Forum Hafızoğlu
Hoşgeldiniz
Ziyaretçi. Kayıt Ol !


E-Kitaplar- Aşagıda Yer Alan Kitap İsimlerine Tıklayarak Sitemiz Üzerinden Okuyabilirsiniz.

| kitapPeygamberimizin Hayati | kitapSevgili Peygamberim | kitapSiyer-i Nebi | kitapKütübü Sitte | kitapZulmün Tarihi | kitapAdabı Muaşeret | kitapAteizm Ve Eleştirisi|
| kitapKıymetsiz Yazılar | kitapYaşayan Hurafeler | kitapNamaz-Oruç-Haç-Zekat-Kurban... | kitapMuhtasar Osmanlı Tarihi | kitapOsmanlıca-Türkçe Sözlük | kitapİslami Sözlük|
| kitapMübârek Gün Ve Gecelerde Yapılması Tavsiye Edilen Duâ Ve İbâdetler|
| kitapSahabelerin Hayatı | kitapDini Bilgiler | kitapYahudiliğin Gerçek Yüzü | kitapAile Saadeti | kitapElmalılı Tefsiri| | kitapÇocuk Eğitimi|
yasak aşk
Konuyu Değerlendir
  • 28 Oy - 3.25 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5


Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Ask bu kadar acımasız mı olmalı, acımasız olan ask mı kader mi? Biri birini cok severken illa ki diger rolde oynayanda birseyler mi bitmeli? Mutluluk bileti iki kisilikken, biri hep iptal mi edilmeli? Asıklar hicbirzaman birlesmemeli mi, asklar hep sürmemeli mi? Bu askın kanunumu, yoksa hayatın kanunumu?
Rüya gibi baslayıp kabus gibi biten bir askın hikayesi bu, okucagımız hikaye... Kahramanların isimlerine de ``Rüya ile Hakan`` diyelim...
Rüya ve Hakan nette bir sitede tanısırlar.Hakan Rüya`yı cok begenir ve nolursa olsun tanısmak istedigini söyler Rüya`ya. Ama Rüya tedirgindir; yasadıgı asklar Rüya`yı cok yaralamıstır ayrıca Rüya`nın internet ortamından fazlasıyla dili yanmıstır. Hakan`a kısaca hayatını,yasadıklarını özetler. Hakan da büyülü sözleriyle bir süre sonra Rüya`yı kandırır, yani ikna eder bulusmaya. Bulusacakları gün gelirmistir. Hakan, Rüya`nın yasadıgı sehre gelir, deniz kenarında bir cafede bulusurlar. Hakan, Rüya`dan fazlasıyla etkilenmistir, yasadıkları acıları unutturup, sonsuza dek mutlu etmek istedigini, Rüya`yla askı tatmak istedigini söyler. Fakat Rüya ask denen o duyguya artık inanmamaktadır. Ve Hakan`la gün boyu uzun uzun konusurlar, Hakan`a yasadıgı bütün acıları ne eksik ne fazla anlatır. Rüya`nın istedigi; gercek bi asktır, onu gercekten sevecek, kollucak, sadece sevgili degil herseyi olucak, dürüst, yalansız bir ask. Bulusmanın sonunda Rüya Hakan`a arkadas kalmayı teklif eder ve bida ki bulusmaya kadar arkadas kalırlar. Bida ki bulusma da Hakan, Rüya`ya okadar güzel seyler söyler, anlatır ki, her konuda okadar ikna edici konusur ki, Rüya ile Hakan o gün birlikte olmaya baslarlar. Hersey cok güzeldir. Hakan Rüya`ya, Rüya Hakan`a sırılsıklam asık olmustur. Hakan Rüya icin hayatını, yasam tarzını bile degistirmistir. Rüya`nın hayatı hic olmadıgı kadar düzene girmistir Hakan`la. Okadar mutludur ki korkutur bu büyük mutluluk Rüya`yı cünkü hayatı boyunca ne kadar mutlu olduysa sonunda mutlulugunun iki katı acı yasamıstır. Ona güre hayat, Rüya`ya mutlulugu layık görmemektedir, bu yüzden Rüya mutlu olmaktan hep korkmustur.
Hersey bukadar güzel giderken; Hakan, Rüya`yı hic sevmedigi kadar sevip hatta asık olup, ilgisin
i üstünden eksik etmezken olan olur. Rüya`nın kortugu basına gelir ve Rüya`nın ailesi Hakan`ı ögrenir. Rüya`nın annesi bazı sebeplerden dolayı Hakan`ı kabul etmez, ısrarla ayrılması gerektigini söyler. Ama Rüya, Hakan`ı cok sevmektedir ve el ele verip birbirlerine sımsıkı sarılırlar, sonsuza dek ne olursa olsun ayrılmama kararı verirler. Rüya`ya cezalar verilir, dayaklar atılır ama sözleri vardır ``ne olursa olsun ayrılmamak`` Rüya her tartısma da annesine(hic bir zaman yapmadıgı davranısı yapar) bas kaldırır ``seviyorum,seviyoruz,sevmek sucmu,öldür ozaman anca ozaman biter ona olan askım ama nolursa olsun ayrılmıcam der`` Sonunda büyük sevgileriyle Rüya, Hakan`ı alilesine kabul etmeyi basarır, hatta annesi Hakan`ı gün gectikce cok sever.
Hala askları cok güzel gitmektedir. Artık engel yoktur önlerinde,aileler biliyor, birbirlerini ölesiye seviyor ve istedikleri tek sey evlenmek, sonsuza dek beraber olmaktır, verdikleri sözü yerine getirmektir. Ama Rüya`nın okulu daha bitmemistir zaten Hakan Rüya`yı okul bitene kadar bekleyecegine tansıtıkları ilk gün söz vermistir. Hersey rayında giderken verilen sözler gün gectikce tutulmamaya baslar. Hakan
Rüya`dan gitigide uzaklasmaktadır. Rüya birtürlü anlam vermedigi bu uzaklasmanın nedenini dayanamayıp Hakan`a, sevdigi adama sorar. Hakan ise islerinin yogunlugu bahane edip konuyu kapatır. Halbu ki Rüya bilmektedir Hakan`ın isleri ne kadar yogun olursa olsun o güne kadar Rüya`yı hicbirzaman ihmal etmemistir. Bu konusmadan sonra degisen hicbirsey olmamıstır aksine hersey daha da bozulmustur. Hakan Rüya`dan nedenini bir türlü anlayamadıgı sekilde uzaklamaktadır. O, sebepsiz hic bise soylemeden uzaklastıkca, Rüyan`nın kalbi daha da acımaktadır. En sonunda bu kadar acıya dayamayıp pes eder öyle ya ask tek kisilik yasanmaz, yasansa bile sadece acı verir,oysaki Rüya`nın istedigi acı degilidir. Bu nedenle de ayrılma kararını Hakan`a acıklamayı düsünür. Yinede Rüya bu mutlu askın bu sekilde bitmesini istemez, Hakan`ın bu karara karsı cıkıp, ikna etmesini ister icten ice. Malesef sonuc Rüya`nın istedigi sekilde gerceklesmemistir. Hakan bu kararı gayet normal bi sekilde karsılar hatta Rüya`yı suclu bile cıkarıp kapatır bu defteri.
Rüya saskındır, iliskiyi bitirmistir, pisman degildir acı veren bir seyi devam ettirme hatasını bir kere yapmıstır ve bidaha da yapmama kararı vermistir, bu nedenle kararından oldukca memnundur. Ama olayın bu sekilde sonuclanmasına bir anlam verememistir. Cünkü Hakan Rüya`yı cok beyenmistir, Hakan bu iliskinin baslaması icin caba sarfetmistir, Hakan en zor anında yanında olmustur ve Hakan cekip gitmistir. Ozaman son rolün sahibi Hakan olmamlıdır. Rüya`ya bukadar asıkken, Rüya icin yanıp tutusup, herseye rahmen Rüya`nın pesinden ayrılmazken; Hakan`ın biten askının sebebi nedir? Hakan icin yenilen dayaklar mı, ailesinden gördügü baskılar mı, isittigi onca laf mı, herseyi göze alıp sırf 1 dk birbirlerini görmek icin evden kacmak mı, yoksa Hakan`a güvenip, sevgisine inanıp yasanan seyler mi?
Hicbirinin cevabı yok, olmayacakta. Cünkü hemen hemen biten askların nedeni tam olarak bilinmez, bir bilinmezlik cıkmazı yani. Ama neden asklar bitiyor, neden arada engeller varken büyük askta, engeller kalkınca büyük askta engeller gibi ortadan kalkıyor. Neden sadece sevende, ölende bir kisi oluyor? Bu nedir? Kanunmu, kuralmı?
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Kumsalda yeni biri var. Gidip karşılıyorum.
-Hoş geldin. Sevda rüzgârı ile uçup küle dönmüş sevdaların son durağı kaybedenler kumsalına! Kumları her daim sıcak. Geceleri bol yıldızlı ve okyanusu alabildiğine akıntılı bu kumsalda sana yardımcı olacak olan benim. adım adam. Kulsalın kendisiyim.
Delikanlı yüzündeki endişeyi biraz hafifleterek gülümsedi.
-kimsin bilmiyorum ama iyi bir karşılamaydı.
Gülümsedim.
-Hadi gel, kalacağın yeri göstereyim.
Yol boyunca kumsala gelen herkes gibi birtakım sorular sordu. İnanması biraz zaman aldı. Yüzünde derin izler vardı. Bir ara hüzünlendi.
-ağlayamazsın burada, gözyaşların kurudu çünkü.
-neden böyle oldu adam.
-gerçek sevgi bu değimlidir zaten karşılıksız, aralıksız ve sabırsız hiçbir yere dayanmadan ayakta kalabilmek. Burada en zor iş sana düşüyor. ben sadece sana rehberlik ediyorum. Hikayeni belirleyecek olan sensin. Ya geri döneceksin ya da bizimle burada kalacaksın.
Biraz düşünmek istediğini söyledi. Akşama kadar kumsalın kıyısından denizi izledi. İççindeki yangın daha çok yeniydi. Acı çektiği belliydi.

Yanına gittim;
-şimdi sana söylemem gerekeni söylemeliyim eğer içine sindirebilirsen, bu sabah yatağında uyanacak ve bunu tatlı bir rüya olarak hatırlayacaksın. Burası en karanlık mahzenlerin, en dipsiz uçurumların en son durağı. Ateşin en kör noktası.
Şimdi üstünde ondan kalan içine işlemiş şeylerden kurtulmalısın. Gözlerini kapat şimdi ve beni daha dikkatli dinle sesimi içinden geliyormuşçasına dinle. Gönlündeki mahzene gidiyoruz. Karanlıktır ama korkma. Şimdi rahat bırak kendini. Önce ruhunda bıraktığı izlerden kurtul. Sonra bedenindekilerden. Sana gösterdiği tüm ilgiyi sil şimdi ve döktüğün gözyaşlarını topla. Her bir damlasını özenle al. Evet güzel. Karanlıkta parlayan o beyaz şeyler umutların onları da al yanına. Biraz sağında ki defterde bir çift göz var. en zor kısmı bu! Onları sil o senin gönül defterin. Şimdi saçlarının arasından sevda rüzgârını temizle. Evet, güzel gidiyor. Sanırım sıra bana geldi. Bütün anılarını yakıcaz şimdi biraz canın yanacak ama dayanmalısın. Evet bu iş bu kadar.
Uyandığında kendi yatağında olacaksın. Burada olduğun sürece kalbin yanında değildi. Sabah rahat uyanacaksın. Ama her zaman bildiğin bi şey olacak. Kaybedenler kumsalının varlığı ve unutma bir ara sende ordaydın.

Bu dipsiz cehennemden kurtulan kimseyi bir daha burada görmedim. Umarım tekrar gelmezsin hoşça kal…
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Yol nasıl bitti bilmiyorum.
Yalnızdın ya geldim oturdum yanına
-naber
-iyiyim
-sen
-aynı
Sonra eğdin başını önüne küçük bir kâğıt parçasına
Yazıyordun adını ne tuhaf düşündüm bende senin Adını yazıyordum kâğıt parçalarına
-daha sinirim geçmedi dedin, başını kaldırmadan
Ne kolay söyledin. Benim ise gırtlağıma bir şeyler düğümlendi. Ses de çıkaramadım.
Cebimde iki yüzük var elim cebimde, Sen kâğıtla uğraşırken usulca kutuyu
Koydum önüne, Bir baktın sadece. Anlamıyorsun beni dedin bağırdın.
O an yüreğim durdu benim. Bir ateş bastı, Sana göre ne olursa olsun o yüzüklere.
Bana göre bir dünya. Masadan aldığım gibi yüzükleri Ordan nasıl çıktım hatırlamıyorum. Bir yağmur başladı. Allah’ım acıyor içim yardım et. Koşuyorum, yalnız kalmak için dakikalarca koştum. Yağmur çok hızlanmıştı. Bi ağacın altında düştüm ve bıraktım kendimi. Gözlerimden yaşlar iniverdi, üstüm başım çamur içinde. Allah’ım çok yakıyor içimi madem sevmedin. Niye baktın gözlerime? Madem istemedin, niye canım dedin bana? Çamurun içinde yüzükleri çıkardım avucumda tutuyorum. Yağmur yıkıyor ruhumu. Yağmur bitince yavaş yavaş yürüdüm. Bir duvarın üstüne bıraktım masum iki yüzüğü Belki kirlenmemiş sevdaları olanlar bulur diye.
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Her insanın başına gelir mi bilmiyorum ama ara sıra içime karşı konulmaz bir yazma isteği gelir. Elimde olan işi aniden bir kenara bırakır ve yazmaya başlarım. Aklımda yazacak bir konu olduğundan ya da büyük bir yetenek olduğumdan değil ama yazmaktan alıkoyamam kendimi. Genelde bu durum hayatla olan hesaplaşmamın yoğun olduğu durumlarda gelir başıma. Bu da benim amatör anlamda bile bir yazar olmadığımın kanıtı olsa gerek. Çünkü gerçek bir yazar için yazmak bir yaşam biçimidir. O yazdığı sürece vardır ; anlattığı sürece vardır. Benim içinse yazmak bir terapi görevi görüyor. Ne çevremdekilere ne kendime anlatamadıklarımı kağıda dökerek , onları hikayeleştirerek belki de ruhumu dinlendiriyor ve onu gereksiz ıstıraplarından kurtarmaya çabalıyorum. Bu sefer de öyle oldu. Saat gece yarısını geçmiş ve ben yine yalnızlığımla baş başa kitap okuyordum. Belki de yalnızım dememeliyim. Kitabımla ve hikayedeki karakterlerle baş başa bir monolog yaşıyorum demek daha doğru olur sanırım. Onlar aralarında konuşuyor, düşünüyor, tartışıyor , ağlıyor , sevişiyor bense suratımda donuk bir ifade , varlığımı hissettirmeksizin bir köşeden onları izliyorum. İşte yine kitabımı okuyordum ve içim karşı konulmaz bir yazma isteğiyle doldu. Beynimin bir lobu ‘az kaldı bitirsene şu kitabı’ derken , diğer tarafı ’hadi tutma kendini al kalemi eline dök içini’ diyordu. Hangisi hangi lobum emin değilim ama siz hangisinin galip geldiğini tahmin etmişsinizdir. Velhasıl aldım kalemi elime ve başladım yazmaya. İnsanın yazmak için illa bir sebebe ihtiyacı yok. Ne yazacağınız hakkında bir fikriniz olmasa bile yazabilir ve benim şuan yaptığım gibi kolaylıkla saçmalayabilirsiniz. Büyük usta Aziz Nesin otur daktilonun başına ve yazmaya başla ilham kendiliğinden gelir dermiş. Biz üstattan daha iyi bilecek değiliz ya. Elbette bize gelen ilham perileriyle ona gelenler arasında klasman farkı olduğu açık. Üstadımızın perileri Wembleyde oynarken bizimkiler olsa olsa Ayazağa Köyünün toprak zemininde alman kale oynayabilir. Aziz Nesin’e her büyük yazara olduğu gibi en çok sorulan soru ‘Nasıl yazıyorsunuz nerden buluyorsunuz o hikayeleri?’ olurmuş. Büyük usta bu soruya büyük bir alçak gönüllülükle ‘Para kazanmak için yazıyorum’ cevabını verirmiş. O müthiş güzellikteki öykülerin sırf para kazanmak için ortaya çıktığına inanmak güç ancak eve ekmek götürme derdinin insanda ekstra bir motivasyon olduğu da herkesçe kabul görür bir gerçek olsa gerek. Benim yazma sebebim elbette Aziz ustayla aynı değil ancak bir nevi psikolog masrafından yırtma olduğu da söylenebilir. Psikologa anlatıp da kendimi deli hissedeceğime elime kalemi alıp hiç yoktan kendimi yazar hissetmek daha güzel olsa gerek. Neyse bırakalım bunları da daha hayata dair şeylerden bahsedelim biraz da. Böylelikle kişisel terapimize de bir katkımız olsun.

Bundan aşağı yukarı 6 yıl kadar evvel soğuk bir aralık günü Ankara’daydım. Kısa bir süre önce üniversite eğitimimi almak üzere İstanbul’dan pılımı pırtımı toplamış ve ülkemin düzenli ve belki de bu düzeninden ileri gelen sıkıcılıktaki başkentine gelmiştim. Her şey farklıydı doğup büyüdüğüm kentten ve elbette ki ben de farklıydım bugünden. Daha 18 yaşında bıyıkları terlememiş bir çocuktum. Kendimi o günlerde bugünkü gibi yalnız hissediyor muydum bilinmez ama kendi aldığım kararın arkasında durmak için büyük bir kararlılığa sahip olduğumu hatırlıyorum. Her şey farklıydı dediğim gibi. Okuduğum okul , yaşadığım çevre , birlikte olduğum insanlar… Lise öğrencisi değildim bir kere. Ünlü profesörlerden siyaset bilimi , iktisat , anayasa hukuku gibi dersler alıyor ; son dönemde artık bana bir şey ifade etmeyen , her senesi birbirinin aynı lise müfredatından farklı bilgilerle yeni bir vizyon kazanıyordum. Her gün bu bilgiler katlanarak büyüyor ve ben de kendimi büyüyor hissediyordum. Bir yandan yurt hayatına alışmak bir yandansa Ankara’daki hayata intibak etmek yalnızlığımı daha da arttırıyordu belki. Bilinçaltım bana tutunacak birini , bir can yoldaşı , bir hayat arkadaşı bulmamı söylüyordu gizliden gizliye. Yeni bir kültürle karşı karşıyaydım. Kızları bile farklıydı bu kültürün. Yaklaşımları , hayata , arkadaşlıklara bakışları farklıydı. İşte o soğuk aralık günü kararımı verdim. Ona açılacaktım. Bir süredir yürüttüğümüz arkadaşlığımızı bir sonraki kademeye taşımak istediğimi ona söyleyecektim. Bir zamandır ona karşı bir şeyler hissettiğimi açık ediyordum zaten ve o da bana karşı boş değildi. Hani bir bakış , bir dokunuşla bunu hissedersiniz ama tam adını koyamazsınız ya işte öyle. Hele ki 18 yaşının toyluğunda bunun nasıl olduğunu eminim hepiniz tahmin edersiniz. İşte o gün üniversiteye gittim ve sınıfa girdim. Ders Atilla Yayla’nın Siyaset Bilimi dersi. Hani bundan kısa bir süre önce konferansında Atatürk’le ilgili sözlerinden dolayı ciddi bir linçe uğrayan Profesörün. Dersinden ve anlattıklarından büyük bir keyif alıyordum ancak o gün aklım tamamı ile o gün yapacağım teklifteydi. Ne yapmalıydım , ne zaman yapmalıydım. Uygun bir ortam yaratmam lazımdı ama nasıl? Sınıfa bu düşüncelerle girdim ama o da ne? O yok. Daha doğrusu yakın arkadaşlarımdan hiçbiri yok! Aslında bu iyi haber. Uygun bir ortam için gerekli koşullar sağlanmış demek ki. Havanın soğuk olmasını , dışarıda yağan lapa lapa karı bahane ederek arkadaşlarımızın hiçbiri gelmemiş. Dolayısıyla ortama nane olabilecek çevresel unsurlar hava koşullarına takılmış ancak bütün gece kurduğum aşk filmi senaryosunun baş aktristi ortalarda görünmüyor. Büyük bir hayal kırıklığı ile boş bulduğum bir sıraya oturdum. Sıkıntı içerisinde hocayı beklemeye koyuldum. Aradan birkaç dakika geçmişti ki mucizevi bir şey oldu. Aslında mucizevi değil ama o dakika itibariyle bana göre Allahın bir lütfu ; koşar adımlarla o sınıftan içeri girdi. Dışarıda yağan kardan saçları bembeyaz olmuş , yanakları kıpkırmızı… Hemen elimle bulunduğum yeri işaret ettim. Beni görünce gülümsedi. Bu iyiye işaret gülümsediğine göre teklifimi kabul edecek. Gülümsemese benim akşam kurduğum senaryoya aykırı hareket etmiş olacak ve ben acilen senaryomu beynimin geri dönüşüm kutusuna yollayacağım. Neyse ki her şey şimdilik senaryoma uygun gidiyor. Ben hemen Ediz Hun rolüme geri döndüm ve en jön hareketimle onu yanıma oturması için davet ettim. Tabi o da salak değil en Filiz Akın haliyle bunu kabul etti ve yanıma oturdu. Bana tam dışarıdaki havayı , ne kadar üşüdüğünü anlatıyor ve ben de ‘ Ya tabi havalar çok soğuk , bu Ankaranın kışları da hep kar hep kar’ gibi en anlayışlı repliklerimi söylüyordum ki hoca içeri girdi. Üniversiteyle lise arasında ki en derin farklardan biri de bu olsa gerek ; hoca sınıfa girdiği anda sanki zaten yolda birlikte gelmişsiniz de anlattığı yarım kalmış gibi derse başlar. Ne lisedeki ayağa kalkma merasimi var ; ne üç beş hoş sohbet , merhaba ... Sanki tabakhaneye bir şey yetiştiriyoruz. Dur be adam! Önce bir soluklan! Ama profesörümüz öyle yapmıyor ve kürsüye daha poposunu koymadan başlıyor anlatmaya.

--‘ Efendim devletlerin üç ana unsuru vardır. Birincisi ülke , ikincisi …

**‘Evet evet hocam aynen öyle. Benim aklım nerde sen ne anlatıyorsun? İki dakika dur da şurada biz de kıza girizgah yapalım. Ne o devlet mevlet. Adamı devlet düşmanı yapmayın!
Neyse bir yirmi dakika yok devlet şudur yok devletlerin yönetim biçimleri derken hocamın bal akan ağzından şu veciz cümle döküldü.

--‘Çocuklar benim acil bir işim var ve konferansa yetişmem lazım. Zaten dışarıda hava da kötü siz de karanlığa kalmadan eve gidin. Bu yarım kalan dersi haftaya telafi ederiz.’

Aman hocam seni Allah mı gönderdi. Arayıp da bulamadığım fırsat. Ben bile senaryoyu yazarken bu kadar iyimser olmamıştım. Akşam hocayla konuşup anlaşsak bana böyle bir kıyak yapamazdı. Atilla hocam hızlı hareketlerle sınıfı terk ederken ben suratımda 32 diş bir gülümseme arkasından bakıyorum. Hemen kendimi toparladım ve ona dönüp ‘bir planın var mı?’ diye sordum. Tabi eminim ki yok diyecek. Ne planı olsun kızın? siyaset bilimi diye gelmiş ders erken bitmiş. Ben bu güvenle soruyu sordum ‘Yok. Hava da soğuk eve gidicem’ diye senaryoma koymaya tiksineceğim bir cevapla guardım yere düştü.

**‘Kızım ne diyorsun sen? Ben sana hayatının teklifini yapıcam. Ev kaçıyor mu?’

Yine en Ayhan Işık halimi takındım ‘Eğer acelen yoksa bir yerlerde bir şeyler içelim’ dedim. Bu an insan hayatındaki en uzun saniyelerdir aslında. Soruyu sorarsın ve o cevabı beklerken ki saniyeler günümüzde herkesçe kabul gören zaman kavramına aykırı işler. Esasen sevdiceğin ağzından iki saniye sonra çıkan cevap sana sanki asırlardır beklediğin ve eline bir türlü ulaşmayan bir mektupmuş gibi gelir.

--‘Olur benim de karnım açıkmıştı zaten’

**Aman Allahım her şey nasıl da güzel gidiyor.


‘Nereye gidelim peki?’ diye sordu. Hahayt ben bütün gece bunu planlamışım.

--‘Benim bildiğim çok güzel bir yer var canlı müzik de yapıyorlar oraya gidelim istersen’.

--‘Olur sen nasıl istersen’

**Bu kız bana yanık canım ne desem kabul ediyor.

Birlikte sınıftan çıktık. Tam merdivenlere doğru yönelmiştik ki her kızın sanki anlaşmış gibi kurduğu o cümleyi kurdu. ‘Ben bir lavaboya kadar gideyim.’ ilginçtir hiçbir kız yanından geçilen bir tuvalet şansını kaçırmaz. Ne varsa orda. İlla ki o tuvalet bir ziyaret edilecek. Ulan bizim de bayan tuvaletinin yanında tuvaletimiz var ayrıca bizim de boşaltım sistemimiz Allaha şükür çalışıyor ama hiçbir erkek çok acil olmadıkça bir tuvaleti mutlaka uğranılması gereken bir mekan olarak görmez. Bu nedenle hep bu bayan tuvaletini görmek istemişimdir. Bizimkinden farklı bir şey mi var orada? Hayır bizimkinde 3-5 pisuvar , iki üç kabin , lavabodan hariç bir numara yok. Bu bayanların tuvalete lunapark muamelesi yapmalarına sebep ne ola ki? Her neyse uzatmayalım belki bizim kız soğuktan da geldi sıkışmıştır ; girdi WC’ye. Biz de her centilmen erkeğin yaptığı gibi kapı önünde bekliyoruz. O bekleyişler Cem Yılmaz’ın da stand-up’larına konu ettiği gibi çok can sıkıcıdır. Öyle bir uzaklıkta beklemelisinizdir ki hem çıkışta zevcenizi kolaylıkla görebilesiniz hem de sanki içeriyi dikizliyormuş gibi görünmeyesiniz. Ben de buna en uygun yeri belirledim bekliyorum ki köşeyi biri döndü ve bana el sallayarak yaklaşmaya başladı. Aman allahım o da ne? Özlem kızım sen nerden çıktın? Ben içimden kaderime söverken o da suratında beni görmüş olmanın mutluluğu bana doğru geliyor.
--‘Nasılsın Tamer?’

--‘İyiyim iyiyim.’

Suratta ki o sahte gülücükle dudaklardan dökülen bu ikileme aslında sen de nerden çıktın şimdi? Sen gelmeden önce iyiydim bundan sonrası ne kadar kalacağına bağlı anlamındadır. Öpüştük. Bir iki klasik karşılaşma diyalogundan sonra kız haklı olarak sordu.

--‘Ne bekliyorsun burada?’

Otobüs diyemeyeceğime göre gerçeği söylemeliyim.

--‘Gözdeyi bekliyorum. Ders iptal oldu biz de yemeğe gidecektik.’

Dikkatinizi çekerim buradaki biz iki kişiyi ifade etmektedir. Ancak sanki ben öyle dememişim özlem hanım atladı.

--‘Aaaa iyi iyi. Benim de karnım açtı zaten. Nereye gidiyoruz?’

**‘Kızım sana ne oluyor biz ikimiz gidicez. Hem seni çağıracak olsak ‘ Aaa sen de gelsene gibi bir davet alırsın.’

İçimden bu sefer hem kadere hem özleme söverken Gözde hanım tuvaletle olan daimi buluşmasını tamamladı ve çıktı. Hay Allah biraz daha kalsana dedim içimden. ‘Ben daha Özlemi sepetleyemedim ki.’ Gözde de özlemi gördü hemen en kızsal yalancılıkta birbirlerine sarıldılar , öpüştüler ve benim canım iki kişilik senaryoma kötü kadın aliye rona rolündeki özlem de dahil oldu. Başladık o pis Ankara soğuğunda üç kişi yürümeye. Halbuki ben neler hayal etmiştim. Ikimiz lapa lapa yağan kar altında birlikte yürüyeceğiz ve elbette ki onun kaygan zeminde ayağı kayacak. Bunun üzerine ben pek centilmen bir erkek olarak istersen bana tutunarak yürüyebilirsin diyeceğim. O da benim koluma girecek ve teklif için gerekli romantik ortamı ben daha yolda kurmuş olacağım. Ama benim o anki acı gerçekliğimde iki kız kol kola yürürlerken ben de onlara eskortluk yapıyorum. Allahım nerden çıktı bu kız. Hemen senaryomda değişiklik yapmalıyım. Mutlaka bu aşkımın arasına kara kedi gibi girmiş kızdan kurtulmanın bir yolu olmalı. İçinde bulunduğun mental çöküntüyü anlamanız için söylüyorum o an özlem yere düşüp bir tarafını kırsa en klişe macera filmi repliğiyle ‘Onu bırakmalıyız Gözde elimizden bir şey gelmez’ diyeceğim. Ah Özlem ah. Allah bile benim için hava durumunu en romantik şekilde ayarlamış. Profesör Allahın bir lütfu gibi konferansa yetişmek için sevdiceğimle aramızdan çekilmiş ; sen nerden çıktın be kızım? Bilmeyenleriniz için söylüyorum , Gazi Üniversitesinin Beşevler Kampüsü ile Bahçelievler arası yürüyerek yaklaşık 20 dakika sürer. Bu 20 dakika ben suratımda düşünen adam heykelinin taklidi bir bakış , hiç konuşmadan sadece özlemden nasıl kurtulacağımı düşünüyorum. Bugün bunları yazarken bile utandığımı söylemeliyim. Ama o gün utanmak bir tarafa kendimi haklı bile görüyordum. Insan böyle bir yaratık işte. Eminim Bush bile Irak’a yaptıkları karşısında kendini haklı görüyordur. Ne de olsa demokrasi götürdü öyle değil mi? Benim durumum da ondan farksız işte. Pek demokratik bir şekilde özlem’i kovmanın planlarını yapıyorum. 20 dakikalık yürüyüş Bahçelideki Pampero denilen mekanın önünde son buldu. Soğuktan donmuş olan bizler hızlı adımlarla içeri girdik ve o zamanlar sadece tek bir kattan oluşan restourantın kuytudaki masalarından birine yerleştik. Bugün yapılan restorasyonla üç katlı olan bu mekanda hala o masa aynı noktada durmaktadır. Gözünüzde canlansın diye söylüyorum oturduğumuz masa bir fiskos masası büyüklüğünde ve 3 kişi ancak kıç kıça oturabiliyor. Bu bile özlemden kurtulmak için yeterli bir sebep. Neyse efendim canlı müzik eşliğinde yemeklerimizi ve içkilerimizi söyledik. Onlar aralarında muhabbet ediyorlar. Aslında muhabbet de denilemez. İki kız beni aralarına almışlar laf sokup duruyorlar. Bu kadın-erkek polemiği durumlarında asla altta kalmam. Ama o gün kadın-erkek üstünlüğü konulu bu sempozyumda kendimi kadın düşmanı bir öküz göstermem maalesef mümkün değil. Köprünün tam üzerindeyim ve ağzımdan ‘dayı’ harici bir sözcük çıkmamalı. Onların her atağını peygamber sabrıyla göğsümde istop ediyor ve ‘tabi kadınlar çiçektir’ gibi iğrenç , tiksinç yalanlar uyduruyorum. Ne çiçeği be!!! Hayır belki o çiçek olabilir ama Özlem bildiğiniz kaktüs şu durumda. Neyse efendim yediğimiz içtiğimiz bizim olsun gece bütün hızıyla ilerliyordu ki gözde hanım lavaboya kalkmak için izin istedi. Ben zaten hep çok doğru bulmuşumdur kadınların lavabo ziyaretlerini(!) HAHA! İşte beklediğim an. Gözdenin yokluğundan istifade özleme durumu açabilirim artık. Ama o da ne? Özlem’de gözdeyle birlikte lavaboya gitmeye kalkmaz mı? Bu da bu tuvalet işinin bir başka yüzüdür. Kadınlar asla ama asla yalnız başlarına tuvalete gidemezler. Bu savıma şöyle bir örnek vereyim. Örneğin iki çift bir cafede oturup sohbet etmektedir. Kızlardan biri lavaboya gideceğini söyler ve öbür kıza döner. ’Sen de gelir misin?’ Anlamadığım nokta Allah bizi bu işi tek başımıza halledebilecek şekilde yaratmış. Bunu iki kişilik bir grup aktivitesine çevirmenin manası ne? Sanki biri hacetini giderirken diğeri göz kulak oluyor. Her neyse daha fazla bu konuyu uzatıp bayan okurların tepkisini çekmeyelim ve hikayemize dönelim. Gözdenin teklifi karşısında Özlem de lavaboya doğru yönelmişti ki ağzımdan şu manasız cümle döküldü.

--‘Ama beni yalnız bırakma özlem!’

İkisi de bu manasız cümleme manasız manasız baktılar ve aynı anda şu haklı soruyu sordular.

--‘Niye ki?’

İnsan hayatında böyle iğrenç anlar vardır. Ağzınızdan can havliyle çıkan bir cümlenin , cümleden daha saçma olan açıklamasını yapmanız gerekir. O kısa sürede aklıma daha akıllıca bir cevap gelmedi ve saçmalamaya devam ettim.

--‘Ben sıkılırım da sizi beklerken , ayrı ayrı gidersiniz’.

Ulan sen böyle mal bir cümleden sonra bu kıza nasıl çıkma teklif edeceksin salak tamer? İkisi de kibar kızlar olsa gerek bu isteğimi kırmadılar ve Gözde tuvalet macerasına yalnız başına olarak devam etti. Yerine oturan Özlem çaktırmamaya gayret ederek şaşkın şaşkın bana bakıyordu ki hayatımda ki en iğrenç cümlelerden birini daha kurdum.

--‘Özlem hazır Gözde de tuvalete gitmişken sen gitsen?’

Buna ancak OHAAAA denir biliyorum. Normalde kibarlığıyla tanınan biriyimdir ama ben stresten ben olmaktan çıkmışım utanmaz adam rolünde Oscara aday vaziyete gelmişim. Özlem suratında Mike Tyson’dan sağlam bir aparkat yemiş bir ifadeyle ‘Nasıl yani’ dedi.

-- ‘Ya özlemcim biliyorum yaptığım büyük bir kabalık ama ben gözde’ye çıkma teklif edecektim. O nedenle yalnız bıraksan bizi?’

Herhalde öküzlüğe örnek verilecek olsa bundan daha iyisi verilemez. O dakika itibariyle Özlem’in lugatında ismimin karşılığı su katılmamış öküz olarak yer değiştirmiştir eminim. Özlem ilk şoku atlattıktan sonra hemen sırt çantasını aldı ve ‘Gözdeye selam söyle’ diyerek mekanı terk etti. Ben yaptığım şeyin elle tutulur taraflarını bularak kendimi rahatlatmaya çalışırken Gözde mesaisini bitirip yanıma geldi.

--‘Hayrola özlem nerde?’

--‘Annesi çok acil eve gelmesini söyledi de o da sana veda edemeden ayrıldı.’

--‘Hay Allah ne güzel sohbet ediyorduk’

‘Ya’ dedim. --Ne güzel sohbet ediyorduk ama gitmesi gerekti işte!’

Neyse ki gözde konuyu fazla uzatmadı ve kolasından bir yudum aldı. Ben bu arada aklımdan dün gece çalışmış olduğum cümleleri geçirerek ezberimi kontrol ediyorum.

**‘Allahım neden bu kadar heyecanlıyım ben. Sanki ilk kez bir kıza çıkma teklif edicem. Ne var bunda hadi başla hadi başla diyerek kendimi gaza getirirken Gözde:

-- ‘Biz de çok geçe kalmayalım istersen malum hava kötü’ dedi.

Kan beynime sıçradı tabi. Artık ne yapıp edip konuya girmeliyim. ‘Aslında ben seninle bir şey konuşmak istiyordum’. dedim. Bu cümle aslında karşı tarafa az sonra ne diyeceğinizi açık ve seçik olarak anlatan bir cümledir. Yani karşınızdaki bayan o an beyninden şu cümleyi geçirir. ‘Evet , demek ki bana çıkma teklif edecek’ Bu cümleyi kurduğunuz anda karşınızdaki bayanın gözlerinin içine bakarsanız size ne cevap vereceğini de az çok anlarsınız. Eğer tiksinmeye yakın bir şaşkınlık ifadesi taşıyorsa konuyu hemen değiştirmek en iyisidir. Böylesi bir durumda daha fazla rezil olmamak için ‘ bu aralar biraz paraya sıkıştım da acaba bana borç verebilir misin gibi daha az rezillik yaşatacak bir soru bence daha makuldur. Isteyenin bir yüzü kara vermeyen zenci diye boşa dememiş atalarımız! Neyse ki gözde böyle yapmadı ve gözlerime bakarak ‘tabi konuşalım dedi. Bu iyiye işaret. Hemen kendimi toparladım ve bir solukta‘ sen de fark etmişsindir aramızda güzel bir arkadaşlık var ancak ben bu arkadaşlıktan daha fazlasını istiyorum. Eğer sen de böyle düşünüyorsan yolumuza iki sevgili olarak devam edebiliriz.’ anlamında birkaç saçma ve geri dönüşümsüz cümle kurdum. Biliyorum hiç romantik değil hatta gereğinden fazla determinist bir çıkma teklifi ancak o an aklıma daha iyisi gelmedi ne yapabilirim? O ise bu çıkma teklifini pek mantıksal bulmamış olacak ki kendini her kız gibi naza çekmeye başladı. ‘ bilmiyorum ki ben bir ilişkiden beklentileri fazla olan biriyimdir. Bu beklentilerimi karşılayabilir misin? gibi gerzek kız replikleri kurmaya başladı. Aslında bu durumda yapılması bir erkek için en doğru şey ya öyle mi ben beklentilerden nefret ederim. İyisi mi sen bu teklifi hiç duymamış ol deyip hesabı istemektir ama ah 18 yaşımın toyluğu ben ‘elbette. Ben senin beklentilerin işin yaşayacağım bundan sonra’ anlamında cümlelerle atağımı sürdürdüm. Eh tabi doğal seçici olan bayan ilişki öncesi ipleri eline geçirdiğini hissederek teklifimi kabul etti ve biz çalan müzik eşliğinde ilişkimize merhaba dedik. Şimdi bu birlikteliğin detaylarına girecek değilim. Çünkü birliktelikler iki kişinin kalplerinde beyinlerinde yazılmış ve asla kağıda dökülmemesi gereken romanlardır diye düşünüyorum. Bu sebeple bu bana ve ona kalsın. Ancak belki merak ediyorsunuzdur sonra ne oldu diye. İşte böyle soğuk ve karlı bir aralık gününde Ankara’da başlayan bu macera acısıyla tatlısıyla yaklaşık 6 sene sürdükten sonra ne tesadüftür ki soğuk ve karlı bir Bişkek akşamında sona erdi. İlişkinin ardından insanın yeni hayatına adaptasyon süreci bir iç hesaplaşma olarak kendini gösteriyor ve bu süreçte yukarıda sizlerle paylaştığım gibi yüzlerce anı su yüzüne çıkıyor. İlk günlerin şaşkınlığını atlattıktan sonra ilk başlarda size acı veren bu hikayeler yüzünüzde acımtırak bir tebessümle hatırladığınız anılar haline dönüşüyor. Neden mi yazdım bu hikayeyi? Söyledim ya yazmak en iyi terapi. Ve şimdi yüzümde tebessüm sizleri selamlıyorum. Umarım sıkılmamışsınızdır…
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Her insanın başına gelir mi bilmiyorum ama ara sıra içime karşı konulmaz bir yazma isteği gelir. Elimde olan işi aniden bir kenara bırakır ve yazmaya başlarım. Aklımda yazacak bir konu olduğundan ya da büyük bir yetenek olduğumdan değil ama yazmaktan alıkoyamam kendimi. Genelde bu durum hayatla olan hesaplaşmamın yoğun olduğu durumlarda gelir başıma. Bu da benim amatör anlamda bile bir yazar olmadığımın kanıtı olsa gerek. Çünkü gerçek bir yazar için yazmak bir yaşam biçimidir. O yazdığı sürece vardır ; anlattığı sürece vardır. Benim içinse yazmak bir terapi görevi görüyor. Ne çevremdekilere ne kendime anlatamadıklarımı kağıda dökerek , onları hikayeleştirerek belki de ruhumu dinlendiriyor ve onu gereksiz ıstıraplarından kurtarmaya çabalıyorum. Bu sefer de öyle oldu. Saat gece yarısını geçmiş ve ben yine yalnızlığımla baş başa kitap okuyordum. Belki de yalnızım dememeliyim. Kitabımla ve hikayedeki karakterlerle baş başa bir monolog yaşıyorum demek daha doğru olur sanırım. Onlar aralarında konuşuyor, düşünüyor, tartışıyor , ağlıyor , sevişiyor bense suratımda donuk bir ifade , varlığımı hissettirmeksizin bir köşeden onları izliyorum. İşte yine kitabımı okuyordum ve içim karşı konulmaz bir yazma isteğiyle doldu. Beynimin bir lobu ‘az kaldı bitirsene şu kitabı’ derken , diğer tarafı ’hadi tutma kendini al kalemi eline dök içini’ diyordu. Hangisi hangi lobum emin değilim ama siz hangisinin galip geldiğini tahmin etmişsinizdir. Velhasıl aldım kalemi elime ve başladım yazmaya. İnsanın yazmak için illa bir sebebe ihtiyacı yok. Ne yazacağınız hakkında bir fikriniz olmasa bile yazabilir ve benim şuan yaptığım gibi kolaylıkla saçmalayabilirsiniz. Büyük usta Aziz Nesin otur daktilonun başına ve yazmaya başla ilham kendiliğinden gelir dermiş. Biz üstattan daha iyi bilecek değiliz ya. Elbette bize gelen ilham perileriyle ona gelenler arasında klasman farkı olduğu açık. Üstadımızın perileri Wembleyde oynarken bizimkiler olsa olsa Ayazağa Köyünün toprak zemininde alman kale oynayabilir. Aziz Nesin’e her büyük yazara olduğu gibi en çok sorulan soru ‘Nasıl yazıyorsunuz nerden buluyorsunuz o hikayeleri?’ olurmuş. Büyük usta bu soruya büyük bir alçak gönüllülükle ‘Para kazanmak için yazıyorum’ cevabını verirmiş. O müthiş güzellikteki öykülerin sırf para kazanmak için ortaya çıktığına inanmak güç ancak eve ekmek götürme derdinin insanda ekstra bir motivasyon olduğu da herkesçe kabul görür bir gerçek olsa gerek. Benim yazma sebebim elbette Aziz ustayla aynı değil ancak bir nevi psikolog masrafından yırtma olduğu da söylenebilir. Psikologa anlatıp da kendimi deli hissedeceğime elime kalemi alıp hiç yoktan kendimi yazar hissetmek daha güzel olsa gerek. Neyse bırakalım bunları da daha hayata dair şeylerden bahsedelim biraz da. Böylelikle kişisel terapimize de bir katkımız olsun.

Bundan aşağı yukarı 6 yıl kadar evvel soğuk bir aralık günü Ankara’daydım. Kısa bir süre önce üniversite eğitimimi almak üzere İstanbul’dan pılımı pırtımı toplamış ve ülkemin düzenli ve belki de bu düzeninden ileri gelen sıkıcılıktaki başkentine gelmiştim. Her şey farklıydı doğup büyüdüğüm kentten ve elbette ki ben de farklıydım bugünden. Daha 18 yaşında bıyıkları terlememiş bir çocuktum. Kendimi o günlerde bugünkü gibi yalnız hissediyor muydum bilinmez ama kendi aldığım kararın arkasında durmak için büyük bir kararlılığa sahip olduğumu hatırlıyorum. Her şey farklıydı dediğim gibi. Okuduğum okul , yaşadığım çevre , birlikte olduğum insanlar… Lise öğrencisi değildim bir kere. Ünlü profesörlerden siyaset bilimi , iktisat , anayasa hukuku gibi dersler alıyor ; son dönemde artık bana bir şey ifade etmeyen , her senesi birbirinin aynı lise müfredatından farklı bilgilerle yeni bir vizyon kazanıyordum. Her gün bu bilgiler katlanarak büyüyor ve ben de kendimi büyüyor hissediyordum. Bir yandan yurt hayatına alışmak bir yandansa Ankara’daki hayata intibak etmek yalnızlığımı daha da arttırıyordu belki. Bilinçaltım bana tutunacak birini , bir can yoldaşı , bir hayat arkadaşı bulmamı söylüyordu gizliden gizliye. Yeni bir kültürle karşı karşıyaydım. Kızları bile farklıydı bu kültürün. Yaklaşımları , hayata , arkadaşlıklara bakışları farklıydı. İşte o soğuk aralık günü kararımı verdim. Ona açılacaktım. Bir süredir yürüttüğümüz arkadaşlığımızı bir sonraki kademeye taşımak istediğimi ona söyleyecektim. Bir zamandır ona karşı bir şeyler hissettiğimi açık ediyordum zaten ve o da bana karşı boş değildi. Hani bir bakış , bir dokunuşla bunu hissedersiniz ama tam adını koyamazsınız ya işte öyle. Hele ki 18 yaşının toyluğunda bunun nasıl olduğunu eminim hepiniz tahmin edersiniz. İşte o gün üniversiteye gittim ve sınıfa girdim. Ders Atilla Yayla’nın Siyaset Bilimi dersi. Hani bundan kısa bir süre önce konferansında Atatürk’le ilgili sözlerinden dolayı ciddi bir linçe uğrayan Profesörün. Dersinden ve anlattıklarından büyük bir keyif alıyordum ancak o gün aklım tamamı ile o gün yapacağım teklifteydi. Ne yapmalıydım , ne zaman yapmalıydım. Uygun bir ortam yaratmam lazımdı ama nasıl? Sınıfa bu düşüncelerle girdim ama o da ne? O yok. Daha doğrusu yakın arkadaşlarımdan hiçbiri yok! Aslında bu iyi haber. Uygun bir ortam için gerekli koşullar sağlanmış demek ki. Havanın soğuk olmasını , dışarıda yağan lapa lapa karı bahane ederek arkadaşlarımızın hiçbiri gelmemiş. Dolayısıyla ortama nane olabilecek çevresel unsurlar hava koşullarına takılmış ancak bütün gece kurduğum aşk filmi senaryosunun baş aktristi ortalarda görünmüyor. Büyük bir hayal kırıklığı ile boş bulduğum bir sıraya oturdum. Sıkıntı içerisinde hocayı beklemeye koyuldum. Aradan birkaç dakika geçmişti ki mucizevi bir şey oldu. Aslında mucizevi değil ama o dakika itibariyle bana göre Allahın bir lütfu ; koşar adımlarla o sınıftan içeri girdi. Dışarıda yağan kardan saçları bembeyaz olmuş , yanakları kıpkırmızı… Hemen elimle bulunduğum yeri işaret ettim. Beni görünce gülümsedi. Bu iyiye işaret gülümsediğine göre teklifimi kabul edecek. Gülümsemese benim akşam kurduğum senaryoya aykırı hareket etmiş olacak ve ben acilen senaryomu beynimin geri dönüşüm kutusuna yollayacağım. Neyse ki her şey şimdilik senaryoma uygun gidiyor. Ben hemen Ediz Hun rolüme geri döndüm ve en jön hareketimle onu yanıma oturması için davet ettim. Tabi o da salak değil en Filiz Akın haliyle bunu kabul etti ve yanıma oturdu. Bana tam dışarıdaki havayı , ne kadar üşüdüğünü anlatıyor ve ben de ‘ Ya tabi havalar çok soğuk , bu Ankaranın kışları da hep kar hep kar’ gibi en anlayışlı repliklerimi söylüyordum ki hoca içeri girdi. Üniversiteyle lise arasında ki en derin farklardan biri de bu olsa gerek ; hoca sınıfa girdiği anda sanki zaten yolda birlikte gelmişsiniz de anlattığı yarım kalmış gibi derse başlar. Ne lisedeki ayağa kalkma merasimi var ; ne üç beş hoş sohbet , merhaba ... Sanki tabakhaneye bir şey yetiştiriyoruz. Dur be adam! Önce bir soluklan! Ama profesörümüz öyle yapmıyor ve kürsüye daha poposunu koymadan başlıyor anlatmaya.

--‘ Efendim devletlerin üç ana unsuru vardır. Birincisi ülke , ikincisi …

**‘Evet evet hocam aynen öyle. Benim aklım nerde sen ne anlatıyorsun? İki dakika dur da şurada biz de kıza girizgah yapalım. Ne o devlet mevlet. Adamı devlet düşmanı yapmayın!
Neyse bir yirmi dakika yok devlet şudur yok devletlerin yönetim biçimleri derken hocamın bal akan ağzından şu veciz cümle döküldü.

--‘Çocuklar benim acil bir işim var ve konferansa yetişmem lazım. Zaten dışarıda hava da kötü siz de karanlığa kalmadan eve gidin. Bu yarım kalan dersi haftaya telafi ederiz.’

Aman hocam seni Allah mı gönderdi. Arayıp da bulamadığım fırsat. Ben bile senaryoyu yazarken bu kadar iyimser olmamıştım. Akşam hocayla konuşup anlaşsak bana böyle bir kıyak yapamazdı. Atilla hocam hızlı hareketlerle sınıfı terk ederken ben suratımda 32 diş bir gülümseme arkasından bakıyorum. Hemen kendimi toparladım ve ona dönüp ‘bir planın var mı?’ diye sordum. Tabi eminim ki yok diyecek. Ne planı olsun kızın? siyaset bilimi diye gelmiş ders erken bitmiş. Ben bu güvenle soruyu sordum ‘Yok. Hava da soğuk eve gidicem’ diye senaryoma koymaya tiksineceğim bir cevapla guardım yere düştü.

**‘Kızım ne diyorsun sen? Ben sana hayatının teklifini yapıcam. Ev kaçıyor mu?’

Yine en Ayhan Işık halimi takındım ‘Eğer acelen yoksa bir yerlerde bir şeyler içelim’ dedim. Bu an insan hayatındaki en uzun saniyelerdir aslında. Soruyu sorarsın ve o cevabı beklerken ki saniyeler günümüzde herkesçe kabul gören zaman kavramına aykırı işler. Esasen sevdiceğin ağzından iki saniye sonra çıkan cevap sana sanki asırlardır beklediğin ve eline bir türlü ulaşmayan bir mektupmuş gibi gelir.

--‘Olur benim de karnım açıkmıştı zaten’

**Aman Allahım her şey nasıl da güzel gidiyor.


‘Nereye gidelim peki?’ diye sordu. Hahayt ben bütün gece bunu planlamışım.

--‘Benim bildiğim çok güzel bir yer var canlı müzik de yapıyorlar oraya gidelim istersen’.

--‘Olur sen nasıl istersen’

**Bu kız bana yanık canım ne desem kabul ediyor.

Birlikte sınıftan çıktık. Tam merdivenlere doğru yönelmiştik ki her kızın sanki anlaşmış gibi kurduğu o cümleyi kurdu. ‘Ben bir lavaboya kadar gideyim.’ ilginçtir hiçbir kız yanından geçilen bir tuvalet şansını kaçırmaz. Ne varsa orda. İlla ki o tuvalet bir ziyaret edilecek. Ulan bizim de bayan tuvaletinin yanında tuvaletimiz var ayrıca bizim de boşaltım sistemimiz Allaha şükür çalışıyor ama hiçbir erkek çok acil olmadıkça bir tuvaleti mutlaka uğranılması gereken bir mekan olarak görmez. Bu nedenle hep bu bayan tuvaletini görmek istemişimdir. Bizimkinden farklı bir şey mi var orada? Hayır bizimkinde 3-5 pisuvar , iki üç kabin , lavabodan hariç bir numara yok. Bu bayanların tuvalete lunapark muamelesi yapmalarına sebep ne ola ki? Her neyse uzatmayalım belki bizim kız soğuktan da geldi sıkışmıştır ; girdi WC’ye. Biz de her centilmen erkeğin yaptığı gibi kapı önünde bekliyoruz. O bekleyişler Cem Yılmaz’ın da stand-up’larına konu ettiği gibi çok can sıkıcıdır. Öyle bir uzaklıkta beklemelisinizdir ki hem çıkışta zevcenizi kolaylıkla görebilesiniz hem de sanki içeriyi dikizliyormuş gibi görünmeyesiniz. Ben de buna en uygun yeri belirledim bekliyorum ki köşeyi biri döndü ve bana el sallayarak yaklaşmaya başladı. Aman allahım o da ne? Özlem kızım sen nerden çıktın? Ben içimden kaderime söverken o da suratında beni görmüş olmanın mutluluğu bana doğru geliyor.
--‘Nasılsın Tamer?’

--‘İyiyim iyiyim.’

Suratta ki o sahte gülücükle dudaklardan dökülen bu ikileme aslında sen de nerden çıktın şimdi? Sen gelmeden önce iyiydim bundan sonrası ne kadar kalacağına bağlı anlamındadır. Öpüştük. Bir iki klasik karşılaşma diyalogundan sonra kız haklı olarak sordu.

--‘Ne bekliyorsun burada?’

Otobüs diyemeyeceğime göre gerçeği söylemeliyim.

--‘Gözdeyi bekliyorum. Ders iptal oldu biz de yemeğe gidecektik.’

Dikkatinizi çekerim buradaki biz iki kişiyi ifade etmektedir. Ancak sanki ben öyle dememişim özlem hanım atladı.

--‘Aaaa iyi iyi. Benim de karnım açtı zaten. Nereye gidiyoruz?’

**‘Kızım sana ne oluyor biz ikimiz gidicez. Hem seni çağıracak olsak ‘ Aaa sen de gelsene gibi bir davet alırsın.’

İçimden bu sefer hem kadere hem özleme söverken Gözde hanım tuvaletle olan daimi buluşmasını tamamladı ve çıktı. Hay Allah biraz daha kalsana dedim içimden. ‘Ben daha Özlemi sepetleyemedim ki.’ Gözde de özlemi gördü hemen en kızsal yalancılıkta birbirlerine sarıldılar , öpüştüler ve benim canım iki kişilik senaryoma kötü kadın aliye rona rolündeki özlem de dahil oldu. Başladık o pis Ankara soğuğunda üç kişi yürümeye. Halbuki ben neler hayal etmiştim. Ikimiz lapa lapa yağan kar altında birlikte yürüyeceğiz ve elbette ki onun kaygan zeminde ayağı kayacak. Bunun üzerine ben pek centilmen bir erkek olarak istersen bana tutunarak yürüyebilirsin diyeceğim. O da benim koluma girecek ve teklif için gerekli romantik ortamı ben daha yolda kurmuş olacağım. Ama benim o anki acı gerçekliğimde iki kız kol kola yürürlerken ben de onlara eskortluk yapıyorum. Allahım nerden çıktı bu kız. Hemen senaryomda değişiklik yapmalıyım. Mutlaka bu aşkımın arasına kara kedi gibi girmiş kızdan kurtulmanın bir yolu olmalı. İçinde bulunduğun mental çöküntüyü anlamanız için söylüyorum o an özlem yere düşüp bir tarafını kırsa en klişe macera filmi repliğiyle ‘Onu bırakmalıyız Gözde elimizden bir şey gelmez’ diyeceğim. Ah Özlem ah. Allah bile benim için hava durumunu en romantik şekilde ayarlamış. Profesör Allahın bir lütfu gibi konferansa yetişmek için sevdiceğimle aramızdan çekilmiş ; sen nerden çıktın be kızım? Bilmeyenleriniz için söylüyorum , Gazi Üniversitesinin Beşevler Kampüsü ile Bahçelievler arası yürüyerek yaklaşık 20 dakika sürer. Bu 20 dakika ben suratımda düşünen adam heykelinin taklidi bir bakış , hiç konuşmadan sadece özlemden nasıl kurtulacağımı düşünüyorum. Bugün bunları yazarken bile utandığımı söylemeliyim. Ama o gün utanmak bir tarafa kendimi haklı bile görüyordum. Insan böyle bir yaratık işte. Eminim Bush bile Irak’a yaptıkları karşısında kendini haklı görüyordur. Ne de olsa demokrasi götürdü öyle değil mi? Benim durumum da ondan farksız işte. Pek demokratik bir şekilde özlem’i kovmanın planlarını yapıyorum. 20 dakikalık yürüyüş Bahçelideki Pampero denilen mekanın önünde son buldu. Soğuktan donmuş olan bizler hızlı adımlarla içeri girdik ve o zamanlar sadece tek bir kattan oluşan restourantın kuytudaki masalarından birine yerleştik. Bugün yapılan restorasyonla üç katlı olan bu mekanda hala o masa aynı noktada durmaktadır. Gözünüzde canlansın diye söylüyorum oturduğumuz masa bir fiskos masası büyüklüğünde ve 3 kişi ancak kıç kıça oturabiliyor. Bu bile özlemden kurtulmak için yeterli bir sebep. Neyse efendim canlı müzik eşliğinde yemeklerimizi ve içkilerimizi söyledik. Onlar aralarında muhabbet ediyorlar. Aslında muhabbet de denilemez. İki kız beni aralarına almışlar laf sokup duruyorlar. Bu kadın-erkek polemiği durumlarında asla altta kalmam. Ama o gün kadın-erkek üstünlüğü konulu bu sempozyumda kendimi kadın düşmanı bir öküz göstermem maalesef mümkün değil. Köprünün tam üzerindeyim ve ağzımdan ‘dayı’ harici bir sözcük çıkmamalı. Onların her atağını peygamber sabrıyla göğsümde istop ediyor ve ‘tabi kadınlar çiçektir’ gibi iğrenç , tiksinç yalanlar uyduruyorum. Ne çiçeği be!!! Hayır belki o çiçek olabilir ama Özlem bildiğiniz kaktüs şu durumda. Neyse efendim yediğimiz içtiğimiz bizim olsun gece bütün hızıyla ilerliyordu ki gözde hanım lavaboya kalkmak için izin istedi. Ben zaten hep çok doğru bulmuşumdur kadınların lavabo ziyaretlerini(!) HAHA! İşte beklediğim an. Gözdenin yokluğundan istifade özleme durumu açabilirim artık. Ama o da ne? Özlem’de gözdeyle birlikte lavaboya gitmeye kalkmaz mı? Bu da bu tuvalet işinin bir başka yüzüdür. Kadınlar asla ama asla yalnız başlarına tuvalete gidemezler. Bu savıma şöyle bir örnek vereyim. Örneğin iki çift bir cafede oturup sohbet etmektedir. Kızlardan biri lavaboya gideceğini söyler ve öbür kıza döner. ’Sen de gelir misin?’ Anlamadığım nokta Allah bizi bu işi tek başımıza halledebilecek şekilde yaratmış. Bunu iki kişilik bir grup aktivitesine çevirmenin manası ne? Sanki biri hacetini giderirken diğeri göz kulak oluyor. Her neyse daha fazla bu konuyu uzatıp bayan okurların tepkisini çekmeyelim ve hikayemize dönelim. Gözdenin teklifi karşısında Özlem de lavaboya doğru yönelmişti ki ağzımdan şu manasız cümle döküldü.

--‘Ama beni yalnız bırakma özlem!’

İkisi de bu manasız cümleme manasız manasız baktılar ve aynı anda şu haklı soruyu sordular.

--‘Niye ki?’

İnsan hayatında böyle iğrenç anlar vardır. Ağzınızdan can havliyle çıkan bir cümlenin , cümleden daha saçma olan açıklamasını yapmanız gerekir. O kısa sürede aklıma daha akıllıca bir cevap gelmedi ve saçmalamaya devam ettim.

--‘Ben sıkılırım da sizi beklerken , ayrı ayrı gidersiniz’.

Ulan sen böyle mal bir cümleden sonra bu kıza nasıl çıkma teklif edeceksin salak tamer? İkisi de kibar kızlar olsa gerek bu isteğimi kırmadılar ve Gözde tuvalet macerasına yalnız başına olarak devam etti. Yerine oturan Özlem çaktırmamaya gayret ederek şaşkın şaşkın bana bakıyordu ki hayatımda ki en iğrenç cümlelerden birini daha kurdum.

--‘Özlem hazır Gözde de tuvalete gitmişken sen gitsen?’

Buna ancak OHAAAA denir biliyorum. Normalde kibarlığıyla tanınan biriyimdir ama ben stresten ben olmaktan çıkmışım utanmaz adam rolünde Oscara aday vaziyete gelmişim. Özlem suratında Mike Tyson’dan sağlam bir aparkat yemiş bir ifadeyle ‘Nasıl yani’ dedi.

-- ‘Ya özlemcim biliyorum yaptığım büyük bir kabalık ama ben gözde’ye çıkma teklif edecektim. O nedenle yalnız bıraksan bizi?’

Herhalde öküzlüğe örnek verilecek olsa bundan daha iyisi verilemez. O dakika itibariyle Özlem’in lugatında ismimin karşılığı su katılmamış öküz olarak yer değiştirmiştir eminim. Özlem ilk şoku atlattıktan sonra hemen sırt çantasını aldı ve ‘Gözdeye selam söyle’ diyerek mekanı terk etti. Ben yaptığım şeyin elle tutulur taraflarını bularak kendimi rahatlatmaya çalışırken Gözde mesaisini bitirip yanıma geldi.

--‘Hayrola özlem nerde?’

--‘Annesi çok acil eve gelmesini söyledi de o da sana veda edemeden ayrıldı.’

--‘Hay Allah ne güzel sohbet ediyorduk’

‘Ya’ dedim. --Ne güzel sohbet ediyorduk ama gitmesi gerekti işte!’

Neyse ki gözde konuyu fazla uzatmadı ve kolasından bir yudum aldı. Ben bu arada aklımdan dün gece çalışmış olduğum cümleleri geçirerek ezberimi kontrol ediyorum.

**‘Allahım neden bu kadar heyecanlıyım ben. Sanki ilk kez bir kıza çıkma teklif edicem. Ne var bunda hadi başla hadi başla diyerek kendimi gaza getirirken Gözde:

-- ‘Biz de çok geçe kalmayalım istersen malum hava kötü’ dedi.

Kan beynime sıçradı tabi. Artık ne yapıp edip konuya girmeliyim. ‘Aslında ben seninle bir şey konuşmak istiyordum’. dedim. Bu cümle aslında karşı tarafa az sonra ne diyeceğinizi açık ve seçik olarak anlatan bir cümledir. Yani karşınızdaki bayan o an beyninden şu cümleyi geçirir. ‘Evet , demek ki bana çıkma teklif edecek’ Bu cümleyi kurduğunuz anda karşınızdaki bayanın gözlerinin içine bakarsanız size ne cevap vereceğini de az çok anlarsınız. Eğer tiksinmeye yakın bir şaşkınlık ifadesi taşıyorsa konuyu hemen değiştirmek en iyisidir. Böylesi bir durumda daha fazla rezil olmamak için ‘ bu aralar biraz paraya sıkıştım da acaba bana borç verebilir misin gibi daha az rezillik yaşatacak bir soru bence daha makuldur. Isteyenin bir yüzü kara vermeyen zenci diye boşa dememiş atalarımız! Neyse ki gözde böyle yapmadı ve gözlerime bakarak ‘tabi konuşalım dedi. Bu iyiye işaret. Hemen kendimi toparladım ve bir solukta‘ sen de fark etmişsindir aramızda güzel bir arkadaşlık var ancak ben bu arkadaşlıktan daha fazlasını istiyorum. Eğer sen de böyle düşünüyorsan yolumuza iki sevgili olarak devam edebiliriz.’ anlamında birkaç saçma ve geri dönüşümsüz cümle kurdum. Biliyorum hiç romantik değil hatta gereğinden fazla determinist bir çıkma teklifi ancak o an aklıma daha iyisi gelmedi ne yapabilirim? O ise bu çıkma teklifini pek mantıksal bulmamış olacak ki kendini her kız gibi naza çekmeye başladı. ‘ bilmiyorum ki ben bir ilişkiden beklentileri fazla olan biriyimdir. Bu beklentilerimi karşılayabilir misin? gibi gerzek kız replikleri kurmaya başladı. Aslında bu durumda yapılması bir erkek için en doğru şey ya öyle mi ben beklentilerden nefret ederim. İyisi mi sen bu teklifi hiç duymamış ol deyip hesabı istemektir ama ah 18 yaşımın toyluğu ben ‘elbette. Ben senin beklentilerin işin yaşayacağım bundan sonra’ anlamında cümlelerle atağımı sürdürdüm. Eh tabi doğal seçici olan bayan ilişki öncesi ipleri eline geçirdiğini hissederek teklifimi kabul etti ve biz çalan müzik eşliğinde ilişkimize merhaba dedik. Şimdi bu birlikteliğin detaylarına girecek değilim. Çünkü birliktelikler iki kişinin kalplerinde beyinlerinde yazılmış ve asla kağıda dökülmemesi gereken romanlardır diye düşünüyorum. Bu sebeple bu bana ve ona kalsın. Ancak belki merak ediyorsunuzdur sonra ne oldu diye. İşte böyle soğuk ve karlı bir aralık gününde Ankara’da başlayan bu macera acısıyla tatlısıyla yaklaşık 6 sene sürdükten sonra ne tesadüftür ki soğuk ve karlı bir Bişkek akşamında sona erdi. İlişkinin ardından insanın yeni hayatına adaptasyon süreci bir iç hesaplaşma olarak kendini gösteriyor ve bu süreçte yukarıda sizlerle paylaştığım gibi yüzlerce anı su yüzüne çıkıyor. İlk günlerin şaşkınlığını atlattıktan sonra ilk başlarda size acı veren bu hikayeler yüzünüzde acımtırak bir tebessümle hatırladığınız anılar haline dönüşüyor. Neden mi yazdım bu hikayeyi? Söyledim ya yazmak en iyi terapi. Ve şimdi yüzümde tebessüm sizleri selamlıyorum. Umarım sıkılmamışsınızdır…
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Bu öyle bir hikâye ki içinde kimse olmak istemez. Aşk bu kadar acımasız mı yaşanır yada bu kadar severken uzaklarda bir başkasının olarak her gün ızdırap içinde mi?
Sevmenin çok sevmenin bedeli bu mu olmalıydı? Yoksa bu bir bedel miydi ödenen? Her ne olursa olsun aşk bu kadar acımasız bu kadar acı verici olmamalıydı. En azından gülen bir tarafı olsaydı kaderin ve onlarda gülseydi.
Aşk bu kadar özlem dolu olmamalı bu kadar ızdıraplı olmamalıydı???


Birbirlerini tesadüf eseri tanıyan ve tanıdıktan sonra bizi ölüm ayırır diye yemin eden iki gencin hikâyesi.

Tek katlı iki daireye sahip bir bina. Birin de Hüsran ve ailesi diğer daire boş. Bir müddet sonra eve yeni birileri taşınır ve boş olan evle birlikte Hüsran’ ın da kalbi dolmaya başlar. Karşı komşusunun yaşıtı bir oğlu vardır ve daha çocuk olmalarına rağmen birbirlerine aşık olurlar. Konuşmalarına gerek yoktur bakışlar onlara aylarca yetmiştir ve sonunda Tayfun yüreğinde dalga dalga coşan bu sevgisini Hüsran’ a açıklayacaktır. Gününü bulur ve açıklar. Zaten oda bunu beklemektedir dört gözle ve büyük bir hevesle.
Aradan aylar geçer yıllar geçer. Sevgileri ilk gün ki gibi dolu dizgindir. Hiçbir şey azalmamış her geçen gün artmıştır. Artık günleri tek başına geçirmek istememekte her anı beraber yaşamak için evlenmeyi düşünmüşlerdir. Ölüme kadar, sonsuza kadar.
Tayfun’ un askerliğini yapması gerekmektedir. İşte bu onlar için bir sondu. Bir saniye bile birlikte olmadan duramazken önlerine seslerini bile duyamadan aylar, yollar konacaktı. Bu bir ölümdü her ikisi içinde. Çoğuna göre “ne olacaktı ki? Sanki insan birbirini bu kadar sevebilirdi? Sanki Leyla ve mecnun muydular?” ama kimseler bilmiyordu yüreklerdeki sonsuz sadakatle bağlı oldukları sevgilerini.
O gün gelip Tayfun büyük bir konvoyla askere uğurlanmıştı. Hüsran adı gibi ilk hüsranı çok derinlerde ve sessizce yaşamıştı. Her güne bir mektup her mektuba sonsuz hasret ve gözyaşı yüklemişti. Bir gün mektuplar gelmemeye başlamış; Tayfun meraktan çok üzülüp rahatsızlanmış ve askeri hastaneye kaldırılmıştı. Zaten bir haftadır yüreği çok acıyordu anlamsızca. Kardeşinden aldığı haberle yıkılmıştı. Hüsran bu hasreti çekerken yemeden içmeden kesilmiş tükenmişti. Hastanede günlerdir yatmaktaydı. Doktorlar şuurunu kaybettiklerini söylemişlerdi. Neden bu kadar yüreği acımıştı günlerce şimdi anlıyordu. Canının canı yanıyordu hastaydı. Askerden çıkamazdı ve firar etti…
Firar sırasında vurulmuş ailesine öldü haberi gelmiş ve bunu duyan Hüsran’ ın feryatları gökleri ağlatmıştı. Tayfun ölmemiş sadece yaralanmış ve firar ettiği içinde dışarıyla mektup olayı sonlandırılmış ve askeri mahkemenin verdiği kararla uzatılmıştı. Tayfun eli kolu bağlı ve kendisi için ailesine ve yakınlarına öldü denildiğinden habersiz askerliğini büyük acılarla ve Hüsran’ a kavuşacağı anı bekleyerek hayaliyle geçiyordu.
Böyle bir aşk yoktu…
Hüsran… yazık ki bu acı onu daha da bitirmişti. Artık bizi ancak ölüm ayırır dediği insan onu aldatmış tek başına bu dünyadan göç etmişti. Böyle daha fazla yaşayamazdı ve onsuz yaşamanın anlamsızlığı içinde ölmeye karar verdi. Bir gece herkes uyuduktan sonra fare zehri içerek yarın uyanmayacağı sabaha gözlerini kapamıştı. Onsuz sabahın, günün, Güneş’ in zaten bir anlamı yoktu. Anlamsız bir hayatı onsuz bir hayatı daha fazla soluyamazdı. Zaten yemin etmişti.
Sabah annesi Hüsran’ ı uyandırmak istemiş fakat hareketsiz kalışından öldüğünü düşünmüş ve çığlıklarla babasını kaldırmıştı. Hastaneye kaldırılan Hüsran ölümün eşiğinden son anda kurtulmuş ama babasının sopalarla dövmesi ve annesinin ölmeden mürvetini görmek istiyorum ve analık hakkımı helal etmem sözleriyle eli kolu bağlanan Hüsran’ ın tek çaresi onların söylediklerine boyun eğmek olmuştu.
Kimse onların sevgisini anlayamamıştı. Kimseler bilememişti bu aşkın büyüklüğünü.
Hüsran istemediği halde dayaklar yiye yiye eli yüzü morarmış ve şişler içinde evlenmişti. İlk gece yeni evlendiği kocasına:
- İster beni öldür ister vur ister öldür. İstersen ben vurayım kendimi ama sen ölü birine sahip olmaya çalışacaksın. Sen, tüm ruhu ve kalbiyle başka birine ait olan birine sahip olmaya çalışacaksın. Sen bir taş bir duvara yanaşmış olacaksın. Bu beden sadece emir kulu. Ama kalbim ve tüm gençliğim Tayfun’ un. Hiçbir zaman senin karın olamam. Üstüme kuma al. Çocukların olsun bakarım. Ama gözüme bile dokunma.
Adam şaşkındır. Gözleri dolmuştur bu büyük sevgi karşısında. Anlayışlı bir şekilde karşılamış ve kızdan olan biteni baştan sona anlatmasını istemiştir. Anne ve babasının isteğini yerine getirdiğini ve son nefese kadar Tayfun’ u seveceğini söylemiştir. Adamcağız “dünya ahret bacım ol” deyip içini ferah tutmasını söylemiştir. Yaradan ilk kez ona yardım etmiş diye düşündüğü Hüsran, Tayfun’ u düşünüp ağlaya ağlaya, mezarını bile göremediği canına hasret duya duya uyuya kalmıştı.
Böyle bir sadakat yoktu…
Tayfun askerden dönmüş ve herkesin şaşkınlığı ile yaşadığı anlaşılınca gözyaşları içinde karşılanmıştı. Gözlerini onu görmeden nefessiz kaldığı biricik aşkını arıyordu. Yoktu. Görünmüyordu. Herkese soruyor bir cevap alamıyordu. Yıkılmıştı. Evlerine koştu. Kapıyı o açacaktı ve boynuna sarılıp kokusunu çekecek, saçlarını okşayacaktı yine. Al yanaklarından öpüp sonsuza kadar yanında kalacaktı tüm sadakatiyle. Kapıyı çaldı. Kapıyı Hüsran’ ın babası açtı. Gayet sert ve umursamaz bir tavırla
- Hüsran evlendi. Şimdi Zonguldak’ ta. Arama sakın benim canımı sıkma. Defol git şimdi.
Bu neydi bir şaka mı hayal mi? Hüsran… Hüsran’ ım bir başkasıyla… başı dönmüştü. İçmeden sarhoşluğu yaşamıştı. Bu neydi? Hani sevgimiz. Hani??? Benim öldüğümü duyunca… yok yok bu olamazdı. Onun bakmaya kıyamadığı al yanaklısı başkasının olamazdı artık. Başkasından çocukları olamazdı. Onlar aşklarının meyvelerine isimler bile bulmuşlardı. Bunu bir başkasıyla yaşayamazdı. Güne başkasının kollarında gözlerini açamazdı. Nerdeydi sevgimiz? Hani benim canım? Benim canımı nasıl acıttı böyle??
Bunları diyerek birkaç adım atıp yere yıkılmıştı. Aylarca kendini toparlayamadı. Bu ona göre ihanetti ve artık bu ihanetin bir sonu olmalıydı. Ona sadık kalmamalı kendi yaşamına geri dönmeliydi. Halbuki Hüsran’ ın çektiği acıları asla bilememiş ve bilmemişti. Hep ona sadıktı ve sevgisi hala içinde aynı tazeliğinde hasretle yaşıyordu ve Hüsran ölü bildiği birine bu kadar sadık kalmıştı. Eşi ona elini bile sürmemiş üstüne bir kuma almıştı. Her gün gözyaşı döküp her gün biraz daha erimişti. Kansere yakalanmıştı. Bunca acıya bedeni daha fazla dayanamamıştı. Ölümü bekliyordu her gün. Mutluydu Tayfun’ a kavuşacağı için.
Aradan yıllar sonra babası ölünce annesi Tayfun’ un yaşadığını söylemişti içi acıya acıya Hüsran’ a. Babasının korkusundan sustuğunu ve kızının ölüme mahkûm olduğunu bile bile bunu daha fazla saklayamazdı annesi. Ama her şey için çok geçti. Tayfun ihanet ettiğini düşündüğü Hüsran’ ı unutmak için bir başkasıyla evlenmiş çocukları olmuştu. Yaşamak istediği her şeyi bir başkasıyla yaşıyordu. Canı acıyordu her akşam kapıyı Hüsran değil de başka biri açınca. O da çocuklarıyla teselli bulmaya çalışıyor ama ona ihanet etse de o büyük aşkı yüreğinden atamıyordu.
Böyle bir acı yoktu…
Kader ya bu ikisi de bulundukları illerden taşınıp Aydın’ a yerleştiler. Birbirinden habersiz. Aradan yıllar geçmiş saçlara aklar düşmeye başlamıştı tek tük. Hüsran bir deri bir kemik kalmıştı. Tayfunda ondan farksız değildi ama her ikisinin de ortak noktası mutsuzdular ve birbirlerini çok özlüyorlardı. Hüsran ölmeden son bir onu görmek için her gün dua etti yaşadığını öğrendikten sonra. Yanına gidemezdi, her şey için çok geçti. Her gün parçalara bölünerek ayakta durabildi.

Bir sahil… sıcacık. Güneş batmakla batmamak arasında bocalarken insanlar cıvıl cıvıl güle eğlene dolaşıyorlar. Hüsran, sözüm ona kocası, kuması ve onların çocukları… Hüsran’ ın elinde eşinin kumasından olan çocuğu, yanında sözde eşi, onun yanında kuması… bir aile gibi…
Yolun karşı tarafında Tayfun. Elini tuttuğu eşi, aklında Hüsran, bir elinde kızı, önde koşan oğlu…
Hüsran dalgın dalgın yürürken acıları ve sancısı artmış bir şekilde bir sesle irkildi.
- Kadir! Oğlum koşma dur ama düşeceksin.
Bu ses Tayfun’ umun. Evet evet bu onun sesiydi.
Başını kaldırdı hali kalmayarak. Birde ne görsün… karşısında uğruna tüm hayatını feda ettiği canı duruyor. Kimseyi görmedi. Ne karısını ne çocuklarını. Sanki etraf kararmış bir tek o kalmıştı karşısında. Sesler susmuş duymuyordu. Kalbi duracak gibiydi. Koşmak istedi sarılıp koklamak. Kalakaldı öylece. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar akıyordu. Tayfun son anda fark etmişti Hüsran’ ı. Tanımakta zorlanmıştı. O güzelim kızdan eser yoktu. Yaşıtlarına göre çok yaşlanmıştı tükenmiş bitmişti. O an ne yapmak istediğini oda bilemedi. Eline baktı. Çocuğu zannetti yavrucağı ve yanındakini eşi. Parçalandı Tayfun.
Ve birbirlerini yan yana geçip gittiler. Hüsran o yanında geçerken kokusunu rüzgârla içine çekti. Son bir defa arkasına baktı. O arada Tayfun’ da döndü. Göz göze geldikleri anda Hüsran parçalara bölünmüş ve daha fazla bu acıya dayanamamıştı. Yere yığıldı Tayfun önünü dönünce. Son nefes alışlarıydı. Eşinin söylediklerini artık duyamıyordu ve gözleriyle işaret etti
- O giden Tayfun’ um, o canım, o aşkım gidiyor… parçam gidiyor…
Dedi. Ve eşi onu yere öylece bırakıp Tayfun diye seslendi ortalığı yıkarcasına. Tayfun yerde Hüsran’ ın yattığını görünce istifini hiç bozmadan yürüdü. Hüsran’ ın kocası Tayfun’ un koluna girip kenara çekti
- Bak Tayfun kardeş; bu kız var ya seni çok seviyor. Ben sizin sevginiz karşısında eridim, bittim kim bilir o şimdi ne acılar çekiyor. O hep senindi ve senin acınla kansere yakalandı. Ölmeyi hep diledi sen yokken ve Allah duasını kabul etti. Bu kız işte seni böyle seviyor. Benim dünya ahret kardeşimdir. Eli elime gözü gözüme değmemiştir. O kadar vicdansız değilim. Bu gördüğün çocuklarda şurada duran kadının yani gerçek eşimin. Hüsran her gün ağladı. Gözyaşlarına ben ortağım. O çok iyi bir kız. O seni çok sevdi. Keşke beni de biri böyle sadakatle ve böyle büyük sevseydi de onun sevgisini bir gün yaşayıp ölseydim. Her şey aleyhinize oldu ama bari son anında onu yalnız bırakma. O yalnız senle yaşadı.
Bunları derken Tayfun paramparçaydı. Hüsran’ ın yanına gitti gözlerindeki yaşlardan önünü göremeyerek. Başını ellerinin arasına alıp
Sensiz bir günüm bile geçmedi Hüsran’ ım. Biraz önce yıkıldım seni öyle çocuklarla görünce
- Ben senden başkasını sevmedim Tayfun.
- Biliyorum bebeğim.
- Tayfun beni bırakma. Seni gördüm ya artık korkmayarak ölebilirim. Biliyor musun hep kollarında ölmek istemiştim
Tayfun elleriyle dudaklarını kapatır Hüsran’ ın
- Sus sen neler diyorsun. Seni ölümsüz seviyorum canım.
- Canım acıyor Tayfun. Seni çok sevdim ve sevgime hep sadık kaldım. Beni unutma.

Böyle bir ölüm yoktu…

Dalgalar bir başka hırçın kıyıya vurdu o an. Martılar bir başka çığlık içinde. Tayfun’ un feryadı gökleri yırtarken artık Hüsran’ ı, adı gibi hüsran aşklarının bedelini canıyla ödeyerek dünyaya elveda demişti sevdiğinin kollarında.

Aylar sonra çok değil birkaç ay sonra Hüsran’ ın mezarı başında yağmur hırçın hırçın yağarken toprağının üstünde bu acıya daha fazla dayanamayan Tayfun’ un cansız bedeni bulunur.

Aşk bu kadar acımasız, kader bu kadar nankör olmamalıydı.
Sadece geriye iki el kaldı yine kavuşamayan. Adı gibi hüsran aşklarını cennette sonsuza dek birlikte olarak sürdürmeleri umuduyla… Aşk ayrılıkla yoğrulmamalıydı. Aşk her gün göz yaşı dökmemeliydi. Sadakati böyle erişilmez yaşarken yürek, kader onlara biraz acısaydı. Acısaydı da kavuşsalardı.
Böyle bir aşk yoktu.
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Bilir misin sen sevgili sensizlik nedir anlayabiliyor musun hayatın sensiz ne kadar çekilmez olduğunu bir o uçurumda bir bu uçurumda beni götürmeni bekliyorum.

Hiç yaşadın mı sen beniz olup ta beni özlediğin oldumu?
Ve her yağmur yağdığında yağmura inat çocuklar gibi ellerini açıp yağmurun altında delice döndün mü otobüs duraklarında geri dönmemi bekledin mi sen hiç?

Sen hiç zamanla yarışıp her dakikanın sensiz geçtiğini düşündün mü bir an önce zifiri karanlığı bekledin mi gündüz o sevgilileri ve o aşkları görmemek için geceyi bekledin mi? o nasırlı ellerin kalem tutmayan ellerin hiç durmadan yazabildin mi bana olan duygularını bana olan sevdanı düşünüp yazabildin mi?

Sadece aşkın sevginin aramızdaki her şeyin seni seviyorum diyerek yetmediğini biliyor musun? Belki sana bu soru çok zor gelecek beklide saçma diyeceksin ama. Bir gün yüreğin benimki gibi cız ederse ve sadece sende kalan bir ufak resim ve bıraktığın o 4 tane kokulu mektubu okudukça bana telefondaki seni seviyorum kelimesi hiçbir hasretimi gidermediğini anlayacaksın.
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

adamın biri sanal alemde,kültürel içerikli bir siteye üyeymiş.site içerik olarak topluma açık edebi yazıların yazıldığı ve bu yazıların sosyo_kültürel anlamda sergilendiği bir siteymiş.siteye üye olan kişilerin resimli üyeliği ve bibliyogrfisi üye kişiler arası diyaloğun artmasına sebep olmuş.işte hikayemizin kahramanının başına gelen ve hikayemizin oluşmasına vesile olan asıl tema da bu be arkadaş.karakterlerimizden erkek olana hamza, kız olana ise şevval diyerek hikayemize başlayalım.......
hamza site içerisinde gezinirken bir de ne görsün. aman allahım! bu ne güzel kız böyle.hep hayalimde ki insan işte bu.siteye üye bir bayanın resmi.şevval.... ve gercekten uzun zamandır hep hayal ettiği ve evlenmek için hep aklında oluşan tipik eş adayının ta kendisi resimdeki bu güzel bayan.ve sanal alemin gerçek aşkı başlamış.aradan haftalar geçmiş bu aşk gün geçtikçe çığ gibi artmış.adam gece gündüz demeden dualar etmeye başlamış."ya rabbim nolursun bu kız benim eşim olsun " diye... hep hayal ettiği tarzda bir kızmış.güzel yüzlü ,tesettürlü,islami değerlere sahip müslüman bir türk kızıymış şevval...aslen elektrik öğretmeni,kişilikli,dininin temel prensiplerine bağlı,açık sözlü polis olarak görev yapan türk ve islam kültürüne değer veren bir delikanlıymış hamza....evet çok kısa süre olmasına rağmen hamza, tanımamasına rağmen sadece fotoğrafını görerek şevvale aşık olmuş.ama bu aşk gerçek duyguları yüreğinde taşıyan ve sadece hissi olarak değil kültürel anlamda da mantıki bir anlam taşıyan bir duygu seliydi.bir bayram günüydü evet ramazan bayramıydı.hamza şevvalin resmini biran önce görmek için can atıyordu internette siteyi açmak için.çünkü bugün bayramdı ve mesaj atmak için bir vesilenin ve belkide bir başlangıcın yada hiç başlamayacak bir hüznün tohumlarının atılmasının ilk günüydü.mesajın başlığına dünyanın en güzel kızına hayırlı bayramlar diye başlayıp içeriğini yazdıktan sonra mesajı iletti.kalbi duracak gibiydi.acaba şevval nasıl bir tepki verecekti? belki çok kızacaktı belki de çok kırılacaktı ama şevvalin kırılmasına gönlü razı olamazdı.çünkü onu deliler gibi seviyordu.şevvalin resmini ilk gördüğü andan itibaren başlamıştı bu sevgisi. o kadar çok seviyordu ki şevvalin bir evet demesine karşı bir ömür boyu kölesi dahi olacaktı.ama maalesef şevvalin cevabı çok açıktı.ben kesinlikle sanal alemde tanışılan ve bu şekilde başlayacak birlikteliğin sağlam temellerle kurulacağına ve daimi olacağına inanmıyorum. kesinlikle haklıydı şevval.ama hamzada iki hafta öncesine kadar o düşüncedeydi,ve aklından dahi geçmiyordu böyle bir olayın başına geleceğinin.çünkü sanal alemde fazla gezinmekten ve arkadaş sitelerine çok karşıydı.bu sitede olmasının tek sebebi ise içindeki sessizliği başkalarıyla paylaşmaktı.ta ki şevvalin resmini gördüğü zamana kadar.ama hamza şunu da çok iyi biliyordu ki; inancının gereği kadere inanan bir olarak çok acı çekmesine rağmen aşkını kalbine gömecekti.başka ne gelir elden......günümüzde ki kızlar; gerçek sevgiden,gerçek duygudan yoksun insanları mı tercih ediyorlar yoksa sanal ortamda tanışmasına rağmen bu duyguları ve değerleri taşıyan erkeklerimi? hayır kesinlikle onlara göre günübirlik aşk yaşayanlar şimdilik daha tozpembe..gerçekleri ancak ve ancak yanlış ve tozpembe oryantasyonların ardından gelen evliliklerden sonra görebiliyorlardı.".www..........forum.com" sitesindeki tanışmanın daimilik açısından anlamsız olduğunu düşünen nice şevvallere tavsiyem;lütfen gerçekleri ve sizi gerçekten sevenleri şimdiden iyi görün, görünki yarın pişman olmayasınız. saygılarımla...




valla bi zamanlar bende şevval gibi düşünüyordum ama işin aslı artık bana göre şu internet sadece bi seviledir. tıpkı görücü usulunde araya bazı aileler tanışlar girerya internet de öledir. bunda asıl yapılması gereken olay ciddiye bindikten sonra gerçek yaşamda da biraz zaman geçmesi olayın sanalla kalmaması ailelerin tarafları iyi araştırması lazım eğer bunlar yapılırsa bence hiçbir sorun yok....
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Bir gün seni bırakıp gideceğim bu şehirden. Kolay olacak; arkama bile bakmayacak, tek bir gözyaşı bile damlatmayacağım toprağa. Giderken beni yolculamanı beklemeyeceğim. Arkama dönüpte “ yakında geleceğim” der gibi el sallamayacağım sana. Özlemeyeceğim de seni.
Bir gün seni bırakıp gideceğim bu şehirden. Yaşanmışlıkları anılara bırakıp gideceğim. Benim anılarımda değil; senin anılarında kalacak. Çünkü bu şehirden giderken senide silip gideceğim. Tıpkı beni unutup yaraladığın anlık sildiğin gibi. Boşver kimse bilmesin bana yaşattığın acıyı. Ateşime kimse su dökmedi, yarama mehlem de benim. Senden uzakta kendim sardım yaralarımı. Terkinlerimi kendi kendime yaptım. Seni hiç anmadı yüreğim. Sevmiyorum da seni artık.
Bir gün seni bırakıp gideceğim dedim ya gittim. Aklıma gelmeyeceksin dedim, yaralarımı kendim sararım, acımı içimde yaşarım dedim ya… beni unuttuğun gibi unutup sileceğim benliğimden dedim ya, sevmiyorum dedim ya…
Bu şehirden gittim ama seni her gittiğim yere götürdüm. Senin gibi namert olup silemedim atamadım yüreğimden sevgini.
Aradan 5 yıl geçti…
Bir kez bile atmadı kalbim başka bir beden için. Aramadı kimseyi gözlerim; beklemedi telefon. Kimseyi sevmedi sen gibi. Sana sadıktım ilk gün ki gibi. Sırtından vurmadım beni vurduğun gibi. Herkes bana gurursuz dese de gurursuzluğu sen yaptın ben değil. Ben kendi içimde sevdim seni; gerek yok nankör sevgine.
Seni görmeden, senden uzakta ama hala seninleydim. Yaşadığım her yerde nefes aldığım havadaydın. Aradan koskoca 5 yıl geçmişti ve ben hala istanbul’ u terk eden aynı kızdım.
Bir haber geldi dostlardan. Halin perişanmış hastaymışsın. Yüreğim cız etti yandım bir an. Senin için yanmıştı yüreğim. Benim yüreğimin acıyacağını düşünmeden yaptığın ihanete karşı hala senin için acımıştı yüreğim. “gel” dedi dostlarım istanbul’ a hali hal değil. Gitmeyecektim oraya; ısrar ettiler. Bir an “ölüyor mu ki? Dedim ki demez olaydım durumun ciddiymiş.
İlk uçakla geride neler bıraktığımı düşünmeden canımı yakan istanbul’ a ve ona geldim yine yıllar sonra. Aldı beni dostlarım vardım yanına. Varmaz olaydım.
Yokluğumun acısını çok yaşamış. Çok aramışta bulamamış beni. Perişan olmuş, pişman olmuş, yanmış içi. Sonra atmış kendini sevdadan sevdaya ama hastalanıp yatağa düşünce kimse bakmamış ona. Hergün arayanların kesilmiş telefonları. İş yerinde bir kaza geçirmiş ve bir bacağını kaybetmiş diz kapağından. Kol değnekleri bacağı olmuş. Bir zamanlar gününü gün ettiği kız arkadaşları şimdi bırak görmeyi aramaz sormaz olmuş.
Ağlamaklıydı her daim; üzülme dedim. Hayat bu nankördür dedim. Onu görünce aynı bana yaşattığı acıları bir daha yaşadım. Ama insandım ve bir zamanlar sevdiğimdi.
Aradan 15 yıl geçti…
Şimdi onunla 25 yıldır evliyiz. Ben evlilik teklifinde bulundum. Onu öylece yalnız bırakamazdım. Hayata küskündü, perişandı. Şimdi ise dimdik ayakta ve ona protez bacak aldım çalışıp araştırıp didinerek. Sırf sevgim için. Çocuklarımız oldu. Onlara sevgi, dürüstlük ve sadakat aşıladık. Pişmanlık yaşamamaları için babaları gibi hayat boyu bir tarafında bir acı ve mahcupluk yaşamamaları için onlara sadakati aşıladık.
Şimdi mutlu bir aileyiz çocuklarımız, torunlarımızla birlikte.
O sırtımdaki bıçak hala orada ölene kadarda çıkmayacak. Arada sancısı vursa da merhemini bulamasam da yine yalnız başıma alt ediyorum. Kim daha çok sevmiş dürüstçe derseniz? ben hep o pişmanlıkla…
Hayat o kadar kısa ki; insanı yaşama bağlayan tutunduran tek soyut kavram sevgi. Sevmek mukaddestir. Sevgiyi ve sizi seveni asla lekelemeyin. Kaybettikten sonra kıymetlenmesin sevgi ve sevdiğiniz sizin için. Elinizdeyken kıymetini bilin. Bir yüreğe bir yürek sığar.
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.
Konu: 480
Mesaj: 2,837
Cinsiyet:
Kıdem: Apr 2006

Bak sevdigim göz pınarlarım yine nemli
dudaklarım tebessume kusmusmu ne
yada tebbessum vefasız
seneler oldu ugramadı eski dostuna
geceler sanki biraz daha koyu karanlıkmıdır nedir sen gittin gideli
yada sorular daha bi zor oldu
bak sevdigim göz pınarlarım inceden inceye damlar oldu
yine aklıma huzun geldi galiba
oysa kapıyı kilitlemistim penceremmi acık kaldı ne
bak sevdigim ayrildigimizin 4 cu senesi
ben yine bıraktıgın yerde ben yine seninle ``şiiiiiiişş`` tamam duyma karanlıkları
fısıldadıkları yalan anlattıkları yalan
mezarlıklara giremedim dogru
inan seni unuttu demeleri yalan
icimde amansız bi korku
sanki sana bir adım gelirsem bundan sonra gelmek yaman
her kacısı bi vuslatla bagdastırmaya calısıyorum
yok olmuyo
hesaplarım ya bi eksik ya da bi fazla
bi turlu hic bisey kitabına uymuyo
ya sen yanımda yoksun
ya sen yanımdasın ben burda yokum
bak sevdigim ellerim yine kaleme yapıstı sanki
gecem yazmak oldu gunduzum yazmak
ve yine bir siirden nagme aklımda
git diyor git! kaç! zaten zor olandı kalmak
askı soruyolar bana tarif et diyolar
bende diyemiyorumki ne o nede ondan eser kaldı
diyemiyorumki gecelerim aglamak gunduzlerim aglamak oldu
bak Sevdigim ellerim yine titriyor kalbim yine sızlıyor
Ayrildigimiz gun bana vazgecilmez bi hatıra olarak kaldı........
[Resim: emeesayg8xr1rc0af.gif]


[STRIKE]Ne aradıysam bilki sende bulmuşum.
Senden öncesi yoktu
Seninle var olmuşum.
Sende bütün özlemler.
Sende bütün gelecek.
Beni bende arama.
Ben artik sen olmuşum.
[/STRIKE]

Alıntı
.


Foruma Git:


Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar): 8 Ziyaretçi

Türkçe Çeviri : MyBB Türkiye
MyBB, © 2002-2024 MyBB Group.