[align=center]
[align=center]Hiçbir cankurtaranlığın ölümümü durdurmayacak.
Zaman diye çeşitli bahaneler uydururken suskunluğuna, bildiğim gerçeği yalanlarla süsledim ben. Kör ettim görmelerimi. Beynimde sobeleşen sebeplerimin gereksizliğini anladığımda çektim kendi pimimi.
Sebebi sen bu ölümün…
Toplasam, çıkarsam aşktan başka bir şey kalmıyor özetimde. Hiçbir son anlamlı gelmeyecek önsözüme. Ayaklarımın altından kayıp giden ömrüm, yolun açık olsun ben bıraktım seni derken bile sıkı sıkıya tuttuğum bir düş kanıyor ellerimde.
Söyle dilsiz kentim; mevsimlerin kaderini insanlar mı oynar? Bahar geldiğinde bu uzun kışın ardından yeniden yeşerir mi yanaklarımızda tebessümler? Yeniden, hiç usanmadan Kaf Dağı ardına masallar uçurabilir miyim? Yeniden Asrevya diyebilir miyim? Cevap ver suskun şehrim… Ya da susmuşluğunla kal!
Bir baharın yanı sıra çıkıp gelecek gücüm yok. Hiçbir masal beklemesin beni, bende hiçbir masala sunulacak dize yok!..
Sebebi sen bu ölümün…
İçimdeki büyüklüğüne küçük geldin sen. Esneyip uykularımı düşürürken dilimden neydi uykusuzluğa değen, kalemi satırlara değdiren? Ve neydi bu araya düşen uzak? Ne denli var olmayı başarabilmiştim ki ansızın yok oldum?
…
Zamanlaması kestirilmemiş bir deşifreydi dilimden dökülen. Sus demeni bekleyerek ağzımdan savrulan her söz konuşmamı beklemenle uzuyordu. Söyleneceklerim çoktu. Ağzıma mührü vurabilseydim keşke…
Şimdi camıma vuran iri yağmurlar öldürmüyor düşümü. Ve artık hiçbir söz deva değil açılmış yaralara. Artık hiçbir yalan doğruları saklayamıyor ne fayda!
Gittiği yerden kırıyorum rotamı, içime basıyorum. İçimi yakıyorum yakandan habersiz… Nereye savrulursa savrulsun bu rüzgâr, yolcusu ben olmaktan cayıyorum…
Sebebi sen bu ölümün…
Sen sandığım her şey bilesin, ömrüm!
Yaşamaktan vazgeçebilecek kadar yorgun düşüm,
Sebebi sen bu ölümün…
…
Gidenler çoktu ömrümde. Kalan olmayı seçmedi hiç kimse.
“Gittiğin gibi kalacaktım
Gittiğine inanmayacaktım” sözcükleri dökerken gidenlerin ardından, yanımda büyüyen boşluklar inandırmayacak mıydı sanki yokluklarına?
Bir ölü uğurlamış gibi cenaze kalkıyor cüssemden. Hadi topla geride kalan her ne varsa diyor bir ses. Apar topar görünürdeki anıları paketliyor birileri. Duvardaki resimler çıkartılıyor ilkin, sonra şiirler yırtılıyor sonra yazılar yakılıyor defter defter… Benden kalkan bu cenazeyi bana hatırlatmamak adına bir bir gönderiliyor her şey ya bir çöp yığınında ya da bir dilenci kucağında bulmak üzere kendilerini…
En son bana dönüyor biri; hadi sen de topla diyor içini. Ağıtlarımı dilime döküp soruyorum;
Seni benden kim toplayabilir?
Ve kim söküp atabilir nefeslerime işlenmiş varlığını?
Bende kolay bulunan sen
Yazık
Sende hiç bulunamayan ben!
Ki biliyordum, kayıplığının bile bulunmuşluğu olamayacaktım, hep yitik kalacaktım.
Gülen yüzümün ardında paramparça oluşum sızmıyor el yüzüne. İçimde kalıyor parçalanmışlığım. Belki de bu yüzdendi cüssemden kalkan bu düğüm…
Sebebi sen bu ölümün…
Bilme! Konuşma!
Göm gitsin her ne varsa…
Bende kalan son ben! Varlığımdan bir burukluktur bu dilekçem…
Sebebi sen…
Bildiğim tüm kapıları yüzüme kapatıyorum. Çekiyorum kepenkleri. İyi bilirim ardım uçurum önüm intihar… Korkma! İyi bilirsin, tüm gemiler gitmek içindi ve tüm yollar gidişleri müjdeledi… Oysa
Düştü benim darağacım
Kendimi öldürüp seni yaşattığım…
Ki bir ateşle kavgaya düşenin hali kül olmaktan başka ne olabilir? Ve hangi kül parçalarından hiç usanmadan Simurglaşabilir?
Soru, artan sessizlikte artan sesiyle tekrarlanıyor; “hadi sen de topla içini…” ‘Bedenimden kalkan bu ölümün ardından hiçbir şey kalmamalı geride’ onlara göre… Ne varsa atılmalı veya yer bulmalı bir külün içinde. Belki ismim bile… Hadi beni benden toplayıp öldürsünler seni benden kim toplayabilir?
Sebebi sen bu ölümün…
Bildik bir son
Replikleri yıllar öncesinden yazılmış…
Oynadık bitti... Öldüm gitti…
Ansızın bir çığlık düştü musallama;
Seni benden toplamamak için kendimi topluyorum benden…
Sebebi ben bu ölümün…
Sebebi sen...[/align]
[align=center]Hiçbir cankurtaranlığın ölümümü durdurmayacak.
Zaman diye çeşitli bahaneler uydururken suskunluğuna, bildiğim gerçeği yalanlarla süsledim ben. Kör ettim görmelerimi. Beynimde sobeleşen sebeplerimin gereksizliğini anladığımda çektim kendi pimimi.
Sebebi sen bu ölümün…
Toplasam, çıkarsam aşktan başka bir şey kalmıyor özetimde. Hiçbir son anlamlı gelmeyecek önsözüme. Ayaklarımın altından kayıp giden ömrüm, yolun açık olsun ben bıraktım seni derken bile sıkı sıkıya tuttuğum bir düş kanıyor ellerimde.
Söyle dilsiz kentim; mevsimlerin kaderini insanlar mı oynar? Bahar geldiğinde bu uzun kışın ardından yeniden yeşerir mi yanaklarımızda tebessümler? Yeniden, hiç usanmadan Kaf Dağı ardına masallar uçurabilir miyim? Yeniden Asrevya diyebilir miyim? Cevap ver suskun şehrim… Ya da susmuşluğunla kal!
Bir baharın yanı sıra çıkıp gelecek gücüm yok. Hiçbir masal beklemesin beni, bende hiçbir masala sunulacak dize yok!..
Sebebi sen bu ölümün…
İçimdeki büyüklüğüne küçük geldin sen. Esneyip uykularımı düşürürken dilimden neydi uykusuzluğa değen, kalemi satırlara değdiren? Ve neydi bu araya düşen uzak? Ne denli var olmayı başarabilmiştim ki ansızın yok oldum?
…
Zamanlaması kestirilmemiş bir deşifreydi dilimden dökülen. Sus demeni bekleyerek ağzımdan savrulan her söz konuşmamı beklemenle uzuyordu. Söyleneceklerim çoktu. Ağzıma mührü vurabilseydim keşke…
Şimdi camıma vuran iri yağmurlar öldürmüyor düşümü. Ve artık hiçbir söz deva değil açılmış yaralara. Artık hiçbir yalan doğruları saklayamıyor ne fayda!
Gittiği yerden kırıyorum rotamı, içime basıyorum. İçimi yakıyorum yakandan habersiz… Nereye savrulursa savrulsun bu rüzgâr, yolcusu ben olmaktan cayıyorum…
Sebebi sen bu ölümün…
Sen sandığım her şey bilesin, ömrüm!
Yaşamaktan vazgeçebilecek kadar yorgun düşüm,
Sebebi sen bu ölümün…
…
Gidenler çoktu ömrümde. Kalan olmayı seçmedi hiç kimse.
“Gittiğin gibi kalacaktım
Gittiğine inanmayacaktım” sözcükleri dökerken gidenlerin ardından, yanımda büyüyen boşluklar inandırmayacak mıydı sanki yokluklarına?
Bir ölü uğurlamış gibi cenaze kalkıyor cüssemden. Hadi topla geride kalan her ne varsa diyor bir ses. Apar topar görünürdeki anıları paketliyor birileri. Duvardaki resimler çıkartılıyor ilkin, sonra şiirler yırtılıyor sonra yazılar yakılıyor defter defter… Benden kalkan bu cenazeyi bana hatırlatmamak adına bir bir gönderiliyor her şey ya bir çöp yığınında ya da bir dilenci kucağında bulmak üzere kendilerini…
En son bana dönüyor biri; hadi sen de topla diyor içini. Ağıtlarımı dilime döküp soruyorum;
Seni benden kim toplayabilir?
Ve kim söküp atabilir nefeslerime işlenmiş varlığını?
Bende kolay bulunan sen
Yazık
Sende hiç bulunamayan ben!
Ki biliyordum, kayıplığının bile bulunmuşluğu olamayacaktım, hep yitik kalacaktım.
Gülen yüzümün ardında paramparça oluşum sızmıyor el yüzüne. İçimde kalıyor parçalanmışlığım. Belki de bu yüzdendi cüssemden kalkan bu düğüm…
Sebebi sen bu ölümün…
Bilme! Konuşma!
Göm gitsin her ne varsa…
Bende kalan son ben! Varlığımdan bir burukluktur bu dilekçem…
Sebebi sen…
Bildiğim tüm kapıları yüzüme kapatıyorum. Çekiyorum kepenkleri. İyi bilirim ardım uçurum önüm intihar… Korkma! İyi bilirsin, tüm gemiler gitmek içindi ve tüm yollar gidişleri müjdeledi… Oysa
Düştü benim darağacım
Kendimi öldürüp seni yaşattığım…
Ki bir ateşle kavgaya düşenin hali kül olmaktan başka ne olabilir? Ve hangi kül parçalarından hiç usanmadan Simurglaşabilir?
Soru, artan sessizlikte artan sesiyle tekrarlanıyor; “hadi sen de topla içini…” ‘Bedenimden kalkan bu ölümün ardından hiçbir şey kalmamalı geride’ onlara göre… Ne varsa atılmalı veya yer bulmalı bir külün içinde. Belki ismim bile… Hadi beni benden toplayıp öldürsünler seni benden kim toplayabilir?
Sebebi sen bu ölümün…
Bildik bir son
Replikleri yıllar öncesinden yazılmış…
Oynadık bitti... Öldüm gitti…
Ansızın bir çığlık düştü musallama;
Seni benden toplamamak için kendimi topluyorum benden…
Sebebi ben bu ölümün…
Sebebi sen...[/align]
.