dermansızlığımı soyunup üzerimden sana geleceğim gün yakındır. Madem ki sen yoksun bundan gayrı, ben de gözlerimi yumdum hayata ve beni sana getirecek o kara gemiyi bekliyorum.
İşte hazırım, fazla bekletecek değilim seni
Saatim geldi sevgili az kaldı vuslatın sevincine,
Sevgi dolu sözlerini hazırla ve bekle, geliyorum sana.
Hiçbir şey yolumdan alıkoyamaz beni yar,
Özlemliyim, geliyorum seni saklayan topraklara.
13/10/2007
Ayşegül TEZCAN
Bir serçe kondu yüreğine…
Dedi ki; istermisin yüreğinde yaşasam diye.
‘Baktım ki gönlün geniş sana geldim ‘dedi
Dedi ki ‘sen git bak gönül sana alışırsa ne yapar sen gidince’
Yok dedi ben seni sevdim bırakmam asla dedi
Zaten sevmekten uslanmayan gönül açtı yüreğini…
Serçe yuva yaptı gönlünde mavi umutlar taşıdı karanlık mahsene dönmüş yüreğine
Gönül sevdi serçeyi serçe de biçare gönlü…
Derken yaz geçti kış geldi ...serçe gitmek istedi
Sıcak ülkelere çünkü serçenin doğası gereği göç ederdi
Gönül istemese de kabul etti çünkü serçeyi çok seviyordu
Serçeye dedi ki bilki gideceğin en sıcak yer bende bıraktığın sıcaklık kadar olamaz
Serçe kabul etmedi daha güzel yerler var göreceğim
Bir gün arkasına bakmadan gitti serçe….
Yaralı gönlü kanatarakgitti
Bir zamanlar mavi umutlar taşıyıp beslediği gönül hayata küsmedi
Çünkü serçenin taşıdığı mavi umutlara takıldı gönlü ..ve hep gökyüzüne baktı..
Diyceksiniz ki gözü serçeyi mi aradı? Hayır yeni serçeleri davet etti gönlüne ve beraber mavi umutlara yolculuk sonsuza dek sürdü.giden serçeye ne oldu dersiniz merak ettiniz dimi? Meğer serçe hayata ömrününün azaldığıni görünce onu üzmemek için gitmeyi tercih etti ama binlerce serçeye o gönlü anlattı şimdi tüm serçeler o gönlü arar..gönüllerde vefalı serçeleri…