Forum Hafızoğlu
menzil yolu düşleri - Yazdırılabilir Sürüm

+- Forum Hafızoğlu (https://www.hafizoglu.net/frm)
+-- Forum: Dini Konular (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=129)
+--- Forum: İslam Tarihi (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=202)
+---- Forum: İslam Önderleri (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=203)
+---- Konu: menzil yolu düşleri (/showthread.php?tid=10946)



menzil yolu düşleri - münacat - 07-12-2008

Menzil Yolu Düşleri



Bu ayki yazımızı, bundan sadece on üç sene önce ahiret yolculuğuna uğurladığımız, bütün Müslümanların ‘Gönüller Sultanı’, ‘Seyda Hazretleri’ olarak tanıdığı büyük bir zatı tanımaya ve hatırlamaya hasrediyoruz.

Gönül ateşini söndürmek isteyen bir mecnun, kendini arayan bir sofi, öteler ülkesinin krallığına talip bir derviş misali düşüyoruz yollara…

Gülistan bağından bir gül'ün gölgesi düşer ümidi ile gülden düşler kuruyoruz. Dost dergâhında bir kaşık çorbanın sıcaklığını hayal ediyoruz. Semerkant'tan gelen misafirlerin sultanına yüreğini açan Menzile varmak hayalimiz.

Kimilerine göre Menzil Türkiye coğrafyasının en uzağına düşüyor, kimilerine göre gönül haritasının en yakınında kutlu bir belde. Nemrut heykelleri ile meşhur Adıyaman ilimizin Kahta ilçesinde küçük bir köy Menzil.

Menzile varmadan önce güneşin en güzel doğup battığı Nemrut dağında, Nemrut'un heykellerini görmek için yokuşa sürüyoruz düşlerimizi. Karanlığa gömülmüş bir dağın zirvesinde, güneş kendini gösterdikçe aydınlanıyor Nemrut dağının yüzü. Gün ağardığında tüm çıplaklığı ve acizliği ile başları öne düşmüş nemrut heykelleri çıkıyor ortaya.

Burada bulunan dev heykellerin sahipleri, büyüklüklerini göstermek için dev heykeller yapmışlar. Zamanın çarkları arasında kaybolan bu heykeller, günümüzde keşfedildiğinde, hepsi başlarından kırılmış olarak bulunuyor. Yukarda heykellerin ayak ve gövdeleri dimdik dururken, başları ayaklarının altına düşmesi, ibretlik bir görüntü olarak çıkıyor karşımıza. Her heykel gövdesinin ayakları altında kendi başı duruyor.

Biz de başımızı ellerimizin arasına alıp, gururumuzun, makamımızın, şöhretimizin, gençliğimizin, günahımızın hesabını yapmak için geride bırakıyoruz Nemrutları…

Nemrut Dağı’nın böğründen kıvrıla kıvrıla inen yoldan düzlüğe iniyoruz. Menzil yolu akın akın insanların her gün geçtiği bir yer. Gönül dergâhının kapısını aralayıp, benliklerini menzil kapısına paspas etmek için gelen insanlarla dolup taşıyor. İçlerinde kendilerini yakmaya çalışan nefis ateşine karşı, İbrahimî bir bahçe arayanlar için bir selamet kapısı burası.

Vicdanı ile yüzleşmek, tövbe kapısından girip sırrın ilmine vakıf olmak için Türkiye'nin ve dünyanın her yerinden insan Menzil yoluna düşüyor.

Menzil'e Varmak

Menzil'i Menzil yapan ne taşı, ne toprağı. Menzil'de yaşamış ve yaşayan gönül dostlarıdır. Es-Seyyid Abdulhakim Hüseyni, meşhur ismiyle Gavs Hazretleri ve onun oğlu Sultan Seyyid Muhammed Raşid, (Seyda) Hazretlerinin burada irşatta bulunmasıdır Menzil'i Menzil yapan. (Allah sırlarını yüceltsin)
(IMG:http://www.gulistandergisi.com/resimler/R701802.JPG)
İkisinin de türbesi burada yan yana sonsuzluk kapısı gibi duruyor.
Her yanı bin bir çeşit gül ile kaplı gül bahçesinin içerisindeki bu Markad-ı Şerifi ziyarete gelen Müslümanlar, her gün Gavs, Seyda ve bütün Müslümanlar için dua etmekteler. Türbe diğer türbelerden çok farklı olarak daha güzel bir mimari ile yapılmış. Her yanı tertemiz. Bahçesindeki kabirlerde, yüreğini bu vuslat yoluna adamış sofiler yatmakta.

Menzil çeşmesinden, gönüllerine huzur aktaran bu insanların kalplerinde Sultan Seyda Muhammed Raşit Hazretleri, yaşadığı yıllarda gönülden gönüle akacak huzur arkları açmış. Menzil toprağında sevgi tohumları eken bu insanı, daha yakından tanımak, tanıtmak, anlamak ve anlatmak istiyorum.

Hüzün Yılları
Yaşadığı yıllarda, kendisini ziyarete gelen insanlara sevmeyi, tövbeyi, hoşgörüyü, barışı, kardeşliği, dostluğu tavsiye etmiş. İnsanı sevmekten, ona hizmet etmekten başka yol bilmeyen ilim ehli insanlar gibi onun da kapısına dayanılmış. 12 Eylül olarak bilinen hüzün misali sarı yıllarda, kardeş kardeşi vururken, onun dergâhında sevgi mayalanmış, kardeşlik mayalanmış geleceğe.

Ancak, etrafına güzellik tohumları ekmekten başka bir şeyle meşgul olmayan bu insan, halkın gösterdiği teveccühten rahatsız olan devrin yöneticileri tarafından sürgüne gönderilmiş. 1983 yılının Mart ayında Gökçeada 'da mecburi ikamete tabi tutulmuş. On sekiz ay süren Gökçeada'daki sürgün hayatı, çok sıkıntılı ve zahmetli geçmiş.
Seyda Hazretleri sürgün yıllarında, sadece akrabaları ve yakın birkaç talebesinden başka kimseyle görüştürülmemiş. Merkezi idare, Seyda Hazretlerini Gökçeada'dan sonra Ankara'ya nakledip, 16 ay gözetim altında tuttuktan sonra, tekrar irşad merkezi olan Menzil'e dönmesine müsaade etmiş.
Hayatını irşada adayan Seyda Hazretleri, yüzbinlerce insanı günah bataklığından kurtarıp ebedi hayatın nur iklimine yelken açmalarını sağlamış. Dünyanın her köşesinden, her yaştan, her mevkiden, her renkten insan tövbe ederek, Seyda'nın önünde diz bükmüş. Onun himmet ve duaları sayesinde; Allah’a kul, peygambere ümmet olmanın hazzını yaşamış.
(IMG:http://www.gulistandergisi.com/resimler/R701803.JPG)
Faniye Veda
İnsanları irşad edip gönülleri nurlandırmayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş, Rabbimizin seçkin kullarından Seyda hazretleri, 1990 yılının Ramazan bayramında talebeleri ile bayramlaşırken, zehirli bir enjektörle kendisine suikast yapılır. Vücuduna şırınga edilen zehir sebebiyle uzun süre ıstırap çeker. Ama o yine de kendisine bu zulmü yapanları affeder ve sevenlerinden suikastçiye dokunulmamasını ister. Seyda hazretleri, şeker ve yüksek tansiyon hastalığı sebebiyle senelerce tedavi görür.

Nemrutların İbrahimleri yakmak için ateş yaktığı hüzünlü yıllarda, o, sevmeyi, sevilmeyi anlatan gül bahçelerinde Yunus misali, vurana elsiz, konuşana dilsiz, rahmet kapısında umut bekleyen sofiler yetiştirir.
Mevsimlerin sararıp solduğu hüzün aylarında, onu sevenlerin yüreğine de bir kor düşer… Ekim’in 22’sinde, 1993 yılında, Cuma günü, 63 yaşında, Ankara'da sonsuzluk kervanına katılır.

İrşad Usulü
Seyda Hazretleri Nakşibendî geleneğine göre irşadını üç temel üzerine kurmuştu; tövbe, ilim ve zikir. Ömrünü bu üç temel üzere yaşamış ve talebelerini bu düsturla yetiştirmeye çalışmıştır.

Tövbe ve Telkin
Seyda Hazretleri talebeleri ile önce elele tutup be'yat almak suretiyle tövbe telkin ediyordu. Bu Hz. Resulullah'ın Akabe ve Rıdvan bi’atlarında ashabı ile yaptığı bir uygulama idi. Seyda da bu şekilde yaparak, mutaabatta hep örnek edindiği Resulullah (sallallahu aleyhi veselem)'in bir sünnetini daha yerine getiriyordu. Bazı zamanlar, fazla kalabalıktan dolayı tek tek tövbe zor olup, vakit yetmediği için iki elini uzatarak, sığabildiği kadar insana grup grup tövbe veriyordu.

Kadınların tövbe ve intisabı, genelde tövbe tarifi için görevlendirilen kadın görevliler tarafından yaptırılıyordu. Hazret, kadınların intisabını ancak kapı veya perde arkasından sözlü olarak kabul ediyor, mahremi olmayan kadınların elini asla tutmuyor, onlarla yüz yüze görüşmüyordu.



İlmi Teşvik
Seyyid Muhammed Raşid, ilim tahsil eden ve öğreteni çok severdi. İlim tahsili konusunda kişinin kendi cemaatinden olup olmamasına bakmazdı. Bir defasında şu uyarılarda bulunmuştur: "Ey Allah'ın kulları; Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe vârisü'l-enbiya olursa!

Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük, en muttaki alimlerden öğreniniz. Herkesten fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse, dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de, sofisi de hüsrandadır. Osmanlıya bakınız, ne idi ne oldu?"

Zikir
Seyda Hazretleri, Nakşibendi olması hasebi ile gizli (sessiz ve kalble) zikri, üç kademeli olarak telkin ederdi: 1. Kalb zikri. 2. Letâif zikri. 3. Nefy-u isbat zikri.

Kalb ve letaif zikirlerinde Lafza-i Celal (Allah) zikrini, Nefy-u İspat'ta ise usul gereği Kelime-i Tevhid (La ilahe illallah) zikrini ders olarak verirdi. Sünnete uyulmasını şiddetle tavsiye eder, adab ve erkana riayete önem verirdi. Zaten O'nun yanına kim giderse gitsin, ister içki ister uyuşturucu mübtelası olsun, bu kötü huylardan kurtulur, ahvali edebe inkilab ederdi. Allah insanları onun vesilesi ile hidayet ediyordu. Bunun binlerce şahidi halen aramızda yaşamakta, menkibeleri dilden dile dolaşmaktadır.

Yapılan zikirlerden maksad sevap kazanmak değil, İlahi muhabbeti hak etmek, aşıklar kervanında bir yolcu olarak vuslata ermekti...

(IMG:http://www.gulistandergisi.com/resimler/R701805.JPG)
Sohbet
Seyda Hazretleri (k.s.) hakkında en çok sarf edilen sözlerden birisi: "Niçin sohbet yapmıyor?" idi. Hemen her zaman duyulan bu itham tam olarak gerçekleri yansıtmıyordu. İrşadının başlangıcından beri çevresinde bulunanların şahadetine göre, ilk yıllarda akşam ile yatsı namazları arasında mazeretleri dışında cemaate düzenli olarak sohbette bulunurdu.

Bu durum ziyaretçilerin akın akın gelip, akşam namazından saatler sonrasına kadar süren tevbe ve tarikat telkinine kadar devam etmiştir. Seyda Hazretleri bundan sonra sohbet etmeye zaman bulamamıştır. Ancak özel durumlar veya seyahatlerde, uygun anlarda nadiren sohbette bulunmuşlardır.

Zaten kendisi de daha önceleri sohbetin zahiri sözlerinin değil, manevi tasarruf gücünün önemli olduğunu; esas gücün mürşid-i kamilin meclisteki cemaate tasarrufatıyla ortaya çıktığını söylemişti. Zahiri sözle tesir olsaydı vaiz ve hocaların kalabalık camilerdeki halka hitaplarının etkili olması gerektiğinden bahsederek şu şekilde buyurmuşlardı: "Sohbet bir eğlencedir. Nasıl ki üç-dört yaşındaki çocukları lafla eğlendirirler, mükafatlandırırlar veya kandırırlar ise sohbette büyükleri cennetten bahsedip neşelendirmek, cehennemden bahsedip korkutmak içindir. Salikleri başlangıçta tarikata alıştırmak için sohbet yapılır...

İrşad sohbetle değil manevi tasarruf iledir, Şayet irşad sohbetle olsaydı, binlerce vaiz, hatip ve konuşması güzel kimselerin birer mürşid olup irşad makamında oturmaları icab ederdi. Tam tersine, Gavs-ı Hizani gibi zatların çok az sohbetle çok geniş kitleleri irşad etmeleri irşadın zahiri sözle değil, batıni olan manevî tasarrufla olduğunun işaretidir. Sohbet ise manevî tasarrufa zemin hazırlayan, talibde alma gücünü kuvvetlendiren bir araçtır. Zaten bu zamanın insanlarını sadatın himmeti ve manevî tasarrufu olmadan düzeltmek çok zordur. Çünkü fesad çoğalmış, her tarafı zorluk ve günahlar sarmıştır...”
(IMG:http://www.gulistandergisi.com/resimler/R701806.JPG)
Kerametlerinden Bazıları

* Seyda Hazretlerinin kucağına 5-6 yaşlarında bir çocuk verdiler. Solgun, halsiz, dili dışarı sarkmış olan çocuk muhtemelen felçliydi. Mübarek, çocuğa bir şeyler söyledi, tebessüm etti. Bir müddet sonra çocuğu yanındakilere uzattı. Herkes şaşırmıştı. Çocuk canlanmıştı, kollarını ellerini oynatıyordu. Yakınları çocuğu birbirine veriyor, sonsuz bir şekilde seviniyorlardı.

* Bir gün 83 yaşında bir zat, Seyda Hazretlerinin meclisine geldi. Bu zatın bazı söz ve hallerini oradakiler beğenmeyip tenkit ettiler. Bu zat o zaman şöyle demişti: "Ben bu yaşıma kadar dinin hiçbir emrini yapmadım. Aşırı derecede sarhoş olduğum bir gün, dostlarım beni buraya getirmişler ve Seyda Hazretlerinin ( k.s.) elini öptürüp banyo yaptırdıktan sonra caminin altına yatırmışlar. Sabah uyandığımda tanımadığım bir çevre ve insanlarla karşılaştım. Seyda Hazretlerini (k.s.) gördüğümde ayak parmaklarımdan bir nur girip bütün vücudumu kapladı. Bu nur beni o halimden bu halime çevirdi. Ben şimdi on yedi günlüğüm." İşte evliyanın nazari cezbeyi doğurdu. Cezbe de ilahi aşk ve muhabbeti meydana getirerek bu kişiyi, Allah (c.c.)'a dönüp, dinini öğrenip yaşayan biri haline getirdi.

* Seyda Hazretlerinin (k.s.) Ankara'ya teşrif ettikleri zamandı. Binlerce kişi bulunduğu yerde toplanmış tövbe ediyorlardı. Ben de sıram geldiğinde elini tuttum, tövbeye başladım, sonra başımı kaldırıp bakınca hayretler içinde kaldım. Orada o zatın yerinde sadece ve sadece bembeyaz bir görüntü vardı. Tövbe bittiğinde tekrar bakınca, eski haliyle gördüm.

* Eklem romatizması denilen ayaklarımı, ellerimi, boynumu ve bütün vücudumu ağrıtan ve oynatmayan hastalıktan muzdariptim. Tedaviye rağmen yazı yazamıyor, boynumu oynatamıyor, yürüyemiyordum. Ömrüm boyunca hastalığımın devam edeceğine kanaat getirmiştim. Seyda Hazretlerini ( k.s.) ziyaret ettiğim bir sırada yine ağrılarım dayanılmaz bir haldeydi. Ağlayarak bu sıkıntıdan kurtulmak için Rabbime dua ettim. Akşam tövbe aldım, hava serindi, soğuk suyla gusül aldım, sonra uyudum. Sabah namazına kalktığımda ağrılarımdan eser yoktu. O günden sonra bir daha eklem hastalığı görmedim.


Nasıl Gidilir?

Menzil'e, Adıyaman ilinin Kahta ilçesinden gidilir. Adıyaman'a karayolu ile ulaşmak mümkündür. Havayolu ile de Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep veya Malatya illerine, oradan da karayolu ile Kahta'dan Menzil'e varmak mümkündür.

Sultan Seyyid Muhammed Raşid (ks) Kimdir?

Muhammed Raşid Hz. 23 Mart 1930 yılında Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde dünyaya geldi. Babası Gavs-ı Bilvanisi Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni ve dedeleri ilim ehli olup, Peygamber (sav) Efendimizin nesebinden gelen seyyidlerdir. Hazret daha çok "Seyda" ve "Sultan Hazretleri" unvanlarıyla anılmış ve tanınmıştır.

Muhammed Raşid Hazretleri ilk ilim hayatına babasının yanında başladı. Babasından sonra Güneydoğu'da meşhur olan molla Muhyiddin, molla Nasır, molla Ramazan ve molla Abdulbaki'den sarf, nahiv, mantık, belagat gibi âlet ilimlerinin yanında tefsir, hadis ve fıkıh dersleri aldı.

Seyyid Abdulhakim el-Hüseyini Hazretleri'nin oğlu olması münasebetiyle, ilim öğrenip talebe yetiştirmenin yanında, tekke hizmetleriyle de meşgul oldu.

Seyda Hazretlerinin ömrü üç devreye ayrılabilir. Birinci devre; 1968 yılına kadar olan ilimle meşguliyet. İkinci devre; 1968/1972 yılları arasında devam eden tekke hizmeti. Yani babasının misafirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için hem bedenen hem de ilmen onlarla alakadar olma. Üçüncü devre; 1972'de şeyhi ve babasının vefatından sonra onun vasiyetleri ve işaretleriyle başlayıp, 22 Ekim 1993'te vefatına kadar devam etti. İrşad merkezi, Adıyaman ilinin Kahta kazasına bağlı Menzil köyünde babasının yanındaki türbede yatmaktadır.
HASAN MAHİR( alıntıdır)