02-12-2007, 00:35
-------------------------------------------------------------------------------
Söyle! Ölüm hangimizin yüzüne daha çok yakışır şimdi?
Zaman, ayaklarımızın altında can çekişen otlar gibi yok oldu gitti. Günler geçti. Aylar bitti. Mevsimler bizi terk etti. Düşaltı kaldığımı farkettim. Bu zaman denen uçuruma düştüğüm günlerde gözlerim yavaş yavaş kararıyordu. Düş kırıntılarını sabah kahvaltılarına katık ettiğim vakitlerdi. Ruhkıranlarımda bitmişti. Hatırlamıyordum gerisini.
Hani gözümü diktiğim yazılarda `git artık` ısrarına bir anlam veremiyordum. Bir süre sonra kendimi bir darağacında asılı olarak buluyordum. Ben buradaysam ordaki asılı olan beden kimindi? Ölmemiştim. Katil ben miydim? Gözlerinin içine bakınca dayanılmaz acıyı gördüm. Bir daha da bakamadım. Ah suratında eylül biriktiren çocuk... Sen kimsin?
Sonra zaman denen mef`um pamuk ipliği gibi çözülmeye başladı. Dursun orada dedim, dursun orada!...
Kendime sakladım. Geçmişe yapışmış bir halde dursun orada.
Çünkü hatırlamıyorum. Ama hatırladıkça b o ğ u l u y o r u m...
Zaman eridi. O adamın dediği gibi: ``İlk ay yalnızlıktı. Kimseyi istemedim. İkinci ay kavruk. Ki hasretle karışık sıcak girdi günlere. Üçüncü ay uzun. Bitmeyecek sandım.`` Dönseydi hesap sormazdım, kendime sorduğum çıkar yollu çıkmaz hesapları. Sonra gelmedi. Gözlerimden silebiliyordum kendimi. Yani nefes alabiliyordum. Bi cigara ile daraltabiliyordum göğüs kafesimi.
Dudaklarından habersiz şarkılar söyledim. İçinde `ne olur gitme` li ağlama nöbetlerinden geçtim. Bilirsin hani dışarısı güzdü. Çocuktu. Gidecek başka yeri olmadığı için Cadde`deydi. O çocuğu ilk gördüğümde çok içerlemiştim. Sonra duydum ki okula gitmek için soğuk bir durakta bekliyormuş. Isınmak için darağaçları büyütüp kendini astığı duraklarda!
Ah benim lekesiz zihnim. Bu acıyı doya doya yaşa. İki kişilik hesap yap şimdi. Ve beni kirpiğinden düş!
Söyle! Ölüm hangimizin yüzüne daha çok yakışır şimdi?
Zaman, ayaklarımızın altında can çekişen otlar gibi yok oldu gitti. Günler geçti. Aylar bitti. Mevsimler bizi terk etti. Düşaltı kaldığımı farkettim. Bu zaman denen uçuruma düştüğüm günlerde gözlerim yavaş yavaş kararıyordu. Düş kırıntılarını sabah kahvaltılarına katık ettiğim vakitlerdi. Ruhkıranlarımda bitmişti. Hatırlamıyordum gerisini.
Hani gözümü diktiğim yazılarda `git artık` ısrarına bir anlam veremiyordum. Bir süre sonra kendimi bir darağacında asılı olarak buluyordum. Ben buradaysam ordaki asılı olan beden kimindi? Ölmemiştim. Katil ben miydim? Gözlerinin içine bakınca dayanılmaz acıyı gördüm. Bir daha da bakamadım. Ah suratında eylül biriktiren çocuk... Sen kimsin?
Sonra zaman denen mef`um pamuk ipliği gibi çözülmeye başladı. Dursun orada dedim, dursun orada!...
Kendime sakladım. Geçmişe yapışmış bir halde dursun orada.
Çünkü hatırlamıyorum. Ama hatırladıkça b o ğ u l u y o r u m...
Zaman eridi. O adamın dediği gibi: ``İlk ay yalnızlıktı. Kimseyi istemedim. İkinci ay kavruk. Ki hasretle karışık sıcak girdi günlere. Üçüncü ay uzun. Bitmeyecek sandım.`` Dönseydi hesap sormazdım, kendime sorduğum çıkar yollu çıkmaz hesapları. Sonra gelmedi. Gözlerimden silebiliyordum kendimi. Yani nefes alabiliyordum. Bi cigara ile daraltabiliyordum göğüs kafesimi.
Dudaklarından habersiz şarkılar söyledim. İçinde `ne olur gitme` li ağlama nöbetlerinden geçtim. Bilirsin hani dışarısı güzdü. Çocuktu. Gidecek başka yeri olmadığı için Cadde`deydi. O çocuğu ilk gördüğümde çok içerlemiştim. Sonra duydum ki okula gitmek için soğuk bir durakta bekliyormuş. Isınmak için darağaçları büyütüp kendini astığı duraklarda!
Ah benim lekesiz zihnim. Bu acıyı doya doya yaşa. İki kişilik hesap yap şimdi. Ve beni kirpiğinden düş!