/
24-08-2008, 00:50
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Nakşibendi Tarikatı
İlim muşahede ve keşif sahibi kimselerin tecrübeleri ile Nakşıbendi tarikatı bütün tarikatların en kolayıdır. İlahi ahadiyetin tecellisine mazhar olmak için Nakşıbendi tarikatı insanı en kısa yoldan ulaştırır. Çünkü Nakşide müridin çalışmasından çok mürşid çalışır. Mürşid çok çalışır ve kalbindeki feyizleri müridin kalbine aktarır. Nakşıbendi tarikatının önderi ve Şah’ı ; Hz.EBUBEKİR (r.a.) ‘ dır. Resulullah Aleyhisselatu vesselam; bir Hadis-i Şerif’te ; ” Yüce Allah (c.c.) benim kalbime neyi aktarıyorsa, bende O’nu Ebubekir’in kalbine aktarıyorum “ buyurmuşlardır.
Nakşibendi tarikatı Ehl-i Sünnet ve’l cemaat itikadı üzerinde bulunmak bid’at ve uydurmalardan kaçınmaktır. Kötü ve çirkin huy ve alışkanlıklardan arınmak, güzel ve yüce ahlak sahibi olmaktır. Bu tarikatta cezbe hali, her şeyden önce gelir. Cezbeden sonra salik perdelerinin ardındaki gizli aleme ulaşmış demektir. meczupluk hali iki şekilde olur. Birincisi; Suluk’un başında gelip geçer.. bu Nakşıbendi tarikatında olmaktadır. İkincisi ; Salik bütün makamları aştıktan sonra zuhur eden bir haldir ki ; bu diğer tarikatlarda görülmemektedir. Bu sebeple ” Nakşıbendi tarikatı diğer tarikatların dolaşıp ulaştıkları son makamı daha yolun başındayken ulaşır ve müride bunu gösterir ” denilmiştir. Nakşıbendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha selahiyetlidir. Fakat bundan Nakşıbendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha faziletlidir manası anlaşılmasın. Anlatmak istediğimiz mana şudur ;
Nakşıbendi tarikatı diğer tarikatlardan daha kısa mesafeli ve daha kolaydır.
Nakşıbendi tarikatının salikleri diğer tarikatların saliklerinden daha faziletlidir. mesela erkek, kadından yaratılış bakımından daha güçlü ve üstündür dediğimiz zaman bir gerçerği ifade etmiş oluruz. Aynen bunun gibi , Nakşıbendi tarikatının usul ve temelleri de diğer tarikatlardan güçlü ve üstündür.
Nakşıbendi tarikatında ilk önce lb zikri gelir, oysa diğer tarikatlarda, kalb zikri ikinci derecede gelmektedir. Nakşıbendi tarikatında normal olarak, yemek, içmek, uyumak, evlenmek ve çalışmak vardır. Açlık ve uykusuzluk derecesi diğer tarikatlara nazaran ikinci planda gelmektedir. bulundukları her yerde muhabbet kalplerinin tellerini İlahi merkeze bağlarlar. Elleri işte, kalpleri İlahi tefekkürdedir.
Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır ; ” (ALLAH’ın) Öyle kulları vardır ki onları ALLAH’ı anlamaktan ne ticaret ne de alışveriş alıkoymaz “ Kısacası Nakşıbendi tarıkatı Sahabilerin (r.a.) uyguladıkları usul ve kaidelerdir. Sahabiler hangi yolu takip etmişlerse ne fazla ne eksik o yolu olduğu gibi takip etmektir. Sünnet’e bağlı kalmak, zahir ve batın işlerini ve durumlarını aynı ölçülerde düzeltmektedir.
Hayat işlerinden hiçbirini ihmal etmeden kalb huzuru bulmak ve manevi alemden feyiz almaktır. Genç ve yaşlı herkes ölü ve diri bu feyiz ve nurlar karşısında eşittir. hiç bir derece ve makamında zorluk yoktur. Bu tarikatın piri ve önderi; Hz.EBUBEKİR (r.a.). Halifelerin ilki ve öncüsü idi. Bu tarikatta diğer tarikatların önderi ve lideridir. Nurların ve sırların kaynağıdır. Diğer tarikatlarda olduğu gibi bu tarikatta da bazıları Sünnet’e aykırı olarak oynama ve benzeri davranışlarda bulunmaktadırlar, bunların bu davranışları şüphesiz Nakşıbendi tarikatı ile ilgisi yoktur. Özet olarak; Nakşıbendi tarikatı en güzel ve en olgun, en açık, en tatlı, en kısa, en kolay ulaştırıcı ve vardırıcı bir tarikattır. Bir şair şöyle demektedir ;
” Nakşıbendi tarikatının üstün özelliklerini hiç kimse tam olarak vasıflandıramaz “.
Minhacul-Abidiyn kitabında, Şöyle denilmektedir ” Nakşıbendi tarikatı, uzunluk ve kısalığı diğer tarikatların ve ayakla yürünen yolların mesafelerine benzemez. Bu tarikat ruh ayağı ile yürüyen bir tarikattır. Tefekkürlerine çok önem verilen ve iman lezzetlerini esas kabul eden bir tarikattır. İlahi nurlara mazhar olan bir mürid, bu tarikatta daha erken ermektedir. Kimi bir saat, kimi bir hafta kimi bir yıl kimi ise altmış yılda erer. Bazıları da yüzyıl ağlayıp, sızlanmaktadır. Fakat kalbinde hiç bir iz olmamıştır. Samimiyet ve ihlas her işin başında gelmektedir. Hadimide;
” Nakşıbendi tarikatı, keşif ve kerametler tarikatıdır. Resulullah (s.a.v.) bir Hadisinde şöyle buyurmaktadır ;
” Batın ilmi, Yüce ALLAH’ın (c.c.) sırlarından bir sırdır. Yüce ALLAH (c.c.) bunu sevdiği kulların kalbine tecelli buyurur. ”
Hiç şüphesiz bu ilim hangi kalbe girerse orada bir aydınlık ve genişlik meydana getirir. Tatarhaniye kitabında şöyle denilmektedir ; ” Keşif ve kalb ilmi, öğretmek ve öğrenmek ile elde edilmez; Yaşanarak, çalışarak elde edilir. Bu kalb ilmi değil, hal ilmidir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce ALLAH (c.c.) şöyle buyurmaktadır
” Bizim için çalışanlara, hiç şüphesiz yolumuzu gösteririz. ”
İmam-ı Taftazani Şarhul-Makasit adlı kitabında şöyle demektedir ;
” Kul bütün makamları aşıp İlahi tecellilere ulaşınca zati Ahadiyyetin sırlarına mazhar olur. Bu dereceye erişen bir kul, kendi sıfatını ve varlığını, Yüce ALLAH’ın (c.c.) varlığında unutur, kaybeder. Varlık dünyasında Yüce ALLAH’ın (c.c.) varlığından başka hiç bir şey görmez. Gördüğü, duyduğu ve bildiği sadece O’dur (c.c.). Hadis-i Kutsi’de ; ” Kul nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Takiben ; onun tutan eli, yürüyen ayağı ve konuşan dili olurum” diye işaret edilen mana budur. Bu tarikat bilgileri ile elde edilir, kalb ve ruhun sırlarına mazhar olmak için nefsin kötülüklerinden arınmak gerekir.
Tasavvuf yoluna ilk girdiğim dönemlerde müşahedemde gördüm ki bir yerde tavaf ediyorum, başka bir grup da benimle beraber tavaf ediyor. Ancak onlar o kadar yavaş yürüyorlardı ki, ben bir tavaf yapıncaya kadar onlar iki üç adım atabiliyorlardı.
O esnada bildirdiler ki, burası Arş’ın üzeridir, tavaf eden bu cemaat da meleklerdir. Peygamberimize ve o meleklere salat ve selam olsun.
“Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Bakara, 2/105)
İmam-ı Rabbani (kuddise sırruh), Rabbani İlhamlar
Silsileyi Sadatı kiram
Hz. Muhammed (sas)
Hz. Ebubekr Sıddık (ra)
Selman-ı Farisi Hz. (ra)
Ebu Muhammed Kasım Hz. (ra)
İmam Cafer-i Sadık Hz. (ra)
Bayezid-i Bistami Hz. (ks)
Ebu Hasen Harakani Hz. (ks)
Ebu Ali Farmedi Hz. (ks)
Hace Yusuf Hemedani Hz. (ks)i
Abdülhalık Gücdevani Hz. (ks)
Hace Arif-i Rivegeri Hz. (ks)
Hace Mahmud İnciri Fağnevi Hz. (ks)
Hace Ali Ramiteni Hz. (ks)
Muhammed Baba Semmasi Hz. (ks)
Seyyid Emir Külal Hz. (ks)
Şah-ı Nakşibend Hz. (ks)
Alaeddin Attar Hz. (ks)
Yakub-i Çerhi Hz. (ks)
Ubeydullah Ahrar Hz. (ks)
Mevlana Muhammed Zahid Hz. (ks)
Mevlana Derviş Muhammed Hz. (ks)
Hace Muhammed Emkeneki Hz. (ks)
Muhammed Baki Billah Hz. (ks)
İmam-ı Rabbani Hz. (ks)
Muhammed Ma’sum Hz. (ks)
Mevlana Muhammed Seyfeddin Faruki Hz. (ks)
Seyyid Nur Muhammed Bedauni Hz. (ks)
Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz. (ks)
Abdullah-ı Dıhlevi Hz. (ks)
Mevlana Halid-i Bağdadi Hz. (ks)
Mevlana Seyyid Abdullah Hakkari Hz. (ks)
Seyyid Taha Hakkari Hz. (ks)
Seyyid Sıbgatullah Arvasi Hz. (ks)
Abdurrahman Tahi Hz. (ks)
Fethullah Verkanisi Hz. (ks)
Muhammed Diyaeddin Nurşini Hz. (ks)
Ahmed Haznevi Hz. (ks)
Gavs Seyyid Abdulhakim Bilvanisi Hz. (ks)
Seyyid Muhammed Raşid Hz. (ks)
Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Hz. (ks)
(En son düzenleme: 24-08-2008, 00:51 münacat.)
.
/
24-08-2008, 00:52
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Ey can!
Ey Resulullah bahçesinin Gavs gülü!
Seni kim bir sabah ezanında
Yıllar yılı yatağında bulabildi ki?
Bir tas su dökülmüş gibi
O cehennemleri söndürecek
Nurlu gözyaşlarının döküldüğü sırdaş yastıktan başka…
Uzun secdelerin, boyun büküşün, el açışın,
Bu kadar gülenin haline ağlamakla af isteyişin.
Tarumar dünyanın gülistana çevrilişi gizliydi senin gece yarılarında…
Hani hane-i saadetten çıkıp
Ağır ağır yürürsün ya,
Hasretle yol gözleyen aşıklar meydanına…
Saadet sokağından tövbe mescidine doğru yürürsün ya,
Bir elinde asa bir elinde gül,
Denizlerin çalkalandığı nur ummana doğru.
Sanki önünde yürüyenin ayak izlerini takip edercesine.
Binlerce sevdalının beklediği mescide. Hani o girişin var ya…
Uzatırsın ya asayı nasiplisine
Yarılır ya saflar birden bire, meleşir ya kuzuların
O mübarek selamı bir verdiğinde sallanır dağlar bir bir.
Birden bire gül kokusu sarar tövbe mescidini
Çöle yağan yağmur misali…
Yürürsün mihraba doğru,
Sağa sola sadakalar dağıtırsın o nurlu nazarından ey gönül Sultanı..
Dönersin sevdiğin cihetine Ay Parçam..
Gel Ay Parçam! Yandı yüreğim gel!
Gözyaşlarımla ıslatsam yollarını,
Güller sersem yollarına nazlı Sultanım, gel özledim seni.
Gel ki gözlerim murad alsın,
Gel ki bağrımın derdine bir çare ol.
Gel! Susuz çöllere döndüm, yandım aşkın ile gel! Biçareler, ümit kapısı demiş sana gelmiş gel.
Benim ümidim,
Ömrümce kapısında dilendiğim, bir tek nazar kıl!
Ey ceddinin övündüğü yüce sultan gel..
Cuma’dır bugün, bayramdır. Bu gün sevindir evlatlarını gel.
Aman Allah! Güneş yüzünden mi doğar cihana?
Beyaz sarık başında, yoksa gelen sen misin ey Can?
Bu hutbede sevda var,
Bu namazda bir hal var,
Kulluk böyle olsa gerek ya Rab!
Sanki kalabalığın arasında yapayalnız gibisin. Omuzların ne geniş, dağlar mı var üzerinde?
Derdin bitmez mi senin hiç, sen sana gelen için hep gözyaşı mı dökersin?
Ey ağlayanları güldüren, karakışları yok eden bahar yüzlüm!
Açları doyuran cömert ağam! Ey biçarelerin elinden tutan kılavuz!
Ey yol bilmezlere rehberlik eden! Ey Sadatların gözbebeği!
Işığa koşuşan pervaneler misali yine ziyarete koşuşurlar birden,
Sen dinleye dinleye yürürsün, hücreye doğru.
Kısa da olsa ikindi vaktine kadar hasretin başlar.
O mescit çıkışında Ay Parçam, yönelirsin Merkad’a doğru,
Yol bilmezlerin tutup elini Dost’a doğru.
Senin ardından üç adım da olsa Allah için atanlara ne mutlu!
Bahçedeki kuşlar cıvıldaşıp haber verdi Merkad’a senin geldiğini,
Pembeleşip de girdin Sultanlar huzuruna can Sultanım..
O girişte ki kurumaya yüz tutmuş ağaca nasıl da durup bir baktın!
Ne dedin gül kokulum, ne istedin gül yüzlüm?
Seninle onlar övünüyor, şahidim.
Ustası büyük olanın çırağı küçük mü olurmuş?
Sen ustalarınla övündün, alem sneinle övünüyor ey Hak Dostu!
O mübarek Kur’an’ı okuyup hediye ettin ya.. Arkanda saf tutanlar senin ettiğin duaya amin dedi sadece.
Şöyle bir baktım yürüyüşüne,
Elindeki asayı yere değdirişine..
Bembeyaz nurlu sarık nasıl da yakışmış ey aşk deryası! Nazar pınarlarından damla kapanlara ne mutlu!
Sevdiklerin hatırına mahşerde de peşin sıra yürüt bizi sevdiklerine doğru. Bırakma bizi n’olur!
Ne mutlu yolundan gelene, candan sevene, pişmanım diyene!
Ne mutlu çorbandan yiyene, seni görene!
Sana gönül verene ne mutlu!
**
Söz: İlham Erol
Müzik: Taner Yüncüoğlu
Okuyan: Dursunali Erzincanlı
Albüm: Gönül Sultanları, Hacegan
http://www.youtube.com/watch?v=-UNPY8RPcUM&eurl=http://menzil.wordpress.com/2007/06/07/gavsin-gunlugu/
(En son düzenleme: 24-08-2008, 00:53 münacat.)
.
/
24-08-2008, 00:55
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
http://www.youtube.com/watch?v=VEFZpnAcS1w&feature=related
Şah-ı Nakşibend’e (ks) sormuşlar:
“Efendimiz, bazı havada uçan kimseler var. Onların durumu nasıldır? Onlar için ne söylüyorsunuz?”
Hazret cevaben buyurmuş:
“Onlar benim nazarımda veli değiller. Havada uçmak hüner değil. Havada uçan bunca kuşlar var. Veli mi oldular ki havada uçuyorlar?”
Tekrar sormuşlar:
“Peki efendimiz, suda yürüyenler için ne buyuruyorsunuz?”
Şah-ı Nakşibend (ks) şöyle buyurmuş:
“Onlar da benim nazarımda makbul değildir. Gece gündüz suda dolaşan bunca balık var. Onlar da veli midir ki suda geziyorlar?”
Tekrar sormuşlar:
“Öyleyse efendimiz, bir saatte bütün dünyayı dolaşan, doğu ile batı arasında mekik dokuyan kimseler için ne söyşüyorsunuz?”
Hazret cevaben:
“benim nazarım da bunlar da veli değiller. Şeytan ism-i azam duasını okuyarak bir saniyede doğudan batıya gidip geliyor. Ama kafirdir şeytan. Dergah-ı ilahiden atılmıştır. İmanı reddedilip kabul edilmemiştir.” buyurmuş.
Soranlar bu cevapları aldıktan sonra:
“Öyle ise efendimiz, lütfen bize kimlere veli dendiğini, kimlerin veli olduğunu söyler misiniz? Vallahi biz kimlerin veli olduğunu bilemiyoruz” diyerek rica etmişler.
Şah-ı Nakşibend (ks) bunun üzerine şöyle buyurmuş:
“Ben, Peygamberin (sas) şeriatına mutabat eden, onun şeriatinden ayrılmayan kimselere veli derim. Böyle kimseler benim gözümde velidir.”
Sohbetler, Seyda Hz.
Bid’at mana itibariyle, “dinde olduğu halde çıkarılıp atılan veya, dinde olmadığı halde ihdas edilen her türlü unsur”un adıdır ve her ikisi de yanlıştır, reddedilmiştir.
Sahabe-i kiram ve onları takip eden tabiin nesli, imanla birlikte bir müminde yaşayabilen bid’at ve nifakı büyük bir titizlikle tarif etmiş ve açıklamışlardır. Kendileri de yırtıcı bir hayvandan kaçar gibi bunlardan kaçınmış, uzak durmuşlardır. Çünkü müminin en büyük korkusu son nefeste su-i hatimedir (kötü akıbet).
Ashab-ı kiram ve tabiin, kötü akıbetin hayatımızdaki sebeplerinin başında bid’at ve nifak ile her türlü kibir, gurur ve kendi nefsini beğenme hastalıkları olduğunu tesbit etmişlerdir.
Maneviyatı böylesine kemirip perişan eden ve kişinin şaki olmasına sebep olan bu marazi haller, Allah’ın kitabında ve sünnet-i Resul’de şiddetle reddedilmiş, müminler uyarılmıştır.
Bugün ıstıraplarımızın en önemli sebeplerinden biri, dünyada huzurumuzu, ahirette de ebedi saadetimizi temin edecek hakiki hayat nizamımızın bazı unsurlarını hayatımızdan eksilterek, onda olmayan bazı unsurlaru da dahilmiş gibi görerek hareket etmektir. Dolayısıyla gafil kalpler ve şuursuz tavırlarla birçok manevi hastalıklara maruz kalınmıştır.
Çareye gelince, ilk tedbir manevi hastalıkları tedavi edecek kalp tabibi kamil rehberleri arayıp bulmak ve onların tavsiye ettikleri manevi reçeteyi uygulamaktır. İşte bu kamil rehberlerin manevi terbiyesi ve örnekliği ile saf ve berrak dinimizi anlamak ve yaşamak daha kolay olabilir.
(M. Saki Erol, Hayat Dengemiz’den…
(En son düzenleme: 24-08-2008, 00:57 münacat.)
.
/
24-08-2008, 00:57
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Gavs-ı Sani Hazretleri buyurdular ki:
“Bu dünya bir han gibidir. Ahiret yolcusu bütün hazırlığını bu handa yapmalıdır. Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çıkmıştır. Ölümle başlayan bir yolculuğun geri dönüşü yoktur. Yola çıkan kimsenin hedefine ulaşması için belli bir yol ve usül takip etmesi gerekir. Başıboş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye varacağı da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yolda Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- izinden başka Allah’a giden bir yol ve kapı yoktur. Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- hayatını yaşamak için de ulu sadatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber’e -aleyhissalatü vesselam- hakkıyla uymanın en güzel yolu sünnet üzere yaşayan sadatları takip etmektir. Sadatlar sünnet-i seniyyeyi kal olarak değil hal olarak yaşar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasip olur. Böylece ebedi ahiret yolculuğu iman ile başlamış olur. En büyük saadet de budur.”
Gönül açıklığı ve kalp yumuşaklığında, zikrin insanı hayrette bırakan bir tesiri vardır. Zikirsizlik ve gafletin de gönül darlığı ve katılığında hayret verici bir etkisi vardır.
“Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı zikirle huzura kavuşur” ayeti bu manaya işaret eder. Gerçekten de asıl ve kamil manada ruhi tatmin yalnızca zikirle gerçekleşir.
Diğer ibadetler de insana kemalat, ruha huzur ve sükunet vermekle beraber, İmam Rabbani k.s. Hazretleri’nin de belirttiği gibi, kalp itminanı yalnız ve yalnız zikirledir. Bu yüzden, zaruret olmadıkça günlük virdi terk etmemek gerekir.
Süleyman Gönülal, Semerkand,
Abdurrahman-ı Taği (ks) şöyle buyuruyor:
Gerçekten samimi bir müridlik, ancak halis ve doğru bir niyet ile olur. Bu niyet ise şudur: Şeriata bağlılık ve ehli sünnet vel cemaat itikadına uyduktan sonra, varlıktan sıyrılıp verilen amelleri yapmaktır.
Mürid için en zararlı duygu ve düşünce başa geçme arzusudur. Cizre beldesinden tarikatın gerileyip yol alamamasının sebebi sufilerin halifelik sevdasıdır. Çünkü onların sırf gailesi halife olma arzusu idi.
Mürid kendi iradesini şeyhinin iradesine teslim etmelidir. O halde sizler önce niyetlerinizi doğru yapınız ve hizmet etmeyi kendinize gaye edinip bununla uğraşınız.
Mürid mürşidini nefsten ve şeytandan gelen kılıç darbelerine karşı kalkan yapmalıdır. Mürid kendisinde bir şey olmadığını, bundan dolayı da mürşid eli tuttuğunu, o ele yapışması gerektiğini, eğer kendisinde bir şey olsaydı babasının evinde kalması gerektiğini düşünmelidir. Bir varlığı olmadığından dolayı mürşidin gölgesine sığınmayı kabul etmelidir.
Gavs-ı Hizani (ks) bir gün şöyle demişti:
- Değerli çoban, uyuzlu da olsa oğlağını çöllerde kurtlara terketmez. Mürid kendi amelini uyuz oğlak gibi kabul edip mürşidinin sürüsüne katmalıdır.
İşaretler, Umran Yayınları
Gavs-ı Sani Hazretleri (ks) şöyle buyurdu:
“Bu kapıda kişinin ne kadar hizmet ettiğine değil nefsinin ne durumda olduğuna bakılır.”
(En son düzenleme: 24-08-2008, 00:59 münacat.)
.
/
24-08-2008, 00:59
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Ömer b. Hattab’dan (ra) rivayet edilen, Cebrail’in (as) Rasulullah’a (sav) gelmesi, ona dinle ilgili bazı sorular sorması ve Rasul-i Ekrem’in (sav) cevaplar vermesi ile ilgili hadiste, Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
- “O, Cebrail (as) idi; Dihye b. Halife el-Kelbi suretinde indi.” (Nesai, İman, 6)
Hadisten çıkan netice: Temessülün mümkün olması.
Bir varlığın kendi vücudunun asli hüviyetini korumakla birlikte başka bir şekilde ortaya çıkmasına temessül denir. Bu ikinci şekle suret-i misal (misali şekil) de denilir. Rüya ve keşiflerin çoğunluğu böyledir. Harikulade olan temessül, bazen kulun uyanık halinde de olabilir. Yukarıdaki hadiste bunun ispatı vardır.
Hz. Cebrail (as) sadece insan şeklinde gözüktü, insan suretine girdi. Yoksa meleklikten çıkıp insan olmadı. Kur’an’da da bu temessülün delili vardır. Allah Teala şöyle buyuruyor:
- “…(Cebrail as) ona düzgün bir insan şeklinde göründü.” (Meryem 19/17)
Cebrail (as) insan şeklinde temessül etti. Bu temessülü tenasüh gibi yanlış anlamamak lazımdır. Çünkü temessülde bir varlık gerçekten başka bir kalıba dönüşmez. Fakat tenasüh (reenkarnasyona benzer bir teori) ruhun başka bir bedene intikal etmesi olarak kabul edilir, bu ise batıldır (doğru değildir).
Şeyh Eşref Ali Tanevi
Gavs-ı Sani Hazretleri buyurdular ki:
“Bu dünya bir han gibidir. Ahiret yolcusu bütün hazırlığını bu handa yapmalıdır. Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çıkmıştır. Ölümle başlayan bir yolculuğun geri dönüşü yoktur. Yola çıkan kimsenin hedefine ulaşması için belli bir yol ve usül takip etmesi gerekir. Başıboş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye varacağı da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yolda Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- izinden başka Allah’a giden bir yol ve kapı yoktur. Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- hayatını yaşamak için de ulu sadatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber’e -aleyhissalatü vesselam- hakkıyla uymanın en güzel yolu sünnet üzere yaşayan sadatları takip etmektir. Sadatlar sünnet-i seniyyeyi kal olarak değil hal olarak yaşar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasip olur. Böylece ebedi ahiret yolculuğu iman ile başlamış olur. En büyük saadet de budur.”
Gavs-i Sanİ’den İncİler
Yüce Allah’in rahmeti çok genistir. O, bu rahmetini kullarina vermek istiyor, bunun için ufak bir bahane ariyor. Siz bu rahmete ermek için
bir bahane bulun. Küçük-büyük demeden Allah rizasi için önünüze gelen
hayirli isleri yapin. Önceki büyükler zamaninda söyle bir hadise anlatilir:
Ibn-i Asfur diye birisi vardi.Bu zatin hayirli ameli azdi. Bu zat birgün
bir kusu yakalayip onunla oynayan bir çocuk gördü.Çocuk kusla oynuyor,
oynarken de kusa eziyet ediyordu. Bu zat, Allah rizasi için su kuşu çocu-
ğun elinden kurtarayim diye niyet etti. Biraz para çikardi,çocuga verdi.
Çocuk parayi görünce kusu ona verdi. Ibn-i Asfur da kusu salip azat etti.
Bu zat bir zaman sonra vefat etti. Bunun Allah dostlarindan bir komsusu
vardi. Bu veli bir gün onun kabrine gitti. Ona dua ve istigfar etti. Sonra gözlerini yumdu, murakebeye girdi. Yüce Allah’tan onun kabirdeki halini
göstermesini istedi. Yüce Allah onun kabir halini bu veliye gösterdi.
Adam evliyalar gibi güzel bir haldeydi. Ona, ” bu halin ne güzel,bu hali
nasil elde ettin,sana ne muamele edildi?” diye sordu.
Adam: ” Bu ise ben de sasirdim fakat çok memnunum. Bana, sen bizim
rizamiz için gücün yetti bir kusu azat ettin; biz de seni günahlarindan azat
edecegiz, bizim de buna gücümüz yeter. Sen bizim rizamiz için o çocugu
ve kusu sevindirdigin gibi, biz de seni sevindirecegiz, dendi ve iste bu güzel nimetler bana verildi.” dedi
…
Sen niyetini Allah için yap, gerisi güzel gelir.Allah kuluna kafidir.”
” Benim Allah’in rizasindan baska bir derdim ve Rasulullah ( Aleyna Ve Aleykum Selam)
in sünnetini ihyadan baska bir isim yoktur.”
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadiklarla beraber olun.”
ayetini okuyarak basladigi bir sohbetinde buyurdu ki : “Sadiklarla
beraber olan kimse,onlarla birlikte hasretilir. Baksaniza,Ashab-i
Kehf’in köpegi necisül ayn oldugu halde onlarla birlikte bulunmasi
bereketiyle cennete girecektir. Insan ne olursa olsun sadik kullarla
kamil mürsitlerle birlikte bulunmalidir.Zahiren beraber olamayan
kimseler manen (kalb ve hayali ile) onlarla birlikte olmaya çalismalidir.
Gavs hz. leri buyurdu ki : “iki gün hirsizla gezersen üçüncü gün sen de hirsiz olursun.” Bunun için Rasulullah( Aleyna Ve Aleykum Selam) : ” Kisi arkadasinin dini ( hal
ve gidisati) üzeredir.” buyurmustur.
” Baskalarina hizmet etmek isteyenler, kendilerini islah etsin yeter.
Çünkü nefsini islah eden kimse baskalarina fayda verebilir ve güzel
seyleri temsil edebilir.Sadat-i Kiram,nefislerini islah edip güzel ahlaki
elde ettikleri için Allah yolunda insanlara büyük fayda vermislerdir.
En büyük hizmet,güzel ahlakli ve edepli bir insan olmaktir.”
” Kalbin gidasi zikirdir.Günahlar ise, seytanin gidasidir.Kalbini diriltmek
ve beslemek isteyen kimse Yüce Allah’in zikrini çok yapmalidir.
Günah işleyenler,kalplerini zayiflatip seytani kuvvetlendirmis olurlar.
Seytani kuvvetli olanin dini zayif olur.Onun için haramlardan uzak durmalidir.
” Bu dünya bir han gibidir; ahiret yolcusu bütün hazirligini bu handa yapmalidir.Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çikmistir. Ölümle baslayan bir yolculugun geri dönüsü yoktur. Yola çikan kimsenin,hedefine ulasmasi için belli bir yol ve usul takip etmesi gerekir.Basi bos ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varmasi mümkün degildir. Onun nereye varacagi da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yol da Hz. Rasulullah (s.a.v) in izinden baska Allah’a giden bir yol ve kapi yoktur. Hz. Rasulullah’in ( s.a.v) hayatini yasamak için de ulu Sadatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber’e (s.a.v) hakkiyla uymanin en güzel yolu,sünnet üzere yasayan sadatlari takip etmektir. Sadatlar, sünnet-i seniyyeyi kal olarak degil,hal olarak yasar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasib olur. Böylece ebedi ahiret yolculugu iman ile baslamis olur. En büyük saadet te budur.”
Gavs-i Sani Hz. :Insanin kalbi yumruk kadardir.Bunun içinde muhabbetullah olmasi lazimdir…Sonra orda yanan isigi göstererek;Su anda isik yaniyor,etraf aydinlik.Bu isik sönerse etraf karanlik olacak.Ayni anda hem isik hem karanlik olmaz.Isik yanarsa aydinlik olur;sönerse karanlik olur.Kalbin durumu da böyledir.Onun içinde muhabbetullah/Allah sevgisi olmasi lazimdir.Muhabbetullah yoksa baska seyler vardir.Baska seyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez.Allah muhabbetini elde etmek için su dört seye sofi devam etmesi gerekir;Mürsidi ziyaret,Mürsid sohbeti,Rabita,Vird…
”Bir insan sabah kalkinca,güzelce abdestini alsa,evinden isine giderken:
”Ya Rabbi!sen Rezzaki Mutlaksin/bütün yarattiklarinin rizkini verirsin.Biz çalissak da çalismasak da sen bizim rizkimizi verirsin.Lakin rizik için çalismayi bize sen emrettin.Biz senin emrine uyup rizkimizi aramaya gidiyoruz”diyerek niyet etse ve bu niyetle işe başlasa bütün gün boyunca başini secdeden kaldirmayip nafile namaz kilan kimse gibi sevap kaznir.Insan için bunu yapmak çok kolaydir.Bu sevabi kazanmak için güzel niyet etmesi yeterlidir.”
”Yüce Allah’i zikre devam ediniz.Zikir çekerken uyanik olunuz.Allah zikrini kalbinizin içine yerlestiriniz. Zikir kalbe yerlesince siz istemesenizde kalp Yüce Allah’i zikreder.Midenizi düsünün;o,siz istemesiniz de kendi isini görür.Siz uyurken bile işine devam eder.Içine zikir yerleşen kalp de böyledir.”
Ne anne, ne baba, ne arkadaş insana fayda vermesi mümkün değildir. Insana ancak SADATLARDAN fayda vardir..
(En son düzenleme: 24-08-2008, 01:01 münacat.)
.
/
24-08-2008, 01:02
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
MÜRŞİD İMANA NASIL KEFİL OLUR ?
Bir mürşidin müridlerinin imanını kurtarma meselesi, çok tartışılan konulardan biridir. Gerçekten de bu konuyla ilgili cevaplanması gereken birçok soru var. Son nefesin nasıl verileceğini Allah’tan başkası bilebilir mi? O’ndan başka kim cennet garantisi verebilir? Bir mürşidin kendi imanı garanti altında mı ki, başkalarına kefil olsun? İnsanoğlunun böyle bir yetkisi var mı? Ölüm anında yanında olmadığı birine mürşid uzaklardan nasıl yardımcı olabilir? Mürşid eli tutan herkesin imanı garanti altında olabilir mi? Cevaplanması gereken sorulardan sadece birkaçı bunlar...
Hepimiz inanıyoruz ki, sonumuzun ne olacağını ancak Allahu Tealâ bilir. Hüküm O’nun elindedir. Cennet ve cehennem O’nun emrindedir.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de cehennemi şeytana uyanlarla dolduracağını, insan ve cinlerden pek çoğunun da şeytana uyup bu sonuca gideceğini bildirir (Araf/179; Sad/84-85). Bununla beraber, hiç bir ayette isim verilerek “falan kimse iman üzere ölüp cennete gidecektir” şeklinde bir haber yoktur. Ancak başta peygamberler olmak üzere, Allah’a iman ve itaat eden bütün müminlerin ebedî saadete erecekleri, cennete girecekleri bildirilir (Bakara/25, 82; Nisa/57, 122, 124). Kur’an kime cennet garantisi verir?
Demek ki Allahu Tealâ, salih amel işleyen erkek-kadın bütün müminlere cennet garantisi vermiştir. Hatta, Rasulullah Aleyna Ve Aleykum Selam. Efendimiz’in müjdesine göre, Allahu Tealâ kalbinde zerre kadar iman taşıyarak huzuruna gelen herkesi, geçici bir süre affedilmeyen günahları sebebiyle cehenneme atsa da sonuçta oradan çıkarıp cennete koyacaktır (Buharî, Müslim, Tirmizî). Allahu Tealâ, inananları, kalplerine yerleşen kelime-i tevhid üzerinde dünya ve ahirette sabit tutacağını bildirmiştir (İbrahim/27). Ayrıca, kendisine dost olan müttakilerin, dünyada, ölüm anında ve ölüm ötesinde emniyette olduklarını, hiçbir korku ve hüzün yaşamayacaklarını müjdelemiştir (Yunus/62-64). Yine Kur’an’da, Allah yolunda şehit olanların Cennetteki güzel halleri anlatılmıştır. Bunların yanı sıra, Rasulullah Aleyna Ve Aleykum Selam. Efendimiz de sahabeden bazılarının ismini vererek, onların cennetlik olduklarını bildirmiştir. Ayrıca, kendisine tabi olup yolundan giden bütün ümmetinin Cennet’e gireceğini de haber vermiştir (Buharî, Ahmed). Dilini ve edep yerini haramdan koruyanların cennete gireceğine kefil olmuştur (Buharî) Buna benzer çok sayıda hadis ve haberler bulunur. Bütün bunlardan şunu anlıyoruz: Kur’an ve hadiste cennetliklerin isim listesi değil, sıfatları yani halleri zikredilmiştir. Kimde o sıfatlar bulunuyorsa, Allah ve Rasulü’nün müjdesine ulaşır. Bütün peygamberler insanları Allah’ın rahmetiyle buluşturmak için çırpınmışlardır. Kendilerinin Allah yolunda bir davetçi olduklarını söylemişlerdir. Davetleri, vaadleri, müjdeleri, tehditleri kendilerine ait değildir. Hepsi Alemlerin Rabbi’ne aittir. Onlar, ilahî emaneti yerine getirmek, rahmet ve nurdan nasibi olanları nasipleri ile buluşturmakla görevlidirler. Peygamber vârisi kâmil mürşidlerin, derecelerine göre yaptıkları da aynıdır. Mürşid cennetin yolunu tarif eder. Kâmil mürşid, kimseye cennet bileti dağıtmaz. Sadece herkesi cennete giden yola davet eder. Elinden tutanın artık bütün tehlikelerden kurtulduğunu söylemez; “elimden sıkı tut!” der ve onu Allah rızasına giden yolda koşturur. Onlar, Allah’ın hükmünü ve hukukunu, iyi bilir. Allah rasulü’nün yolunu başına taç, gönlüne ilaç yapar. Allah ve Rasulü’nün hükümlerine teslim olur. Vaatlerine hiç şüphesiz inanır ve güvenir. Kendisine tabi olanları da bu müjde ve rahmetle buluşturmak için gayret eder. Talebelerini edeple terbiye edip Allah’a teslim etmek ister. Onlara iman dersi verir. Salih ameli öğretir. İhlasa yapıştırır. Bu yolda sadık ve sabırlı olmalarını tavsiye eder. Ölene kadar başlarını bekler, önlerinde örnek olur, yolu gösterir, engelleri geçirir. Şeytana karşı uyarır, nefsin hileleri karşısında uyandırır. Devamlı zikir ve fikir ile meşgul eder, Allah sevgisini kalplere iyice yerleştirir. Bunu kalbi boş kuruntu ve korkulardan kurtarmak için yapar. Ölürken ve ölümden sonra kula fayda verecek ve ondan istenecek tek şeyin kalb-i selim olduğunu bilir. Kalb-i selim, Allah ile huzur bulan kalp demektir. Mürşidin bütün hedefi kalbi bu hale getirmektir. Bu şekilde Allah’a bağlanan kalbin sahibine Yüce Mevlâmız’ın hediyesi iman selameti, cennet ve Cemalullah nimetidir (İbrahim/27; Kaf/31-33; Yunus/26). Kâmil mürşidin kendi elinde bir fayda ve zarar verme yetkisi yoktur. Fayda ve zarar Yüce Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olur. Mürşid, ilâhi nimetlerin kula ulaşmasında bir vasıtadır. Velileri sevmenin asıl meyvesi ahirettedir. Hemen şunu belirtelim ki, bir velinin Allah için sevilmesi büyük bir saadettir. Onun terbiyesine girilmesi ayrı bir nimettir. Bu nimetin ahirette de fayda vermesi için ilk şart samimiyettir. İkinci şart, ölene kadar bu yolda sabır göstermektir. İhlassız ve sabırsız olanlar hayırlı sonuçtan mahrum olurlar. Allah yolunda kurulan bir dostluğun fayda vermesi için, onun ölene kadar muhafazası şarttır. Bir önemli şart da, güç yetebildiği nisbette amel etmek ve sevginin hakkını vermektir. Allah yolunda rehber olan kâmil mürşide ve hak yola muhabbetini koruyan, bunda samimi olan, münkirlik yapmayan herkes, bu sevgisinin faydasını mutlaka görür. Şu hadiseden payımıza düşeni alalım: Hz. Enes R.A. anlatıyor: Bir adam Hz. Rasulullah Aleyna Ve Aleykum Selam.’a yedi sene hizmet eder. Efendimiz Aleyna Ve Aleykum Selam. bir gün: “Onun bizim üzerimizde hakkı vardır; çağırın da bir ihtiyacı varsa bize bildirsin, yerine getirelim.” buyurur. Adamı çağırırlar. Efendimiz Aleyna Ve Aleykum Selam.: “İhtiyacını bize söyle yerine getirelim.” buyurur. Adam: “Ya Rasulallah! Bana sabaha kadar müsaade buyurun; benim için hayırlı olanı nasip etmesi için Allahu Tealâ’ya yalvarayım.” der. Sabah olunca, Efendimiz’in yanına gelir ve: “Ya Rasulallah! Sizden kıyamet günü bana şefaat etmenizi ve sizinle cennette beraber olmayı istiyorum.” der. Rasulallah Aleyna Ve Aleykum Selam., ‘Allah müminleri dünya ve ahirette sağlam ve sabit söz (kelime-i tevhid) üzere sabit tutar.’ ayetini okur ve peşinden: “O halde bu isteğinin gerçekleşmesi için çokca secde ederek, kendi adına bana yardımcı ol!” buyurur. (Müslim, Ebu Davud, Nesaî) İmana kefil olmanın gerçek anlamı İşte bir mürşidin müridine diyeceği de aynen budur. Önce iman, itaat, hizmet. Sonra istiğfar, peşinden dua ve ümit. Bundan sonrası Alemlerin Rabbi’nin hüküm ve rahmetine kalmıştır. O dilerse kulunu rahmetiyle kuşatır, ölüm halinde onu melekleriyle destekler, güzel ruhlarla şenlendirir; şeytanın hilelerinden kurtarır, hesabını kolaylaştırır. Bir mürid, mürşidine: “Benim imanıma kefil olur musunuz?” diye sorunca, mürşid şu cevabı vermiştir: “Eğer sen ölene kadar Allah ve Rasulü’nün yolunda gidersen ve bizim tavsiyelerimize uyarsan, senin imanla öleceğine kefil olurum!” İşte herkese vaad edilen iman emniyeti budur. Mürşidin kefil olması da böyledir. Mürşid-i kâmilin elinden tutup hak yolunda yürüyen insan, aslında bir cemaat desteğinde imanını ve edebini korumaya çalışıyor. Çünkü, kendisiyle aynı hedefi paylaşan müminlerin en mühim işi, iyilik ve takva yoluyla birbirlerine yardımcı olmaktır. Ölüm anına kadar bu niyetini koruyan, Allah için sevdiği mürşidinden ve kardeşlerinden ayrılmayan, bu şevk ve sevgi desteği ile ibadete devam eden, hizmeti terketmeyen, zikir, şükür, sabır ve ilâhi takdire rıza içinde ömrünü tamamlayan bir insan, inşaallah iman selametiyle ahirete göçecektir. Bu bizim tahminimiz değil, Yüce Rabbimiz’in vaadi ve müjdesidir. Temiz ruhlara verilen yetkiler
Ruhlar, Allahu Tealâ’nın emrinde ve hükmündedirler. Ruhlar, melekler aleminin özelliklerine sahiptirler. Allah’ın nuru ile nurlanmış, boyası ile süslenmiş ruhlar, özel yetkilerle donatılmışlardır. Allah onları sevmiş, meleklerine sevdirmiş, kendilerine bizim bilemediğimiz nice kerametler vermiştir. Allahu Tealâ bir kudsi hadiste, sevdiği salih kullarının özel bir nur ve destekle gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olacağını; onların gözüne, kulağına, diline, eline, ayağına başkalarına vermediği özellikler ve tasarruf gücü vereceğini müjdelemiştir (Buharî, İbnu Mace, Beğavî). İşte Allah dostlarının, Allah’ın izniyle insanlar ve eşya üzerindeki tasarrufu, uzaktaki insanlara yardım etmesi, bu hadiste belirtilen yetkiye girmektedir. Bu bir keramettir; Allahu Tealâ’nın kuluna verdiği özel bir nimettir. Büyük veli Mevlâna Halid Bağdadî K.S., velilerin, ölüm halindeki müridlerine yardımlarının ruh vasıtası ile olduğunu belirtmiştir. Ruhlar nurla hareket ettiklerinden, Allah’ın izniyle bir anda gökleri ve yerleri dolaşma ve görme imkanları vardır. İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbanî K.S. Mektubat isimle eserinde, Allahu Tealâ’nın, bu üstün kabiliyetli ruha sahip irşad kutbu dostu vasıtasıyla, dilediği kullarına pek çok yardımlarda bulunacağını, bazen bu yardımdan o ruhun sahibi velinin haberinin olmadığını, olmasının da gerekmediğini bildirir. Ölene kadar delil olan, ölürken kefil olur. Kâmil mürşid, yeryüzünde Allah’ın şahididir; insanların haline şahitlik yapar. Hidayet yolunun rehberidir, kendisine tabi olanları hak üzere terbiye eder, kalpleri dünyadan çözüp Allah’a bağlar. Onların iyiliğine sevinir, kusurlarına üzülür. Sevgisi ve kızması Allah içindir. Gülmesi ve ağlaması Allah içindir. Kâmil veli, iman, ihlas, takva ve edeb yolunun imamıdır. Kim onları ölene kadar bu yolda kılavuz yaparsa, onlar da o kişinin imanına şahitlik yaparlar. Allahu Tealâ bu şahitliği kabul eder. Bir ömür süren bu dostluk ölümle bitmez, ölümden sonra daha tatlı, daha menfaatli olur. Allah için yapılan dostluğun asıl faydası ölümden sonra ortaya çıkar. Mümin vefat ederken, ölüm meleği canını almaya geldiğnde yalnız gelmez. Yanında yardımcıları vardır. Ayrıca vefat eden müminin ruhunu karşılamak, onu sevindirmek, yeni yurdunda rahat ettirmek, endişe ve korkusunu gidermek için Allahu Tealâ bir çok meleğini gönderir. Melekler vefat eden salih mümine: “Korkma, sana vaad edilen cennetle sevin. Biz senin dünyada dostun idik, ahirette de dostunuz. Sana Allah’ın vaadi ve hediyesi olan cenneti müjdelemeye geldik, gözün aydın olsun!” derler. (Fussilet/30-32) Melekler Allah’ın ordusudur. Veliler de Allah’ın dostu ve ordusudur. Onlarla dilediği kimselere yardım eder, zayıf anında destekler. Bir mümine yardım edilecek en nazik an ise ölüm anıdır. Ölümden sonra devam eden vefa Allah dostları merttir, vefalıdır. Sevdiklerini dünya ve ahirette unutup ihmal etmezler. Onlar, ölene kadar terbiyesi ile meşgul oldukları bir talebesinin ölümden sonra da haklarını en güzel şekilde korurlar. Onu kabirde yalnız, duasız ve hediyesiz bırakmazlar. Sadık dostlarını dua, istiğfar ve gözyaşı ile desteklerler. Bu, Yüce Peygamberimiz Aleyna Ve Aleykum Selam.’ın ahlâkı ve emridir. Kabirdeki kimseye, kabrin dışındakilerin yardımı ve faydası olur. Kabrin dışında yapılan dua ve istiğfar, Allah için dökülen gözyaşları, müminin hesabının kolay olmasına, hatta kabir azabının kalkmasına vesile olur. Allah Rasulü Aleyna Ve Aleykum Selam. Efendimiz bir mümini kabre koyduktan sonra, oradakileri onun yardımına davet ederek şöyle buyurmuştur: “Kardeşinizin affı için yakarın. Allahu Tealâ’dan onu imanında sabit kılmasını isteyin. Çünkü şu anda ona sual sorulmaktadır.” (Ebu Davud, Hakim) Bir mürşid, her gün yapmakta olduğu zikirlerin, hayırların sevabını vefat eden mürid ve sevenlerinin ruhlarına hediye eder. Vefat eden bir mümini anne-babası, çocukları ve eşi unutabilir. Ona dua etmekten, onun için gözyaşı dökmekten usanabilir. Onu desteksiz ve hediyesiz bırakabilir. Ancak, bu mümini peygamberi unutmaz. Bulunduğu makamda devamlı dua, istiğfar ve şefaatıyla onu destekler. Hepsi cennete girene kadar, kendisini seven ümmetinin derdine düşer. İşte peygamber vârisi kâmil mürşidler de bu ahlâk üzeredirler. Onları Allah için sevenlerin gözü aydın olsun. Dilaver Selvi Kaynak: Menzil.net
.
/
24-08-2008, 23:05
gavsi sani hz sohbetlerinden
Sohbetlerinden...
bu Yolunamaci Allah (c.c.) Rizasidir.
Kişi Ne Yaparsa Allah (c.c.) Nin Rizasi Için çalişmali, Ne Yaparsa Allah (c.c.) Için Yapmali Ki, Ahirette Yüzü Beyaz Olanlardan Olsun.
Evden çikarken Evdekilerin Rizkini Kazanmaya Diye Niyet Etmemeli, üstümüze Vacip Kilindiği Için (sizin Için çikiyorum) Diye Allah (c.c.) Rizasi Için Niyet Edip çalişmaya öyle çikmaliyiz, çünkü (allah C.c.) Rizkiniza Kefilim Diye Buyuruyor.
Sabah Namazindan Sonra üstünüzü Başinizi Giyip Evden çikarken Allah (c.c.) Rizasi Için Niyet Edin.
Yaptiğiniz Her Işte Niyetiniz Allah (c.c.) Rizasi Için Olsun.
Niyet çok önemli. Ne Iş Yaparsaniz Yapin önce Niyetinizi Kontrol Edin.
Allah (c.c.) Namazi Niyetsiz Kilarsaniz Kabul Etmez.
Nefis Ve şeytan Düşmandir, Bunlara Uymayin !
Nefs-i Emmare Insani Devamli Kötülüğe Sevkeder,ondan Kurtulmak Lazim.
Dünyada çok Para Kazanan Bir Kişi Dünyada çok Hürmet Görebilir Reisicumhur Ve Bakanlar Kime Hürmet Gösterir; Parasi Olana Ve Dünya Parasi Olduğu Zaman Dünya Kapilari Açilir. Nasilki Dünyada Paraniz Olduğunda Hürmet Görüyorsaniz, Ahirette De Hürmet Görmek Için Kapilarin Açilmasi Için Ahiret Parasi Biriktirmek Ve Ameli Salih (salih Amel) Işlemek Lazim Ki, Oradada Peygamberler, Sahabeyi Kiram Ve Evliyalar Hürmet Göstersin Ve Yer Göstersin.
Onun Için Dünyada Ticareti Iyi Yapmak Ve Cebimizi Sevap Ve Iyiliklerle Doldurmak Gerek. Nasil Ki Parasi çok Olana Izzet Ve Ikramda Bulunuluyorsa Ahirette De Sevabi çok Olana Hürmet Gösterilir.
Gavs Hazretleri Buyurdular Ki; Dünya Ahiretin Peşinden Gelir Ama, Ahiret Dünyanin Peşinden Gelmez.
Siz Ahiret Için Yani Allah (c.c.) Rizasi Için çalişirsaniz Dünyalik Size Kendisi Gelir.
Hz.peygamber (s.a.v.) ümmetine çok Düşkündür. Ahirette Diğer Peygamberler Kendi Nefislerini Düşünürken, Bizim Peygamberimiz Hz.muhammed (s.a.v.) ümmeti ümmeti Der. Bizde Onu Mağdur Etmemek Için çalişmamiz Lazim.
Alah (c.c.) Peygamberimizin şefaatini Size Ve Bize Nasib Etsin.
Allah (c.c.) Hepinizden Razi Olsun.
__________________
.
/
24-08-2008, 23:06
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Bir haç ziyareti sırasında Gavs-ı Sani Hz.lerinin Ravzada Resulullaha
(s.a.v.) hitaben yaptıkları münacaattır
MÜNACAAT-I GAVS-I SANİ
Esselam-u Aleyküm alemlerin rahmeti,
Esselam-u Aleyküm Rabbimin Habibi,
Esselam-u Aleyküm Anamız Fatıma’nın babası
Esselam-u Aleyküm dedelerimin dedesi
Esselam-u Aleyküm Ya Resulullah
Nuri Arşillah.
Cümle günahlarımla, isyanlarımla geldim Senin kapına.
Sultan-ı Melül bu günah benim günahım değil,
Ya Resulullah ümmetinindir; sofilerinindir.
Ya Rasulullah sen nasıl ki arşa ümmeti- ümmeti dedin, şimdi ben senin kapında sofilerim-sofilerim…
Ya Resulullah, eğer Habibimin sana verdiği vaat gibi, sen de bana, bu evladına söz vermez isen Arş-ı ala günü bayrağının altına almaz isen ben evliyalığı neyleyim. Ben sofilere ne söyleyim, hangi yüzle döneyim.
Şefaatin Ya Ceddil Hasan’ı Şefaatin Ya Habibillah…
Sen söylemişsin evliyaları seven bizi sever, bizi seven Allah’ı sever. Bizleri sevmişsin, bizi siz evliya etmişsiniz, onlar için aflarını, müjdelerini vermezsen kasva (kölen) gibi başımı vurur ben gitmem bu kapından…
İlla af Şefaatillah…
Sofilerin af şefaati Ya Ebu Kasım Muhammed Aleyna Ve Aleykum Selam.v
Bir haç ziyareti sırasında Gavs-ı Sani Hz.lerinin Ravzada Resulullaha
(s.a.v.) hitaben yaptıkları münacaattır
MÜNACAAT-I GAVS-I SANİ
Esselam-u Aleyküm alemlerin rahmeti,
Esselam-u Aleyküm Rabbimin Habibi,
Esselam-u Aleyküm Anamız Fatıma’nın babası
Esselam-u Aleyküm dedelerimin dedesi
Esselam-u Aleyküm Ya Resulullah
Nuri Arşillah.
Cümle günahlarımla, isyanlarımla geldim Senin kapına.
Sultan-ı Melül bu günah benim günahım değil,
Ya Resulullah ümmetinindir; sofilerinindir.
Ya Rasulullah sen nasıl ki arşa ümmeti- ümmeti dedin, şimdi ben senin kapında sofilerim-sofilerim…
Ya Resulullah, eğer Habibimin sana verdiği vaat gibi, sen de bana, bu evladına söz vermez isen Arş-ı ala günü bayrağının altına almaz isen ben evliyalığı neyleyim. Ben sofilere ne söyleyim, hangi yüzle döneyim.
Şefaatin Ya Ceddil Hasan’ı Şefaatin Ya Habibillah…
Sen söylemişsin evliyaları seven bizi sever, bizi seven Allah’ı sever. Bizleri sevmişsin, bizi siz evliya etmişsiniz, onlar için aflarını, müjdelerini vermezsen kasva (kölen) gibi başımı vurur ben gitmem bu kapından…
İlla af Şefaatillah…
Sofilerin af şefaati Ya Ebu Kasım Muhammed Aleyna Ve Aleykum Selam.v
(En son düzenleme: 24-08-2008, 23:06 münacat.)
.
/
24-08-2008, 23:09
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
İRŞAD NEDİR, MÜRŞİD KİMDİR?
Hakiki ve kâmil bir mürşid, iman kurtarma noktasında adeta bir can simidi gibidir. Ancak “taklidinden sakınmak” şarttır. Aksi halde imanı kurtarmak bir yana, tehlikeye bile girebilir. Her meslek ve meşrepte olduğu kadar, bu meslekte de akidesi, niyeti bozuk, menfaatçi, sahte veya eğitimi yetersiz, kemale ermemiş olanlar mevcuttur. Fakat sahte olanları kolay ve çabuk fark edilirler. Yeter ki biraz basiret ve feraset olsun.
Sahte mürşidleri ele veren ipuçları genellikle şunlardır:
Dünya üzerinde öyle mübarek zâtlar var ki, Allah onları insanları karanlıktan aydınlığa çıkarsınlar diye hizmetine almıştır.
Onlar insanlığın irşadı için, kurtuluşu için görevlendirilmiş velilerdir. Allah'tan başkası önünde eğilmezler ve O'nun rızasından başka bir şey de talep etmezler.
Onların gayeleri sadece Alemlerin Rabbi Allah'tır. Sözleri O'nu zikirden ibarettir. Güneş gibidirler. İnsanlar için bir ışık, insanlık için bir aydınlık... Yol'dan, Yolumuz'dan haber verirler, rehberlikleri ile önümüzü aydınlatırlar. Hiç bir karşılık talep etmeden, beklemeden...
O aydınlıktan faydalanabilmek için onları bilmek, tanımak, yaptıkları irşadı anlamak gerek. İrşad nedir, mürşid kimdir bilmek gerek.
Dünya hayatının en şerefli ve en değerli işi, gönülleri Hakk'a uyarıp, duygu ve düşünceleri Allah ile buluşturmaktır. Çünkü şuur sahibi bütün varlıkların yaradılış gayesi Allah'ı tanımak ve O'na ibadet etmektir. (Zariyat, 56)
Bu gayeden uzaklaşıldığı an, hayat manasını yitirmiş, imtihan kaybedilmiş, dünya hayatıyla birlikte ebedi hayat da hüsrana uğramış olur.
Muhtelif ayet ve hadislerde işaret edildiği üzere, Allah'ın zikri bütünüyle yeryüzünden kalktığı zaman dünyanın da varlık sebebi ortadan kalkmış ve kıyamet vacip olmuş olur. Demek ki, dünyayı ayakta tutan şey Allah'ın zikridir. İşte insanın yüzünü Hakk'a çevirmekten ibaret olan irşadın değeri, bu yaradılış gayesinden kaynaklanmaktadır.
Böylesine şerefli bir vazifeyi, Allah en seçkin kulları olan peygamberlerine ve onların vârislerine vermiştir. Şayet irşaddan daha değerli ve şerefli bir iş olsaydı, Cenab-ı Hak peygamberlerine o vazifeyi verirdi.
İrşadın manası ve ehemmiyeti
Kelime olarak irşad: Hak ve hakikate, iyiye, doğruya tercüman olmak, Allah yolunu göstermek manalarına gelmektedir. Tasavvufî manasıyla irşad ise: Allah'ı kullarına, kullarını da Allah'a sevdirmektir. Belirli bir eğitimi ve metodu olan bu irşadı, şu şekillerde de tarif edebiliriz:
* Yaratıcısıyla tanışık olmayan ruhları onunla tanıştırmak, Rabbi'yle tanışık olan ruhları da onunla olan münasebetlerinde derinleştirip yükseltmek.
* Potansiyel olarak insanlık kabiliyetine sahip olan insanı, fiilen insan haline sokmak. Diğer bir tabirle “insan-ı kâmil” yapmak.
* İnsanın şer kabiliyetini hayır kabiliyetine çevirmek suretiyle, şeytan ve onun temsil ettiği kötülükleri bertaraf etmek.
* İnsanı iyiliğe, ibadete, güzel ahlâka, salih amele, istikamete… hasılı Rabbi'nin rızasına yöneltmek suretiyle O'na ulaşmasını sağlamak.
Mürşidin mana ve keyfiyyeti
İrşad eden, doğru yolu gösteren rehber zata mürşid denir. Allah'ın, doksan dokuz güzel isminden biri de “er-Reşîd” dir (bkz. Hûd Suresi, 87). Reşîd, mürşid anlamına gelmektedir. Çünkü asıl olarak hak ve doğru yolu gösteren, sonsuz rahmet sahibi Allahu Tealâ'dır. Nebileri ve rabbanî alimleri vasıtasıyla insan ve cinleri ilâhi kitabının nurlu beyanlarına davet etmektedir. İnanan-inanmayan herkese merhamet buyurup, onları ebedi azaptan kurtaracak mürşidleri aralarından çıkarmaktadır.
Nitekim, her devirde bu vazifeyi hakkıyla yapabilecek mürşidleri yetiştirmek farz-ı kifayedir. Ayet-i kerimede: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir sınıf bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Âl-i İmran, 104) buyurulmaktadır.
Tasavvufta kemale ermiş, olgunlaşmış, evliyalık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kabiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zata mürşid-i kâmil denir.
Umumi manada mürşid-i kâmil, kalp ve kafa izdivacına muvaffak olmuş bir mana kahramanı, hakikat davetçisi ve gönüllere Hak esintilerini duyuran bir peygamber vârisidir. Ulaşmak isteyenle ulaşılacak olan arasında bir köprü mesabesinde olan mürşidin en belirgin vasfı, Hakk'a yakınlıktır. Onun fizikî alem kadar metafizik alemlere de gönül gözü açıktır. O, Allah, insan ve kainat münasebetini kavrayan, varlığın esrarına aşina bir arif, dünya- ahiret bilgileriyle donanmış bir bilgedir. Hak yolcusunun kalbine kendi hususi mazhariyetlerini yansıtan bir velîdir. İşte böylelerinin elinde her zaman kömürler elmasa dönüşmüş, taş ve toprak da altın seviyesine yükselmiştir.
Bu vadide, gavs ve kutuplardan düz nasihatçılara kadar birçok irşad ehlinden bahsetmek mümkündür. Fakat ruhlara insan-ı kâmil olma ufkunu açamayanlara mürşid denemez. Denemez; zira bunların kendileri irşada muhtaçtırlar ve mutlaka terbiye edilmelidirler. Bir atasözümüzde, “Kendi muhtâc-ı himmet bir dede, bilmez ki gayra nasıl himmet ede” denilir.
Vaiz-mürşid farkı
Vaaz ve nasihatle meşgul olanlar, ihlâslı olmak kaydıyla, irşad adına kısmen halka faydalı olabilirler. İlim öğretirler, faydalı ve doğru olanı kitaplardan okuyup anlatabilirler. Bazı konularda hayır ve iyiliğe de sevk ederler. Fakat kendisi kemale ermeyen nefs erbabı bir kimsenin, terbiye ile başkalarını kemale erdirmesi mümkün değildir. Muhataplarını nefs ve şeytanın hilelerinden kurtaramazlar. Hakiki Allah sevgisini veremezler. Terbiye etmeye kalktıklarında, kendilerini de muhataplarını da helâk ederler. Nefs ve şeytanın oyuncağı olurlar. Zaten terbiye ettikleri görülmüş bir şey de değildir. Böylelerinin hali, İmam-ı Gazalî Hazretleri'nin buyurduğu gibi, yakasında akrep olan bir kimsenin boynundaki akrebe aldırış etmeyip, eline aldığı bir yelpazeyle başkalarının burnundaki sineği kovalamasına benzemektedir.
Sıradan bir irşad eriyle Hakk'a yakınlık kazanmış velî bir mürşid arasında, en az yerden Arş'a kadar manevi mesafe vardır. Velîlik mertebesine yeni adım atmış mübarek bir zatla, gavs ve kutup gibi zirvelere tırmanmış Allah dostları arasında da belki bir o kadar mesafe daha vardır.
Onun için gavs ve kutup gibi zatlar hem malumdurlar, yani zahirde beşeriyet mertebesindedirler, hem de meçhuldürler ki, sırları gaybü'l-gaybdedir. Hak'dan başka onlara kimse muttali olamamıştır. Kendi evladından ve müridlerinden çok sayıda velî yetiştiren Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri'nin şeyhi Üftade Hazretleri şöyle demiştir: “Beni, ehil, evlad ve etbadan hiç kimse bilememiştir”
İşte bu gibi kutbiyyetini gavsiyyetle derinleştirmiş bir kâmil, mana atmosferine giren herkese ufkunun boyasını çalar, onları Kur'an ve Sünnet malzemesiyle adeta yeniden inşa eder.
Mürşidlerin makamları
Kâmil bir mürşidin velîlik makamına ulaşması mutlaka gereklidir. Aksi halde velî olmayan bir zatın taliplerine manevi u***** açması bir tarafa, onlara zarar bile verebilir. Velâyet ise, fenafillâh (Allah'da fani olma) makamıyla başlar. Bu, bir nevi yeryüzünden mesela Süreyya yıldızına kadar olan basamakları çıkmak gibidir. Velî bu mesafeyi bazen adımlarıyla, bazen de manevi bir vasıtayla çekilerek çıkar. Sonunda her türlü yön, mesafe ve mekândan münezzeh olan Allah'a vasıl olur.
Vuslata eren bir velînin tevhidi ve dolayısıyla da imanı kemale erer. Nefsanî ahlâkından soyunur. Rahmanî ahlâk ile ahlâklanır. Cenab-ı Hakk'ın tecellilerine mahzar olur. Lâkin bu makamda olan bir kimsenin alemi, şu gördüğümüz fizikî alem değildir. Her ne kadar cismi bu alemde olsa da, ruhu Arş-ı A'lâ ve onun üzerindeki manevi alemlerle alâkadardır. Bulunduğu alemin kayıtlarıyla sınırlıdır. O yüzden vecd ve istiğrak halleri galiptir. Çoğu zaman Allahu Tealâ'nın dışındaki her şeye (mâsivaya) şuurları kapalıdır. Avamdan olan halkla onların dünyası apayrıdır. İşte bunun için fenafillâh makamından bekabillâha dönmeyen bir velîye irşad görevi verilmez.
Bekabillâh, vuslat ile kemale erdikten sonra, bir bakıma çıktığı merdivenlerden geri dönüp, fizikî alemdeki insanların seviyesine inmektir. İrşad vazifesini yerine getirebilmek için bu iniş zaruridir. Zira, velî ile talibin arasında -makam bakımından olmasa da- mertebe açısından bir uçurum olmamalıdır.
Bir velî, Allah'a vuslat yolunda çıkarken ne kadar çok yükselirse, halkın seviyesine inişi de o kadar fazla olur. Aynı şekilde, fizikî aleme doğru ne kadar çok inerse makamı o kadar yüksek, irşadı o denli kuvvetli olur. Çünkü inişi fazla olduğundan mahluklara yakınlığı artar. Böylece kendisinden çokça istifade edilir. Nübüvvetten başka velâyet makamının da sultanı olan Hz. Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, çıkışta herkesten yukarı, inişte ise herkesten aşağı indi. Bu yüzden onun irşadı bütün peygamberlerden kuvvetli oldu ve bütün insanların peygamberi oldu.
Şu halde fenafillâh ve bekabillâh makamlarına ulaşan bütün mürşidler, prensipte kâmil bir velî olmakla birlikte, aralarında yerle gök kadar mesafe bulunabilmektedir. Aradaki bu fark hiç şüphesiz irşada da yansımaktadır. Ayrıca kutbiyyet ve gavsiyyet makamlarının sultanları ile bu makamda olmayanların ahiretteki şefaatleri her halde bir olmayacaktır. Hatta ehl-i keşfin beyanına göre, Gavs, duasıyla sûfi olmayanların da imdadına yetişir, onların son nefeste imanla kabre girmelerine vesile olur.
Kâmil mürşidlerin sözleri ölmüş kalpleri diriltmek için devadır. Onlar ashab-ı makâl gibi çuvallarla laf etmezler. Pek az ve inci gibi tane tane konuşurlar. Halleri her şeyi anlatmaya kâfidir. Bakışları manevi kalp hastalıklarının şifasıdır. Taş kesilmiş kalpler, onun sevgisine kavuşmakla yumuşak olur. Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere: “Görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” Cismanî yüzleriyle Allah'ın kullarıyla meşgul olurken, manevi yüzleriyle Allahu Tealâ'ya bağlıdırlar. Dışları halk, içleri Hak iledir. Hadis-i kutside Cenab-ı Mevlâ, “onların gören gözü, tutan eli, işiten kulağı” olduğunu beyan etmektedir. Kim bilir, belki de Hak Tealâ Hazretleri günde kaç kere kalplerinde tecelli edip, “Kalbin nasıl dostum?” diye sormaktadır.
Dolayısıyla böyle bir kalbe girebilmek kadar büyük bir saadet yoktur. Çünkü o kalbe girmek Hz. Rasulullah'ın kalbine girmek ve Allah'ın rızasına nail olmak manasına gelmektedir. Paha biçilmez değerde bir kristale benzeyen o kalbi kırmak ise, şekavetlerin en büyüğüdür. Çünkü bunun manası da yine hadis-i kutside belirtildiği üzere, Allah ile savaşmaktır.
Bir mürşide halife olmak
Kâmil mürşidlerin en tatlı ideallerinden biri de kendilerinden daha büyük mürşidler yetiştirmektir. Bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp, onların terbiyesi ile meşgul olurlar. Nihayet belirli mertebe ve makamlara ulaşan talip, mürşidinden icazet alarak halife olur. Yani mürşidlik yapmaya ehil bir kimse haline gelir. Bir mürşidin çok sayıda halifesi olabileceği gibi, hiç olmayabilir de.
Genel olarak iki türlü hilâfet şekli vardır. Birincisi işaretle verilen halifelik, ikincisi de zaruretle verilen halifeliktir. İşaretle halifelik, silsiledeki meşayih-ı kiramın mana alemindeki ittifakı ve işaretleriyle verilir. Tabii bu silsilenin başı Hz. Peygamber s.a.v.'dir. Cenab -ı Hak kimi seçtiyse, mürşid ona hilafet verir. Makbul ve üstün olan hilâfet şekli budur. Mürid, bu çeşit hilâfeti geri çeviremez. Kâmil (yetişmiş) ve mükemmil (yetiştirebilen) mürşidlerin halifeleri ekseriyetle böyledir. İstisnaları azdır.
Zaruri halifelik ise, bir ihtiyaç veya maslahata binaen, müridin makamı kemale ermediği halde sadece mürşidin izniyle verilen halifeliktir. Bu tip halifelerin mürşidi hayatta olduğu müddetçe insanlar ondan fayda görür. Eğer kemale ermeden mürşidi vefat ederse, onun işi tehlikeli ve zordur.
Yukarıda anlatılanların dışında, bir de müridler tarafından halife ilan edilen şahıslar vardır ki, bunların gerçekte mürşidlikle bir alakaları yoktur. Umumiyetle herhangi bir halife bırakmayan mürşide bağlı müridler bunu yaparlar. Belki seçtikleri zat çok iyi, muhterem ve hatta velî bir zat olabilir. Ama yukarıda anlatıldığı gibi, mürşidlik başka bir şeydir. Kâmil mürşid tarafından izin verilmedikçe irşadları muteber değildir. Hz. Peygamber s.a.v.'e kadar uzayan bir icazet silsilesinden de mahrumdurlar. Bu gibi zatlar cemaatin önünde hayırlı hizmetler yapan bir ağabey fonksiyonundan öte geçemez. Hakiki terbiye veremez. Başkalarına halifelik izni veremez. Verse de geçerli olmaz. Fenâ ve bekâ mertebelerine ulaşamadığı için, kendilerine rabıta yapılmasına izin veremez, daha doğrusu vermemelidir. Çünkü böyle bir rabıtanın faydası yoktur.
Ders vermek üzere kendilerine vekâlet verilen şahıslara ise vekil denilir. Bazı tasavvufî kollarda bunlara halife diyenler de vardır. Fakat söz konusu zatların mürşidlikle bir alakaları yoktur. Mürşidleri vefat eder ya da vekâletten azlederse, bunların vazifeleri sona erer.
Mürşidlik babadan oğula geçer mi?
Mürşidlik kesinlikle babadan oğula, kardeşten kardeşe, kan bağıyla veya irsiyetle geçen bir vazife değildir. Mürşidlik, ancak amel edip matlup olan mertebelere ulaşan ve ilmi olan salike Allah'ın ihsan ettiği bir görevdir. Bu saadete nail olan, mürşidin oğlu da olabilir, yabancı birisi de...
Fenafillâhtan bekabillâh makamına kim döndü ise, Allah'ın izniyle ona vazife verilir. Dönmeyene irşad izni verilse de, böylelerinin mürşidi hayatta değilse irşad vazifesi yapmamaları daha uygundur.
Kâmil mürşidlerin dikkatle üzerinde durdukları konulardan biri de, bu makamın layık olana verilmesidir. Üftade Hazretleri'nin buyurduğu gibi, yakın çevrede kâmil mürşidlik makamına elverişli hiç kimse kalmasa, dünyanın öbür ucundan layık olan getirilip o makama oturtulur. Tarih boyunca bu hassasiyete sahip olmayanlar kısa zamanda dağılıp gitmişlerdir. Nitekim dergâhların çöküşünü hazırlayan önemli sebeplerden birisi de budur. Geçmişte bazı tasavvufî kollarda, yetişmiş erkek evladı bulunmadığı için beşikteki şehzadeye hilâfet verenler çıkmıştır. Fakat “beşik şeyhliği” diye bir kavramın tarihe geçmesine sebep olan bu kollar, çok sürmeden yok olup gitmiş, isimleri bile unutulmuştur.
Elbette ki gavslık, mücedditlik gibi manevi zirvelerde dolaşan, çevresine feyz, nisbet ve nur saçan büyük imamların ailelerinden büyük zatların çıkmasından daha tabii bir şey yoktur. Hatta bunlardan bazılarının kıyamete kadar devam etmesi beklenir. Mesela mana gözüyle istikbale bakan Gavs-ı Kasravî Hazretleri'nin, kendi aile ocağından yedi tane gavsın çıkacağını müjdelediği rivayet edilir.
Bir mürşidin evlatlarının hepsi birden nazarını Hakk'ın rızasına diker ve bu gaye uğrunda ihlâsla amel ederse, Allahu Tealâ onların sa'y u gayretlerini boşa çıkarmaz. Cenab-ı Hak hem sonsuz merhamet sahibi, hem de âdil-i mutlaktır. Ayet-i kerimede buyurulduğu gibi, kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını, kim de zerre kadar şer işlerse onun karşılığını görür (Zilzal, 7-8). Şah Abdülkadir Geylânî Hazretleri'nin amelini işleyen, onun makamına ulaşır.
Çoğu kere demircinin oğlu demirci, çiftçinin oğlu çiftçi olduğu gibi, peygamberlerin oğul ve kardeşlerinden peygamber, mürşidin yakınlarından da mürşid çıkmıştır. İbrahim Aleyna Ve Aleykum Selam.'ın oğlu İsmail Aleyna Ve Aleykum Selam.; Yakup Aleyna Ve Aleykum Selam.'ın oğlu Yusuf Aleyna Ve Aleykum Selam.; Musa Aleyna Ve Aleykum Selam.'ın kardeşi Harun Aleyna Ve Aleykum Selam. bunun en güzel örneğidir. Aynı şekilde mürşidlik görevi İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nden oğlu Muhammed Masum Hazretlerine, ondan da oğlu Şeyh Seyfüddin Hazretleri'ne intikal etmiş, sonraki silsilede de bunun birçok örnekleri görülmüştür.
-------------------------------------------------------------------------------------------
Sahte veya yetersiz mürşidler
Hakiki ve kâmil bir mürşid, iman kurtarma noktasında adeta bir can simidi gibidir. Ancak “taklidinden sakınmak” şarttır. Aksi halde imanı kurtarmak bir yana, tehlikeye bile girebilir. Her meslek ve meşrepte olduğu kadar, bu meslekte de akidesi, niyeti bozuk, menfaatçi, sahte veya eğitimi yetersiz, kemale ermemiş olanlar mevcuttur. Fakat sahte olanları kolay ve çabuk fark edilirler. Yeter ki biraz basiret ve feraset olsun.
Sahte mürşidleri ele veren ipuçları genellikle şunlardır:
* Allah'ın emirlerine ve Hz. Rasulullah'ın sünnetine doğru dürüst uymamak. Dinî, şer'î konularda zaaflar göstermek.
* Kur'an ve hadis-i şeriflere ulemanın verdiği manaların dışında yanlış manalar vermek, olmayacak biçimde yorumlamak.
* Kadınlarla karışık bir vaziyette oturup sohbet etmek, onlara el öptürmek veya mahremsiz teke tek görüşmek.
* Sohbet ve toplantılarında rüyaya geniş yer vermek.
* Haksız yere milletin malını yemek, girdiği menfaat ilişkilerinde muhatabına zarar vermek veya aldatmak.
* Sun'î zorlamalarla bir kısım keramet gösterilerinde bulunmak. (Bu tipler bazen istidraç yoluyla insanın kalbinden geçenleri de söyleyebilirler.)
* Kendisinden başka önüne gelen herkese, hatta dindarlık ve salâhiyetiyle tanınan şahıslara bile, kâfir, münafık damgasını vurmak.
* Şeytanın vehim ve vesvesesiyle bir takım hezeyanlarda bulunmak, kendisine vahiy geldiğini vs... söylemek.
* İnsanın gönlüne huzur verecek, Allah'ı hatırlatacak nuranî bir simadan mahrum bulunmak.
Yolu bitirmemiş nakıs mürşide teslim olmak da İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin ifadesiyle öldürücü bir zehirdir. Bir hasta, mütehassıs olmayan, diploması bulunmayan bir hekimin ilacını içerse iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar. İyileşme kabiliyeti de bozulur. O ilaç önce ağrıları durdurabilir. Sinirleri bozduğu, zarar verdiği için ağrı duyulmaz. Fakat bu hal iyilik değil, kötülüktür. Bu hasta hakiki bir hekime giderse, hekim önce o ilacın zararlarını gidermeğe uğraşır. Ondan sonra hastalığı tedaviye başlar. Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş.. Kaynak: Menzil.net alıntıdır.
.
/
24-08-2008, 23:55
RE: Gavsi Sani HazretLerinin SohbetLerden İnciLer
Mürşidler Kalplere Onu Ekerler
Bizim sohbetimize girenlerin kalplerinde, muhabbet tohumu vardır. Kısaca bu yola; Ehl-i Sünnet vel Cemaat yolu denir. Bizim sohbetimize dahil olanların kalbine muhabbet tohumu atılmıştır. Fakat, Allah-u Teala'dan başka herşeyden alakasını kesmemiş olabilir. Bu durumda sohbetimize katılan kimsenin kalbinde, Allah-u Teala'nın sevgisinden başka neye bağlılık varsa, onu kalbinden temizleriz.
Kalbinde bize karşı meyli ve muhabbeti olanlara muhabbet tohumu ekip, gece gündüz onu terbiye etmemiz, bizim vazifemizdir. Muhabbet için uzakta olmak farketmez.
Muhammed Bahaeddin Nakşibend -ks-
Gavs Hz. Sohbetleri Sapanca Sohbeti
Tarikat şeriatın üstünde kurulmuş takva makamıdır. Şeriatsız tarikat olmaz. Bir evin yapımında temelde kullanılan demir beton eksik olursa bina sağlam olmaz, çabuk çöker. Tarikatın temeli de şeriattır. Temeli sağlam olmayan tarikat ehli de çabuk yoldan çıkar.
Yapılan hizmetlerde ve ibadetlerde niyet önemlidir. Niyet Allah rızası için olmalıdır. Biz 40 yıldır köyümüzde olanların ve sofîlerin fatihayı bildiklerini sanıyorduk. Gördük ki fatihayı eksik okuyorlar. O zaman namazları iptal oluyor. Bunda bizim de sorumluluğumuz var. Biz sofîler mahcup olmasın diye sormaya utandık. Tüm sofîler fatihayı öğrenmek zorundadır. Siz de bunun için çalışacaksınız. Bu işten sorumlusunuz. Namazlarda fatihalar ve diğer vecibeler eksik olmayacak.
Dünya melundur. İçindekilerle birlikte lânetlenmiştir. Yalnız Allah rızası için yapılan hariç.Bir kişi müslüman olması için ilk önce kelime-i şahadet getirmesi gerekir. Ondan sonra imanın şartlarını kabul etmesi gerekir ( amentü ) ondan sonra da İslâm'ın 5 şartını yapması lâzımdır. Bunlardan hac, zekât, oruç belli şartlara bağlanmıştır. Ama namaz akıl baliğ olan herkesin üzerine farzdır. Herkesin her şartta yapması gereken bir ibadettir. Yapılmazsa çok büyük cezası vardır. Bazı âlimlere göre 500 bazı âlimlere göre 70.000 yıl cezası vardır. Kişi hasta olsa hareket edemeyecek olsa bile ima ile de olsa namazını kılmak zorundadır. Kişi suda boğuluyor olsa sekerat anı gelmiş olsa o vaktin namazını eda etmek zorundadır. O vakit namazından sorumludur
Dünya melundur. İçindekilerle birlikte lânetlenmiştir. Yalnız Allah rızası için yapılan hariç.
Yaptığınız ibadet ve hizmetler Allah rızası için yapılmalıdır. Niyetlerimiz Allah rızası için olmalıdır. Dünya için bile çalışsak niyet Allah rızası için olursa ibadete çevrilir. Gavs Hz. şöyle nakletti.
Kişi sabah evden çıkarken ya rabbi sen rızkıma kefilsin ondan şüphem yoktur. Çoluk çocuğumun rızkını kazanmayı üzerime vacip kıldın. Bu vacibi üzerimden kaldırman için işe gidiyorum der ve o niyetle işe giderse akşam evine dönünceye kadar geçen süre sanki alnı secdedeymiş gibi ibadet yerine geçer.
(En son düzenleme: 24-08-2008, 23:56 münacat.)
.
|