Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.
Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü.
Fakat evi dikkatle gözden geçirdikteb sonra , yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu:
"Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz.... Onlar nerede?"
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence;
"Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi. "Peki, senin eşyaların nerede?"
Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu:
"Ama görüyorsunuz.... Ben yolcuyum."
ünlü bilge, hak verircesine güldü:
"Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle...."
************************************************************
Meşhur islam alimlerinden imam Birgivi Hazretleri zamanın şeyhülislamı tarafından verilen bir fetvayı yırtmış ye fetvanın yanlış olduğunu söylemişti. Verdiği fetvanın yırtıldığını haber alan şeyhülislam, Birgivi Hazretlerini huzuruna çağırdı. şeyhülislamın makamına yaran Birgivi Hazretleri namaz kılmakta olan şeyhülislama selam verip içeri girdi... şeyhülislam namazı bitirdikten sonra:
- Namaz kılan bir kimseye selam verilir mi? diye sordu.
imam Birgivi Hazretleri ise:
- Biliyorum namaz kılan bir kimseye selam verilemez... Lakin siz benim içeri girdiğimde namaz kılmıyor, içerisi çok karanlık, şu pencereyi nasıl büyütmeli, diye düşünüyordunuz. Ben de sizi pencere ile meşgul görüp selam yerdim, dedi.şeyhülislam, Birgivi Hazretlerinin kemalatını anlamıştı. Böyle bir kamil insanı ayağına çağırdığından dolayı özür diledi.
[color=#008000]KUL DARALINCA NEDEN DER
YAKARMAN DA O'NUN LüTFU
Birisi her gece kalkip 'i aniyor, O'na dua ediyordu.
seytan ona dedi:
- Ey devamli 'i anan kisi! Bütün gece deyip çagirmana, yakarman karsilikk seni buyur eden var mi ki? Sana bir tek cevap bile gelmedi, daha ne zamana kadar böyle yakarip dua edeceksin?
Adamin gönlü kirildi, basini yere koydu ve hüzün içinde uyudu.
Rüyasinda ona söyle dendi:
- Kendine gel uyan! Niye duayi, zikri biraktin? Neden usandin?
Adam:
- Buyur diye bir cevap gelmiyor ki... Artik kapidan kovulmaktan korkuyorum, dedi.
Bunun üzerine dendi ki ona:
- Senin "" demen, O'nun "buyur" demesi sayesindedir. Senin yalvarisinn, 'in senin ruhuna haber uçurmasindandir. Senin çabalarin, çareler araman, 'in seni kendine yaklastirmasi, ayaklarindaki baglari çözmesindendir. Senin korkun, sevgin, ümidin, 'in lütuf kemendidir. Senin her Yarabbi demenin altinda, 'in buyur demesi vardir.. Gafilin, cahilin gönlü bu duadan uzaktir. çünkü Yarabbi demeye izin yok ona. Agzinda da kilit var onun, dilinde de... Zarara ugradigi zaman, aglayip sizlamasin diye ona dert, agri, sizi, gam, keder vermedi. Artik anla ki, 'a dua etmeni, O'nu çagirmani saglayan dert, Dünya saltanatindan daha iyidir. Dertsiz dua soguktur. Dertliyken yapilan dua ise gönülden kopar...
(Mesnevi'den )
************************************************************
ÇARŞI PAZAR AĞALIĞI
Behlül Dana birgün Harun Reşid'den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi. Behlül hemen işe koyuldu. ilk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncı ya sordu: "Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?" Adam her soruya olumsuz cevap verdi. Memnun olduğu bir şey yoktu. Behlül birşey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı. Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid, "Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?" dedi.
Behlül açıkladı:
- Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.
************************************************************
STRES
Profesör öğrencilerine stres yönetimi konusunda ders veriyordu. Su dolu bir bardağı kaldırıp dinleyicilere sordu, "Sizce bu su dolu bardağın ağırlığı ne kadardır?"
Cevaplar 20 gram ile 500 gram arasında oldu. Bunun üzerine profesör şöyle dedi: "Gerçek ağırlık fark etmez. Bardağı elinizde ne kadar süreyle tuttuğunuza göre değişir. Eğer bir dakikalığına tutarsam, problem yok. Bir saatliğine tutarsam, sağ kolumda bir ağrı oluşacaktır. Bir gün boyunca tutarsam, ambulans çağırmak zorunda kalırsınız. Ağırlığı aynıdır ama ne kadar uzun tutarsanız o kadar ağır gelir size." "Eğer sıkıntılarımızı her zaman taşırsak, er ya da geç taşıyamaz duruma geliriz, yükler gittikçe artarak daha ağır gelmeye başlar. Yapmanız gereken bardağı yere bırakıp bir süre dinlenmek ve daha sonra tekrar tutup kaldırmaktır." Yükümüzü arada bırakmalı tekrar tazelenip dinlendikten sonra yolumuza devam etmeliyiz. işten eve döndüğünüzde, iş sıkıntınızı dışarıda bırakın. Evinize taşımayın. Yarın tekrar alıp taşıyabilirsiniz.
*************************************************************
KOCAMIŞ ASLAN İLE TİLKİ..
Aslanın biri yaşlananca,azigini pençesinden cikaramayacagini anlayıp,karnini kurnazlıkla doyurmanın yolunu aramış. Yalandan bir hastalık haberi cikarip,ininde beklemeye baslamış. Adettendir,hasta ziyaret edilir. Onunda hatırına sormaya gelenler oluyormus. Aslanda gelenleri birer birer yakalayip yemis.
Böylece niceleri yenilip yutulduktan sonra,bir gün tilki de inin önüne kadar gelmiş ve aslana hatirini sormuş. Aslan:
-Sorma tilki kardeş çok kötüyüm. Neden içeri girmiyorsun,hele buyurda bir konusalım,demis.
Tilki:
-Girerim girmesine ya,ayak izleri hep içeri doğru, dışarı olanini hiç görmedim,demiş.
DüSüNCELI VE TEDBIRLI INSANLAR DIKKATLI HAREKET EDERLER. BU YüZDEN ASLA PISMAN OLACAKLARI ADIMLARI ATMAZLAR."
************************************************************
DARI EKMEK...
Bir hükümdar maiyetiyle birlikte ülkesinde bir gezintiye çıkmıştı Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü ihtiyara uzaktan seslendi:
- Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maş yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden herhalde yiyemezsin.
ihtiyar cevap verdi:
- Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yedikse, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer
Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve ihtiyara bir kese altın verilmesini emretti
ihtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmadı:
- Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi
Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti, bir kese daha altın verilmesini emretti
Yaşlı köylü sıradan biri değildi çarıklı erkânı harp diye nitelenen kişilerden biriydi:
- Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyva verdi
Bu diplomatça cevap da hükümdarın hoşuna gitti ve bir kese daha altın verilmesini emretti Ama bu defa vezir araya girdi ve hükümdarı uyardı:
- Aman sultanım bir an önce buradan uzaklaşalım Bu ihtiyar bu gidişle tarlasına fidan dikmek yerine, devletin hazinesine darı ekecek.
***********************************************************
PEYGAMBER'E BAĞLILIK...
Mekke'nin fethinden sonra islâm'ı kabul edenler arasında Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe de bulunuyordu. Yaşı sekseni aşmış, âmâ bir kişi olan Ebû Kuhâfe Hz. Peygamber'in huzurunda hidayete ermekte geç kalmışlığını telâfi edercesine aşkla kelimei şehadet getiriyordu. Bu esnada sevinmesi gereken 'Sıddıyk' (yürekten tasdik edip, sorgusuz sualsiz bağlanan) lakaplı Ebû Bekir ağlıyordu. Fakat bu ağlayış bir sevinç ağlayışı değil üzüntü ağlayışıydı. Bu, meclisteki herkesin hayretine sebep olmuştu. Sordular:
- Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
- 'ın Resulünün en büyük arzusu amcası Ebû Talibin müslüman olmasıydı. Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi. Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnud olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Rasûlünün gönlü hoşnud olsun. işte bu olmadığı için ağlıyorum.
*************************************************************
TAŞ....
"Hasırcızade Mehmet Ağa, bir gün Fuat Paşa'nın yanında iken paşanın
pırlanta yüzüğüne dikkatle bakmağa başlamış. Fuat Paşa sormuş.
- Yüzüğüme mi bakıyorsun?
- Evet Paşam... Taşını merak ettim.
- Elmastır.
- Güzel. Fakat faydası nedir?
- Hiç...
- Peki, ne gelir getirir?
- Hiç.
- Yazık. Benim de babadan kalma bir çift taşım var; bana senede elli
altın getirir.
- Amma yaptın ha! Ne taşı ki bu?
- Değirmen taşı! Zira bu taş sayesinde hem nafakamı çıkarıyorum, hem
hayır hasenat yapıyorum hem de insanlara bu taş sayesinde hizmet
ediyorum..."
*************************************************************
Zülkarneyn As, Bir sefer esnasında gece yolculuk yaparken ordusuna:
-Ayagınıza takılan şeyleri toplayın diye emir vermis. Ordu bu emri duyunca;
İçlerinden bir grup:
-Çok yürüdük, çok da yorulduk, gecenin bu vaktinde bir de ayagımıza takılan şeyleri toplayarak kendimize ağırlık yapamayız diyerek hiçbir şey toplamamış.
İkinci Grup ise:
-Madem Komutanımız emretmiş az da olsa bir şeyler toplayalım. Emre mualefet etmeyelim diyerek az birşey toplamışlar.
Üçüncü grup daha itaatkar bir tavırla; "Komutanımız bir şeyi emrettiyse vardir onda bir hayır" diyerek heybelerini agzına kadar doldurmuslar.
Ertesi sabah uyandıklarında şaskinlıktan gözleri faltaşı gibi açılmış. Zira Komutanlarının toplamalarını istedigi şeyler Zümrüt, Altın ve Mücevher benzeri şeylermiş.
Bu örnek bize Ahiret'te karşılaşacagımız manzarayı hatırlatıyor. Bir kısım insanlar, bütün uyarılara rağmen buradan heybelerine hiçbir şey almadan gidecek. Bazısı az bir şeyle yetinecek. Çok az bir kısmı da emre itaatin verdigi rahatlıkla huzura çıkacak.
Evet,o (c.c) Emrediyorsa Vardir Bir Himeti...
***********************************************************[/color]