Forum Hafızoğlu

Tam Versiyon: "susacak var"
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Sayfa: 1 2
Bana koca bir kenti sunarken, küçük bir yürekteki adamı alan aşk, bilmediğim yanlarımı çıkar dar sokaklardan caddelere. Çıkar karşısına onun! Güneşi batıyor İstanbul’un kendi içine, en içime... Düşlerimi döktüm arkasında kalan kızıllığına. Her sahnede dile getirilmeyen âmin, başımı bekledi. Ağladım. Ağlamak mevsimsiz durdu yüzümde. Ağlamadım, kin saldırdı kirpiklerime. Her şey suç unsuru, her şey bir intihara neden… En çok ne kalmadı geride, en az ne hatırlanıyor? Bilir mi ki? Ya da haykırsam İstanbul’a, duyurur mu sesimi? Şarkılarımda, siyah-beyaz kaldı gülüşüm. Kırmızı bir alınganlık oturdu dudak kenarlarıma. Derinden geldi gerçekler ve su yüzünü talana çevirdi. Aşk, al biraz da küskünlüğümü. Barış parmakları gönder; bana, ona…

Çok sesli bir yalnızlık oldu şimdi güncem. Boş boş sayfalarda anlatamadıklarımın anlamı var! Bunca insan neye kör, niye kör? Bildikleri, senin en dolanlı halindi aşk! Şimdi karşı karşıyayız. Neden çığlık atmıyorlar varlığımın ürkünçlüğüne? Neden ele vermiyorlar beni, seni? Bir ihbara meydan verir içimdekiler… Söyle İstanbul’a, konuştursun muhbir bakışlarını! Sır tutmak eski bir Bizans oyunu, susmaksa Osmanlı hikâyesi…

Aşk! Esaslı bir yalnızlıktı aradığım; buldum, yitirdi yalnızlığını o… Şairinden satın alınan çok kullanılmış yalnızlıklar bir beden küçük gelirmiş alana. Bana ondan en çok onun kaybettikleri kaldı. İstemedikleriydi payıma düşen! Anmayacağı anlardı bana bıraktığı! Gelişini beklemek, gidişini izlemek… Bana en çok onun ardı kaldı.

Yine gülsem diyorum hayatın en ciddi yanına. Umursamadan sersem umutlarımı, ki umudum olsa! Unuttuğum olsa! Ve bir de o var, onlar var! Unutmak ölümden önceki eylemim olur bunca çoğullukta. Ben’in yoksulluğunu anar mı? Aşktı, o ve benden oluşan biz! Aşktık biz. İkimiz seni yaratıyorduk, aşk! Sendendi sevgimiz, birbirimize oldu ihanetimiz. Ben yokken nasıl yaşar seni? Kimle yaşar, neden yaşar?

Kızılı silindi İstanbul’un… Bir öfkeydi batışı ve çattı gitti güneş… Her yan, karaya yeni bir ton! Göremiyorum, İstanbul’un suretine sinmiş düşlerimi. Düştüler mi bir bir? Oysa düştüler sadece! Çocukça, serserice… Dokundu bazı yüreklere, içine dert oldu bazı sıfatsız isimsizlerin… Aşk, bırak kelimelerimi, bırak da güneşin ardından bir de ben çatayım İstanbul’uma! Özlemiştir hırçınlığımı, özlemiştir kavgalarımı. Özlemiştir, belki beni…
Yazıyorum. İnadına bükülüyor kelimeler, kalemimin çeperinde. Sana mensup akıldışı tümcelerde günler geçiriyorum. Sesin duyulur gibi oluyor uykudan uykuya geçitlerimin bulanıklığında. Nerde olduğunu bilmediğim İstanbul sabahlarında, olduğun yere açıyorum gözlerimi. ‘Yine yoksun’ diye bitireceğim geceye düş kırıklığı topluyorum, seni şair yapan sokaklardan. ‘Buradan geçmiştir’ belkisinin işe yaramaz ihtimaliyle, umuduma yürüyorum. Tabanımda, izin’siz kaldırımı kalmadı İstanbul’un. Bir şehir bu kadar taşır seni ve bu kadar saklar. Yoksun!

Ayrılığın, inandıkça bir yalan oluyor. Özbeöz olsa, firak lisanımıza uymazdı. Anlamazdım. Yadin dururdum terk ettiğin şehirlerin girişinde. Söylediklerinin eri oluyorum oysa. Dilim, haricindekilere paralel, lügatine teğet geçiyor. Daha yakınlığım, senin en uzağın. Genişliğini bilmediğim yörüngendeki kör dolanışım, İstanbul’un çok açılı bakışlarında sıkışıp kalıyor.

Özlüyorum, tamamı özlem aşkımın en yanık ayinlerinde. İstanbul kuma, İstanbul delil, İstanbul naçar... Ben gibi değil mi artık içindeki ben? Çok mu ileri gittim ve ertesiz mi bıraktım bu aşkı? Sen yazarken, ben yaşıyorum! Simetrik midir bu eylemler taraflarımızın algılayışında? Ben geri çektim öfkemi. Sen de kır küskünlüğünün nifak saçan dallarını. Affedilmez kusur işlenmedi bizde. Kırgınlığım sözüneydi. Sana, alındım ben! Alındım sevdiğime!

Bana vaatsizsen de, bul beni sende, İstanbul’da. Yalnızlığım paylaşılıyor, havarisi çok kimsesizliğimin. Sensizliğim tekelimde, şahsıma yaraşık yaşaması. Zamanın, geçer gibi yaptığı anlarda, anıları daha çok hatırlıyorum. Gülüşünden sözlerine, ellerinden gözlerine uzanan resmiyetsiz Boğaz törenlerinde harlanıyor aklım. Varlığına yeksan değil yokluğunun tasvirsiz İstanbul’u.
Bana kalbini ver.
Avuçlarımda tutacağım mayınların yerine.
Acele giden gece zamanlarında çarpacağım bir duvar emniyetinde gülüşünü ver bana. Düşerken dibe, soluklanacağım ama asla tutmayacağım ellerini ver bana.
Tercüme edilmemiş öfkeler seyrelsin ömründe.
Yüksek sesler alçakça dinlenir.
Bana usul sessizliğini ver.

Lütuflar karşılık ve karışıklık için sunuluyor hayatın asil isimlerince.
Adının anlamını ver bana.
Telaffuzunda özlemlerin dindiği adını ver bana.

Başkaları, bu aşkı oyalamak için var olur.
Ne kadar durdururlarsa nefesini, o kadar hızlanırlar.
Bana kendini ver.
Her şeyden ayıkladığın kendini…
En iyi ölüm berbat bir yaşamın kıyısında bekler.
Seninle gerçeklerin intizamlı duruşunda yalanlar yumağını çözmek için varım.
Bana gücünü ver.
Yaralar değil canı yakan. İzin tendeki çirkinliği ve merhemin kabadayı yardımseverliği…
Yaralarını göster ve bana izlerini ver.

Günün bütün aynaları beni gösterdi aksinde.
Baktıkça seni gördüm.
Bana var oluşunun sırrını ver.
Günbatımlarında gözümün değdiği yerlere kurul.
Senden olma güneşlere kamaşsın bakışım.
Bana zamanını ver.

Atlardan daha hızlı koş oraya.
Soluk soluğa kaldıkça koş…
Yarını ertelediğim geçmişin geçmezliğine inat, vaktinde yetişmek için bana, bir kez olsun yok et geç kalışını ve durmadan koş oraya. Bana verdiklerinle bekliyorum seni. Düşsüz ve sonuna kadar gerçekli bir aşkın içinde…
Kuşlara takılmasın ayakların.
Takatini zorla ve koş…
Oraya… Kent soysuzlarının, aşk eşkıyalarının, gurur kırmak için hendek kazanların, dokunuşun esrarından acizlerin, kontrol edilmeyen sevilerin, intiharla harlanmayan yaşamların olmadığı oraya… Koş…

Ben bütün gemileri uğurladım. Gitmeyeceğim.
İçilmiş yeminleri kustum şehrin meydanına.
Yıldız sağanağına bağır açmış bir yeryüzündeyim.
Yazılmış sözleri susuyorum.
Konuşarak, yazılmamışları siliyorum.
Bana hecelerini ver.
Yarım kalan öykülerimin noktası olmaktan vazgeç.
Bana başlangıçlara yeter hevesini ver.

“Susacak var” edilen bir yemin, sözle tutulamayan.
Bana yüzünden çizgiler ver, gülüşünle belirginleşen ve hiçbir gamzeye yer açmayan.

Suya yazılmaktan kurudu kelimeler…
Bana bir cevap ver!
emeğ.ne sağlık kardeşim saol.
Sayfa: 1 2