Forum Hafızoğlu
Şikayet ve Şükür - Yazdırılabilir Sürüm

+- Forum Hafızoğlu (https://www.hafizoglu.net/frm)
+-- Forum: Dini Konular (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=129)
+--- Forum: Genel İslami Konular (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=130)
+--- Konu: Şikayet ve Şükür (/showthread.php?tid=8922)



Şikayet ve Şükür - Toprak - 02-12-2007

Şikayet ve şükür, cehennem ve cennet kadar uzak birbirine. Siyah ve beyaz kadar zıt. Siyah yokluğun ve hiçliğin, beyaz varlığın rengi. Siyahın üzerine hangi güzel renk değerse değsin yokmuş gibi görünmeye mahkûm. Beyaz ise en hafif tonların bile bayram yeri. Kim şikayet ediyor, memnuniyetsizliğini dile getiriyorsa, bilin ki onun gözü karanlığa bakıyor. Üzerindeki nimetleri ne görebiliyor, ne de gösterebiliyor.

Şikayet, adresini şaşırmış duyguların ağlayışı aslında. Cenneti isteyen, ama bu dünyada inşa etmeye çabalayan insanın kendi kendisine çektirdiği bir azap. Ruhumuz sonsuza aç; sonsuz doyurabiliyor onu ancak. Göz ruhun penceresi olduğundan sonsuza açlığı gözlere yakıştırıyoruz. "Aç gözlü" diyoruz bu dünyada doymaya kalkanlara. Oysa ne bu dünya ne de içindekiler insan ruhuna yetmiyor, açlığını dindiremiyor. Bu dünyanın sadece tatma yeri olabileceğini unutan insana en büyük dersi ölüm veriyor.

Ölümün ikazıyla hakikate uyanıyor insan. O yüzdendir ki, gözü bir türlü doymayan, hiçbir şeyle memnun olmayan, sürekli şikayet eden, bin bir türlü nimete gözünü kapayan insanlar için "Gözünü bir avuç toprak doyursun" diyoruz. Bu gözler ancak ölümle, üzerlerine atılan toprakla cennetin varlığını, doyma yerinin ancak orası olabileceğini--iş işten geçmiş de olsa--anlıyorlar.

Ne büyük zarar, cenneti dünyada yaşama telaşı. Ne büyük kayıp. İstediğinin tam tersiyle cezalandırılacak kadar da büyük bir kabahat. Cennet nimetlerinin örnekleri olarak önüne sunulan dünya nimetlerini küçümseyen, yokmuş gibi davranan insan, bu dünyada cehennem hayatı yaşamaktan başka tercih bırakmıyor kendisine. Cehennemin yokluklarla yakan ateşi, daha bu dünyadayken yakıp kavuruyor insanı. Her iki dünyada zarar içinde zarar ediyor, şikayeti hayat tarzı eyleyen zavallı insan.

Şükredici insanın gözü varlığa, var olana dönüktür oysa. Varlık dairesi ise hayırlarla doludur. Orada ne şer, ne de şikayet edilecek birşey vardır. Şâkir insan, varlık değirmeninin çarklarının kendi keyfine göre dönmeyeceğini, dönemeyeceğini, dahası dönmemesi gerektiğini bilen insandır. Vücuda gelmiş her olaydaki açık ya da gizli hayrı görmeye adamıştır ömrünü.

Ruhunun ve kalbinin hizmetine verdiği gözü asla "keşke şöyle olsaydı" dedirtmez şükredici insana. O insan bilir ki, bireyin yok iken varlığını veya var iken yokluğunu temenni etmek, âlemde hükümferma olan ilâhî düzene başkaldırmaktır.


Yol iki kısacası: şikayet edip cehennemi lâyık görmek kendimize, ya da şükredip dünyada iken cenneti yaşamak...


RE: Şikayet ve Şükür - Toprak - 02-12-2007

İnsan önce yüreğindeki Kâbe'yi bulmalı, ondan sonra düşmeli hac yoluna. Gideceği yolu bilmeyenler, kıblesine henüz karar vermeyenlerin gidebileceği bir yer yoktur. Başını taştan taşa vurarak akan sular yatağı doğru değilse gedeceği yerde bir bilinmezdir. Yanlış yol, kırılmış ve yıkılmış kalpler bırakır hüzünlü mazide.

Nerede, nasıl hangi mevkide olursa olsun insan önce gideceği yönü bulup pusulasını ona yöneltmeli. Sonra revan olmalı yollara.

Doğru yönü bulmak kadar doğru yolda ilerlemek, yürümek için çaba göstermek gerekir. Yürümek için içinde bir aşk yangını her gün yanmalı. Yürekte yangın yoksa yol çekilmez olur. En küçük engeller insanı yolundan döndürebilir. Küçük bir çakıl taşı, yoldaki bir tümsek, açılmış bir çukur yada yanlış bir işaret yada işaretçi yoldan çıkarabilir insanı.

Kıblesini bulup yoluna revan olan varmak istediği yere geldiğinde çektiği zahmet kadar kıymet arz eder vardığı yer. Kolaylıkla elde edilenin kıymeti yoktur. Yollarda çekilen ıstırabı, vuslatta rahmete dönüştürmekte önemlidir.

Varılmak istenen Kâbe'ye varıldığında sevgiliye kavuşulmanın verdiği heyecanla "buyur" denilmeli. Yüreğinin seni çağırdığı yerde olmanın mutluluğuna gözyaşı ırmağı karışmalı.

Dönmeli bir Mevlevi semazen gibi ellerini açıp yüreğindeki Kâbe'nin etrafında. Kendinden kaçıp kendini bulmalı. Kendinden uzaklaşıp, kendine yaklaşmalı. Açılmalı içindeki demir perdelerle kapalı gönül kapısı. Herkesi, her şeyi kucaklayacak kadar genişlemeli. Yıkmalı içindeki putları kendinden öncekiler gibi. Eğmeli başını gökten toprağa eğilen güneş gibi. Toprakta bir gölge olmalı, gölgede hiç.

Gidip gelmeli içindeki vicdan vadisinde, zemzem ırmağını bulmak için. Pişmanlık duvarlarını yıkıp içindeki günah vadisine bir beyaz ihramla yol almalı.

İçindeki gecenin siyah örtüsünün arkasından ağarırken gün ellerini açıp vakfede durmalı. Kalabalık bir mahkemenin önünde sanık sandalyesinde yalnız yargılamalı kendisini. Bütün günahlara karşı durur gibi dik ama bir o kadarda mütavazi bir el açmalı sevgilisine.

İbrahim gibi bütün putları kırıp kendi boynuna asmalı gerektiğinde baltayı. Sonra en büyük nefis putunu devirmeli. Ateşi, ateşe atıp, ateşi yakmalı ateşle. Yandığında pişmeli, piştiğinde yanmalı. Alevlerden geriye kalan korlar güllün kırmızılığına dönüşmeli. Yürekte bir tomurcuk yetim ve öksüz açmalı. Kendinden hicret edip gönül dünyasında bir muhacir olmalı.

Bulmalı araya araya kaybolmuş merhameti, aşkı, şefkati, sabrı, çileyi, emeği, umudu…

Tam arındım demeden, günahları geride bırakıp, gitmeye hazırlanmadan önce içindeki şeytanı taşlamalı. Başkalarının şeytanlarına söz söylemeden önce en büyük taşı içindeki şeytana atmalı.

Sonra sıyrılmalı bütün benliğini kuşatmış günah esaretinden. İhramını çıkartarak ana rahmine yeni düşmüş bebek gibi masum kalmalı ömrünün her deminde.

Bir muhacir hüznü ile geldiği bu aşk mabedinden münevver bir şehrin yoluna revan olmalı. Bir aşk nurunun bahçesinde mecnun olmalı. Dünyada bir muhacirken, yüzünü sürdüğü topraklar, eğildiği secde, kırdığı putlar, yaktığı benlik onu ensarlığa terfi ettirmeli.

Gittiği yer yöne, vardığı her yere, karşılıksız, çıkarsız güller götürmeli. Kendi bahçesinde yetiştirdiği gülleri karamsarlık girdabındaki yüreklere sunmalı. Dünyada gül açmayan bahçe kalmayıncaya kadar yürümeli. Bir karınca misali varamasa da her gönle, tutamasa da her uzatılan eli, gidemese de çağrılan her yere, ölmeli yolunda.

Arayan bulur Kâbe'sini, bulan koşar sevdiğine, arınır toprağın yağmurla arındığı gibi günahlarından, kendinden. Bir muhacir gibi yaşadığı dünyada bir ensar yüreği ile çalar her sabah bütün kapalı kapıları.

Nice kervanlar çölün sıcağına, susuzluğuna, zahmetine rağmen tutmuşlar gül şehrinin ve gül neslinin yolunu. Geride kalanlar, birkaç gün daha müsaade bekleyenler, işlerini bitirip, evlatlarını yetiştirme telaşına düşenler, tali yolarda tökezleyenler, benlikleri ayaklarına takılanlar, bir "keşke günü"ne kadar özgürlüklerinin köleliğini sürecekler.

Ne mutlu içindeki şeytanı taşlayıp, Kâbe'sini bulanlara.


RE: Şikayet ve Şükür - Toprak - 02-12-2007

"Fela tezekku enfusekum!"
"Nefislerinizi temize cikarmayin!"

"Evet, insan yaratılışında kendi nefsine muhib olarak yaratılmıştır.
Hatta bizzat nefsi kadar bir şeye sevgisi yoktur.
Kendisini, ancak mabuda lâyık senalar ile methediyor.
Nefsini bütün ayıplardan, kusurlardan tenzih etmekle, -haklı olsun haksız olsun- kemal-i şiddetle müdafaa ediyor.
Hatta Cenab-ı Hakkı hamd ü sena için kendisinde yaratılan cihazatı, kendi nefsine hamd ve sena için sarfediyor ve "menittehaze ilahehu hevahu"
***deki "Men" şümulüne dahil oluyor.
Bu mertebede nefsin tezkiyesi, ancak adem-i tezkiyesiyle olur."

RNK

"Ben nefsimi temize de cikarmiyorum. Cunku nefis, gercekten kotulugu siddetle emreder. Ancak Rabbimin esirgedigi nefis mustesnadir, cunku Rabbim Gafurdur, Rahimdir." Yusuf 53

Huysuz bir binek gibidir nefs..

Kisi yuregindeki "Rabbi" kadarinca ya dizginler onu, ya da o, en asagilara elim azaplara dusurur sahibini..

Zordur dizginleri elinde tutmak!

Insan bu kadar acizken..
Nefis siddetle kotulugu emrediyorken..
Ve..Gunahlar bu kadar albeniliyken.. Zordur..

Iste bundandir, O en Sevgili'nin nefs mucahedesine: "buyuk cihad" demesi..Ve Rabbin, mucahidi onurlandirmasi..

"Ofkelerini yutanlar..
"Diline, beline hakim olanlar..
"Zulmedeni affedenler..Vermeyene verip, gelmeyene gidenler…"
………..

O, bu en zorlarin karsiligini hudutsuz verir! Ve zorluklar ulasilacak olani ihlasi kadarinca katlamaktadir..

Cunku kisinin, en sehvetli, en kizgin, en ofkeli, en..en… aninda nefsine "dur!" demesi, dizginleri eline almasi cok zordur..

Iste bu ustun gelis, kisiyi adeta bir fuze hiziyla Rabbine ulastirir..

Nefs o zaman bir burak olur..

"O'nun icin olan ameli, yine "O" takdir edecek ve saninca karsiligini vermekten de ote O, onu sevecektir!

Ve iste bu sir: "Yapabilecekken, bile-isteye yapmamak" sirri, insani O'na mahbub ve dahi kainata sultan eder!

Bir de:
"Fela tezekku enfusekum!" sirri var hep ihmal edegeldigimiz..
"Fela tezekku enfusekum!"

Yani:
Nefslerinizi temize cikarmayin!
Aklamayin! Suclarini ortmeyin!

Neden?

Cunku aklandikca azar nefs..Hep daha hep daha ister!

Sucu ortuldukce guclenir: kendi batilini hak kilifinda sunar insana..

Ve boylelikle rububiyyetini ilan eder!

Ister ki hersey onun arzusuyla olsun..Degilse isyan eder!

Kirilmasina, dariltilmasina dayanamaz hemen cigirtkanliga baslar..

Kendi saltanatina zarar verecekse eger, baskaldirir tanimaz hic kimseyi..Cehenneme bilet keser durmadan..

Ve Cehennemin nefsin istekleriyle kusatilmasi sirri tecelli eder..

"Fela tezekku enfusekum!"

"Neden sunu boyle yaptin, ya da yapmadin?" deyin birisine mesela..

"Evet ama.." diyecektir "soyle olmustu da, ya da soyle olsun diye.."
iste bu "ama.." dan sonrasi nefsi aklamaktir!

Bu ayni zamanda tevbe yollarini da kapamaktir..Sucunu idrak etsin ki tevbeye yol bulsun..

Soyle demeli kisi:"Ah bu zalim nefsin elinden! Allah beni islah etsin"

Bize dusen nefsin tuzagina dusmemek, onu aklamamak, her daim O'nun kapilarinda sucunu itiraf edip tevbelerde olmaktir..

Son sozu O En Guzel'in duasiyla deriz:

"Ya Rabbi! Goz acip kapayincaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman bile bizi nefsimizin eline birakma!" Amin


RE: Şikayet ve Şükür - Toprak - 02-12-2007

yolculuk nereye
Issız bir çölün ortasındasınız ve güneşe doğru yürüyorsunuz, gölgeniz ise arkanızda sizi takip ediyor. Çöl deryasının o engin kıvrımlarında sadece siz ve sizi yalnız bırakmayan gölgeniz var. Nereye gitseniz sizi takip eden, peşinizden gelen gölgeniz...

* * *
Aniden bir çöl fırtınası kopuyor ve yolunuzu kaybediyorsunuz. Nereye gittiğinizin farkında değilsiniz. Sonbaharda dalından düşen yaprakların kendini rüzgarın gittiği yöne bıraktığı gibi siz de kendinizi çölün akışına bırakmışsınız. Bu sırada güneş arkanızda kalmış ve gölgeniz önünüzde. Gölgeniz sizi değil; siz gölgenizi takip ediyorsunuz artık. O nereye, hangi yöne gidiyorsa siz de oraya gidiyorsunuz onun peşinden sürükleniyorsunuz. Çünkü güneşe yani ışık kaynağına sırtınızı çevirmişsiniz bir kere. Attığınız her adımda önce gölgeniz ilerliyor; sonra siz...
Şimdi güneşin ahireti, gölgenin ise dünyayı temsil ettiğini düşünelim.

İnsan ahiret için uğraştığında yani güneşe doğru yol aldığında gölgesi, aynı zamanda dünyası, peşinden gelecek, ona tâbi olacaktır.

Güneşe sırtınızı dönüp onu arkanıza aldığınızda ise gölgeniz sizi değil; siz gölgenizi takip etmek durumunda kalacaksınız.. Tâbi olan gölge değil, siz olacak!

Gölge (dünya) sizi nereye götürürse oraya gideceksiniz. Gitmemekten başka çareniz de kalmayacak üstelik.
Öyle bir çöl, öyle bir yol ve öyle bir yolculuğunuz olmadı belki; fakat o çölden daha geniş, daha engin, daha keşmekeş, daha zor bir yol ve yolculuk nefes aldığımız her an var. Öyleyse şu anda sizin yolculuğunuz nereye doğru? Güneşe mi, yoksa gölgenizi takip edip onun gittiği yönlere doğru gitmeye devam mı?

* * *
İnsanoğlu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren bu yolculuğu başlar. Dünyaya gelir ve kulağına ezan okunur; fakat namaz kılınmaz. Oysa ezan namaz vaktinin geldiğini bildirmek için okunur. Ezan, namaz için bir çağrıdır.
Neyse biz tekrar yolculuğuna dönelim insanoğlunun.

Doğduğu andan itibaren başlar ağlamaya insanoğlu; çünkü hiç tanımadığı yabancı bir ortama gelmiştir. Yolculuk devam eder, yaş ilerler, nedenler, niçinler art arda gelir ve dünya hayatını tanımaya başlar.
Hayatı tanıyıp bir anlam verdikçe azalır sorular. Artık kendine bir yol çizme vaktinin de geldiğini anlar; çünkü önünde bir yolculuk vardır ve kendisi bu yolun içinde bir yolcudur. Yol olmadan yolculuk olmayacak ya da istenilen hedefe varılamayacaktır.

Hayatı tanıyan insan kendine bir yol çizer ve yolculuğunu artık şuurlu bir şekilde devam ettirir. Güzergahına çukurlar, dağlar, vadiler, ovalar çıkacaktır. Bazen hızlanacak bazen bir şeylere takılıp yavaşlayacaktır.
Bu minvâl üzere devam ederken yolculuğu aniden bir müjde gelir:

"Sana verilen zamandoldu!"

Artık dünya ile ilişkisi kesilmiştir insanoğlunun.
Bu arada tabiki bir şey unutulmaz: Namaz.
Asıl vatanına dönerken insanoğlunun namazı kılınır ve öylece uğurlanır. Fakat kişinin namazı kılındı ortada Ezan falan yok...

Dikkatinizi çeken bir şey olmadı mı?
İnsan doğuyor ezan okunuyor ve dünya yolculuğu bitiyor, müjde geliyor namaz kılınıyor.
Birincisinde ezan var ama namaz yok; ikincisinde namaz var bu kez ortada ezan yok...
Sizce bu bir rastlantı mıdır?
Yoksa dünya yolculuğunun süresinin ne kadar olduğunu bizlere anlatmak isteyen bir işaret mi?
"Hayat Ezan ile Namaz arasında mıydı yoksa?"
Habibi Zişan Efendimiz'in:
"Namazlarınızı ilk vaktinde kılın" ifadesine bir de bu gözle baktığımızda, hayatın ne kadar kısa olduğunu, hiç vakit kaybetmememizi, imalı bir yolla anlatmaya çalıştığını da görebiliriz.

* * *
Ve yolculuk devam ediyor.
Zira ölüm son değildir.
Şimdi bir köprü çıkmıştır yolumuza:
"Sırat köprüsü."
Ne var ki bu köprüde gideceği yönü önceden kendisi belirlemiştir.
"Nasıl bir hayat yaşıyorsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle de haşrolunursunuz." Bizlere böyle bir uyarı da gelmişti
O Yüce İnsan'dan.

Öyleyse sorun yoktu:
Ya cennet ya cehennem.
Biri olmazsa diğerinin olmayacağı ya da mânasız kalacağı bir gerçek.
Asıl önemli olan ise, bu yolculuğa nasıl nokta koyduğumuzdur.


RE: Şikayet ve Şükür - Seda - 02-12-2007

sağol arkadaşım emeğine sağlık.Smiley