/
22-07-2006, 17:34
Örnek Kadınlar
Resulullah (s.a.v) Efendimiz, amcası Ebu Talib ve zevcesi Hz. Hatice (r.a.) nin vefatlarıyle kendini müdafaa eden iki büyük dayanağını kaybettiler. Kendilerine en büyük fayda sağlayacakları bir zamanda... Hemen hemen nerede ise kuvveti tükenmek üzere idi. Eğer Allah'ın (c.c) yardımı yetişmemiş olsaydı... br>
Hz. Muhammed'ın (s.a.v) düşmanları o zaman söyle diyorlardı : "Muhammed'in yıldızı battı veya batmaya yakındır." O'nun perişan olmasını beklediler.
Büyük Peygamber (s.a.v) sağına, soluna ve göklere bakardı. Yüce Mevladan bir çıkar yol isterdi. Merkezini takviye, davasını yerleştirmek için Kureyşlilerle akrabalık kurmaya me'mur olundu. Bunun üzerine O, Kureyşlilerden Ebu Bekir'i seçti. Ebu Bekir'in (r.a) kavmi içinde yüksek mevki sahibi olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti. Reis, zengin, doğru, şerefli, kuvvetli, adaletli, faziletli ve yüksek dereceli bir insan idi.
Ebu Bekir'in (r.a) Müslüman olması İslam'ın muzaffer olmasının ilk delili idi. Cenab-ı Allah (c.c) Hz. Ebu Bekir'in (r.a) sevgisini Hz. Muhammed'in (s.a.v) kalbine yerleştirdi. Öyle ki O'nun için insanların en sevgilisi, Ebu Bekir ile kızı Aişe oldular.
Beyhaki, Ubeyid oğlu Muhammed'den Ebi Hazim oğlu İsmail'den rivayet ediyor :
"Resulullah (s.a.v) As oğlu Amr'ı Zat-i Selasil muharebesine kumandan olarak gönderdi. O büyük bir zafer kazanarak döndüğünde :
- Ey Allah'ın (c.c) Resulü!.. İnsanlardan kimi daha fazla seversin dediler. Efendimiz :
- "Aişeyi" buyurdular.
Amr : - "Kadınları sormuyorum, dediklerinde :
Resulullah :
- "Aişe'nin babasını " , buyurdular.
Herkesten daha çok Hz. Ebu Bekir'e (r.a) itimat ettiği için, en dar ve sıkıntılı anlarında, küfür ve imanın birbirinden ayrıldığı zamanda yani Hicret gününde onu kendisine yol arkadaşı seçti. Bu mübarek arkadaşlık hakkında şu ayet indi :
"İkiden biri idi. Hatırla o vakit ki mağaraya sığındılar. O vakit arkadaşına : Üzülme, şüphesiz Allah bizimledir." (Tevbe Suresi - 40)
Beyhaki, Enes'ten Ebu Bekir'den rivayet ediyor : Resulullah ile mağarada bulunduğumuz da ben Resulullah'a :
- "Ey Allah'ın Elçisi (s.a.v) !.. Eğer bunlardan birisi ayağının altına bakarsa bizi görecektir", dediğim zaman Hz. Peygamber :
- "Ey Ebu Bekir!.. Üçüncüsü Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?", buyurdular.
Resulullah (s.a.v) büyük sevgisini ve bu şerefli arkadaşlığını, akrabalık kurmakla daha da kuvvetlendirmek istedi. Çünkü akrabalık ve dünürlük bağı, arkadaşlık bağından daha kuvvetlidir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Bekir'in kızı Aişe ile evlendi, ve onu bu akrabalıkla şereflendirdi. Çünkü o öyle bir arkadaş idi ki, emin, vefakar ve dürüst idi. Müşrikler Hz. Muhammed'i (s.a.v) yalanladığı zaman o tasdik etti. Halk Hak dini inkar ettiği zaman o iman eyledi.
Ibnü'l Münkedir rivayet eder :
"Hz. Muhammed (s.a.v) : Ey insanlar!.. Arkadaşım Ebu Bekir'i benim için rahat bırakınız, onu üzmeyiniz, çünkü Peygamber olarak gönderildiğim zaman, herkes beni yalanladığı halde o tasdik etti,buyurdu."
Resulullah (s.a.v) bu evlilikle Hz. Ebu Bekir (r.a) şereflendirdiği gibi onun kavmiyle de birlik kurdu. Böyle bir birlik diğer kabileler için de teşvik oldu ve herkes bir an evvel Resulullah'la (s.a.v) dostluk kurmaya çalıştı.
Resulullah'dan (s.a.v) sonra dinin yükünü omuzlarına alan, kumandanlık vazifesini deruhte eden, İmanın ve cihadın direkleri İslam reisleri ve ashabın büyükleriyle dünürlük kurmanın hikmeti, derin düşünen uzağı gören kimse için hiçte gizli değildir. Evet, insanoğlu gözlerine hak ve adalet gözlüklerini takarsa ve insaf dürbünü ile bakarsa, be ellibeş yaşından sonra vaki olan evlenmelerin arkaşındaki yüce hikmet, derin fikir ve basireti derhal anlar.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz Aişe'yi istediği zaman Ebu Bekir çok sevindi ve tereddüt etmeksizin muvafakatını açıkladı. O büyük ve temiz kalbi müjde ve sürurla dolup taştı.
Resulullah (s.a.v) Aişe'yi istediği zaman o daha evlenme çağına gelmemişti. O'nun için üç veya dört sene kadar düğün yapma işi geri bırakıldı. Hicretin ikinci senesinde Şevval ayında Resulullah (s.a.v) tam (55) yaşında iken Aişe (r.a) ile izdivaç eyledi. Hayatında yalnız bakire kız olarak Hz. Aişe ile evlendiler. Hz. Hatice (r.a) den sonra en çok sevdiği hayat arkadaşı Aişe (r.a) idi. O bütün zevcelerinden daha çok Sünnet-i Seniyyeye vakıf idi. En zeki ve en çok Hadis-i Şerifi ezberlemiş validemizdi.
Resulullah 'ın (s.a.v) eşi, mü'minlerin annesi olan bu mübarek hanımın hayatı tafsilatlı olarak bilen bir kimse onun zekasına, ilmine, yüce ahlakına hayret etmekten kendini alıkoyamaz.
Hz. Aişe (r.a) din konusunda sonsuz bir deniz idi. Hikmet ve şeriat kaynağı idi. Sanki ayaklı bir kütüphane idi. Hangi tarafa yönelirse ilim fazilet ve takva saçardı.
Öyle bir mertebeye ulaşmıştı ki, zaman ashab-ı kiramından birçok alim bulunduğu halde Resulullah (s.a.v) onun, hakkında şöyle buyurmuştur :
"Dininizin yarısı bu kırmızıcık kadından öğreniniz."
Bu konuyla ilgili başska bir hadiste Cebrailin (Aleyna Ve Aleykum Selam) kendisine selam ettiği bildirilmiştir. Hz. Aişe (r.a) şöyle rivayet eder : "Resulullah (s.a.v) bana :
- "Ey Aişe !.. Cebrail sana selam eder" , dedi. Ben de :
- Ona da selam olsun, benim görmediğimi o görür, dedim." (Müslim,Buhari)
Hz. Ali (r.a) şöyle rivayet etmiştir :
"Resulullah (s.a.v) buyurdu : "Göklerde ve yerde en hayırlı kadın Imran kızı Meryem ile Hüveylid'in kızı Hatice'dir."
"Rezin" denilen ravi bu hadiste şu cümle de eklidir dedi : "Erkeklerden çok kimse olgunlaştı, kadınlardan ise ancak İmran kızı Meryem , Firavunun zevcesi Asiye, Huveylid'in kızı Hatice ve Muhammed'in kızı Fatıma. Ancak Aişe'nin diğer kadınlardan üstünlüğü ise etli yemeklerin diğer yemeklerden üstünlüğü gibidir."
Hz. Aişe'nin (r.a) fazileti delil olarak Ebu Musa el-Esari şöyle diyor :
"Biz Resulullah'ın ashabı, bir Hadis-i Şerifte güçlük çektiğimiz zaman Aişe'den sorardık. Zira Hadis ilminin kendisinde mevcut olduğunu müşahade ediyorduk."(Tirmizi)
Zeheri buyuruyor : "Eğer Aişe'nin ilmi bütün kadınların ilmi ile kıyas edilirse, onun ilmi daha fazladır."
Ebu Rıbah oğlu Ata diyor ki : "Aişe herkesten daha fazla fakih idi. Avam hakkında herkesten daha güzel fikirleri vardı."
Hişam babasından rivayet ediyor : "Aişe'den daha fazla fıkha, tıbba ve şiire muttali olanını görmedim."
Hz. Aişe (r.a) Validemiz babası Sıddık-ı Ekrem'in (en büyük dost) fazileti hakkındaki rivayetleri :
Resulullah (s.a.v) Hz. Ebu Bekir (r.a) hakkında şöyle hayır duada bulunmuştur : "Allah (c.c) Ebu Bekir'den razı olsun, kızını bana verdi, Hicrette Mekke'den Medine'ye kadar beni devesine bindirdi, Bilal Habeşi gibi bir zatı köleleikten kurtardı."
Beyhaki Cabir'den rivayet ediyor : "Resulullah (s.a.v) ile beraber idim, buyurdu ki : "Bu yoldan bir cennetlik geçecektir..." Biraz sonra o yoldan Hz. Ebu Bekir (r.a) çıkıp geldi. O geldikten sonra Resulullah (s.a.v) tekrar : "Bu yoldan bir cennetlik gelecektir."buyurdu. Biraz sonra Hz. Ömer (r.a) geldi. Tekrar : "Bu yoldan bir cennetlik gelecektir." buyurdu ve "Ya Rabbi , o da Ali (r.a) olsun." dedi. Biraz sonra Hz. Ali (r.a) çıkıp geldi."
İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet olunmuştur. "Ebu Bekir Resulullah'a :
- "Ey Allah'ın Resulu !.. Bu ayet-i celile ne güzeldir", dedi. Resulullah (s.a.v) :
- Hangisi ? dedi. Ebu Bekir :
- "Ey sakin nefis !.. Rabbına dönüş yap, sen ondan o da senden raı olduğu halde, haydi kullarımın içine gir, cennetime." dedi. Resulullah (s.a.v) :
- "Ya Eba Bekir !.. Ölüm meleği o sözü sana söyleyecektir. " buyurdu."
Beyhaki "Mehasin ve Mesavi" adlı kitapta Ata'dan - Ebu'l Deda'dan şöyle rivayet ediyor .
"Ben Ebu Bekir'in önünde yürüyordum. Resulullah (s.a.v) bana :
- "Senden hayırlı bir insanın önündemi yürüyorsun? Peygamberlerden sonra Ebu Bekir'den daha hayırlı bir kimsenin üzerine güneş doğmamıştır ve batmamıştır." buyurdu."
Aynı eserde Hz. Ali (r.a) den şöyle bir rivayet vardır :
"Resulullah'ın (s.a.v) yanındaydım. Hz. Ebu Bekir'le (r.a) Hz. Ömer (r.a) geldiler Resulullah (s.a.v) bana :
- "Bunların ikisi, Peygamberler hariç, geçmiş ve gelecek bütün Cennet ehlinin efendisidirler. Ya Ali, bunu sakın onlara söyleme", buyurdular."
Yine Hz. Ali (r.a) den : Resulullah (s.a.v) bana :
- "Ya Ali, iki ihtiyarı (Ebu Bekir ile Ömer) severmisin? dedi. Ben de :
- "Evet Ya Resulullah (s.a.v) dedim. Resulullah (s.a.v) :
- "Seninle onların sevgisi ancak imanlı bir kalbde toplanır." dedi."
Büyük Peygamber'in (s.a.v) mübarek kalbinde Hz. Ebu Bekir'in (r.a) bu derece sevgisi vardı. Hz. Muhammed'in (s.a.v) kendisine kayınpeder seçtiği bu büyük zattan daha üstün ve daha hayırlı bir kimse düşünülebilir mi?
Sözün kısası : Resulullah 'ın (s.a.v) arkadaşı, ilk tasdikcisi, bütün ashabdan kadrü kıymeti daha yüce, Allah (c.c) yolunda daha fazla kendini feda eden bir kimse ile Resulullah (s.a.v) akrabalık kurdu. İslam'dan önce de aralarında dostluk bağı mevcuttu. Bu akrabalık, böyle emin bir arkadaşlık, böyle bahadır bir mücahidin mükafatı idi. Öyle bir mücahid ki, Resulullah'tan (s.a.v) sonra o ağır yükü sırtına aldı. Ne mutlu haleftir bu şerefli selefe...
O'nun kızı Aişe (r.a) numune bir kadın idi. Resulullah (s.a.v) ile aralarında derin bir sevgi vardı. Resulullah (s.a.v) onu sever, sayar ve güzelce muaşeret ederdi. O da efendisi ve kocası Hz. Muhammed'e (s.a.v) son derece bağlı idi. İtaatkar ve muti idi. Binlerce şeriat hukukunu yaydı. Hele kadınlarla ilgili hükümler... Resulullah (s.a.v) vefat ederken ondan razı ve ona dua etmişti. O'nun hücresinde vefat etti ve orada defnedildi. Radiyallahü Anha...
.
/
22-07-2006, 17:35
RE: Örnek Kadınlar
CAHŞ KIZI ZEYNEP (r.a)
Cahş kızı Zeynep (r.a) Esdiye kabilesinden, Resulullah'ın (s.a.v) halası, Abdülmuttalib'in kızı Emine'nin kızıdır. Zeynep anamız Resulullah 'ın (s.a.v) evlatlığı ve azadlısı Serahbil oğlu Haris oğlu Zeyd 'den (r.a) boşanmıştır.
Zeynep'in (r.a) daha evvelce Zeyd (r.a) ile evlenmesinde büyük hikmetler vardı. Şöyle ki : İslam dini bu evlenme ile hür insanlarla köleleri eşit olduklarını ilan etti. Artık köle, ben köleyim diye üzülmüyordu. Kölelere karşı olan, kibir ve böbürlenmek, kökünden sökülüp atılmıştı. İslamdan evvel araplar köleleri küçük görüyorlar, onlara karşı böbürleniyorlardı. Başka kabile veya millete mensup olan da kölelik sıfatı ile kendilerine katılmış bir kimseye kız vermezler ve kızlarını da almazlardı. Zeynep (r.a) ile evlendiği zaman bu kötü ve gayri insani kaide kökünden sarsıldı ve ortadan kaldırılmış oldu.
Zeyd'in (r.a) Zeyneb'i (r.a) boşamasından sonra Resulullah'ın (s.a.v) Zeyneb ile evlenmesi, O zaman cari olan gayri meşru kaideyi de bozdu. Şöyleki :
O zaman kişi kendine bir evlatlık seçerse ona öz evladın bütün hakları tanınırdı. Babalığın ölümünden sonra öz evlatla malı paylaşırdı. Eğer babalığından evvel ölürse, babalığı onun ailesiyle evlenemezdi. Yüce İslam dini bu çürük adeti Resulullah'ın (s.a.v) Zeyneb'le (r.a) evlenmesiyle ortadan kaldırdı.
Hz. Muhammed (s.a.v) kölesi Zeyd'i (r.a) arabların en soylusu Beni Haşim kabilesinden ve öz halasının kızı olan Zeynep (r.a) ile evlendirmişti. Bu evlenmede hiçbir beis görmemiştir. Çünkü her ikisi de din nazarında eşittiler. Resulullah (s.a.v) bu hükmü bir misalle gerçekleştirdi ve bu muamele ile bütün dünyaya İslam'ın adaleti, hürriyet ve müsavatını göstermiş oldu.
Gerçek olan şudur ki : Resulullah (s.a.v) halazade Zeyneb 'e (r.a) "Zeyd ile seni evlendireceğim." teklifinde bulunduğu zaman Zeynep bu evlenmeye rıza göstermemiş ve "Benim nesebim kimdir? Zeyd Kimdir?" demişti. Orada bulunan Abdullah da kızkardeşi Zeyneb'i (r.a) haklı görmüştü. Bu konuşmalardan sonra Allah'ın (c.c) hükmü ilahisi indi. Allah'ın (c.c) hükmünü geri çevirmeye bir kuvvet zaten yoktur. Hüküm şu idi :
"Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere isyan eden şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur. (Ahzab Suresi - 36)
Bu ayet-i Celile nail olduktan sonra Zeynep (r.a) Peygamber Efendimize (s.a.v) :
"Sana mutîyim, dilediğin kimseye beni verebilirsin." dedi.Resulullah (s.a.v) onu Zeyd'le (r.a) evlendirdi. Zeyd (r.a) ferah ve surürla gerdeğe girdi.
Evlendikten bir müddet sonra Zeyd (r.a) Zeyneb'den (r.a) zahmet çekmeye başladı. Zeynep (r.a) onunla sert sert konuşur, ona serkeşlik yapardı. "Benim nasibime ve şerefime layık değilsin." derdi. Öyleki Zeyd (r.a) Zeyneb'ten (r.a) artık bıkmış, usanmış, adeta nefret eder olmuştu.
- Zeyd (r.a) Resulullah'a (s.a.v) geldi. Zeyneb-i şikayet etti ve ondan boşanması için izin istedi. Resulullah (s.a.v) ise "Allah'tan (c.c) kork, aileni boşama." buyurdular.
Resulullah (s.a.v) Zeyd'i (r.a) evlat edinmiş, halasınşn kızş Zeyneb'le evlendirmişti. Ancak bu evlilik mezkur nedenlerle son buldu. Allah (c.c) bir takım cahiliyye inançlarının kalkıp onun yerine İslami hükümlerin yerleşmesi için Peygamberine (s.a.v) Zeyneb'le evlenmesini emretti.
Burada biraz da Resulullah'ın (s.a.v) Zeyd'i (r.a) evlatlığa nasıl seçtiğini açıklamada fayda mülahaza ediyorum.
İbni Abbas (r.a) rivayet ediyor :
- "Zeyd (r.a) daha küçük çocuk iken dayıları Beni Muan kabilesinin yanında bulunuyordu. Herhangi bir sebepten dolayı oradan kaçırıldı. Ukaz denilen panayıra getirilerek satışa çıkarıldı. Mekke'lilerden Hüveylid'in torunu Huzamin oğlu Hakim, yani Hz. Hatice'nin (r.a) yeğeni, ukaz panayırına ticaret için gidiyordu. Hz. Hatice (r.a) ona : "Eger Arabça bilen ve genç bir köle bulursan bana satın al." demişti. Hakim, Ukaz panayırına gelince Zeyd'in mezada getirilmiş olduğunu ve satıldığını gördü. Zeyd'in zarifliği, terbiyeli duruşu hoşuna gitti ve satın alarak Mekke'ye getirdi.
Hakim, halası Hz. Hatice'ye (r.a) :"Eğer beğenirsen al, yoksa bana bırak. " dedi. Hz. Hatice (r.a) Zeyd'in edebli bir köle olduğunu görünce hoşuna gitti ve yanında alıkoydu.
Hz. Hatice (r.a) Validemiz Resulullah (s.a.v) Efendimizle evlendiği zaman Zeyd daha onun yanındaydı. Onun edebi, zerafeti ve kibarlığı Efendimizin hoşuna gitti. Efendimiz onu Hatice'den istedi. Hatice Validemiz (r.a) : "Bir şartla veririm. Azad ettiğim zaman benim azadlım sayılsın." dedi. Resulullah (s.a.v) bu şartı kabul edemiyeceğini beyan etti. Bir müddet sonra Hz Hatice (r.a) : "Zeyd'i sana hibe ediyorum, istersen azad et, istersen köle olarak yanında kalsın." dedi. ve Resulullah 'a (s.a.v) hibe etti.
Zeyd (r.a) Allah'ın (c.c) sevgili Resulü yanında yetişti. Yıllarca O'nun hizmetinde bulundu. Bir ara Ebu Talib'in ticaret kervanında Şam'a gitti. Kendi aşiretinin memleketinden geçerken amcası onu tanıdı ve babası, amcası ve kardeşiyle birlikte Mekke'ye geldiler.Resulullah (s.a.v) Efendimiz'den Zeyd'i istediler. Efendimiz (s.a.v) : "Zeyd'i çağıralım kimi isterse onunla beraber olsun." dedi. Zeyd (r.a), Efendimiz'i seçti.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz, Zeyd'in kendilerine bu derece bağlı olduğunu görünce buyurdular ki :
- Sizler Allah (c.c) için Şahid olunuz. Ben Zeyd'i azad ettim. O benim, ben de onun varisiyim," dedi. Babası ve amcası bu sözden pek çok memnun oldular. Çünkü Zeyd'in Resulullah (s.a.v) nezdinde ne derece kıymetli olduğunu anladılar.. Zeyd'i kendi halinde bırakarak döndüler.
Zeyd (r.a) Resulullah (s.a.v) yanında büyümeye devam etti. Herkes ona Hz. Muhammed'in (s.a.v) oğlu diye hitab ediyordu. Bu hal, "Herkesi öz babasıyla çağırınız." ayeti Celilesi nazil oluncaya kadar devam etti. Bundan sonra Haris'in oğlu Zeyd diye çağrıldı.
Buhari, Müslim ve diğer Hadis kitapları, Ibn-i Ömer'den (r.a) rivayet ediyorlar :
"Resulullah 'ın (s.a.v) azadlısı Haris oğlu Zeyd'i daima Muhammed'in oglu Zeyd diye çağırıyordu. Taki Kur'an : "Herkesi öz babası ile çağırınız." emri verdi. O vakit Resulullah (s.a.v) Zeyd'e (r.a) : "Sen Haris'in oğlu Zeyd'sin."dedi. Zeyd'in emirle kalbi muzdarip olmuştu. Ilahi emri kabul etmekle beraber kendini garip telakki etmeye başladı. Çünkü bundan evvel insanların en şereflisi olan Hz. Muhammed' e (s.a.v) ve Arabların en saygılı olan Kureyş'e mensuptu. Birden bu şerefli kabile ile ilişkisi kesilmişti. Eski nesebine dönünce kendine zor geldi."
Bu durumda ilahi bir takım sebepler var : Gerçek olan şudur ki ; Resulullah'ın (s.a.v) hayatta hiçbir erkek çocuğu yoktu. Öyleyse Resulullah'ın (s.a.v) ölümünden sonra da : "Ben, Hz. Muhammed'in oğluyum, saltanat benimdir." demeye hiç kimsenin yetkili olmaması icabediyordu. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v) Allah'ın (c.c) son peygamberi ve kendinden sonra gelen bütün ümmeti için de musavi idi.
Şevkat ve merhamet kaynağı olan Hz. Muhammed (s.a.v) çok sevdiği ve emin bulduğu kölesi Zeyd'in (r.a) bu haleti ruhiyesini anlamakta gecikmemişti. Ona iltifat ederek, halasının kızı Zeyneb'le evlendirdi. Onun kırılmış kalbini böylece tamir etmek istedi. Aşağılık duygusuna kapılmasın diye en şerefli kimselerle eşit tuttu. Böylece şu ayet-i celilenin manası tahakkuk etmiş oluyordu .
"Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekte en çok sakınanınızdır." (Hucurat Suresi - 13)
İslam kardeşliği rabıtası her bağdan üstündür. Hürler ile köleler birleştirilir, kumandanla nefheri bir tutar. Resulullah (s.a.v) Zeyneb'le Zeyd'in evlenmesini ancak Allah'ın (c.c) fermanıyla yapmıştı. Daha sonra Zeyd'in Zeyneb'i bırakacağını da Allah (c.c) Resulune haber verdi. Boşanma işinden sonra ; Evlatlığın zevcesi ile evlenmeme bidatını yıkmak için "Zeyneb'le seni evlendireceğim." dedi. Lakin Resulullah (s.a.v) münafiklarla yahudilerin şayia ve iftiralarından korkmuştur. Şöyle diyeceklerdi : "Muhammed oğlunun karısı ile evlendi. Halbuki evladın zevcesiyle evlenilmez. Bunun hükmünü daha önce kendisi vermişti." diyeceklerdi, ve nitekim öyle de dediler. Allah (c.c) Resulü'nün bu mahcubiyetinden dolayı kınadı :
"Helal bir iş yapılmasında münafıkların ve Yahudilerin iftiralarına kulak verme." dedi ve ayet-i celileyi inzal buyurdu :
"Ey Muhammed!.. Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye : "Eşini bırakma, Allah dan sakın" diyor, Allah 'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun, oysa Allah'dan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın (c.c) buyruğu yerine gelecektir. (Ahzab Suresi - 37)
Allah'in (c.c) "Onu seninle evlendirdik." cümlesi kesinlikle ifade ediyor ki, bu evlenme Allah'ın (c.c) emriyle olmuştur. Hikmeti ve illeti anlattığımız gibidir. Yoksa - bin defa haşa - Resulullah'ın (s.a.v) isteğiyle ve kalbinin meyliyle değildir. Nasıl ki bu konuyu müfsidler böylece ağızlarında geveliyorlar. Kuran'ın bu ayeti Resulullah'ın (s.a.v) Zeynep (r.a) ile evlenmesinin açıkca illet ve hikmetini gösterir. Yani "... Onu seninle evlendirmek ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinden onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin..."
Hz. Muhammed (s.a.v) ,Zeynep (r.a) ile evlendiğinde münafıklar; "Muhammed oğlunun zevcesiyle evlendi." dediler. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu.
"Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil O Allah'ın elçisi ve Peygamberlerin sonuncusudur..." (Ahzab Suresi - 40)
İslamın amansız düşmanları Yahudiler, münafıklar ve misyonerler bu meseleyi ağızlarında sakız gibi çiğnerler. İslama ve İslam peygamberine insafsızca hücumlarda ve iftiralarda bulunurlar. Yüce İslam Peygamberini nefis perestlikle itham ederler. Bu şerli iftiralardan Allah'ın (c.c) adaletine sığınıyoruz. Bu en büyük bir iftiradır. Bu en büyük Peygambere yapılan asılsız bir yalan ve ancak utanılacak bir yüz karasıdır.
Resulullah'ın (s.a.v) O mübarek nefsi, müfsitlerin iftiralarından münezzehtir, paktır. O'nun hayatı gerek milleti ve gerekse düşmanlarınca bilinmektedir. Herkes O'na "Sadık" ,"Emin" , "Tahir" , "Pak" demişlerdir. O'nu bütün kötülüklerden münezzeh görmüşler ve öylece kabul etmişlerdir.
Cenab-ı Hak (c.c) Kuran'da şöyle buyurmaktadır :
"Şüphesiz sen en güzel ahlak üzerine yaratılmışsın." (Kalem Suresi - 4)
Allah'ın (c.c) bu açık beyandan ve bildirisinden sonra, zerre kadar imanı olan bir kimse inkarcı durumuna düşer mi? Her akl-ı selim sahibi insan bu müfsidlerin yalanlarını ancak iftira olarak kabul eder ve bu tutarsız yalanları, küfür ve yalanla kapkara olmuş kalplerine iade eder.
Ey gafiller!... Siz bu iftiralarla iyi bir iş yaptığınızı mı zannediyorsunuz?.. Resulullah'ın (s.a.v) şerefine leke sürebileceğinizi mi sanıyorsunuz?..
Bu evlenme şerefli ve hikmetli bir nedeni olan birçok hükümleri açıklamıştır. Bu evlenme göklerde kesinleşmiş, hakkında ayetler nazil olmuş bir evlenmedir.
Hz. Zeynep (r.a) Validemiz, Resulullah'ın (s.a.v) diğer zevcelerine karşı şöyle derdi :
"Benim nikahımı, yedi kat göklerin üstünde Allah (c.c) kıydı."
Buhari Hazretleri şöyle der : Zeynep Validemiz Resulün (s.a.v) diğer zevcelerine, sizi ehliniz evlendirdi. Beni ise Allah (c.c) yedi kat göğün üstünde nikahımı akdetti." derdi.
Ne mutlu sana, ne mutlusun sen ey mü'minlerin annesi Zeyneb!... Allah'ın (c.c) salat ve selamı kocan Hz. Muhammed (s.a.v) ile sana olsun...
.
/
22-07-2006, 17:36
RE: Örnek Kadınlar
Hz. Fatıma (r.a.)
Hz. Muhammed (s.Aleyna Ve Aleykum Selam.)'in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı. Müslümânların dördüncü halifesi "ilmin kapısı" Hz. Ali (r.a.)'ın hanımı. Kerbela'da zulme boyun eğmeyip başkaldırı ruhunu kendisinden sonra gelen müminlere miras bırakan "cennet gençlerinin efendisi" Hz. Hüseyin (r.a.)'ın ve Kerbela'da esir edildikten sonra Kûfe sokaklarında teşhir edilen, Yezid'in sarayında yaptığı etkileyici konuşmayla halkı galeyana, Yezid'i ise dize getiren Peygamber torunu Hz. Zeynep (r.a.)'nın annesi. Hz. Peygamber'in,"Dünyadaki en iyi dört kadın şunlardır: Meryem, Asiye, Hatice ve Fâtıma" buyurduğu "âlemlerin kadınlarının ulusu".
Peygamberimizin Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'den sonra dördüncü ve en küçük kızı. Doğum tarihi ihtilaflı olup (605, 609, 615) yıllarında dünyaya geldiğine dair çeşitli rivâyetler ve görüşler vardır. Hicrî II. Milâdî 633. yılda Medine'de Mescid-i Nebevî'ye bitişik odâsında vefât eden Hz. Fâtıma'nın kabri konusunda da üç değişik görüş vardır: Cennetü'l-Bakî', Akil'in evinin avlusu, Hz. Abbas'ın daha sonra yaptırılan türbesi. Ancak bugün kabul edilen yer Cennetü'l Bakî'dir.
Diğer kadınlardan her bakımdan üstün olan Hz. Fâtıma'nın birçok lâkabı vardır ki bunların herbiri onun üstün meziyetlerini tanımlamaktadır: Hz. Fâtıma'nın yüzü parlak olduğu için saf, berrak, ay gibi parlak anlamına gelen "Zehrâ"; yalnızca Hz. Meryem ve Fâtıma'ya kadınların özel hallerinden muaf tutuldukları için eşi bulunmaz anlamında "Betül"; diğer Fâtıma'lardan ayrılması için ulu anlamına gelen "Kübrâ"; oğullarıyla tanınması için "Ümmü Hasan", "Ümmü Hüseyin", "Ümmü Muhsin"; Hz. Peygamber'in kızı olduğundan dolayı "Bint-i Resul"; Bedir ve Huneyn savaşlarında bilfiil bulunduğu için "Bedir ve Huneyn Hurisi"; ağırbaşlılığı sebebiyle kadınların efendisi anlamında "Seyyid-i Nisâ"; Güzelliği ve temizliği nedeniyle "İnsanların Hurisi"; babasına çok benzediğinden ötürü babasının kızı anlamına gelen "Bint-i Ebiha"; babasına bir anne şefkatiyle düşkün olduğundan dolayı babasının annesi anlamındaki "Ümmü Ebiha"; zeki ve kavrayışlı olduğundan "Zekiyye"; bereketi, uğurlu, kuvvetli ve kutlu olduğuna işaret için "Meymune", itâatli ve alçak gönüllülüğünden dolayı "Râziyye"; ve herkes tarafından sevildiği, insanlarla olan ilişkilerinde kimseyi incitip gücendirmeyecek denli tutarlı olduğundan dolayı kendisine "Marziyye" denmiştir. En çok kullanılanı ise "Zehrâ"dır.
Hz. Peygamber'in risâletinin beşinci yılında, hicretten sekiz yıl önce Mekke'de dünyaya gelen Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesini Resulullah şu cümleleriyle veriyordu: "İşte şimdi vahiy meleği bana geldi ve bu doğan çocuğu kutladı. Allah ona Fâtıma adını verdi." Câhiliye geleneğinde kız çocuğu büyük bir utanç vesilesi sayılıp babaların yüzünü kızartan ve bu yüzden diri diri kumlara gömüldüğü bir zamanda Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesi aynı zamanda kadınların kurtuluş müjdesi oluyordu. Hz. Fâtıma'yı dünyaya getiren Hz. Hatice (r.a.) ile Hz. Peygamber'in soyu yedinci ataları Gâlib oğlu Lüveys'te birleşir. Annesini küçük yaşta yitiren Fâtıma diğer kardeşleri gibi babasının sonraki hanımlarını anne edindi. Ancak öz annesinin şefkatinden mahrum kalan Fâtıma ile babası arasında daha sıcak bir yakınlık doğdu. Hz. Peygamber kızına babalık yanında anne şefkatini de göstermek durumunda idi ve bunu en iyi şekilde yerine getirdi. Babasıyla Fâtıma'nın arasındaki sıcaklığın diğer nedenlerinden biri de Hz. Peygamber'in diğer çocuklarının ard arda vefât etmeleridir; Peygamberimiz diğer çocuklarının acısını, sevgi ve özlemini Fâtıma'da toplamıştı. (Ana-baba bir kardeşleri Kâsım iki, Abdullah üç, Zeynep otuz, Rukiyye yirmi bir; Ümmü Gülsüm yirmi altı yaşlarında Fâtıma'dan önce vefât ettiler). Ayrıca Hz. Peygamber'in soyunun Fâtıma ile devam etmesi de babasının yanında Fâtıma'ya ayrı bir değer kazandırıyordu. Ama Fâtıma'yı
"Seyyid-i Nisâ" yapan etkenler yalnızca bunlar değildi. O kısacık ömründe İslâm kadınına örnek olacak zorlu ve çileli bir hayat sürdü.
Hz. Fâtıma çocukluğunu İslâm'ın en zayıf, müslümanların en çok ezildiği bir ortamda Hz. Hatice gibi bir annenin terbiyesi altında geçirdi. Babasının ve müslümanların çektiği acılara en az onlar kadar o da ortak oldu. Babası evden çıkıp İslâm'ı tebliğ ederken o ya endişe içinde merakla kapıda bekler ya da babasını adım adım izler ve onu kollamaya çalışırdı. Bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haram'a gitmiş ve oradaki topluluğa İslâm'ı anlatıyordu. Fakat karşısında bulunan câhiliye mensupları kendi düzenlerini tehdit eden bu sesi boğmak için toplanmış ve Hz. Peygamber'e her türlü hakareti yaparak saldırmışlardı. Babasının dövülüşünü bir kenardan korkuyla izleyen Fâtıma müşriklerin dağılmasından sonra kanlar içindeki babasını alıp eve götürmüş ve bir anne şefkatiyle yaralarını sarmıştı. Buna benzer nice olayların içinde pişen Fâtıma âdeta geleceğin Hz. Fâtıma'sı olmaya hazırlanıyordu. Yine bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haramda secde hâlindeyken müşrikler her zamanki vahşetleriyle deve barsaklarını ve işkembesini basına atarak kahkahalarla eğlenirken, Fâtıma o pislikleri kendi elleriyle temizler ve babasını alıp eve götürür. Hz. Peygamber Fâtıma'ya hem babalık hem analık yaparken Fâtıma da o zorlu ortamda hem "babasının kızı" hem de "babasının annesi" olmuştur.
Hz. Peygamber'le kızı arasındaki ilişkiler aynı zamanda yaşadıkları toplumun geleneklerini de yerle bir ediyordu. Bir defa; "Kendisine kız çocuğu müjdelendiği zaman babaların yüzleri utançtan simsiyah kesilirken", kız çocuğu oldu diye dostlarının yüzüne bakamayan babalar gizlice çöle götürüp bu çocukları diri diri toprağa gömerken Hz. Peygamber kızının doğum müjdesini alınca sevinçten yüzü aydınlanmış ve bu müjdeyi dostlarına bizzat kendisi duyurmuştur. Câhiliyede soy, mutlaka erkek çocuk kanalıyla devam ederken Hz. Peygamber'in soyu kızı Fâtıma ile devam etmiş ve yüce Allah câhiliyenin bu geleneğini bizzat Resulullah aracılığıyla yoketmiştir. Peygamberimizin oğlu Abdullah da vefat edince câhiliye mensupları "Muhammed'in soyu kesildi" diye sevinip "o artık ebter, yani soyu kesiktir" diye Peygamberimizi alaya aldıklarında onu bizzat yüce Allah savunmuş ve Peygamber'i teselli eden Kevser sûresi nâzil olmuştur: ''Biz sana kevser'i verdik. O halde namaz kıl, kurban kes. Senin şanın yücedir. Asıl ebter ise o (sana ebter diyen)dir." Buradaki "kevser"i İslâm âlimleri Peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak "bol hayır", "sonsuz", "sayısız ümmet", "çok sahâbe", "şefaat" anlamlarında tefsir etmişler, ayrıca "kevser" kelimesiyle Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini de bildirmişlerdir.
Hz. Peygamber kızına o kadâr şefkatli idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, ayıptı. "Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim" diyen insanların yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma yükselten de yine Hz. Peygamber'in getirdiği İslâm'dı.
Rasûlullah kızını anlatırken "Babasının annesi", "Baban sana fedâ olsun", "Alemlerin kadınlarının ulusu", "Fâtıma'yı hoşnut eden beni hoşnut etmiştir, onu kızdıran beni kızdırmıştır" ve, "Kızım Fâtıma'yı seven beni sevmiştir, Fâtıma'yı memnun eden beni memnun etmiştir; Fâtıma'yı üzen beni üzmüştür. Fâtıma benden bir parçadır, kim onu incitirse beni incitmiş olur, beni incitense Allah'ı incitmiştir" buyururdu.
Hz. Fâtıma Mekke döneminin tüm zorluklarına babasıyla birlikte katlandı ve Hz. Peygamber dâhil müslümanların tamamına yakını Medine'ye hicret edene kadar Mekke'den ayrılmadı. Resulullah Kûba'ya ulaştıktan sonra Hz. Ali, Hz. Ali'nin annesi ve Ümmü Eymen'den oluşan bir kafileyle Medine'ye hicret etti.
Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Fâtıma'yı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve daha başka sahâbîler babasından istediler. Ancak Peygamberimiz bu istekleri nazikçe geri çeviriyor ve bekliyordu. Hz. Ali de Fâtıma'ya tâlib oldu ve Peygamberimiz kızının bu konudaki görüşünü alarak Allah'ın vahiyle izin vermesinden sonra Ali ile Fâtıma'nın evlenmelerine karar verildi. Daha sonra nikâhları da Mescid'de kıyıldı. Mehir olarak Hz. Ali'den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören Efendimiz onun zırhı ve atından başka bir şeyinin olmadığını öğrenince zırhını satmasını söyler. Hz. Ali dört yüzseksen dirhem gümüşe zırhını satar ve bunun dört yüz dirhemi mehir olarak Hz. Fâtıma'ya verilir. Ancak Fâtıma bu mihri çok bulur; kendisine en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber'in şefâatiyle affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda dua eder. Ancak kendisi için ayrılan dört yüz dirhemi düğün masraflarına harcanmak üzere hibe eder. Nikâh mescidde Peygamberimizin bir hutbesi ile ilân edilir: "Allah'a hamd... yüce Allah evlenmeyi bir görev, adalet, ve geniş bir hayır kılmıştır. Şimdi Allahu Teâlâ bana kızım Fâtıma'yı Ali b. Ebı Tâlib'e nikahlamamı buyurmuştur. Ey ashâbım ben de sizi şâhit kılıyorum ki Ali b. Ebi Talib mevcut gelenek ve Allah'ın emriyle söyleyeceğim şeyi kabul ederse dörtyüz dirhem gümüş mehirle kızım Fâtıma'yı kendisine nikâhladım. Yüce Allah kendilerinin varlıklarını biraraya getirsin ve bunu kendilerine mübârek kılsın. Rabbim nesillerini temiz, kendileriyle çocuklarını geniş rahmetinin anahtarı, yüce hikmetinin kaynağı ve Muhammed ümmetinin güvenlik sebebi kılsın....Rabbimden kendim ve sizin için mağfiret dilerim." Hz. Ali'nin şartları kabul etmesi üzerine sâde bir törenle nikâh kıyılır ve misafirlere bal şerbeti hurma ve gül suyu ikram edilir. Daha sonra hurma, yağ ve süzülmüş yoğurttan yapılan bir de düğün yemeği verilir. Yemeğin az olmasına rağmen yedi yüz misafirin yediği halde Allah'ın bereketlendirmesi ile yetip artar.
Babasından ayrılıp Hz. Peygamber mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşirken çeyiz ve ev eşyası olarak şunları götürmüştü: Üç adet minder, bir halı. bir yastık iki eldeğirmeni, bir su tulumu, bir su testisi meşinden bir su bardağı, bir elek, bir havlu, bir koç postu eski bir kilim, hurma yaprağından örülmüş bir sedir, iki elbise, uzunlamasına örttüklerinde ayakları enlemesine örttüklerinde baslarını açıkta bırakan bir küçük yorgan.
Hz. Peygamber kızını evlendirmekle ondan kopmadı, ilişkileri azalmadı; yine her sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı. Hz. Peygamber bu yeni yuvaya çok önem veriyor; İslâm ümmetinin geleceğini bu yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma arasında işbölümünü bizzat kendisi yapmıştı.
Câhiliye geleneğinde ağır işlerde ezilen kadınların aksine Hz. Fâtıma sadece evin iç işlerinden, Hz. Ali de dış işlerinden sorumlu olacaktı.
Müslümanların çektiği sıkıntılar ve savaşlar bu aileyi de etkiliyor, Hz. Fâtıma da diğer müslümanlar gibi yarı aç yarı tok yaşıyordu; Peygamber kızı olmasından dolayı hiçbir ayrıcalığı yoktu. Hz. Ali'nin ekonomik durumu genelde iyi olmamasına rağmen Beytü'l-Mal'den haklarından fazla bir şey almadılar. Hz. Ali ticaret yapıp dünya malı biriktirme yerine Hz. Peygamber'in kâtipliğini yapıyor, İslâm ümmeti için ilim biriktiriyordu. Hz. Fâtıma ise avuçları kabarana kadar un öğütüp kendi işini kendi yapıyordu. Bu yuvada katı kurallar yoktu; Hz. Ali ev işlerinde Hz. Fâtıma'ya yardımcı oluyordu. Hz. Fâtıma da Hz. Ali'ye. Fâtıma'nın ev işlerinde çok yıprandığını gören Hz. Ali Peygamberimize gelerek bir hizmetçi verip veremeyeceğini sorduğunda Hz. Peygamber, "Ya Fâtıma, Allah'tan kork; Rabbinin farzını ifâ et; eşinin hizmetine bak. Yatağına girdiğinde otuz üç defa tesbih oku, otuz üç defa hamd et, ve otuz dört defa tekbir getir. Bunların toplamı yüzdür; bunları okuman senin için daha hayırlı olacaktır" diyerek bu isteği geri çevirdi; onlar da razı oldular.
Gerçekte, Fâtıma isteseydi çok lüks bir hayat sürebilir, bir değil birçok hizmetçisi olurdu. Müslümanlar Hz. Peygamber'in biricik kızı razı olsun, iyi bir hayat sürsün diye tüm varlıklarını onun önüne sürebilirlerdi. Ama o lüksün yerine çileyi seçti; tıpkı İslâm toplumunun diğer fertleri gibi. Fakirlere kölelere, zayıflara baktı, zenginlere değil. Hz. Fâtıma annesi Hatîcetü'l-Kübrâ'dan kalan bütün mirası İslâm yolunda Allah için Resulullah'a vermiş ve evlendiği zaman sıkıntılarla karşılaştığında da bunda hiçbir pişmanlık duymamıştı.
Hz. Fâtıma ve Ali örnek bir İslâm ailesi oluşturdular. İhtiyaçtan fazlasını elde tutmadıkları gibi ihtiyaçları olduğu halde muhtaçlara verdiler, kendileri sabrettiler. Bir elbiseleri olurdu genellikle ve onu gece yıkayıp gündüz tekrara giyerlerdi. Hatta bir defasında Hz. Fâtıma babasının yanına üzerinde kısa, başını örtse ayağı, ayağını örtse başını açıkta bırakan bir elbise ile çıkmıştı... Onun kısa yaşantısında gösterişe, giyim kuşama, eşyaya, leziz yemeklere, ayıracak zamanı olmadı. Onun ve peygamberin terbiyesinde yetişen diğer kadınlar gözünde giyim, iffeti koruyacak, tesettürü sağlayacak bir örtüden ibaretti. Hattâ tesettür farz kılındığı zaman üstlerine elbise örtmeye bulamayan kadınlar yatak çarşafları ve perdelerle tesettür emrini yerine getirdiler. Hz. Fâtımâ'nın evine normal ziyaretlerini yaptığı bir günde Hz. Peygamber bir köşede nakışlı bir örtü görür, kapıdan geri döner ve ardından Fâtıma'ya şu ikazı yapar: "Bir peygambere zevki çeken şeylerle donatılmış bir eve girmek uygun değildir" Fâtıma o örtüyü derhal kaldıracak bir daha da bu görüntüleri evine sokmayacaktır.
Hz. Fâtıma ve Ali ailesi cömert bir aile idi. Oruçlu oldukları bir günün akşamı iftar için hazırladıkları bir miktar yiyeceği sofraya koymuşken kapıya gelen bir yoksula verirler ve suyla iftar edip ertesi gün yine oruç tutarlardı.. O akşam bir yetim, üçüncü akşam bir esir gelir ve her defasında bir parça yiyeceklerini aç oldukları, canları çektiği halde yoksula, yetime ve esire yedirirler, kendileri de sadece su ile üç gün oruç tutarlar. Kur'an-ı Kerim'de İnsan suresinin şu ayetleri bu olay üzerine nâzil oldu "...İyiler de karışımı kafûr olan bir kadehten içerler; bir kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, (İstedikleri yere de) fışkırtarak akıtırlar. Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler. 'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir gün(ün azâbın)dan ötürü Rabbimizden korkarız' derler. Allah da onları o günün şerrinden korumuş onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç vermiştir..."
Ayrıca Kur'an-ı Kerîm'deki şu âyetler de Hz. Fâtıma ile ilgilidir: "Ey ehli beyt, Allah ancak sizden her çeşit pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz yapmayı dilemektedir" (el-Ahzâb, 33/33). (Bu ayet-i kerime Hz. Peygamber, Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin hakkında indirilmiştir).
Kevser suresinde, "Biz sana kevseri verdik." ayetindeki "kevser"in anlamı "Fâtıma"dır. Ayrıca Hz. Peygamber, "Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin kıyâmet gününde arş'ın altında bir kubbeyiz" buyurmakta ve "Habibim, deki: 'Ben bu (tebliğimi) karşı akrabalıkta sevgiden başka bir mükâfat istemiyorum" (eş-Şûra, 42/23) âyetinde yakınlık kelimesinin kimler olduğunu soran sahâbîlere Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir: "Ali Fâtıma ve çocuklarıdır."
Veda Haccından dönerken Gadıru Hums denilen yerde müslümanlara iki şey bıraktığını bildirdi: Biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri ise..."Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben ehl-i beyt hakkında sizlere Allah'ı hatırlatırım" Kendisinden sonra ehl-i beytin başınâ gelecekleri bilen Resulullah bu cümleyi üç kez tekrarlamıştı ki müslümanlar ehl-i beytine sahip çıksın, onlara yapılan zulümlere karşı dursun. Ama Kerbela'da Hüseyin'in başı mızrak ucunda taşınır, Hz. Zeynep Kûfe sokaklarında esirlerle birlikte teşhir edilirken Hum mevkiinde Resulullah'ın üç kez tekrarladığı ehl-i beyt hakkındaki sözleri unutulmuş veya kılıçların gücü karşısında fayda vermemişti.
Yine bir gün sofranın basında oturmuşken Hz. Peygamber ellerini açar: "Ey Rabbim, bunlar benim ehl-i beytimdir. Hayırlılarım, yakınlarım ve has kimselerimdir. Bunlardan senin rızana aykırı olan kötülük, günâh, şek ve şüpheleri, bütün kötülük ve şeytanın kışkırtmalarını giderip onları koru. Kötü alışkanlıklardan ve diğer gizli-açık ayıplardan tam olarak temizle." Hz. Fâtıma ehl-i beytin içinde ayrıca Rasûlullah'a en sevgili olanıydı.
Hz. Fâtıma'ya Hz. Ali de o derece değer verirdi ki dönemin şartları gereği müslüman erkekler birden fazla kadınla evlenmek durumunda kaldıklarında Hz. Fâtıma da Hz. Ali'nin diğer erkekler gibi başka bir kadınla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, ona eğer evlenmek isterse bu konuda kendisinden yana bir problemin olmayacağını söylemiş, ısrar etmiş, Ali ise Peygamber kızının üzerine herhangi bir kadın almayı kendisine yakıştıramadığı için buna yanaşmamıştı. Hz. Fâtıma bizzat babası Resulullah'a çıkmış ve Ali'nin bir başka kadınla daha evlenmesi gerektiğini söylemiş ama Rasûlullah kızının bu isteğini geri çevirmiştir. Hz. Fâtıma İslâm'a yararlı olacağını varsayarak Hz. Ali'den kendi üzerine herhangi bir kadını almasını isteyecek derecede, fedakâr, kendi çıkarını değil ümmetin geleceğini düşünen bir örnek İslâm kadınıydı.
Hz. Ali ile evliliği vefatına kadar süren Hz. Fâtıma'nın, Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında üçü erkek ikisi kız beş çocuğu oldu. Resulullah'ın soyu Hasan ve Hüseyin kanalıyla devam etti. Çocuklarının herbirini İslâm ahlâkı ve üstün ilimle yetiştiren Hz. Ali ve Fâtıma kendilerinden sonra İslâm bayrağını dalgalandıracak Hz. Hüseyin ve Zeynep gibi fertler kazandırdılar ümmete.
Çok sevdiği babasının bu dünyadan ayrılma vakti geldiğinde babasının başucunda olduğu halde Resulullah Hz. Fâtıma'nın kulağına bir şeyler söyler. Bunun üzerine ağlamaya başlayan Fâtıma Resulullah'ın kulağına eğilip tekrar bir şeyler söylemesiyle ağlamayı keser ve gülümser. Daha sonra bu olayın nedenini anlatan Fâtıma, Hz. Peygamber'in, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefât edeceğini söylediğini ve kendini tutamayarak ağladığını; ancak daha sonra ehl-i beytinden kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu müjdelediğinde gülümsediğini söyler.
Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in vefatıyla çok sarsılmış, ancak Resul'ün vefat etmeden önce kendisine söylediği şu sözler ona moral vermişti: "Ya Fâtıma, bugünden sonra babana elem yok; ancak peygamber için yaka-yen yırtılmaz, yüze vurulmaz, senden sonra öleyim gibi sözler söylenmez; yalnız babanın İbrahim'e dediği gibi 'gözler yaş dökmede, kalp burkulmada; bu Rabbin gazâbı demiyoruz fakat ey İbrahim, senin için mahzunuz biz' diyebilirsin."
Babasının vefatından sonra Fâtıma'nın bir daha yüzünün gülmediği rivâyet edilmektedir. Bu vefat ona çok ağır gelir ve acı-içli, edebî mersiyeler okur Hz. Peygamber'in ardından: "...Varsın dünyanın doğu ve batısında bulunanlar senin vefâtım işitince ağlasınlar; neye yarar. Ben senin ayrılığının verdiği üzüntüyle yüzüme gözyaşlarından resim yaparak geliyorum. Gündüzlerim ise gecemden farksız. Gönlümde kocaman yaralar hâkim ve canım yanıyor, ruhum sızlıyor..." ve mersiyeler devam edip gidiyor.
Fâtıma babasının defniyle başından sonuna değin ilgilendi. Hatta cenaze suyu hazırlandığı sırada Resulullah'ın elbisesi üzerinde olduğu halde gusledilmesini bizzat o hatırlattı.
Daha sonra da sık sık Peygamber'in kabri basında saatlerce ağlayacak, dua edecek olan Fâtıma, Peygamber'in vefatından önce kendisine verdiği kavuşma müjdesini bekleyecekti. Ancak bu, günlük hayattan, ailevî, İslâmî, ibâdî, analık sorumluluklarından koparamıyordu onu. O yine hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyordu.
Fâtıma İslâm toplumuna, Peygamber'in öğretisini unutmasınlar diye vaazlar veriyordu. Peygamber'in vefatından sonra Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verir ki, bu hutbesi onun hitâbetteki gücüne en büyük delildir. Zaten onun anlatım tarzı ve söz söyleyiş stilinin Hz. Peygambere benzediği de kaydedilmektedir. Bu hutbede hamd ve salâtü selâmdan sonra İslâmi hükümleri bir bir hatırlatan Fâtıma daha sonra Peygamber'in vefatından İslâm toplumu etkilenmesin, o tekrar eski hallerine dönme yanlışlığınâ düşmesinler diye uyarıyordu onları: "...Siz azlıktınız; dosttan yoksundunuz. O halde tasın dibinde kalan içilip tüketilecek olan bir yudumluk suydunuz. Ateş dolu bir çukurun kenarındaydınız. Aç kişinin fırsat gözetmeden, müddet beklemeden kapıp yutuvereceği bir lokmaydınız. Yanan ateşten alınmış bir kordunuz. Yabancıların ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz. Çöldeki çukura dolmuş deve sidiği ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş bir içimlik suydunuz. Yediğiniz, ağaçların yaprakları ve tabaklanmış keçi derisinin yağlarıydı. Aşağılık bir hale düşmüştünüz; adamların ayakları altında kalmaktan korkuyordunuz ki, Allah'ın salât ona ve soyuna olsun, Muhammed'in sâyesinde güçlüklerin belasına uğradıktan sonra Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehline tutsak düştükten sonra kurtuldunuz. Allah sizi bu sıkıntılardan kurtardı..."
Hz. Fâtıma hastalanıp yatağa düştüğünde bile İslâmî düzenin korunması için konuşuyordu. Kendisini ziyarete gelen bir kısım kadına; "...ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedir, bekleyin. Bundan böyle rahatça oturun; tam inançla gitmeyi bekleyip durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor, zâlimlerin her yönü kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar, toplumunuzu darmadağın etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar, nice olur haliniz o zaman; ki, şimdi görmedikleriniz meydana çıkar..."
Hz. Fâtıma ile Hz. Ebû Bekir arasında Hz. Peygamber'den miras kalan Fedek arazisi yüzünden ihtilâf çıktı. Hz. Fâtıma'nın mirasın kendisine verilmesi isteğini Hz. Ebû Bekir, "Biz miras bırakmayız. Bıraktığım sadakadır. Ancak Muhammed'in ailesi bu maldan yer" hadis-i şerifini delil göstererek geri çevirir. Daha sonra Hz. Ömer bu araziyi Hz. Ali'ye verdi; Hz. Osman ise bu hurmalığı Hz. Ali'den alarak Nervan'a bağışladı. Muaviye ise bu araziyi üçe bölüp bir parçasını Hz. Osman'ın oğluna, bir parçasını Mervan'a diğer parçasını da oğlu Yezid'e vermiş; arazi ancak Ömer b. Abdülaziz döneminde gerçek sahiplerinin eline geçebilmiş ve Hz. Fâtıma'nın torunlarına iâde edilmiştir.
Hz. Fâtıma'nın hastalığının iyice arttığı bir dönemde kendisine gelen ziyaretçiler arasında Hz. Ebû Bekir de vardır ve Fedek arazisi yüzünden aralarında hafif bir kırgınlık devam etmektedir. Hz. Fâtıma Ebû Bekir'i kabul eder ve helâlleşirler. Fâtıma misafirlerinden izin alarak temizlenmek istediğini söyler, onlar ise şaşırır; çünkü Fâtıma her zaman temizdir, "Betül"dür; Kadınların özel halleri onda yoktur. Fatıma temizlenir, kokulanır giyinir ve misafirlerine dönerek; "Ben öleceğim" ...Ve son vasiyeti: "Ben şimdi öleceğim. Kimse yıkamasın beni; yıkandım. Kefenlemesinler beni; çünkü temiz elbiselerimi giydim. Ancak vasiyetim şu ki, beni kabrime babam Resulullah gibi gece defnetsinler." Bu sözlerinden sonra temiz örtüsünün üzerine, sağ elini kafasının altına koyarak yanı üzeri yatar ve kıbleye döner. Hz. Ali'ye de, "Ya Ali, benim üzerime kimsenin eli değmeden sen al götür Bakı mezarlığına göm." ...Ve Hz. Peygamber'in müjdesine kavuşur Fâtıma. Vasiyeti gereği gece Hz. Ali tarafından defnedildi. (3 Ramazan 1 1/22 Kasım 632). Cenaze namazı Hz. Ali -diğer bir rivâyette ise amcası Hz. Abbâs- tarafından kıldırılmıştır. Vasiyeti gereği Hz. Ali'nin gecenin karanlığında defnettiği yer konusunda da üç değişik rivâyet vardır: Bakî mezarlığındadır; Akil'in evinin avlusundadır; amcası Abbas için ileride yapılacak olan türbenin içindedir.
.
/
22-07-2006, 19:08
RE: Örnek Kadınlar
Allah razı olsun senden dağrüzgarı..!
.
/
22-07-2006, 20:05
RE: Örnek Kadınlar
Amin saolasın hepimizden razı olsun Yüce Allah(C.C)
.
|