Forum Hafızoğlu
dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - Yazdırılabilir Sürüm

+- Forum Hafızoğlu (https://www.hafizoglu.net/frm)
+-- Forum: Hayatın İçinden (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=93)
+--- Forum: Edebiyat (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=16)
+--- Konu: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. (/showthread.php?tid=10551)

Sayfalar: 1 2


RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

Düşünüş

Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?

İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok



En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!

"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.

Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.

Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!

Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.



Yahya Kemal Beyatlı



[Resim: paradisehell679717376ot8.jpg]

SANADIR YAR SANADIR

SANADIR YAR SANADIR

Sazımı gecenin en karasına bağladım,
Türküm siyaha inat beyazdır,
Yemende ellerim kesik,
Irak’ta özgürlüğüm sana mahkûmdur.
Belki de bu yüzdendir,
Senden bir adım geride kalışım hep,
Nicedir gözlerine düşen ayrılığımın şiiri,
Ve bu yüzdendir belki ayrılığın pimini içimde çekişin,
Sessizce terk edip gidişin.
Hani mevsim bahar olur ya,
Gözlerinde ışıldar güneş,
Ve tebessümünde gülleri saklarsın benden…
Bilemez hiçbir bahçıvan
Gözü gibi sakındığı o gülün ellerin elinde solacağını.
Bahçıvan o güle sevdalıdır bir kere,
Solmuş haline bile yaralıdır,
Kanından kan, canından can katar suyuna,
Solsa da yüreğinde yeşertir gizlice…

REŞİT ESİN



RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

Ağlatma Beni

Ağlatma Beni

Sitemim sanadır gönlümün gülü
O mahmur bakışla bekletme beni
Vefasız tabut sen bense bir ölü
Sarılıp sessizce ağlatma beni

Bir tatlı tebessüm gösterip gel çık
Belki de sevdamız vuslata açık
Leyla gelin olmaz sevdalar uçuk
Büyülü dönüşte dağlatma beni

Vefa ne vücutta nede tendedir
Bir ucu tabutta biraz bendedir
Salayım kendimi yâr kefendedir
Öpmeden kefene bağlatma beni



RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

[Resim: _mer_Ekinci_Micingirt____R_K_TABI.jpg]

.::Hala Küçüğüm Ben::.

Aldı eline beyaz bir kağıt,

Sonra uçak yaptı o kağıttan, tıpkı çocukluğumuzda ki gibi...

Ve bıraktı boşluğa...

Gittikçe uzaklaştı, göremez oldum...



"İşte bu gittikçe kaybolan sevincimdi" dedi...

Anlamadım !

Belki de anlamak istemedim...

Düşündüm, düşündükçe anımsadım...

Ve anladım !


Bir zamanlar benimde,

Küçük ellerim, küçük umutlarım vardı...

Adını "gülücük" koyduğum bir uçurtmam vardı...

Aldığım gibi kayıp gitti ellerimden...

İzledim, gözümü kırpmadan izledim...

Kayboldu yavaş yavaş...

Mutluluğumu da alıp gitmişti sanki o an...

Çok ağladım...

Oysa ne çok mutluymuşum...


Şimdi, sözüm ona büyüdüm...

Ve yine ağlıyorum...

Artık gözyaşlarımın içi dolu...

Kimine küçük, kimine büyük kırıntılar acıtıyor içimi...

Bir söz yetmiyor yaprak misali savrulmama...

Her şarkıda dökülüyor damla damla gözlerim...

Artık bir kulağımdan girip, diğerinden çıkmıyor söylenenler...

Her birini yazıyorum aklıma birer birer...
Gidişlerin anlamını iyi biliyorum şimdilerde...

Yani büyüyorum...

Ve büyüdükçe, susuyorum git gide...


İçim kanıyor...

İnadına susuyorum !

Sustukça, koparıyorum her bir parçamı bedenimden...

Duygularum bende hüküsüz şimdi...

Düşlerim yarım...

Yalnızlığın kapıları kapanmış yüzüme...

Ruhum bir orada bir burada...

Gel - Gitlerede firari çocukluğum...

Şimdi bir balonum olsaydı...

Kırgınlığı, yalnızlığı, hüzünü, acıyı...

Bildiğim, bilmediğim ne varsa içine doldursaydım...

Ve bıraksaydım boşluğa...

Hayallerim kalsaydı sadece geride...

Keşke'nin diğer alamı bu bende ki...

Belki de bir mucize beklediğim...

Nicedir kendimi kandırıyorum...

Artık sus yüreğim !


Duyuyor musunuz ?

Kimse görmek istemese de, büyük duygularımın içinde hala küçüğüm ben...

Kahraman Tazeoğlu Şiirleri

"Yalnızım çünkü sen varsın"

"gel" desen gelirdim
gittiğin uzakta bendim
dağ gibi bir ihanetten düştüm
bu kendime son gelişim

ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime
kendimi suçüstü yakalıyorum
ve kentsizliğimin isimsizliğini
Araz'a uyak düşüyorum
gözlerime senden düşler sürüyorum
ıslak bileklerim kan bayramına yatıyor
bana en büyük tehdit yine ben oluyorum
sonra bir durağa yaslanıyorum
sonra bir kente
ve sen gidiyorsun
ben kanıyorum
diyorlar ki "kendini dinleme hiçbir şey söylemiyorsun"
oysa "gel" desen gelirdim biliyorsun

yorgun Haliç'e biraz inat
biraz ihanet bırakıyorum
ellerinden bir tedirginliği bir tehdidi avuçluyorum
aklıma düşüyorsun
düşüyorum
düşünce
üşüyorum
azgın hüzünlerle körlüğüme göçüyorum
ayrılığın saati kaç geçiyor bilmiyorum
yalanlarımla bir hiçlikteyim
beni içinden kaç

bu kentte her yağmur kendini ağlar
aklıma düşsen yalnızlık oluyorum
ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir
nerde kimi üşüyorsun
artık kendini yakan bir ateşim
kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz
şimdi boş duraklara yaslanıyorum
boş kentlere
oysa "gel" desen gelecektim

gün düşlerime dönüşlerimde
bakışın içiyor beni gözlerimden
gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara
uzaklığına uzanıyorum
sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden
ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan
yıkılıyorum şarkılara
"kimseler biliyor"
yalnızlık dostumdu
şimdi korkum oluyor
oysa "gel" desen gelecektim

artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor
güz artığı saçlarımda oynaşan sensizlik
göz karana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan
kendimi yitirdikçe sana gidiyorum
göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum
düş satıcısı ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum
uysal yalnızlıklar satın alıyorum
gülüşümle ödeyerek
ve içimde yalancı bir katil taşıyorum
yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma
cüzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben
kirli sözlerimi temize çekme
oysa "gel" desen gelecektim

gözlerim ihanete ihbar taşıyor
kuşkulu bir cinayeti fısıldıyor kaşlarına
sözü namluna sürmelisin şimdi
en yaralı yanımdan vurmalısın beni
çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır

avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum
ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam
susuşuna kan döküyor gözlerim
sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun
oysa bilmelisin Araz'ım
kimsenin içi görünmez
ve hiç bulamadıklarını
asla yitiremezsin
bak şimdi aramızda sessiz kalıyor
söylenecek bütün sözler

her sabah akşam oluyorsun
alnından ellerine damlıyorsun
yüzündeki yağmurla iniyorsun kente
içine dert oluyorsun kentin
dışına yağmur
yüreğinde dağılıyor kristal şehirler
duvarların kan öksürüyor
ve sen
başkalarının gözlerini
yüzümde aramamayı öğreniyorsun
beni bir durağa yaslıyorsun
beni bir kente
gidiyorsun
oysa "gel" desen gelecektim

susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın
en susmakta neydi öyle
sen en dinlerken
biliyorum Araz'ım
insan kendini bulmamalı, hep aramalı
gittiğin yerden başlıyorum öyleyse
gece cinnetlerimi de alıp yanıma

denize bakmayı bilmeyenler
bir gün mutlaka boğulur
işte bundandır gözlerinden kaçışlarım

siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet yaptınız mı

ben şimdi gurbetim
içimde taşıyorum
heba olsa da senlerce yılım
oysa "gel" desen gelecektim

ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep
ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden
şairler ölüdür derler
inanmıyorum


en karanlık ceketimi giyiyordum
ışığa kördüm çünkü
şimdi ise güneşe ilerliyorum
dirilmek için

kimliği paslanıyor eski bir anarşistin
gecenin kör gözünden utanıyorum
hadi bana en militan kelimelerle saldır
batır içime cümlelerini
beyhude bir dehşet bırak
hak ediyorum

gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime
can kaybından ölüyorum
cenazemde namaz kılacağım
zan altındayım
yalanıma inanıyorum

yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan
kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin
kinim kendime
susuşum sana
küsüşüm tüm dünyaya

üstü kalsın ihanetimin
"gel" desen gelecektim

yine bir tren geçiyor içimden
sen kesiliyorum gülüşümün karşılığı
saçların bir rüzgarın öyküsünü taşıyor
görmüyorum söylemiyorsun kırılıyorum
hiçliğimin etleri yolunuyor şizofrenik bir gecede
sana bir öykü çıkarıyorum ağzımdan
süsle beni ey aşk
geçtiğin yerleri öpüyorum

yarısı yanık bir aşkın küllerini taşıyorum
dişlerindeki nikotin tadı terkimde
sirenler ve ateş hatları içip
sesini peydahlıyorum kendimden ve kentimden
ıslak ceplerimi buluyorum el yordamıyla
yasadışıyım
tutukla beni gözlerimden

kalemim bitti yitirdi şiirini şuur
öldü kanımdaki mürekkep balığı
solumdaki sise intihar etti intiharlar
bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek
yaşamak için geç bir zaman
ölmek için ise erken

çok davullu bir senfoni sürçüyor
dikiş tutmaz ayrılığımda
kirpiğinden yapılma bir darağacına
geceyi asıyorum
yoksun
bu yağmurlar ıslatmıyor beni
bir durağa yaslanıyorum sensiz
gidişinin en sessiz harfinden yırtılıyorum
"gel" desen gelecektim oysa

kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor
şimdi herkes biraz sen biraz acı
göğsümde bir vagon
gizli sözler batıyor
fırtınalar çıkıyor üstüme

şakağımda
intihar acemisi bir şairin
delilik provaları
arkandan uluyan kapılardan
söküyorum kokunu
yokluğunu kokluyorum
yokluğunu yokluyorum

çöz gözlerimi senden hadi
ücranda yak bakışımı
gözlerine bekçi sevdam
dünden ve senden kalmayım

içine her düşen
kendi keşfi sanıyor seni
oysa sen
melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin
ve kendini acıtmak istiyorsun
ama güller kendine batamaz
bilmiyor musun
"gel" mi diyorsun

herkes kendi gördüğüne bakar
peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz
kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu
hadi en kanadığımız yerden susalım
"gel" desen gelirdim
"git" dedin ve gittin

Aşka...
Rüzgara...
Ayrılığa...
Zamana...

eyvALLAH...

K.Tazeoglu



RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

Yitikliğimize

Birbirimize dokunmalarımız korkak kelebeklerdir,
dokununca renkleri yıkılan...
Çünkü küskün çocuklar inanmazlar.
Ki inanmak küskün bir çocuğun en büyük kan kaybıdır.
Susarım içimde bir yangın başlar.
Dokunsam arta kalan sen, kül olan ben.
Taş duvarlar yanmaz bilirim.
Büyük yangınların isini giyinirler.

(ama nafile..
hiçbir kalem ve hiçbir ben, sonraki sayfada aynı sen’i bulamıyoruz.
uzaklar hep uzak kalıyor sevdaya...
sen yine de artık sesime düşme.)

Her gece gözlerimden hatıralar çalınmış.
Bir denizci ağ atmış yalçınlaşmış düşlerime...
Düşmüşüm.
Bir ses... giden gitmiştir demiş...
Susmuşum...
Bir baharın bedeliydi bu...

Kahraman TAZEOĞLU

ayrılığı seçtinmi herşeyi götüreceksin yanında...
geriye hiçbirşey kalmayacak..
söylenmemiş sözler kalmamalı bıraktığın yerde..
ki ben en çok onları duydum..

gittinmi adam akıllı gideceksin..
hiçbir özlem kalmayacak dönüşleri emziren..
demem o ki
dönecekmiş gibi gitmeyeceksin..
büyük git gidersen.. uçsuz buvaksız..
dursuz duraksız git..

telefonun numaraları sesime düşmemeli..
yolların yoluma değmemeli..
hiçbir anıya hiçbir dizeye yenilmemeli ayrılık...
şarkılar dinlenince unutulmalı..

gece nimişken ayak parmaklarına kadar..
yahut
gün doğarken yatağının diğer yastığındaki boşluk
tecavüz ederken gözlerine..
ne bileyim tek başına yiyeceğin sofrana
iki kişilik servis açtığında susacaksın... duracaksın..
gitmenin hakkını vereceksin..
ayrılık gurur duymalı seninle..

gidersen sözün ayaklarına geçiyorsa
ayakların yakınımdan geçmeyecek...

ayrılığı seçtinmi büyük olacak ayrılık...

ayrılığı seçtinmi?

K.Tazeoğlu



RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - Toprak - 01-09-2008

işte En tenha yerdeyim..
Kendimdeyim..
Kalbimdeyim..

Kimse görmek istemese de, büyük duygularımın içinde hala küçüğüm ben...güzel şiirler
Bir söz yetmiyo yaprak misali savrulmama...


RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

Kendini Biriktirme Koleksiyoncusu

aşkı ayrılıklar yaşatır
hadi küs kendini ona
sonra kendi içine kus
bir şiir kana
dilinden susul

intihar kurgulu gözlerinde
kör bir uçurum var dalgın
gölgen kendine dargın
ona çığlığın çok ama
için kendinden yorgun

bir yağsan ıslanacaksın
kanamalı bir düşe
eski bir cinneti asacaksın
gece kara çalınca yüzüne
heybenden intihar çıkaracaksın
aşkı ayrılıklar yaşatır
kendini biriktirme
ayrılacaksın

Kahraman Tazeoğlu

Yanlış Anla Beni

keskin bıçak aşkının kestiği damarımdan fışkıran ayrılığı intihar ediyorum
kırık şakaklarıma yapıştırdığın teselliyi dudağımda uçuklattım
gidiyorsun yağmurun kızı çekmişsin pimini ayrılığa
gözlerinden ağrılar sızıyor çığlığını yüklerken gemilere
geldiğin her yere yabancısın içinde taşıyorsun katilini
tokada doydu yüzünün sol yarısı
kalın bir kalem altını çiziyor şimdi
kanat sürçüyorsun bir gidişe
ardında gurbetleşen kavuşmalarımız
yakıştırıyor her intiharı bana
benden çok sağanaksın
parmaklarımın ucusun
yaktım ve içtim
dön ve gül
gül ki
gözlerim
çiçeklensin
yalanlarla
saklıyorum
sevdamı
ne olur yanlış anla beni

Kahraman Tazeoğlu

Yoksun Ya

Yoksun ya
Gençliğimin deli rüzgarları da yok
Ve yoksul düş baharlarım
Neler kalmadı ki sende
Çaresizlik karabasanlarının çıkmazları
Avuntuzus saplantıların açmazları
Deli düşler

Yoksun ya
Kim anlar şimdi bu yüreği
Sensizlikte ne yapılır bilmem ki
Aşkın tepelerinden böyle apansız düşmedim

Ilık tebesusumler vaktine beş kala solan
Kahkahalar gibiyim
Yarısında yutulmuş
Sevinç çığlıkları dolu boğazım

Seni özlemeyi bile yakıştıramıyorum kendime

Yoksun ya
Buruşturulup atılmış mektuplar gibiyim
İçimdeki yürek boşluğuna yoldaş
Gülüşüm bükülü kaldı dudağımda
Sana sargın kalmak vardı gül yüzlü
Bu aşkın üstü
Böyle örtülür müydü

Kahraman Tazeoğlu

Kent, Tepe, Bir Çocuk, Bir Liman, İki Yemin Ve Koridor

anılar kentlerde yaşar sevdiğim
kayalar asıl yüzlerimiz olur kimi zaman
tüm gökyüzü çiçekler için vardır oysa
rüzgar utangaç bir kızdır
sessizden teninde dolaşır
kokusunu bırakır yasak yolculukların
kan kesmiştir gözleri çocukların
uykularında çekmeceleri yağmalanır
can olur martıya özlem
kırık kanadını sarar sarmalar da uçar
tüm durakları kentin geceleri görünmez olur
kıyılar denizsizdir

uçurumlar gölgeler için yaşar
ateşten dili gül iklimi kadınlarının öpüşlere yasaktır
trenler eski şehirlerden geçer
acılı ölülerin ve gözlerinin üstünden
kalbin yalnız mezarlıklara yurttur
gözbebeği büyücüsü umutlarınla oynar
sahte eller yaratır öldürücü el sallayışların için
sözcükleri güç için kullanır utanmadan insan
dinmeyen sessizlik kanatır
yarası kabuk tutanlar bilet alabilir güneş ülkesine
ve ateşte yan tutabilir böyle zamanlar
inanmayacaksın
gördüm
deliler hücrelerde yaşayabiliyor bu ülkede
düşünenlerse delirebilmeyi deniyor sık sık
evet hiçbir uçurtma uçmuyor göğünde
hiçbir limanında sevebilenler yok
hiç kimse 'geell' diye bağıramıyor penceresini açıp bir gece yarısı
hiç kimse utanmıyor susarken
sevemezken
gülüşünden

boşvermişlik kapkara bir yılan gibi çökmüş yüreğine şehrin
inceden zehrini akıtıyor korkaklık için
'şehirler olmasa anılarımız ölü olurdu' derdin
haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum sanki
şehirler, şehirler, iç içe geçmiş şehirler
gözlerinizle yüreğimizle kurdumuz saklı şehirler
kıyısı da yok koridorlara vuran
ve bazı şehirler var
oraya sadece kuşkular girebilir
sadece hüzünler
işte onlardır karanlığın kurduğu gizli kentler ruhumuzda

ve bir sokak ki çırılçıplak bir göğüs oluyor kimi zaman
bembeyaz korunaksız
soyunmadan çıplak kalabilen ender bir varlık o
içindekileri de dışındakileri de taşıyor bir arada upuzak düşlere
eski bir sevdayı deliyor gözlerin
kimse bir boşluk bulamazken sevdama inan hala...

ölüm yorgun burada
binlercesi bağır bağır bağırıyor tapınanların
toprak bağrındaki kanı kemiği biriktiriyor suç için
esir düşmesin diye tepe
güneşi ele vermesin diye

ellerine benzeyen bir hüzünle geliyor burada gece
sevdalı ufuk karası
gözlerini öğütlüyor bana
öylesine vurulmuşum ki sevdana
görmediğim saçlarına
gülüşüne
beni aşka kırdıran bir aşka bedelleniyorum
mecburum

bazen çıkabiliyorum parka
çıplak ayaklarımla çimenleri hissediyorum
tepe öylesine dinlendirici ki sessizliği
yıldızlar öylesine inanıyorlar ki hala
gülümsüyorum
hala gri görünüyor denizin yüzü
ve kimse tanımıyor fenerciyi
işte bazen böyle imkansız olur ölmek
hiçbir yol almaz seni gitmen için
hiçbir denize giremezsin çırpıntısızken
bir boşluk ararsın girebileceğin
boşluklar delinir
deliğe girmezsin olmaz yapmazsın
bir aralık ararsın öteye geçmek için
ilerlersin görürsün ilerlersin
tam o aralıktasındır ki
elin kolun kesilir soluksuz kalırsın
farkında değilsindir
o aralığa gelebilmek için pek çoğunu düşürmüşsündür yıllar yılı sakladıklarının
gitmek için ihtiyaç duyduklarının
duyacaklarının
o aralıkta kalırsın
ileriye asla geçemezsin
geriye dönüşse zaten yoktur
dönüp baksan
kapkara bir göz görürsün gözbebeğinde
geçmişi oynar beklediklerin istediklerin
senin için oynar
artık izleyicilerdensindir sende
aralık insanlarından

bazen çıkabiliyorum parka
işte bunun için
ama daha çok bakıyorum
fısıltılar uzuyor oraya vardığımda
bulutları görüyorum
saçlarımı hissediyorum
kıskanç bir sevgili gibi 'ayı' görüyorum nedense
öyle hissediyorum
hem benimle olmayı çok istiyor
hem de kırgın somurtuyor
çok da gururlu
keşke gelmeseydim diyorum utanıyorum
sonra uzanıyorum sessizliğin geçiyor üstümden hala orada
geçmişimi bırakıyorum kente kent için
bir yandan da bağrındaki yılanla savaşıyorum kentin
zamanla uzlaşıyor benle
nasıl neyle bilemiyorum

ihanet, ihanet kaçınılmaz bir gerçek gibi beni çekiyor orada
ikimizde şimdi daha iyi biliyoruz belki
bir aşka bir ölümün yetmeyeceğini

kentler dönüşler için vardır sevdiğim
bir çocuk bir liman iki yemin
ilk bakışta görülebilenlerdi
ve her şey bir bakışla başlamıştı yine öyle başladı
aşk gibi hilesiz kör kuyulara takılmış çığlıklar
saklananların onurundan bozma gri gülümseyişler
yarım sevdalar o zamanlarda da vardı
yurdunu kuşanmıştın sevdana ak bir duvak gibi
seni ilk kez orada görmüyordum
bilmiyorum ama ten zayıftı
kıraç bir toprağı çatlak dudaklarından usulca emziren bir gece yağmuru gibi gülüyordun 'an' larda görebiliyordum ancak seni
ve tepede çoğu zamanını kaçmakla geçiriyordun
kilitledikçe çoğalıyordu kapıların
seni düşünürken yıldızlardan sakınırdım umutlarımı
teninin dinginliğini papatya gülüşlerinle korkunçlaştırıyordun
seninle kalabilmek rüzgarı kıskandıran gidişlerinde seninle olabilmek
sabır istiyordu

serin bir ırmağın hasretiyle yoğrulmaya başlamıştı işte o günlerde düşlerim
geceleri kıyıya kadar iniyor
tepeyi gözlüyordum
korkuyordum
ancak bu kadarını yapabiliyordum
senin gülüşünle çıkmaya cesaretim yoktu oraya
ne de olsa geceleri istasyonların şehrinden soyunduğu bir yerdeydik
sinsi bir o kadarda saldırgandı düşlerimizin düşmanları
sonraları sensizliği gizliden paylaşmayı öğrenecektim tepeyle
o sanki ben bu şehre ait değilim dercesine haykırıyordu sürekli
sonsuzmuşçasına kararlı bir gülüşle acısını gizlemeye çalışan
bir denizin yüzünde hep tepenin soluğunu hissediyordum
uyumamak için cesarete ihtiyacım yoktu henüz
sessizliği de paylaşmayı öğreniyordum

bazen
en karmaşık sevgilerin kokularını yüreğine sindirebilmiş bir sardunyanın bakışıyla bakardın
gülümseyerek direnmeye çalışırdın derinliğine

çoğu sözcüğe bir anahtar gerekmez dile düşmek için
dipteki o azınlıksa bir dili yaratabilir ancak kilitli kalanlardan
sevda ve ölüm adına
ağzımı açsam sanki bir ayna dolusu cehennem içime kaçacaktı

ve bir aynadaki sen aracılığıyla
diğer bir aynadaki 'sen' e bakarken
aynalardan birine yaklaşırken ötekinden uzaklaşıyordun hep
görebilmek için
bir küçük bir büyük ayna yaratır böylesi bir cehennemi genelde
iki suretini uzlaştıramazsın birbiriyle
bir açıdan kendini görebilmen
diğer bir açıdan kendini yitirmene bağlıdır
suretler birbirlerini yiyerek yaşayabilir böylece
tıpkı çağrışımın çağrışımın imgesi, imgeninse çağrışımın maskesi olması gibi
işte bunun için hiç ama hiç bakmadık seninle tepenin dışından

bazen tek bir cesedi paylaşır pek çok kavram
şimdi öylesi bir kent ki burası
herkes bir başkası olabildiği sürece var
ya da bir başkası herkes olabildiği sürece, yılgınlığını suskunluğuna gizleyebildiği ölçüde var
hiç kimse hiçbir şey yan tutmuyor
üç kişi bir araya geldiğinde ikisinin mutluluğu üçüncüyü ezişlerinde yatıyor
üçüncünün kim olduğu ise hiç önemli değil sıklıkla
hatta bugün ikilide yer alan bir mutlu
yarın üçüncü mutsuza dönüşebiliyor kolayca
önemli olan o üçüncü olma anı
herkes ezebileceği birine ihtiyaç duyuyor
söz, ezmek için kullanılan bir silah
arkadaşlar yoldaşlar arasında bile
tapınmak öylesine bir yaşam biçimi ki burada
yürürken unutkanlıklarıyla sevişebilen birisi olmaktan korkuyorum
yürürken bile bu kentte
ki yürümek bir düşünmedir
tabi bütün ozanlarının bir masala sürgüne gönderildiği bir yerde
herkes bir başkası için yapar
kendisi için yapması gerekenleri
ağlarken kana karışır sevdamızın yarısı
farketmez tutunuruz bireysel kısmına büyük zamanımızın
ya herkes birbirine geç varır
ya herkes birbirine erken gider
gülüşlerimizi kalıcılaştırdığımız ölçüde gidebileceğimiz halde
biz kalırız gülüşlerimiz gider
bir insanın bir insana verebileceği en değerli şeyi
'yalnızlığı'
bana verdiğini şimdi daha iyi anlıyorum
beni kalmaya mahkum eden bir yola nasıl sevdalandığımı da
üstelik senin için yazarken bile sevgilim onu düşlüyorum
korkunç evet
ona bir koridorda rastlamıştım
ya da böyle olmasını istediğim bir gecede
ölümler sonrasıydı korkusuzdum
artık hiçbir tren makas değiştirmiyordu ben bakabildiğimde
bir otobüsün yorgun soluklarla buğulanmış camlarından
arakadakileri gözlüyordum
ışıltılarını sayıyordum
güncesini tutarak sayıklamaların
koridor basit bir çitti
ayağımı kaldırıp üzerinden geçemeyeceğim basit bir çit
sessizdim öfkeliydim
arkada ayaktaydım üstelik dönüyordum
sanıyorum otobüse son anda yetişmişti
daha öncede konuşmuştuk onunla
öyle sanıyorum benim duruşumdan da korkunç bir merhabası vardı
ne zamandır görmediğim bir şeyi onda görüyordum
dahası bir gece birisini görebiliyordum gerçekten
bir şeyler söylüyordu
gözlerine bakmamaya çalışırken bile onu görüyordum denizin yüzünde
sanki amansız bir fırtınada
balkonda unuttuğum sardunyamı ölü çiçeğimi canlandırmak için gelmişti
üzerimizde incecik bir yağmurluk dahi yokken
tepede kar yağışını izlerken ki gülüşümüze benziyordu
hem de hiç benzemiyordu bir yandan
bu benzemeyiş tedirginliğimin tehditlerini amansızlaştırıyordu
ortak bir acıyı dindirmek için çabalarken
sessizliği paylaşmayı yeniden öğretiyordu bana

o kıpkırmızı gülüş
geceye ben senin değilim diyen saçlarının karası
sevdamın kanını usulca siliyordu
bir kayıp ülkenin kırlarının
hüzünlü dağlarının yamaçlarına çektiği sürmeyi anımsatan
sevdasını bağrında gizleyen kaşları

ve kan tutmuş yabancı bir geçmiş
yakınlığımızın savaşını bir aşk pahasına verdirtiyordu bana
zamanla daha iyi öğrenecektim
ya sana ya da aşka ihanet etmem gerektiğini
benim yüreğimde öylesine çelişiyordunuz öylesine birbirinizken
ihanet etmekten başka bir şey yapmam mümkün değildi sevda için
farklı bir iklimde yaşamaya mahkumdum diğerlerinden
üstelik aynı çağda
kayıp sözcükler
sevdalı öpüşler
bir demir yolu kesilmişti
baştan aşağı bölüyordu yüreğini
herkes için başka geçmişleri olan güç satıcıları mutlumuydu bilmiyorum ama
bu mahkumiyet benimdi onların değil
ve yemin ederim sevgilim
geçmişimi kullanmasına hiçbirinin izin vermedim
kendimin bile
oysa şimdi saklanan bir denizde her gün bana gülümsüyor
ve sadece bu

yabancılık bir kenttir sevdiğim
yabancılık bir kenttir
kendi kendine yasaklanmış bir an kadar yasak
pencerelere takılıp kalmış bakışlar kadar umursamaz ve cömert olabilir
yumuşatma gülüşünü
duvarlarındadır kent
ayna saklısı bir düş kadar acımasız
gizle bileyler onurunu gölgeler yıldızlarla
sarsılmaz bir zaman anlayışı vardı mezarlıkların
bahçelerine girilmiş tuzak yüreklerde
her dokunuş için bir başkası olmak gerekir hatırla
hiç tanımadığın bir öpüş seninkidir aslında
ne zaman nerde yitirdiğini bulmak zordur ıssız kırılganlıkların
işte bu da öylesi bir kargaşadan somutlanmış bir izlektir
pas tutmuş acıları kullanır çark
her sevdalanış bir izdiham yaratır
kargaların tarlasında bir korkuluk olursun
dudağının kırmızısını
esmer akşam üstleri alır
kavşaklar acımasızdır
bir o kadarda şevkatli
hep seni bekleyen hileli bıkkınlıkla ayaklarını parçalar
aşka sınır arar
tek gerçeği kendidir öldürülmüş kentlerin
işte sorgulanmış baharların ele vermediği kız
şuna inan şimdi birisi daha öldü herkes biliyor
yalan söyleseler de sinsice çıkıyorlar kentlerinden
hepsini bütünleştiren yüreklerinin
sonsuz karanlığında buluşuyorlar
onlar dua ediyorlar bizim ölülerimiz için
sonrası gece oyuncak bir kelebek kırık kanadından yapılmış yaralı bir kuşun
'insanları olması şart mıdır bir kentin' diye ilk sorduğunda kendimden utanmıştım
ağlamaklı bir çocuğun düşünde yargılamıştım kendimi
istasyonlarını varoşlarını gezmiştim kentin
özür dilemiştim

şimdi şu kesin ki aşk kadar yabancılık bir kenttir
oraya uğraması mümkünsüzdür gezginlerin
dağ yolları dolaşıp geceleri köy evlerinin kapılarını tıklatan ipince bir rüzgar
yaylaların kokusunu indirecektir gecekondu sokaklara
belki gölbalıkları ile söyleşecektir derviş
sığ ayrıcalıktır çoğunluk için
alkış tutacaktır ağaç karnını yaranlara
sır bıçaktır karanfilin ağzında
konuşsa kesilir dili sürgün çocukların
yangınlar doğuracaktır belki kuşku
yanlış yangınlar
ama sevdanın sabaha yakın olduğu bir zamanda uğrayacaktır mutlak kente birisi

havada uçuşan ince esmer parmakların
eski ve unutamadığın aşklarınla vurdu kaç kez bana

bir büyük kent çölünde koşacaktır çocuk tepeye
bir daha çıkamayacak olsa da
o bizim nerde olduğumuzu her zaman bilecektir
her şey bir bakışla başlamıştı
bir çocuk bir liman iki yemin
seni seviyorum

Kahraman Tazeoğlu



RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

Aşk Duası...

Rabbim..

Bir insan koy kalbime!
Ama o insan Senin de sevdiğin olsun.
Ve bana öyle bir insan sevdir ki,
O insanin kalbi Seninle yanan bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla buluştur ki
Benden önce,
Onunla buluşmuş olan Sen olasın.
Onunla el ele tutuştuğumuzda,
İkimizin elinin üzerinde Sen olasın…
Bana öyle gözler göster ki;
Ben o gözlerden Sana bakayım.
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler, Cennete açılan iki pencere olsun.
Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki;
Kılavuzumuz Sen olasın

Ey Rabbim..
Öyle bir sevgili ver ki bana,
Ona sarıldığımda kainat bize baksın.
Birbirine sarılsın.
Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın
Bize bakıp şeytan Adem’e secde etsin.
Günah sevap uğruna kendini feda etsin.
Ölüler birer birer uyansın sevgimizle…
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde,Muhammed (S.A.V) sevilsin.
Öyle sevelimki birbirimizi.
Hz. Hatice göklerden bize seslensin,
Ve desin ki;
“Bak Ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde… bizde onlardayız.
Bak Aşkımız bir kez daha yaşanıyor yer yüzünde..
ALLAH Aşkımızı öyle çok seviyor ki binlerce insana yaşatıyor..”

[Resim: gulia3.jpg]


Aşk Suya Düşünce....

Ateş denizi.
Gül bahçesi.
Renk fırtınası
Aşk seması.
Işık ve bakış,
Su üzerinde buluşuyor.
Renk ve ahenk,
Suya koşuyor.
Aşkın yüzü suyu hürmetine
ateş suya konuk oluyor.
Gül suda diriliyor yeniden
Renk kalbin derûnuna damlıyor.
Su coşuyor, aşk oluyor,
ateş oluyor, alev alıyor.
Su yakıyor ve yanıyor.
Rahmet su yüzüne çıkıyor
Celal ve Cemal dalga dalga nöbetleşiyor.
Bir manevi yangın oluyor
Ve bir uhrevi serinlik sunuyor ebru...
Yerçizgisi ile gökçizgisi suya düşen renklerde birleşiyor.
Öylesine belirsiz, öylesine elden gelmez bir form oluyor ebru

Ve ebruzen
Yer ile gök arasında..
Göklerin ötesini yere indirmeye çalışıyor.
Kalbinde beslediği sözsüz şiirleri su üzerine nakşetmeye çalışıyor.
Hep güzel gören gözleri, güzel bakışlarla süslüyor.

Ebru, gören gözün ışığı ebru.
Rengini gönülden alıyor.
Ve gayba aşina gönlün,
gördüğüne razı gelmeyen aklın ayinesi,
Işıltılı, büyülü, ayartıcı.
Aşkı ve tevhidi bir kor tereddüdüyle
Avucunda tutmaya çalışıyor ebruzen.
Gözleri güzelle süslemeye niyetli.
Boyanın su üzerinde kaotik dansından
nice gönüllere güzeller devşiriyor.
Ebruzen aşkını suda arıyor.
Ve buluyor da....

Güzellik bakanın gözündedir ezelden.
Bakılanı güzel eyleyen bakıştır.
Aynı zamanda, aşkın en yalın tarifi bu
Mecnun Leyla’nın gözünde güzeldir.
Yusuf Züleyha’nın bakışıyla güzeldir.
Ve kevn Mevla nazar ettiği için güzeldir.
Mecnun’un Leylası neyse, ebruzenin ebrusu o.
Önce ebruzeninin gözünde güzel ebru
Ebruzen güzel baktığı için güzel görüyor,
güzelin yüzünü öylece su üzerine düşürüyor.
Bu defa Leyla Mevla’ya yol oluyor.

Ebrunun verdiği huzur, toprağa yakın oluşundan gelir
Sanatkar, semayı temsil eden herşeyi toprak renklerine yansıtır.
Suya düşürür ve toprağa kazır ve çamura bular.
Modern sanatın aksine, çığırtkan ve saldırgan renklerle değil,
mutevazı toprak renkleriyle açar gönülleri.
Ebru, su üzerindeki toprak renklerinden oluşur.
O yüzden, ebru biraz dünya biraz insan...

Ebru, aslında bir nefis terbiyesi.
Modern yaşamın herşeyi
determinist kalıplara vuran anlayışının aksine,
belirsizliğe razı olmayı belletiyor,
beklemeyi ve tevekkülü öğretiyor.
Ebruzen eserinin son halini başından belirleyemiyor.
Suyun ve boyanın esrarlı dansı,
renklerin ve biçimlerin salınışları arasında
sadece bekliyor.
Tek bir yaprağın kıpırtısına bile bigane kalmayan Külli İradenin
niyetini gerçeğe döndürmesini bekliyor ebruzen.
Ebru biraz da kaderi öğretiyor.
En küçük ve sıradan eylemlerin
Kainatın Sahibince nasıl da ciddiye alındığını farkediyor.
Sonsuz gökyüzü altında ve yeryüzünde
değersiz ve terkedilmiş olmadığını anlıyor insan.
Rengarenk bir ayinede, ebruda, kendini yeniden keşfediyor..
Ebruyu elinizle değil gönlünüzle yaparsınız diyor ebruzen.
Sanatkarın yeni bir şey yapmadığını, zaten var olanı yansıttığını kaydediyor.
Tasavvuf tabiriyle, batını zahire çıkarıyor Ebruzen.
Kainat sayfalarında saklı güzellikleri gün yüzüne çıkarıyor.
Ebru, su üzerine kurulu evreni yine su üzerinde tasvir ediyor.
Ve aslında bu fonksiyonuyla aşkın, yine başladığı yere,
yani bakışa, güzel bakışa dönüşünü temsil ediyor.
Ebru, kainatla birebir örtüşüyor.
Modern fiziğin teorik tasvirlerle yakalamaya çalıştığı gerçeği
çoktan beri biliyor ebruzen: hiçbir olayın tekrarı yoktur.
Hiçbirşey tekrar edilebilir olmadığı gibi,
Göründüğü gibi de değil.
Eşyanın rengi, biçimi ve hacmi,
İnsanın eşyaya eklenmesi ile
gerçeküstüne doğru kanatlanıyor.
Ebru, suretin sirete dönüşünü,
Gözün gördüğünün gönüle düşüşünü temsil ediyor.
Ebruzenin su ile serüveni ebru..
Herserüven gibi nerede başladığı bilinse de,
Nereye vardığı kestirilemiyor.
Ve hangi kalbi fethedeceği bilinmeyen bir akın.
Hangi gönülde durulacağı bilinmez bir coşku..
Ruhunu renge ve ahenge tekne yapıyor ebruzen.
Boyayı kalbinden damlatıyor.
Göze bir sürme gibi çekiyor gönlünün karasını.
Rengi ve ahengi, aşk denizine salıyor
Aşkı suya düşürüyor..
Yakıyor suyu..
Tevhid sırrının yüzüsuyu hürmetine kesret ateşine salıyor,
Ve ahenkle ve renkle serinletiyor insan yüreğini.
Yandıkça su, alev alıyor aşk.
Ve yüreğimiz kanlı bir ebruya dönüşüyor.

SENAİ DEMİRCİ

Suya aşk yazan adamlar gördüm. Suya aşk yazan kadınlar. Kitre dolu kaba narin parmaklarını daldırıp suya şiir okuyan kızlar. Topraktan renk devşirip, renkleri suya dokuyup daha sonra onu kâğıtlarda okuyorlardı.
Önce “Aşk” suya düştü,
Sonra da “Su” aşka yenik düştü.

Ruhun dinginliğini anlamak için ebru yapılan suya bakmak yetecektir. Duru, sessiz, sukut gibi fırtınayı bekleyen bir su. Kabaracak, coşacak, dalgalanacak sevinçlerin yada hüzünlerin habercisi olacak.

Biraz sonra üzerine damlalar düşüveriyor, değişik renklerde ve tonlarda.
Daha birkaç gün öncesinde yollarda ciddiye alınmadan üzerine basılan çiğnenen topraklar şimdi suyun yüzeyinde başlayacak bir fırtınanın hebercisidir.

Düşen her damla daireler çizer. Gücünün yettiğince. Ardından gelen damlaya yer açar daralır sonra. Edebin anlatıldığı mekandır bir bakıma suya düşen her damla. Açılır aşkla ve kapanır utanarak. Hesapsızdır düşen damlalar atanın attığıyla kalır ve genişleyebildiği kadardır dünyadaki yeri. Fırça darbeleri Ebrucunun haleti ruhiyesini bir nebze olsun yansıtır, tedirgin,
sakin, çılgın, dingin. Her bir kelime bir tarzı yada Ebrunun ruh halini yansıtır aslında. Ve bu hareketler sona giden yolda atılan birer başlangıç adımıdır.

Ardından renk renk çeşit çeşit ebrular geliyor, akın akın yürek yürek. Her çeşidin bir hikayesi bir ad vereni var ömürlerini vererek adlarını bırakmışlar.

Hatip ebrularıyla ölürken, bugün onun mirası yeni nesillerin ellerinde ölümsüzlüğe koşuyor. Suyun saçlarını tarıyor ebrucular, suyun rüyasını görüyorlar suyla birlikte. Gidip gelirken tekne boyu, aşka adıyorlar çizdikleri suyu.

Ve laleler; bahçelerden önce teknelerde açan laleler. Ardından kağıtlarda yaşayan laleler. Boy boy renk renk boyun bükmüş divana durmuş laleler.

Ellerin mahareti yüreklerin genişliğince güzel, yapanın titizliğince hassas laleler. Her ne kadar öğretilmiş hareketler olsa da her sanatkarın kendine has bir lalesi ve ruhunun aynası var. Çünki her Ebrudan dünyada bir tane var. Çünki İnsanların ruh hallerinden de bir tane var. Hangi mutluluğumuz yada hangi hüznümüzün tekrarı varki. Her şey aynı bile olsa ya mekan yada gün değişmiştir. Ve her hüzün yada her sevinç bir defalıktır aslında.
Tekneye yazılan her ebru gibi.

Ve güller bütün güzelliğiyle sözü susturan güller.
Ve saygıyla birlikte biraz sukut…
Suda açarken suya ah ettiren güller. Aşk dedirten yar dedirten. Sevgiliye verilirken başka söze luzum bırakmayan güller. Sevgiliye göz atan, sevgiyi en güzel anlatan güller. Ve onu çağıran ve O’na çağıran güller.

Ve Ebrucu Gül işliyor suya Muhammed'i (s.a.v.) çağrıştırsın diye ve Lale ALLAH (c.c.)' a yakarsın diye eğilen dallarıyla. Bu suyun renklerle oynadığı bir aşk oyunu. Bu oyunun senaristi Ebrucu. Ebrucu daha çok yüreğini yansıtıyor suya. Renkleri serpişiyle, renklere hayat katışıyla ve sonunda aşkını gülle, laleyle ifade edişiyle önce dokunan, sonra okunan bir aşk oyunu bu.
Önce “Aşk suya düştü,”
Sonra “Su aşka yenik düştü



RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008

[Resim: ebru325we.jpg]


EBRU MİSALİ

Suya çizdim asrının suretini

Bir damla kırmızı damlatıyorum yüreğimin fırçasından

Uzak diyarlarının ufuklarındaki kızıllığı andırması adına

Kızgın çöllerin ortasındaki en eşsiz vaha olan mescidin için

Yeşilin en güzel tonunu seçtim

Engin Ummanlardan rengini alan gökyüzü

Masmavi bir atlas gibi üzerini örtüyor şefkatle

Hicretinle ayrıldığın beldenin rengiydi

Hüzünle yaşanan hazan mevsiminin sarısı

Meftunun olan bulutlar sensizken

Grinin en koyu tonuna bürünmüştü

İkliminde boy veren güller

Mutluluğun tozpembesiyle tebessüm eder her bahar

Sırtını dayadığın ağaçlar gidişinle beraber

Çoktan yeşile veda edip kahverengiyle dost oldular

En sadık bekçin olan mağara ağzındaki güvercinin tüylerinde gördük

Beyazın en merhametli dokunuşunu

Hasret morlarımızı geride bırakıp

Umut eflatunlarıyla koşuyoruz asrına

Cehalet siyahının üzerini

Şefkat ve merhametinin aklarıyla boyuyoruz

Ebru misali

Hoşgörüyle dokunuyoruz fırçamıza

Devrindeki güzellikleri nakşetmek adına

Tıpkı senin yaptığın gibi Efendim

Batılı Haktan ayırmak için hoşgörüyle

Dokunduğun yürekler misali

Kadifemsi bir dokunuşla dokunuyoruz yürek denilen mana suyuna…

[Resim: 16a4cdhm5hj1vd5.jpg]


Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
önümdeki uçurumlara aldırmadan
varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
o gerçekleşmeyen hayallerim.
ardımda yaralı bir yürek
kederli bir ömür
ve yoksul anılar bırakarak
çekip gidiyorum sevdiğim
hoşçakal gönlümün nazlısı, bağrımın sızısı
hoşçakal

gidiyorum başım önümde, gözümde nem
duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde
duramam
hiç bir anı kabul etmiyor beni
bedenim buz gibi soğuk
yüreğim param parça keder
kış kadar soğuk ellerim
ardımda yoksul bir sevda
ve bana ait ne varsa
bırakıp gidiyorum sevdiğim
hoşça kal anımın yazısı, kaderimin küskünü
hoşçakal

bütün yaprakları dökülmüş
dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım
çınar ağacını yaslı
meçhule giden acılar yüklü bir gemide
uğuldayan rüzgarlara sarıp sesimi
şarkıların sustuğu, aşkların vurulduğu
limanlara gidiyorum sevdiğim
hoşça kal kırık sazım, sevdamın yaralı türküsü
hoşçakal

bir yıldız daha kaymadan gözlerimden
yüreğimden bir arzu daha sönmeden
gidiyorum ey aşk, ey sevdiğim
bir daha yağmamalı bu ihanet yağmurları
ağlamamalı bu yürek bir daha
bir acıyı, başka bir acıyla sarıp
alıp dağların ve yıldızların gölgesini
yüzümde kış, bakışlarımda kar
yorgun akan bir ırmak misali
kimsesiz sokaklara bırakıp yanlızlığımı
gidiyorum sevdiğim
hoşça kal gecelerimin yıldızı, karlı dağların yalnız kızı
hoşça kal

bütün borçlarını ödedim bu sokakların, alacağımı aldım
geri dönmez bir mevsimdeyim artık, duramam ey aşk
bu şehre sığamam bu hüzünle
yoksa acılar üşütür beni
kar kavurur anılarımı
donar bakışlarım
üşürüm... üşürüm ey aşk

sorma nereye, hangi dağın ardına?
ne kadar uzağa varır yolum?
kim yoldaş olur bana ?
dönüp gelir miyim yine bahar geldiğinde ?
çiçek açtığında mor dağlar
sorma

sazımdaki hüznü
içimdeki sızıyı
boynu bükük karanfilimi
ve yüreğimin yangınını bırakıp rüzgarlara
sırılsıklam yalnızlığımı alıp yanıma gidiyorum
hoşça kal bağrımın ateşi, kalbimin ahı, mühür gözlü yar
hoşçakal




RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - S_MecnuN - 01-09-2008

sazımdaki hüznü
içimdeki sızıyı
boynu bükük karanfilimi
ve yüreğimin yangınını bırakıp rüzgarlara
sırılsıklam yalnızlığımı alıp yanıma gidiyorum
hoşça kal bağrımın ateşi, kalbimin ahı, mühür gözlü yar
hoşçakal


güzelmiş


RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - Sema - 02-09-2008

emeğine sağlık yaprakçım güzel şiirler .