dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - Yazdırılabilir Sürüm +- Forum Hafızoğlu (https://www.hafizoglu.net/frm) +-- Forum: Hayatın İçinden (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=93) +--- Forum: Edebiyat (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=16) +--- Konu: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. (/showthread.php?tid=10551) Sayfalar:
1
2
|
RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 Düşünüş Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı, Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı? İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok, Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma. Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma! "Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur "Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur. Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını, Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını. Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var? Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar! Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi. Yahya Kemal Beyatlı SANADIR YAR SANADIR SANADIR YAR SANADIR Sazımı gecenin en karasına bağladım, Türküm siyaha inat beyazdır, Yemende ellerim kesik, Irak’ta özgürlüğüm sana mahkûmdur. Belki de bu yüzdendir, Senden bir adım geride kalışım hep, Nicedir gözlerine düşen ayrılığımın şiiri, Ve bu yüzdendir belki ayrılığın pimini içimde çekişin, Sessizce terk edip gidişin. Hani mevsim bahar olur ya, Gözlerinde ışıldar güneş, Ve tebessümünde gülleri saklarsın benden… Bilemez hiçbir bahçıvan Gözü gibi sakındığı o gülün ellerin elinde solacağını. Bahçıvan o güle sevdalıdır bir kere, Solmuş haline bile yaralıdır, Kanından kan, canından can katar suyuna, Solsa da yüreğinde yeşertir gizlice… REŞİT ESİN RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 Ağlatma Beni Ağlatma Beni Sitemim sanadır gönlümün gülü O mahmur bakışla bekletme beni Vefasız tabut sen bense bir ölü Sarılıp sessizce ağlatma beni Bir tatlı tebessüm gösterip gel çık Belki de sevdamız vuslata açık Leyla gelin olmaz sevdalar uçuk Büyülü dönüşte dağlatma beni Vefa ne vücutta nede tendedir Bir ucu tabutta biraz bendedir Salayım kendimi yâr kefendedir Öpmeden kefene bağlatma beni RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 .::Hala Küçüğüm Ben::. Aldı eline beyaz bir kağıt, Sonra uçak yaptı o kağıttan, tıpkı çocukluğumuzda ki gibi... Ve bıraktı boşluğa... Gittikçe uzaklaştı, göremez oldum... "İşte bu gittikçe kaybolan sevincimdi" dedi... Anlamadım ! Belki de anlamak istemedim... Düşündüm, düşündükçe anımsadım... Ve anladım ! Bir zamanlar benimde, Küçük ellerim, küçük umutlarım vardı... Adını "gülücük" koyduğum bir uçurtmam vardı... Aldığım gibi kayıp gitti ellerimden... İzledim, gözümü kırpmadan izledim... Kayboldu yavaş yavaş... Mutluluğumu da alıp gitmişti sanki o an... Çok ağladım... Oysa ne çok mutluymuşum... Şimdi, sözüm ona büyüdüm... Ve yine ağlıyorum... Artık gözyaşlarımın içi dolu... Kimine küçük, kimine büyük kırıntılar acıtıyor içimi... Bir söz yetmiyor yaprak misali savrulmama... Her şarkıda dökülüyor damla damla gözlerim... Artık bir kulağımdan girip, diğerinden çıkmıyor söylenenler... Her birini yazıyorum aklıma birer birer... Gidişlerin anlamını iyi biliyorum şimdilerde... Yani büyüyorum... Ve büyüdükçe, susuyorum git gide... İçim kanıyor... İnadına susuyorum ! Sustukça, koparıyorum her bir parçamı bedenimden... Duygularum bende hüküsüz şimdi... Düşlerim yarım... Yalnızlığın kapıları kapanmış yüzüme... Ruhum bir orada bir burada... Gel - Gitlerede firari çocukluğum... Şimdi bir balonum olsaydı... Kırgınlığı, yalnızlığı, hüzünü, acıyı... Bildiğim, bilmediğim ne varsa içine doldursaydım... Ve bıraksaydım boşluğa... Hayallerim kalsaydı sadece geride... Keşke'nin diğer alamı bu bende ki... Belki de bir mucize beklediğim... Nicedir kendimi kandırıyorum... Artık sus yüreğim ! Duyuyor musunuz ? Kimse görmek istemese de, büyük duygularımın içinde hala küçüğüm ben... Kahraman Tazeoğlu Şiirleri "Yalnızım çünkü sen varsın" "gel" desen gelirdim gittiğin uzakta bendim dağ gibi bir ihanetten düştüm bu kendime son gelişim ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime kendimi suçüstü yakalıyorum ve kentsizliğimin isimsizliğini Araz'a uyak düşüyorum gözlerime senden düşler sürüyorum ıslak bileklerim kan bayramına yatıyor bana en büyük tehdit yine ben oluyorum sonra bir durağa yaslanıyorum sonra bir kente ve sen gidiyorsun ben kanıyorum diyorlar ki "kendini dinleme hiçbir şey söylemiyorsun" oysa "gel" desen gelirdim biliyorsun yorgun Haliç'e biraz inat biraz ihanet bırakıyorum ellerinden bir tedirginliği bir tehdidi avuçluyorum aklıma düşüyorsun düşüyorum düşünce üşüyorum azgın hüzünlerle körlüğüme göçüyorum ayrılığın saati kaç geçiyor bilmiyorum yalanlarımla bir hiçlikteyim beni içinden kaç bu kentte her yağmur kendini ağlar aklıma düşsen yalnızlık oluyorum ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir nerde kimi üşüyorsun artık kendini yakan bir ateşim kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz şimdi boş duraklara yaslanıyorum boş kentlere oysa "gel" desen gelecektim gün düşlerime dönüşlerimde bakışın içiyor beni gözlerimden gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara uzaklığına uzanıyorum sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan yıkılıyorum şarkılara "kimseler biliyor" yalnızlık dostumdu şimdi korkum oluyor oysa "gel" desen gelecektim artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor güz artığı saçlarımda oynaşan sensizlik göz karana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan kendimi yitirdikçe sana gidiyorum göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum düş satıcısı ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum uysal yalnızlıklar satın alıyorum gülüşümle ödeyerek ve içimde yalancı bir katil taşıyorum yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma cüzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben kirli sözlerimi temize çekme oysa "gel" desen gelecektim gözlerim ihanete ihbar taşıyor kuşkulu bir cinayeti fısıldıyor kaşlarına sözü namluna sürmelisin şimdi en yaralı yanımdan vurmalısın beni çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam susuşuna kan döküyor gözlerim sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun oysa bilmelisin Araz'ım kimsenin içi görünmez ve hiç bulamadıklarını asla yitiremezsin bak şimdi aramızda sessiz kalıyor söylenecek bütün sözler her sabah akşam oluyorsun alnından ellerine damlıyorsun yüzündeki yağmurla iniyorsun kente içine dert oluyorsun kentin dışına yağmur yüreğinde dağılıyor kristal şehirler duvarların kan öksürüyor ve sen başkalarının gözlerini yüzümde aramamayı öğreniyorsun beni bir durağa yaslıyorsun beni bir kente gidiyorsun oysa "gel" desen gelecektim susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın en susmakta neydi öyle sen en dinlerken biliyorum Araz'ım insan kendini bulmamalı, hep aramalı gittiğin yerden başlıyorum öyleyse gece cinnetlerimi de alıp yanıma denize bakmayı bilmeyenler bir gün mutlaka boğulur işte bundandır gözlerinden kaçışlarım siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet yaptınız mı ben şimdi gurbetim içimde taşıyorum heba olsa da senlerce yılım oysa "gel" desen gelecektim ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden şairler ölüdür derler inanmıyorum en karanlık ceketimi giyiyordum ışığa kördüm çünkü şimdi ise güneşe ilerliyorum dirilmek için kimliği paslanıyor eski bir anarşistin gecenin kör gözünden utanıyorum hadi bana en militan kelimelerle saldır batır içime cümlelerini beyhude bir dehşet bırak hak ediyorum gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime can kaybından ölüyorum cenazemde namaz kılacağım zan altındayım yalanıma inanıyorum yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin kinim kendime susuşum sana küsüşüm tüm dünyaya üstü kalsın ihanetimin "gel" desen gelecektim yine bir tren geçiyor içimden sen kesiliyorum gülüşümün karşılığı saçların bir rüzgarın öyküsünü taşıyor görmüyorum söylemiyorsun kırılıyorum hiçliğimin etleri yolunuyor şizofrenik bir gecede sana bir öykü çıkarıyorum ağzımdan süsle beni ey aşk geçtiğin yerleri öpüyorum yarısı yanık bir aşkın küllerini taşıyorum dişlerindeki nikotin tadı terkimde sirenler ve ateş hatları içip sesini peydahlıyorum kendimden ve kentimden ıslak ceplerimi buluyorum el yordamıyla yasadışıyım tutukla beni gözlerimden kalemim bitti yitirdi şiirini şuur öldü kanımdaki mürekkep balığı solumdaki sise intihar etti intiharlar bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek yaşamak için geç bir zaman ölmek için ise erken çok davullu bir senfoni sürçüyor dikiş tutmaz ayrılığımda kirpiğinden yapılma bir darağacına geceyi asıyorum yoksun bu yağmurlar ıslatmıyor beni bir durağa yaslanıyorum sensiz gidişinin en sessiz harfinden yırtılıyorum "gel" desen gelecektim oysa kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor şimdi herkes biraz sen biraz acı göğsümde bir vagon gizli sözler batıyor fırtınalar çıkıyor üstüme şakağımda intihar acemisi bir şairin delilik provaları arkandan uluyan kapılardan söküyorum kokunu yokluğunu kokluyorum yokluğunu yokluyorum çöz gözlerimi senden hadi ücranda yak bakışımı gözlerine bekçi sevdam dünden ve senden kalmayım içine her düşen kendi keşfi sanıyor seni oysa sen melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin ve kendini acıtmak istiyorsun ama güller kendine batamaz bilmiyor musun "gel" mi diyorsun herkes kendi gördüğüne bakar peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu hadi en kanadığımız yerden susalım "gel" desen gelirdim "git" dedin ve gittin Aşka... Rüzgara... Ayrılığa... Zamana... eyvALLAH... K.Tazeoglu RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 Yitikliğimize Birbirimize dokunmalarımız korkak kelebeklerdir, dokununca renkleri yıkılan... Çünkü küskün çocuklar inanmazlar. Ki inanmak küskün bir çocuğun en büyük kan kaybıdır. Susarım içimde bir yangın başlar. Dokunsam arta kalan sen, kül olan ben. Taş duvarlar yanmaz bilirim. Büyük yangınların isini giyinirler. (ama nafile.. hiçbir kalem ve hiçbir ben, sonraki sayfada aynı sen’i bulamıyoruz. uzaklar hep uzak kalıyor sevdaya... sen yine de artık sesime düşme.) Her gece gözlerimden hatıralar çalınmış. Bir denizci ağ atmış yalçınlaşmış düşlerime... Düşmüşüm. Bir ses... giden gitmiştir demiş... Susmuşum... Bir baharın bedeliydi bu... Kahraman TAZEOĞLU ayrılığı seçtinmi herşeyi götüreceksin yanında... geriye hiçbirşey kalmayacak.. söylenmemiş sözler kalmamalı bıraktığın yerde.. ki ben en çok onları duydum.. gittinmi adam akıllı gideceksin.. hiçbir özlem kalmayacak dönüşleri emziren.. demem o ki dönecekmiş gibi gitmeyeceksin.. büyük git gidersen.. uçsuz buvaksız.. dursuz duraksız git.. telefonun numaraları sesime düşmemeli.. yolların yoluma değmemeli.. hiçbir anıya hiçbir dizeye yenilmemeli ayrılık... şarkılar dinlenince unutulmalı.. gece nimişken ayak parmaklarına kadar.. yahut gün doğarken yatağının diğer yastığındaki boşluk tecavüz ederken gözlerine.. ne bileyim tek başına yiyeceğin sofrana iki kişilik servis açtığında susacaksın... duracaksın.. gitmenin hakkını vereceksin.. ayrılık gurur duymalı seninle.. gidersen sözün ayaklarına geçiyorsa ayakların yakınımdan geçmeyecek... ayrılığı seçtinmi büyük olacak ayrılık... ayrılığı seçtinmi? K.Tazeoğlu RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - Toprak - 01-09-2008 işte En tenha yerdeyim.. Kendimdeyim.. Kalbimdeyim.. Kimse görmek istemese de, büyük duygularımın içinde hala küçüğüm ben...güzel şiirler Bir söz yetmiyo yaprak misali savrulmama... RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 Kendini Biriktirme Koleksiyoncusu aşkı ayrılıklar yaşatır hadi küs kendini ona sonra kendi içine kus bir şiir kana dilinden susul intihar kurgulu gözlerinde kör bir uçurum var dalgın gölgen kendine dargın ona çığlığın çok ama için kendinden yorgun bir yağsan ıslanacaksın kanamalı bir düşe eski bir cinneti asacaksın gece kara çalınca yüzüne heybenden intihar çıkaracaksın aşkı ayrılıklar yaşatır kendini biriktirme ayrılacaksın Kahraman Tazeoğlu Yanlış Anla Beni keskin bıçak aşkının kestiği damarımdan fışkıran ayrılığı intihar ediyorum kırık şakaklarıma yapıştırdığın teselliyi dudağımda uçuklattım gidiyorsun yağmurun kızı çekmişsin pimini ayrılığa gözlerinden ağrılar sızıyor çığlığını yüklerken gemilere geldiğin her yere yabancısın içinde taşıyorsun katilini tokada doydu yüzünün sol yarısı kalın bir kalem altını çiziyor şimdi kanat sürçüyorsun bir gidişe ardında gurbetleşen kavuşmalarımız yakıştırıyor her intiharı bana benden çok sağanaksın parmaklarımın ucusun yaktım ve içtim dön ve gül gül ki gözlerim çiçeklensin yalanlarla saklıyorum sevdamı ne olur yanlış anla beni Kahraman Tazeoğlu Yoksun Ya Yoksun ya Gençliğimin deli rüzgarları da yok Ve yoksul düş baharlarım Neler kalmadı ki sende Çaresizlik karabasanlarının çıkmazları Avuntuzus saplantıların açmazları Deli düşler Yoksun ya Kim anlar şimdi bu yüreği Sensizlikte ne yapılır bilmem ki Aşkın tepelerinden böyle apansız düşmedim Ilık tebesusumler vaktine beş kala solan Kahkahalar gibiyim Yarısında yutulmuş Sevinç çığlıkları dolu boğazım Seni özlemeyi bile yakıştıramıyorum kendime Yoksun ya Buruşturulup atılmış mektuplar gibiyim İçimdeki yürek boşluğuna yoldaş Gülüşüm bükülü kaldı dudağımda Sana sargın kalmak vardı gül yüzlü Bu aşkın üstü Böyle örtülür müydü Kahraman Tazeoğlu Kent, Tepe, Bir Çocuk, Bir Liman, İki Yemin Ve Koridor anılar kentlerde yaşar sevdiğim kayalar asıl yüzlerimiz olur kimi zaman tüm gökyüzü çiçekler için vardır oysa rüzgar utangaç bir kızdır sessizden teninde dolaşır kokusunu bırakır yasak yolculukların kan kesmiştir gözleri çocukların uykularında çekmeceleri yağmalanır can olur martıya özlem kırık kanadını sarar sarmalar da uçar tüm durakları kentin geceleri görünmez olur kıyılar denizsizdir uçurumlar gölgeler için yaşar ateşten dili gül iklimi kadınlarının öpüşlere yasaktır trenler eski şehirlerden geçer acılı ölülerin ve gözlerinin üstünden kalbin yalnız mezarlıklara yurttur gözbebeği büyücüsü umutlarınla oynar sahte eller yaratır öldürücü el sallayışların için sözcükleri güç için kullanır utanmadan insan dinmeyen sessizlik kanatır yarası kabuk tutanlar bilet alabilir güneş ülkesine ve ateşte yan tutabilir böyle zamanlar inanmayacaksın gördüm deliler hücrelerde yaşayabiliyor bu ülkede düşünenlerse delirebilmeyi deniyor sık sık evet hiçbir uçurtma uçmuyor göğünde hiçbir limanında sevebilenler yok hiç kimse 'geell' diye bağıramıyor penceresini açıp bir gece yarısı hiç kimse utanmıyor susarken sevemezken gülüşünden boşvermişlik kapkara bir yılan gibi çökmüş yüreğine şehrin inceden zehrini akıtıyor korkaklık için 'şehirler olmasa anılarımız ölü olurdu' derdin haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum sanki şehirler, şehirler, iç içe geçmiş şehirler gözlerinizle yüreğimizle kurdumuz saklı şehirler kıyısı da yok koridorlara vuran ve bazı şehirler var oraya sadece kuşkular girebilir sadece hüzünler işte onlardır karanlığın kurduğu gizli kentler ruhumuzda ve bir sokak ki çırılçıplak bir göğüs oluyor kimi zaman bembeyaz korunaksız soyunmadan çıplak kalabilen ender bir varlık o içindekileri de dışındakileri de taşıyor bir arada upuzak düşlere eski bir sevdayı deliyor gözlerin kimse bir boşluk bulamazken sevdama inan hala... ölüm yorgun burada binlercesi bağır bağır bağırıyor tapınanların toprak bağrındaki kanı kemiği biriktiriyor suç için esir düşmesin diye tepe güneşi ele vermesin diye ellerine benzeyen bir hüzünle geliyor burada gece sevdalı ufuk karası gözlerini öğütlüyor bana öylesine vurulmuşum ki sevdana görmediğim saçlarına gülüşüne beni aşka kırdıran bir aşka bedelleniyorum mecburum bazen çıkabiliyorum parka çıplak ayaklarımla çimenleri hissediyorum tepe öylesine dinlendirici ki sessizliği yıldızlar öylesine inanıyorlar ki hala gülümsüyorum hala gri görünüyor denizin yüzü ve kimse tanımıyor fenerciyi işte bazen böyle imkansız olur ölmek hiçbir yol almaz seni gitmen için hiçbir denize giremezsin çırpıntısızken bir boşluk ararsın girebileceğin boşluklar delinir deliğe girmezsin olmaz yapmazsın bir aralık ararsın öteye geçmek için ilerlersin görürsün ilerlersin tam o aralıktasındır ki elin kolun kesilir soluksuz kalırsın farkında değilsindir o aralığa gelebilmek için pek çoğunu düşürmüşsündür yıllar yılı sakladıklarının gitmek için ihtiyaç duyduklarının duyacaklarının o aralıkta kalırsın ileriye asla geçemezsin geriye dönüşse zaten yoktur dönüp baksan kapkara bir göz görürsün gözbebeğinde geçmişi oynar beklediklerin istediklerin senin için oynar artık izleyicilerdensindir sende aralık insanlarından bazen çıkabiliyorum parka işte bunun için ama daha çok bakıyorum fısıltılar uzuyor oraya vardığımda bulutları görüyorum saçlarımı hissediyorum kıskanç bir sevgili gibi 'ayı' görüyorum nedense öyle hissediyorum hem benimle olmayı çok istiyor hem de kırgın somurtuyor çok da gururlu keşke gelmeseydim diyorum utanıyorum sonra uzanıyorum sessizliğin geçiyor üstümden hala orada geçmişimi bırakıyorum kente kent için bir yandan da bağrındaki yılanla savaşıyorum kentin zamanla uzlaşıyor benle nasıl neyle bilemiyorum ihanet, ihanet kaçınılmaz bir gerçek gibi beni çekiyor orada ikimizde şimdi daha iyi biliyoruz belki bir aşka bir ölümün yetmeyeceğini kentler dönüşler için vardır sevdiğim bir çocuk bir liman iki yemin ilk bakışta görülebilenlerdi ve her şey bir bakışla başlamıştı yine öyle başladı aşk gibi hilesiz kör kuyulara takılmış çığlıklar saklananların onurundan bozma gri gülümseyişler yarım sevdalar o zamanlarda da vardı yurdunu kuşanmıştın sevdana ak bir duvak gibi seni ilk kez orada görmüyordum bilmiyorum ama ten zayıftı kıraç bir toprağı çatlak dudaklarından usulca emziren bir gece yağmuru gibi gülüyordun 'an' larda görebiliyordum ancak seni ve tepede çoğu zamanını kaçmakla geçiriyordun kilitledikçe çoğalıyordu kapıların seni düşünürken yıldızlardan sakınırdım umutlarımı teninin dinginliğini papatya gülüşlerinle korkunçlaştırıyordun seninle kalabilmek rüzgarı kıskandıran gidişlerinde seninle olabilmek sabır istiyordu serin bir ırmağın hasretiyle yoğrulmaya başlamıştı işte o günlerde düşlerim geceleri kıyıya kadar iniyor tepeyi gözlüyordum korkuyordum ancak bu kadarını yapabiliyordum senin gülüşünle çıkmaya cesaretim yoktu oraya ne de olsa geceleri istasyonların şehrinden soyunduğu bir yerdeydik sinsi bir o kadarda saldırgandı düşlerimizin düşmanları sonraları sensizliği gizliden paylaşmayı öğrenecektim tepeyle o sanki ben bu şehre ait değilim dercesine haykırıyordu sürekli sonsuzmuşçasına kararlı bir gülüşle acısını gizlemeye çalışan bir denizin yüzünde hep tepenin soluğunu hissediyordum uyumamak için cesarete ihtiyacım yoktu henüz sessizliği de paylaşmayı öğreniyordum bazen en karmaşık sevgilerin kokularını yüreğine sindirebilmiş bir sardunyanın bakışıyla bakardın gülümseyerek direnmeye çalışırdın derinliğine çoğu sözcüğe bir anahtar gerekmez dile düşmek için dipteki o azınlıksa bir dili yaratabilir ancak kilitli kalanlardan sevda ve ölüm adına ağzımı açsam sanki bir ayna dolusu cehennem içime kaçacaktı ve bir aynadaki sen aracılığıyla diğer bir aynadaki 'sen' e bakarken aynalardan birine yaklaşırken ötekinden uzaklaşıyordun hep görebilmek için bir küçük bir büyük ayna yaratır böylesi bir cehennemi genelde iki suretini uzlaştıramazsın birbiriyle bir açıdan kendini görebilmen diğer bir açıdan kendini yitirmene bağlıdır suretler birbirlerini yiyerek yaşayabilir böylece tıpkı çağrışımın çağrışımın imgesi, imgeninse çağrışımın maskesi olması gibi işte bunun için hiç ama hiç bakmadık seninle tepenin dışından bazen tek bir cesedi paylaşır pek çok kavram şimdi öylesi bir kent ki burası herkes bir başkası olabildiği sürece var ya da bir başkası herkes olabildiği sürece, yılgınlığını suskunluğuna gizleyebildiği ölçüde var hiç kimse hiçbir şey yan tutmuyor üç kişi bir araya geldiğinde ikisinin mutluluğu üçüncüyü ezişlerinde yatıyor üçüncünün kim olduğu ise hiç önemli değil sıklıkla hatta bugün ikilide yer alan bir mutlu yarın üçüncü mutsuza dönüşebiliyor kolayca önemli olan o üçüncü olma anı herkes ezebileceği birine ihtiyaç duyuyor söz, ezmek için kullanılan bir silah arkadaşlar yoldaşlar arasında bile tapınmak öylesine bir yaşam biçimi ki burada yürürken unutkanlıklarıyla sevişebilen birisi olmaktan korkuyorum yürürken bile bu kentte ki yürümek bir düşünmedir tabi bütün ozanlarının bir masala sürgüne gönderildiği bir yerde herkes bir başkası için yapar kendisi için yapması gerekenleri ağlarken kana karışır sevdamızın yarısı farketmez tutunuruz bireysel kısmına büyük zamanımızın ya herkes birbirine geç varır ya herkes birbirine erken gider gülüşlerimizi kalıcılaştırdığımız ölçüde gidebileceğimiz halde biz kalırız gülüşlerimiz gider bir insanın bir insana verebileceği en değerli şeyi 'yalnızlığı' bana verdiğini şimdi daha iyi anlıyorum beni kalmaya mahkum eden bir yola nasıl sevdalandığımı da üstelik senin için yazarken bile sevgilim onu düşlüyorum korkunç evet ona bir koridorda rastlamıştım ya da böyle olmasını istediğim bir gecede ölümler sonrasıydı korkusuzdum artık hiçbir tren makas değiştirmiyordu ben bakabildiğimde bir otobüsün yorgun soluklarla buğulanmış camlarından arakadakileri gözlüyordum ışıltılarını sayıyordum güncesini tutarak sayıklamaların koridor basit bir çitti ayağımı kaldırıp üzerinden geçemeyeceğim basit bir çit sessizdim öfkeliydim arkada ayaktaydım üstelik dönüyordum sanıyorum otobüse son anda yetişmişti daha öncede konuşmuştuk onunla öyle sanıyorum benim duruşumdan da korkunç bir merhabası vardı ne zamandır görmediğim bir şeyi onda görüyordum dahası bir gece birisini görebiliyordum gerçekten bir şeyler söylüyordu gözlerine bakmamaya çalışırken bile onu görüyordum denizin yüzünde sanki amansız bir fırtınada balkonda unuttuğum sardunyamı ölü çiçeğimi canlandırmak için gelmişti üzerimizde incecik bir yağmurluk dahi yokken tepede kar yağışını izlerken ki gülüşümüze benziyordu hem de hiç benzemiyordu bir yandan bu benzemeyiş tedirginliğimin tehditlerini amansızlaştırıyordu ortak bir acıyı dindirmek için çabalarken sessizliği paylaşmayı yeniden öğretiyordu bana o kıpkırmızı gülüş geceye ben senin değilim diyen saçlarının karası sevdamın kanını usulca siliyordu bir kayıp ülkenin kırlarının hüzünlü dağlarının yamaçlarına çektiği sürmeyi anımsatan sevdasını bağrında gizleyen kaşları ve kan tutmuş yabancı bir geçmiş yakınlığımızın savaşını bir aşk pahasına verdirtiyordu bana zamanla daha iyi öğrenecektim ya sana ya da aşka ihanet etmem gerektiğini benim yüreğimde öylesine çelişiyordunuz öylesine birbirinizken ihanet etmekten başka bir şey yapmam mümkün değildi sevda için farklı bir iklimde yaşamaya mahkumdum diğerlerinden üstelik aynı çağda kayıp sözcükler sevdalı öpüşler bir demir yolu kesilmişti baştan aşağı bölüyordu yüreğini herkes için başka geçmişleri olan güç satıcıları mutlumuydu bilmiyorum ama bu mahkumiyet benimdi onların değil ve yemin ederim sevgilim geçmişimi kullanmasına hiçbirinin izin vermedim kendimin bile oysa şimdi saklanan bir denizde her gün bana gülümsüyor ve sadece bu yabancılık bir kenttir sevdiğim yabancılık bir kenttir kendi kendine yasaklanmış bir an kadar yasak pencerelere takılıp kalmış bakışlar kadar umursamaz ve cömert olabilir yumuşatma gülüşünü duvarlarındadır kent ayna saklısı bir düş kadar acımasız gizle bileyler onurunu gölgeler yıldızlarla sarsılmaz bir zaman anlayışı vardı mezarlıkların bahçelerine girilmiş tuzak yüreklerde her dokunuş için bir başkası olmak gerekir hatırla hiç tanımadığın bir öpüş seninkidir aslında ne zaman nerde yitirdiğini bulmak zordur ıssız kırılganlıkların işte bu da öylesi bir kargaşadan somutlanmış bir izlektir pas tutmuş acıları kullanır çark her sevdalanış bir izdiham yaratır kargaların tarlasında bir korkuluk olursun dudağının kırmızısını esmer akşam üstleri alır kavşaklar acımasızdır bir o kadarda şevkatli hep seni bekleyen hileli bıkkınlıkla ayaklarını parçalar aşka sınır arar tek gerçeği kendidir öldürülmüş kentlerin işte sorgulanmış baharların ele vermediği kız şuna inan şimdi birisi daha öldü herkes biliyor yalan söyleseler de sinsice çıkıyorlar kentlerinden hepsini bütünleştiren yüreklerinin sonsuz karanlığında buluşuyorlar onlar dua ediyorlar bizim ölülerimiz için sonrası gece oyuncak bir kelebek kırık kanadından yapılmış yaralı bir kuşun 'insanları olması şart mıdır bir kentin' diye ilk sorduğunda kendimden utanmıştım ağlamaklı bir çocuğun düşünde yargılamıştım kendimi istasyonlarını varoşlarını gezmiştim kentin özür dilemiştim şimdi şu kesin ki aşk kadar yabancılık bir kenttir oraya uğraması mümkünsüzdür gezginlerin dağ yolları dolaşıp geceleri köy evlerinin kapılarını tıklatan ipince bir rüzgar yaylaların kokusunu indirecektir gecekondu sokaklara belki gölbalıkları ile söyleşecektir derviş sığ ayrıcalıktır çoğunluk için alkış tutacaktır ağaç karnını yaranlara sır bıçaktır karanfilin ağzında konuşsa kesilir dili sürgün çocukların yangınlar doğuracaktır belki kuşku yanlış yangınlar ama sevdanın sabaha yakın olduğu bir zamanda uğrayacaktır mutlak kente birisi havada uçuşan ince esmer parmakların eski ve unutamadığın aşklarınla vurdu kaç kez bana bir büyük kent çölünde koşacaktır çocuk tepeye bir daha çıkamayacak olsa da o bizim nerde olduğumuzu her zaman bilecektir her şey bir bakışla başlamıştı bir çocuk bir liman iki yemin seni seviyorum Kahraman Tazeoğlu RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 Aşk Duası... Rabbim.. Bir insan koy kalbime! Ama o insan Senin de sevdiğin olsun. Ve bana öyle bir insan sevdir ki, O insanin kalbi Seninle yanan bir mabed olsun. Beni öyle bir insanla buluştur ki Benden önce, Onunla buluşmuş olan Sen olasın. Onunla el ele tutuştuğumuzda, İkimizin elinin üzerinde Sen olasın… Bana öyle gözler göster ki; Ben o gözlerden Sana bakayım. Bana öyle bir sevgili ver ki O gözler, Cennete açılan iki pencere olsun. Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki; Kılavuzumuz Sen olasın Ey Rabbim.. Öyle bir sevgili ver ki bana, Ona sarıldığımda kainat bize baksın. Birbirine sarılsın. Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın Bize bakıp şeytan Adem’e secde etsin. Günah sevap uğruna kendini feda etsin. Ölüler birer birer uyansın sevgimizle… Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim! Sevgimizde,Muhammed (S.A.V) sevilsin. Öyle sevelimki birbirimizi. Hz. Hatice göklerden bize seslensin, Ve desin ki; “Bak Ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde… bizde onlardayız. Bak Aşkımız bir kez daha yaşanıyor yer yüzünde.. ALLAH Aşkımızı öyle çok seviyor ki binlerce insana yaşatıyor..” Aşk Suya Düşünce.... Ateş denizi. Gül bahçesi. Renk fırtınası Aşk seması. Işık ve bakış, Su üzerinde buluşuyor. Renk ve ahenk, Suya koşuyor. Aşkın yüzü suyu hürmetine ateş suya konuk oluyor. Gül suda diriliyor yeniden Renk kalbin derûnuna damlıyor. Su coşuyor, aşk oluyor, ateş oluyor, alev alıyor. Su yakıyor ve yanıyor. Rahmet su yüzüne çıkıyor Celal ve Cemal dalga dalga nöbetleşiyor. Bir manevi yangın oluyor Ve bir uhrevi serinlik sunuyor ebru... Yerçizgisi ile gökçizgisi suya düşen renklerde birleşiyor. Öylesine belirsiz, öylesine elden gelmez bir form oluyor ebru Ve ebruzen Yer ile gök arasında.. Göklerin ötesini yere indirmeye çalışıyor. Kalbinde beslediği sözsüz şiirleri su üzerine nakşetmeye çalışıyor. Hep güzel gören gözleri, güzel bakışlarla süslüyor. Ebru, gören gözün ışığı ebru. Rengini gönülden alıyor. Ve gayba aşina gönlün, gördüğüne razı gelmeyen aklın ayinesi, Işıltılı, büyülü, ayartıcı. Aşkı ve tevhidi bir kor tereddüdüyle Avucunda tutmaya çalışıyor ebruzen. Gözleri güzelle süslemeye niyetli. Boyanın su üzerinde kaotik dansından nice gönüllere güzeller devşiriyor. Ebruzen aşkını suda arıyor. Ve buluyor da.... Güzellik bakanın gözündedir ezelden. Bakılanı güzel eyleyen bakıştır. Aynı zamanda, aşkın en yalın tarifi bu Mecnun Leyla’nın gözünde güzeldir. Yusuf Züleyha’nın bakışıyla güzeldir. Ve kevn Mevla nazar ettiği için güzeldir. Mecnun’un Leylası neyse, ebruzenin ebrusu o. Önce ebruzeninin gözünde güzel ebru Ebruzen güzel baktığı için güzel görüyor, güzelin yüzünü öylece su üzerine düşürüyor. Bu defa Leyla Mevla’ya yol oluyor. Ebrunun verdiği huzur, toprağa yakın oluşundan gelir Sanatkar, semayı temsil eden herşeyi toprak renklerine yansıtır. Suya düşürür ve toprağa kazır ve çamura bular. Modern sanatın aksine, çığırtkan ve saldırgan renklerle değil, mutevazı toprak renkleriyle açar gönülleri. Ebru, su üzerindeki toprak renklerinden oluşur. O yüzden, ebru biraz dünya biraz insan... Ebru, aslında bir nefis terbiyesi. Modern yaşamın herşeyi determinist kalıplara vuran anlayışının aksine, belirsizliğe razı olmayı belletiyor, beklemeyi ve tevekkülü öğretiyor. Ebruzen eserinin son halini başından belirleyemiyor. Suyun ve boyanın esrarlı dansı, renklerin ve biçimlerin salınışları arasında sadece bekliyor. Tek bir yaprağın kıpırtısına bile bigane kalmayan Külli İradenin niyetini gerçeğe döndürmesini bekliyor ebruzen. Ebru biraz da kaderi öğretiyor. En küçük ve sıradan eylemlerin Kainatın Sahibince nasıl da ciddiye alındığını farkediyor. Sonsuz gökyüzü altında ve yeryüzünde değersiz ve terkedilmiş olmadığını anlıyor insan. Rengarenk bir ayinede, ebruda, kendini yeniden keşfediyor.. Ebruyu elinizle değil gönlünüzle yaparsınız diyor ebruzen. Sanatkarın yeni bir şey yapmadığını, zaten var olanı yansıttığını kaydediyor. Tasavvuf tabiriyle, batını zahire çıkarıyor Ebruzen. Kainat sayfalarında saklı güzellikleri gün yüzüne çıkarıyor. Ebru, su üzerine kurulu evreni yine su üzerinde tasvir ediyor. Ve aslında bu fonksiyonuyla aşkın, yine başladığı yere, yani bakışa, güzel bakışa dönüşünü temsil ediyor. Ebru, kainatla birebir örtüşüyor. Modern fiziğin teorik tasvirlerle yakalamaya çalıştığı gerçeği çoktan beri biliyor ebruzen: hiçbir olayın tekrarı yoktur. Hiçbirşey tekrar edilebilir olmadığı gibi, Göründüğü gibi de değil. Eşyanın rengi, biçimi ve hacmi, İnsanın eşyaya eklenmesi ile gerçeküstüne doğru kanatlanıyor. Ebru, suretin sirete dönüşünü, Gözün gördüğünün gönüle düşüşünü temsil ediyor. Ebruzenin su ile serüveni ebru.. Herserüven gibi nerede başladığı bilinse de, Nereye vardığı kestirilemiyor. Ve hangi kalbi fethedeceği bilinmeyen bir akın. Hangi gönülde durulacağı bilinmez bir coşku.. Ruhunu renge ve ahenge tekne yapıyor ebruzen. Boyayı kalbinden damlatıyor. Göze bir sürme gibi çekiyor gönlünün karasını. Rengi ve ahengi, aşk denizine salıyor Aşkı suya düşürüyor.. Yakıyor suyu.. Tevhid sırrının yüzüsuyu hürmetine kesret ateşine salıyor, Ve ahenkle ve renkle serinletiyor insan yüreğini. Yandıkça su, alev alıyor aşk. Ve yüreğimiz kanlı bir ebruya dönüşüyor. SENAİ DEMİRCİ Suya aşk yazan adamlar gördüm. Suya aşk yazan kadınlar. Kitre dolu kaba narin parmaklarını daldırıp suya şiir okuyan kızlar. Topraktan renk devşirip, renkleri suya dokuyup daha sonra onu kâğıtlarda okuyorlardı. Önce “Aşk” suya düştü, Sonra da “Su” aşka yenik düştü. Ruhun dinginliğini anlamak için ebru yapılan suya bakmak yetecektir. Duru, sessiz, sukut gibi fırtınayı bekleyen bir su. Kabaracak, coşacak, dalgalanacak sevinçlerin yada hüzünlerin habercisi olacak. Biraz sonra üzerine damlalar düşüveriyor, değişik renklerde ve tonlarda. Daha birkaç gün öncesinde yollarda ciddiye alınmadan üzerine basılan çiğnenen topraklar şimdi suyun yüzeyinde başlayacak bir fırtınanın hebercisidir. Düşen her damla daireler çizer. Gücünün yettiğince. Ardından gelen damlaya yer açar daralır sonra. Edebin anlatıldığı mekandır bir bakıma suya düşen her damla. Açılır aşkla ve kapanır utanarak. Hesapsızdır düşen damlalar atanın attığıyla kalır ve genişleyebildiği kadardır dünyadaki yeri. Fırça darbeleri Ebrucunun haleti ruhiyesini bir nebze olsun yansıtır, tedirgin, sakin, çılgın, dingin. Her bir kelime bir tarzı yada Ebrunun ruh halini yansıtır aslında. Ve bu hareketler sona giden yolda atılan birer başlangıç adımıdır. Ardından renk renk çeşit çeşit ebrular geliyor, akın akın yürek yürek. Her çeşidin bir hikayesi bir ad vereni var ömürlerini vererek adlarını bırakmışlar. Hatip ebrularıyla ölürken, bugün onun mirası yeni nesillerin ellerinde ölümsüzlüğe koşuyor. Suyun saçlarını tarıyor ebrucular, suyun rüyasını görüyorlar suyla birlikte. Gidip gelirken tekne boyu, aşka adıyorlar çizdikleri suyu. Ve laleler; bahçelerden önce teknelerde açan laleler. Ardından kağıtlarda yaşayan laleler. Boy boy renk renk boyun bükmüş divana durmuş laleler. Ellerin mahareti yüreklerin genişliğince güzel, yapanın titizliğince hassas laleler. Her ne kadar öğretilmiş hareketler olsa da her sanatkarın kendine has bir lalesi ve ruhunun aynası var. Çünki her Ebrudan dünyada bir tane var. Çünki İnsanların ruh hallerinden de bir tane var. Hangi mutluluğumuz yada hangi hüznümüzün tekrarı varki. Her şey aynı bile olsa ya mekan yada gün değişmiştir. Ve her hüzün yada her sevinç bir defalıktır aslında. Tekneye yazılan her ebru gibi. Ve güller bütün güzelliğiyle sözü susturan güller. Ve saygıyla birlikte biraz sukut… Suda açarken suya ah ettiren güller. Aşk dedirten yar dedirten. Sevgiliye verilirken başka söze luzum bırakmayan güller. Sevgiliye göz atan, sevgiyi en güzel anlatan güller. Ve onu çağıran ve O’na çağıran güller. Ve Ebrucu Gül işliyor suya Muhammed'i (s.a.v.) çağrıştırsın diye ve Lale ALLAH (c.c.)' a yakarsın diye eğilen dallarıyla. Bu suyun renklerle oynadığı bir aşk oyunu. Bu oyunun senaristi Ebrucu. Ebrucu daha çok yüreğini yansıtıyor suya. Renkleri serpişiyle, renklere hayat katışıyla ve sonunda aşkını gülle, laleyle ifade edişiyle önce dokunan, sonra okunan bir aşk oyunu bu. Önce “Aşk suya düştü,” Sonra “Su aşka yenik düştü RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - GüLYapraK - 01-09-2008 EBRU MİSALİ Suya çizdim asrının suretini Bir damla kırmızı damlatıyorum yüreğimin fırçasından Uzak diyarlarının ufuklarındaki kızıllığı andırması adına Kızgın çöllerin ortasındaki en eşsiz vaha olan mescidin için Yeşilin en güzel tonunu seçtim Engin Ummanlardan rengini alan gökyüzü Masmavi bir atlas gibi üzerini örtüyor şefkatle Hicretinle ayrıldığın beldenin rengiydi Hüzünle yaşanan hazan mevsiminin sarısı Meftunun olan bulutlar sensizken Grinin en koyu tonuna bürünmüştü İkliminde boy veren güller Mutluluğun tozpembesiyle tebessüm eder her bahar Sırtını dayadığın ağaçlar gidişinle beraber Çoktan yeşile veda edip kahverengiyle dost oldular En sadık bekçin olan mağara ağzındaki güvercinin tüylerinde gördük Beyazın en merhametli dokunuşunu Hasret morlarımızı geride bırakıp Umut eflatunlarıyla koşuyoruz asrına Cehalet siyahının üzerini Şefkat ve merhametinin aklarıyla boyuyoruz Ebru misali Hoşgörüyle dokunuyoruz fırçamıza Devrindeki güzellikleri nakşetmek adına Tıpkı senin yaptığın gibi Efendim Batılı Haktan ayırmak için hoşgörüyle Dokunduğun yürekler misali Kadifemsi bir dokunuşla dokunuyoruz yürek denilen mana suyuna… Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün önümdeki uçurumlara aldırmadan varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın o gerçekleşmeyen hayallerim. ardımda yaralı bir yürek kederli bir ömür ve yoksul anılar bırakarak çekip gidiyorum sevdiğim hoşçakal gönlümün nazlısı, bağrımın sızısı hoşçakal gidiyorum başım önümde, gözümde nem duramam artık ey aşk, ey sevdiğim hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde duramam hiç bir anı kabul etmiyor beni bedenim buz gibi soğuk yüreğim param parça keder kış kadar soğuk ellerim ardımda yoksul bir sevda ve bana ait ne varsa bırakıp gidiyorum sevdiğim hoşça kal anımın yazısı, kaderimin küskünü hoşçakal bütün yaprakları dökülmüş dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım çınar ağacını yaslı meçhule giden acılar yüklü bir gemide uğuldayan rüzgarlara sarıp sesimi şarkıların sustuğu, aşkların vurulduğu limanlara gidiyorum sevdiğim hoşça kal kırık sazım, sevdamın yaralı türküsü hoşçakal bir yıldız daha kaymadan gözlerimden yüreğimden bir arzu daha sönmeden gidiyorum ey aşk, ey sevdiğim bir daha yağmamalı bu ihanet yağmurları ağlamamalı bu yürek bir daha bir acıyı, başka bir acıyla sarıp alıp dağların ve yıldızların gölgesini yüzümde kış, bakışlarımda kar yorgun akan bir ırmak misali kimsesiz sokaklara bırakıp yanlızlığımı gidiyorum sevdiğim hoşça kal gecelerimin yıldızı, karlı dağların yalnız kızı hoşça kal bütün borçlarını ödedim bu sokakların, alacağımı aldım geri dönmez bir mevsimdeyim artık, duramam ey aşk bu şehre sığamam bu hüzünle yoksa acılar üşütür beni kar kavurur anılarımı donar bakışlarım üşürüm... üşürüm ey aşk sorma nereye, hangi dağın ardına? ne kadar uzağa varır yolum? kim yoldaş olur bana ? dönüp gelir miyim yine bahar geldiğinde ? çiçek açtığında mor dağlar sorma sazımdaki hüznü içimdeki sızıyı boynu bükük karanfilimi ve yüreğimin yangınını bırakıp rüzgarlara sırılsıklam yalnızlığımı alıp yanıma gidiyorum hoşça kal bağrımın ateşi, kalbimin ahı, mühür gözlü yar hoşçakal RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - S_MecnuN - 01-09-2008 sazımdaki hüznü içimdeki sızıyı boynu bükük karanfilimi ve yüreğimin yangınını bırakıp rüzgarlara sırılsıklam yalnızlığımı alıp yanıma gidiyorum hoşça kal bağrımın ateşi, kalbimin ahı, mühür gözlü yar hoşçakal güzelmiş RE: dokunsan yüregime(uyaksız sevda).. - Sema - 02-09-2008 emeğine sağlık yaprakçım güzel şiirler . |