Zamanın birinde iki kardeş varmış. Büyük olanı koskocaman bir çiftliğin sahibi ve köyün ağsıymış. O kadar zenginmiş ki zenginliği başka memleketlerde dahi dillerde dolaşırmış.
Kardeş ise abisinin çiftliğinde karın tokluğuna kar kış, sıcak soğuk demeden çalışırmış. Ortalığın sıcaktan cayır cayır yandığı bir yaz günü küçük kardeş yorgunluktan bitap düşmüş ve bir ağacın gölgesinde uyuya kalmış.
Çok geçmemiş ki abisi kardeşini, ayağındaki koca ayakkabılarıyla sert biçimde dürterek “Kalk iş zamanı uyunur mu? Çalışmayana bedava ekmek yok.” diyerek uyandırmış.
Kardeşi ise ne olduğunu anlamadan şaşkın gözlerle önünde duran abisinin o heybetli cüssesiyle karşılaşmış ve “Abi neden uyandırdın beni? Çok güzel bir rüya görüyordum. Rüyamda büyük bir çiftliğim, yüzlerce atlarım, sayısız hayvanlarım, ucu bucağı gözükmeyen tarlalarım, benim için çalışan yüzlerce işçim, aletlerim ve daha sayamayacağım bir sürü mala sahiptim. O kadar güzel bir rüyaydı ki, keşke uyandırmasaydın da biraz daha tadını çıkartsaydım.” demiş.
Abisi ise alaylı bir ifade ile “Sen” demiş, “Bu saydıklarını ancak rüyanda görürsün. Oysa bak ben bütün bu saydıklarına sahibim, bunların içinde yüzüyorum…” diye cevap vermiş.
Kardeşi ise bilgece bir ifade ile abisine bakmış ve söylediği sözlere pişman edercesine şu sözler dökülmüş kurumuş dudaklarından: “Abi biliyor musun aslında ikimiz de rüya görüyoruz? tek fark, benim rüyam gözlerimi açınca bitiyor, senin rüyan ise gözlerini kapatınca bitecek…”
İllüstrasyon: Cem Kızıltuğ
.