01-12-2007, 02:14
Kaç anahtar açar hayatın kapılarını size?
Ve bunlardan hangisi aslında size ait olanın, yaşamak isteyip istememek konusunda seçim yapmanıza izin vermeyecek olanın, çünkü eğer yaşamazsanız ruhunuzun asla özgür kalamayacağı hayatın anahtarıdır?
Onu bulana kadar edindiğiniz tüm ilkeleri alt üst edecek olandır.
Öyle yavaş yavaş değil, bir anda mantığınız iflas edecek ve aynı anda etrafa saçılan duygularınızı en az zararla toparlamaya çalışmak sizi bir hayli yoracaktır.
Artık özgür kalan ruhunuz, yıllardır süren tutsaklığının sonunda uçmayı beceremeyen, çünkü hiç öğretilmemiş kuş misali kanatlarını açmaya çabalarken savrulacak, yalpalayacak ve düşecektir.
Uçmaya çalıştığında başınız döner, yürümeye kalksa ayaklarınız kanar, hangi boşluktan düşse, yere çakılırsınız.
Canınız çok acıyacaktır!
Artık bilirsiniz…
Esaretinizden kurtulmuş, yaşamaya arzulu ruhunuzu ne yazık ki zaptedemeyeceksiniz.
Özgürlüğü tadan ruhunuz, acının da rengini görmek isteyecektir kendi gözleriyle…
Artık anahtarı elinde olan hayatına uzanan yolda yürürken, sendeleyip düştüğü anda dizlerini kanatan şeyin “acı” olduğunu yeni yeni öğrenirken, onun sadece kırmızı olmadığını çok sonra öğrenecektir.
Peşinizden sürüklediğiniz yıllarda size hiç karşı koymamış sadık kölenizin isyan vaktidir. Peşinden sürüklenirsiniz.
Ona vaad edilen cenneti bile kül edecek bir ateş topudur artık, yani cehenneminiz!
Acırsınız…kendinizden çok o’na…
-”Sana esaretimin bedelini ödetiyorum” demek yerine
“Sana istediğin hayatı vaadediyorum” demeyi seçer sadık köleniz.
Tutkularınız için bir kez daha incinmeye hazırdır o!
Peki ya siz?
Çekip gitsin istersiniz…
Yıllardır sizin seçtiğiniz anahtarlarla açtığınız kapılardan önünüze uzanan hayatlarda yaptığınız hataların bedelini hep o ödemiştir.
Aynaya bakıp kendinizi tokatladığınız her an, yanağınızdan çok acıyandır.
O, yatağında uyuyan sevgiliyi düşlemekteydi oysa siz…
Sadece beğendiğiniz bir bedenle seviştiğinizde, aldığınız hazdan çok daha şiddeti bir acıyla sarsılan ruhunuzun farkında bile değildiniz.
Hayvanlaştığınız anlarda, size insan olduğunuzu hatırlatmaya çalışan ruhunuzu yok saydınız.
En büyük yalanları söyleyen dilinize karşı koyamayan ruhunuzu suskunluğa alıştıran yine sizdiniz.
Aslında yaşadığınız hayatın o ucuz kurallarına uymak adına ama o’nu kirlenmekten korumak iddiasıyla, hiç başbaşa kalmadığınız, güçsüzlüğünden korktuğunuz ruhunuz, artık sizin kadar kirlenmiş haliyle ama yine de iyi niyetiyle(!) karşınıza çıktığında, o çok önemsediğiniz hayatınızın hangi noktaya gelebileceğini hiç düşünmediniz.
Peki şimdi bu ansızın gelen patlamayı,
kendi seçtiği anahtarla kapısını açtığı bu hayatı
göze alabilir misiniz?
Seçim şansınız olmadığını bilmek sizi ne kadar rahatlatır ya da ne kadar korkutur?
Bu güne kadar seçtiğiniz hayatlarda hep dimdik olan siz!
Ruhunuza ihtiyaç duymadan yaşadığınız onca yıl boyunca her ayıbını savuran ve yüzü kızarmayan, her günahından bir tövbeyle arınan,
zırh kuşanıp yaşamaya başlayan siz!
Şimdi ruhunuz sizi yanına aldığında, onun açacağı bu kapıda
korkak ve çırılçıplak…
Nereye kadar gidebilirsiniz?
Ve bunlardan hangisi aslında size ait olanın, yaşamak isteyip istememek konusunda seçim yapmanıza izin vermeyecek olanın, çünkü eğer yaşamazsanız ruhunuzun asla özgür kalamayacağı hayatın anahtarıdır?
Onu bulana kadar edindiğiniz tüm ilkeleri alt üst edecek olandır.
Öyle yavaş yavaş değil, bir anda mantığınız iflas edecek ve aynı anda etrafa saçılan duygularınızı en az zararla toparlamaya çalışmak sizi bir hayli yoracaktır.
Artık özgür kalan ruhunuz, yıllardır süren tutsaklığının sonunda uçmayı beceremeyen, çünkü hiç öğretilmemiş kuş misali kanatlarını açmaya çabalarken savrulacak, yalpalayacak ve düşecektir.
Uçmaya çalıştığında başınız döner, yürümeye kalksa ayaklarınız kanar, hangi boşluktan düşse, yere çakılırsınız.
Canınız çok acıyacaktır!
Artık bilirsiniz…
Esaretinizden kurtulmuş, yaşamaya arzulu ruhunuzu ne yazık ki zaptedemeyeceksiniz.
Özgürlüğü tadan ruhunuz, acının da rengini görmek isteyecektir kendi gözleriyle…
Artık anahtarı elinde olan hayatına uzanan yolda yürürken, sendeleyip düştüğü anda dizlerini kanatan şeyin “acı” olduğunu yeni yeni öğrenirken, onun sadece kırmızı olmadığını çok sonra öğrenecektir.
Peşinizden sürüklediğiniz yıllarda size hiç karşı koymamış sadık kölenizin isyan vaktidir. Peşinden sürüklenirsiniz.
Ona vaad edilen cenneti bile kül edecek bir ateş topudur artık, yani cehenneminiz!
Acırsınız…kendinizden çok o’na…
-”Sana esaretimin bedelini ödetiyorum” demek yerine
“Sana istediğin hayatı vaadediyorum” demeyi seçer sadık köleniz.
Tutkularınız için bir kez daha incinmeye hazırdır o!
Peki ya siz?
Çekip gitsin istersiniz…
Yıllardır sizin seçtiğiniz anahtarlarla açtığınız kapılardan önünüze uzanan hayatlarda yaptığınız hataların bedelini hep o ödemiştir.
Aynaya bakıp kendinizi tokatladığınız her an, yanağınızdan çok acıyandır.
O, yatağında uyuyan sevgiliyi düşlemekteydi oysa siz…
Sadece beğendiğiniz bir bedenle seviştiğinizde, aldığınız hazdan çok daha şiddeti bir acıyla sarsılan ruhunuzun farkında bile değildiniz.
Hayvanlaştığınız anlarda, size insan olduğunuzu hatırlatmaya çalışan ruhunuzu yok saydınız.
En büyük yalanları söyleyen dilinize karşı koyamayan ruhunuzu suskunluğa alıştıran yine sizdiniz.
Aslında yaşadığınız hayatın o ucuz kurallarına uymak adına ama o’nu kirlenmekten korumak iddiasıyla, hiç başbaşa kalmadığınız, güçsüzlüğünden korktuğunuz ruhunuz, artık sizin kadar kirlenmiş haliyle ama yine de iyi niyetiyle(!) karşınıza çıktığında, o çok önemsediğiniz hayatınızın hangi noktaya gelebileceğini hiç düşünmediniz.
Peki şimdi bu ansızın gelen patlamayı,
kendi seçtiği anahtarla kapısını açtığı bu hayatı
göze alabilir misiniz?
Seçim şansınız olmadığını bilmek sizi ne kadar rahatlatır ya da ne kadar korkutur?
Bu güne kadar seçtiğiniz hayatlarda hep dimdik olan siz!
Ruhunuza ihtiyaç duymadan yaşadığınız onca yıl boyunca her ayıbını savuran ve yüzü kızarmayan, her günahından bir tövbeyle arınan,
zırh kuşanıp yaşamaya başlayan siz!
Şimdi ruhunuz sizi yanına aldığında, onun açacağı bu kapıda
korkak ve çırılçıplak…
Nereye kadar gidebilirsiniz?