(Allah razı olsun öncelikle.Çok etkilendiğim bi yazıyı sizinle paylaşmak istedim.buyrun ....)
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat
Yalnız seccademin yününde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan sen öp seccadem
Necip Fazıl Kısakürek
Üniversitede okuduğumuz, 80'li yılların ortasıydı. Zeytini sayarak yediğimiz, merdiven altı farelerin cirit attığı bir evde 2-3 öğrenci yaşamaya çalışıyorduk. Bu şartlar altında olmayan harçlığımızın en az üçte birini kitaba veren, idealleri olan, namazlarını kılan bir grup arkadaştık. Bu halimizi gören bazı namazsız arkadaşlarımız bizlere yakınlık duydu, bizlerle görüşmek konuşmak arzularını dile getirdiler.
Namaz kılmayan arkadaşlar zaman içerisinde kitaplığımıza ilgi gösterdiler, kitaplarımızdan okudular, kafalarında soru işaretleri oluştu. Ancak o zamanın popüler konuları maalesef başkaydı. İmanın temel konuları hiç konuşulmuyor, namaz alışkanlık gereği kılınıyordu.
Başörtüsü memleketin en önemli sorunuydu; şimdi olduğu gibi. Dinin bireye yüklediği temel yükümlülüklerden ziyada afakî meselelerle uğraşmak nefse hoş geliyordu. Tasavvuf modası geçmiş ağza bile alınmaması gereken bir kelimeydi. Kur'an’ın ancak mealinden okunduğu, Arapça metin okumanın anlamsız kabul edildiği bir zamandı. Sabah namazlarına kalkmak arkadaşlarımızın çoğunda pek görülen bir şey değildi. Hatta tebliğ faaliyetleri namaza engel oluyorsa, namaz kazaya kalıyordu.
O dönemde ben diğer arkadaşlardan farklı olarak namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyordum. Sabah namazlarına kalkmak için küçük çalar saatime bağladığım bir düzenekle teyp açılıyor, Mustafa İsmail'in Lokman Suresini okuduğu kaset dönmeye başlıyordu. Arkadaşlarımı ne kadar zorlasam bir türlü namaza kaldıramıyordum. Zaman zaman sabah namazından sonra Kur'an’ı açıp okuyordum. Bu süreçte yeni katılan arkadaşlarımdan birinin beni sürekli izlediğini yıllar sonra öğrenecektim.
Böylece öğrenciliğimiz sona erdi, yavaş yavaş herkes memleketine gitmeye, kendine hayat kurmaya başlıyordu. Ayrılırken, benim namazımdan etkilenip namaza başlayan bir arkadaşımla seccadelerimizi değişmiştik.
Aradan yıllar geçti. Zamanla arkadaşlarla bağlarımız zayıfladı, birkaç yılda bir telefonla görüşür olduk. Bu dönemde kimin nasıl gelişme ya da gerileme kaydettiğini bilmiyordum. Ancak ben yaptığım işin yoğunluğu ve girdiğim sosyal ortamın zorlamasıyla yavaş yavaş namazlarımı aksatmaya başlamıştım. Bir süre sonra sabah namazlarımı hiç kılamaz hale geldim. Zaman geçtikçe gençliğimizde eleştirdiğimiz Ramazan Müslümanına dönüşmüştüm.
Yıllar böylece geçti, yaşım 40'a yaklaşıyordu, yüklendiğim dünyevî sorumluluklar bir tarafta, dinî hassasiyetlerimi neredeyse kaybetmiştim. Bir vesile ile yıllardır görüşmediğim bizlerin Müslümanlığına bakarak dinle ilgilenen, beni takip eden arkadaşımı evinde ziyaret ettim. Arkadaşım aşktan,Allah 'tan, Allah aşkından bahsediyor, imanın ancak aşkla elde edilebileceğini söylüyordu. Namaz vakti geldiğinde arkadaşımdan utanarak o namaz kıldığı için bende kılmak zorunda kaldım. Ancak namaz kılmak için serilen iplikleri çıkmış, lime lime olmuş seccadenin yıllar önce bana ait olan seccadenin izlerini taşıdığını gördüm. Acaba bir seccade nasıl bu kadar yıpranabilirdi?
Evliya menkıbelerinde rastlanılan bir şeyi 20. asırda yaşıyordum. Bir yandan kendimden utanıyor, bir yandan seccadeye bakıyordum. Arkadaşımla değiştiğim bende kalan seccadenin halini düşündüm, sapasağlamdı, acaba evin hangi dolabında kilitliydi, onu bile hatırlamıyordum. Hayatımda hiç namaz kılınarak parçalanmış seccade görmemiştim. Bu beynimi kemirmeye başlamıştı. Arkadaşıma sordum:
— Nasıl oldu bu iş, bu aşkı nereden buldun, dedim.
— Yıllar önce senin kıldığın namazları, okuduğun Kur'anı izledim. Hiçbir kitap senin halin gibi beni etkilemedi, cevabını verdi. Kendimden defalarca utandım…
Eve döndüğümde kâbuslar içerisinde uykusuz geceler geçirmeye başlamıştım. Artık kendime gelmeli,Allah 'a dönmeliydim, ama bunu yapmak o kadar zordu ki…
Namaz kılmaya kalktığımda gösteriş için yaptığım duygusuna kapılıyordum ve yerime oturuyordum. Yine de kendimi zorlayıp sadece yatsı namazlarımı düzenli kılmaya başladım. Bir gün tembellik o kadar üzerime çöktü ki, yatsı namazını kılamadan yattım. Uykuya geçer geçmez öyle bir kâbus gördüm ki, sanırım bu cehennem zebanisiydi. Korkunç bir geceydi. Böyle bir korkuyu hayatım boyunca yaşamamıştım ve bu dünyaya ait bir korku değildi.
Yatsı namazını kıldım ve korku içersinde yattım. Sonraki günlerde yıllardır elime almadığım Kur'an’ı açtım, okumak istedim, ancak sanki hayatımda hiç okumamışım gibi, hiç bu alfabeyi görmemişim gibi okuyamıyordum. Kur'an beni terk etmişti. Pişmanlık ve korkuyla Allah 'a sığındım, yeniden bana namazı ve Kur'an’ı bahşetmesi için dualar ettim. Günde birkaç satırdan başlayarak okumaya gayret etmeye başlamıştım. Hem Arapça metni okuyor, hem de mealini takip ediyordum. Sanki hiç okumadığım ayetleri görüyordum. Bakara Suresinde, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin", deniyor, Nisa Suresinde ise, savaşta bile nasıl namaz kılınacağı tarif ediliyordu. Savaşta bile mazereti olmayan namazı nasıl olur da maişet derdiyle, tembellikle terk edebilirdim?
Düşündüm, arkadaşım seccadeyi eskitmiş, parçalamıştı. Bense tembelliğime mazeretler bulmuştum. Ben de eskitmeliydim seccadeyi, bunu ben de başarmalıydım. Aşk ile kazaya bıraktığım namazlarımı kılmaya başladım, eski ancak eskimemiş seccademin üzerinde. Ama gördüm ki seccade eskitmek öyle kolay bir iş değilmiş. Birkaç günde seccade değil, dizlerim parçalanmaya başladı. Artık istesem de kolay değildi kaybettiklerimi kazanmak. 3-4 yıl geçti, benim seccadem hala sağlam, birazcık ayak bastığım yer solmuş.
Allah’ım arkadaşım nasıl bir aşkla, kim bilir geceler gündüzler boyu Allah 'a yakarırken seccadeyi parça parça etmişti?
alıntı
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat
Yalnız seccademin yününde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan sen öp seccadem
Necip Fazıl Kısakürek
Üniversitede okuduğumuz, 80'li yılların ortasıydı. Zeytini sayarak yediğimiz, merdiven altı farelerin cirit attığı bir evde 2-3 öğrenci yaşamaya çalışıyorduk. Bu şartlar altında olmayan harçlığımızın en az üçte birini kitaba veren, idealleri olan, namazlarını kılan bir grup arkadaştık. Bu halimizi gören bazı namazsız arkadaşlarımız bizlere yakınlık duydu, bizlerle görüşmek konuşmak arzularını dile getirdiler.
Namaz kılmayan arkadaşlar zaman içerisinde kitaplığımıza ilgi gösterdiler, kitaplarımızdan okudular, kafalarında soru işaretleri oluştu. Ancak o zamanın popüler konuları maalesef başkaydı. İmanın temel konuları hiç konuşulmuyor, namaz alışkanlık gereği kılınıyordu.
Başörtüsü memleketin en önemli sorunuydu; şimdi olduğu gibi. Dinin bireye yüklediği temel yükümlülüklerden ziyada afakî meselelerle uğraşmak nefse hoş geliyordu. Tasavvuf modası geçmiş ağza bile alınmaması gereken bir kelimeydi. Kur'an’ın ancak mealinden okunduğu, Arapça metin okumanın anlamsız kabul edildiği bir zamandı. Sabah namazlarına kalkmak arkadaşlarımızın çoğunda pek görülen bir şey değildi. Hatta tebliğ faaliyetleri namaza engel oluyorsa, namaz kazaya kalıyordu.
O dönemde ben diğer arkadaşlardan farklı olarak namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyordum. Sabah namazlarına kalkmak için küçük çalar saatime bağladığım bir düzenekle teyp açılıyor, Mustafa İsmail'in Lokman Suresini okuduğu kaset dönmeye başlıyordu. Arkadaşlarımı ne kadar zorlasam bir türlü namaza kaldıramıyordum. Zaman zaman sabah namazından sonra Kur'an’ı açıp okuyordum. Bu süreçte yeni katılan arkadaşlarımdan birinin beni sürekli izlediğini yıllar sonra öğrenecektim.
Böylece öğrenciliğimiz sona erdi, yavaş yavaş herkes memleketine gitmeye, kendine hayat kurmaya başlıyordu. Ayrılırken, benim namazımdan etkilenip namaza başlayan bir arkadaşımla seccadelerimizi değişmiştik.
Aradan yıllar geçti. Zamanla arkadaşlarla bağlarımız zayıfladı, birkaç yılda bir telefonla görüşür olduk. Bu dönemde kimin nasıl gelişme ya da gerileme kaydettiğini bilmiyordum. Ancak ben yaptığım işin yoğunluğu ve girdiğim sosyal ortamın zorlamasıyla yavaş yavaş namazlarımı aksatmaya başlamıştım. Bir süre sonra sabah namazlarımı hiç kılamaz hale geldim. Zaman geçtikçe gençliğimizde eleştirdiğimiz Ramazan Müslümanına dönüşmüştüm.
Yıllar böylece geçti, yaşım 40'a yaklaşıyordu, yüklendiğim dünyevî sorumluluklar bir tarafta, dinî hassasiyetlerimi neredeyse kaybetmiştim. Bir vesile ile yıllardır görüşmediğim bizlerin Müslümanlığına bakarak dinle ilgilenen, beni takip eden arkadaşımı evinde ziyaret ettim. Arkadaşım aşktan,Allah 'tan, Allah aşkından bahsediyor, imanın ancak aşkla elde edilebileceğini söylüyordu. Namaz vakti geldiğinde arkadaşımdan utanarak o namaz kıldığı için bende kılmak zorunda kaldım. Ancak namaz kılmak için serilen iplikleri çıkmış, lime lime olmuş seccadenin yıllar önce bana ait olan seccadenin izlerini taşıdığını gördüm. Acaba bir seccade nasıl bu kadar yıpranabilirdi?
Evliya menkıbelerinde rastlanılan bir şeyi 20. asırda yaşıyordum. Bir yandan kendimden utanıyor, bir yandan seccadeye bakıyordum. Arkadaşımla değiştiğim bende kalan seccadenin halini düşündüm, sapasağlamdı, acaba evin hangi dolabında kilitliydi, onu bile hatırlamıyordum. Hayatımda hiç namaz kılınarak parçalanmış seccade görmemiştim. Bu beynimi kemirmeye başlamıştı. Arkadaşıma sordum:
— Nasıl oldu bu iş, bu aşkı nereden buldun, dedim.
— Yıllar önce senin kıldığın namazları, okuduğun Kur'anı izledim. Hiçbir kitap senin halin gibi beni etkilemedi, cevabını verdi. Kendimden defalarca utandım…
Eve döndüğümde kâbuslar içerisinde uykusuz geceler geçirmeye başlamıştım. Artık kendime gelmeli,Allah 'a dönmeliydim, ama bunu yapmak o kadar zordu ki…
Namaz kılmaya kalktığımda gösteriş için yaptığım duygusuna kapılıyordum ve yerime oturuyordum. Yine de kendimi zorlayıp sadece yatsı namazlarımı düzenli kılmaya başladım. Bir gün tembellik o kadar üzerime çöktü ki, yatsı namazını kılamadan yattım. Uykuya geçer geçmez öyle bir kâbus gördüm ki, sanırım bu cehennem zebanisiydi. Korkunç bir geceydi. Böyle bir korkuyu hayatım boyunca yaşamamıştım ve bu dünyaya ait bir korku değildi.
Yatsı namazını kıldım ve korku içersinde yattım. Sonraki günlerde yıllardır elime almadığım Kur'an’ı açtım, okumak istedim, ancak sanki hayatımda hiç okumamışım gibi, hiç bu alfabeyi görmemişim gibi okuyamıyordum. Kur'an beni terk etmişti. Pişmanlık ve korkuyla Allah 'a sığındım, yeniden bana namazı ve Kur'an’ı bahşetmesi için dualar ettim. Günde birkaç satırdan başlayarak okumaya gayret etmeye başlamıştım. Hem Arapça metni okuyor, hem de mealini takip ediyordum. Sanki hiç okumadığım ayetleri görüyordum. Bakara Suresinde, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin", deniyor, Nisa Suresinde ise, savaşta bile nasıl namaz kılınacağı tarif ediliyordu. Savaşta bile mazereti olmayan namazı nasıl olur da maişet derdiyle, tembellikle terk edebilirdim?
Düşündüm, arkadaşım seccadeyi eskitmiş, parçalamıştı. Bense tembelliğime mazeretler bulmuştum. Ben de eskitmeliydim seccadeyi, bunu ben de başarmalıydım. Aşk ile kazaya bıraktığım namazlarımı kılmaya başladım, eski ancak eskimemiş seccademin üzerinde. Ama gördüm ki seccade eskitmek öyle kolay bir iş değilmiş. Birkaç günde seccade değil, dizlerim parçalanmaya başladı. Artık istesem de kolay değildi kaybettiklerimi kazanmak. 3-4 yıl geçti, benim seccadem hala sağlam, birazcık ayak bastığım yer solmuş.
Allah’ım arkadaşım nasıl bir aşkla, kim bilir geceler gündüzler boyu Allah 'a yakarırken seccadeyi parça parça etmişti?
alıntı
"HAKİKİ MÜ'MİNİN RUH DÜNYASINA KİMSE SAHİP OLAMAZ!)
İ.Gazali 'ra'
İ.Gazali 'ra'
.