Hud Suresi
َ تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُواْ لاَ تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ {} وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ
فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ
[/size][/size][/font][/font][/font]
“Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lut kavmine gönderildik. O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Biz de ona İshak’ın ardından da Yakub’u müjdeledik...” (Hûd, 11/70-71)
O dönemin törelerine göre misafir, misafir olduğu evde kendine ikram edilen yemekten yemeyince, ziyaret sebebinin hayırlı olmadığı düşünülürdü.. ve aslında bu elçilerin getirdikleri mesaj da, hele Hz. İbrahim gibi “evvâh” ve “halim” olan birisi için oldukça garip ve bir o kadar da ürperticiydi. Gerçi elçi olarak gelenler melekti ve onlar için de, bizim anladığımız manada yeme-içme sözkonusu değildi ama Hz. İbrahim’e, ilk mesajı tabiatlarının o dalga boyuyla arzetmeleri, halim ve evvâh bir sineye meseleyi yumuşata yumuşata sunma üslubuyla izah edilebilir ki; karşılıklı selamla başlamış bir mülakatın siyakı olarak da fevkalade uygun düşmektedir.
Peygamberin aldığı bazı sinyallerle korkulu dakikalar yaşaması, nübüvvet firasetinin te’vil-i ehâdisle vardığı bir neticedir ki, onun idrak ve marifet ufkuna göre, içinde bulunduğu atmosferde bazı garip olaylar cereyan edeceğini sezmiş, korku-üstü ve mehâbet televvünlü bir mehâfetle ürpermiştir. Az sonra sadme-yi ûlâ’nın şoku atlatılacak; his ve heyecanın yerini peygamber mantığı alacak o da hilm ü silmini bir kere de sözle ifade edecektir ama, mebdede duyulup yaşananlar bunlardır.
Bu muhaverede Hz. Sâre validemizin ayakta olması ile alakalı şu hususlar söylenebilir:
1) O yemek esnasında misafirlere bizzat hizmet ettiği için ayaktadır. Veya hizmetçileri olsa bile misafirlerine ta’zimen ayakta bulunmayı tercih etmiştir.
2) Misafirlerin davranışlarındaki gariplik onu da tedirginliğe sevk ettiğinden ayakta tetikte bekliyor gibi bir hâl içindedir. Bu tedirginlik ya meleklerin müjdesi veya kendinde sezebildiği değişikliğin ortaya çıkacağı ana kadar da devam eder.
3) Hz. Meryem, ruhu veya Cebrail’i (Aleyna Ve Aleykum Selam.) görünce hamile kaldığı gibi, ihtimâl, Hz. Sâre’de bu melekleri görünce mucize kabilinden hamile kalmış ve bunu hissedince de biraz önceki telaşın yerini tebessümle ruhtan fışkıran bir hayret almıştı.
4) En kuvvetli ihtimâl, Hz. Sâre âyise idi. Yani hayızdan kesilmiş, yaşlı bir kadındı. Adet görmeyen bir kadının çocuğu olması ise, sebepler dairesinde mümkün değildi. İşte tam o arada kan gelerek, hayız görmeye başlamış olabilir ki, bunun anlaşılması da daha çok ayakta iken olabilir. İşte Hz. Sâre bunu hissedince güldü ve arkasından da kendisine İshak müjdelenerek, bişâretin hakkaniyeti ile bişaret aynı anda tezahür ediverdi. Arapça’da “dahiket el mer’etü” sözünün kadın hayız oldu manasına gelmesi de bu mülahazayı destekliyor gibidir. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
[/font][/size][/size][/color]
َ تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُواْ لاَ تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ {} وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ
فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ
[/size][/size][/font][/font][/font]
“Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lut kavmine gönderildik. O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Biz de ona İshak’ın ardından da Yakub’u müjdeledik...” (Hûd, 11/70-71)
O dönemin törelerine göre misafir, misafir olduğu evde kendine ikram edilen yemekten yemeyince, ziyaret sebebinin hayırlı olmadığı düşünülürdü.. ve aslında bu elçilerin getirdikleri mesaj da, hele Hz. İbrahim gibi “evvâh” ve “halim” olan birisi için oldukça garip ve bir o kadar da ürperticiydi. Gerçi elçi olarak gelenler melekti ve onlar için de, bizim anladığımız manada yeme-içme sözkonusu değildi ama Hz. İbrahim’e, ilk mesajı tabiatlarının o dalga boyuyla arzetmeleri, halim ve evvâh bir sineye meseleyi yumuşata yumuşata sunma üslubuyla izah edilebilir ki; karşılıklı selamla başlamış bir mülakatın siyakı olarak da fevkalade uygun düşmektedir.
Peygamberin aldığı bazı sinyallerle korkulu dakikalar yaşaması, nübüvvet firasetinin te’vil-i ehâdisle vardığı bir neticedir ki, onun idrak ve marifet ufkuna göre, içinde bulunduğu atmosferde bazı garip olaylar cereyan edeceğini sezmiş, korku-üstü ve mehâbet televvünlü bir mehâfetle ürpermiştir. Az sonra sadme-yi ûlâ’nın şoku atlatılacak; his ve heyecanın yerini peygamber mantığı alacak o da hilm ü silmini bir kere de sözle ifade edecektir ama, mebdede duyulup yaşananlar bunlardır.
Bu muhaverede Hz. Sâre validemizin ayakta olması ile alakalı şu hususlar söylenebilir:
1) O yemek esnasında misafirlere bizzat hizmet ettiği için ayaktadır. Veya hizmetçileri olsa bile misafirlerine ta’zimen ayakta bulunmayı tercih etmiştir.
2) Misafirlerin davranışlarındaki gariplik onu da tedirginliğe sevk ettiğinden ayakta tetikte bekliyor gibi bir hâl içindedir. Bu tedirginlik ya meleklerin müjdesi veya kendinde sezebildiği değişikliğin ortaya çıkacağı ana kadar da devam eder.
3) Hz. Meryem, ruhu veya Cebrail’i (Aleyna Ve Aleykum Selam.) görünce hamile kaldığı gibi, ihtimâl, Hz. Sâre’de bu melekleri görünce mucize kabilinden hamile kalmış ve bunu hissedince de biraz önceki telaşın yerini tebessümle ruhtan fışkıran bir hayret almıştı.
4) En kuvvetli ihtimâl, Hz. Sâre âyise idi. Yani hayızdan kesilmiş, yaşlı bir kadındı. Adet görmeyen bir kadının çocuğu olması ise, sebepler dairesinde mümkün değildi. İşte tam o arada kan gelerek, hayız görmeye başlamış olabilir ki, bunun anlaşılması da daha çok ayakta iken olabilir. İşte Hz. Sâre bunu hissedince güldü ve arkasından da kendisine İshak müjdelenerek, bişâretin hakkaniyeti ile bişaret aynı anda tezahür ediverdi. Arapça’da “dahiket el mer’etü” sözünün kadın hayız oldu manasına gelmesi de bu mülahazayı destekliyor gibidir. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
[/font][/size][/size][/color]
.