Bilge şair Sezai Karakoç, bir yazısında, 'gerçek müminin namazı boyunca, dünya kesilmiş bir kurban gibi ayaklarının ucunda durur' der. Kesilmiş kurbanın ayak uçlarımda durması çocukluk günlerimden kalma bir resimdir.
Nasıl ki yaşı kırkın üzerinde olan herkesin bir cennet sineması mutlaka varsa, böylesi bir kurban resmi de olmuştur.
Altmışlı yılların ikinci yarısında, Malatya'da sinema işletmeciliği yapan rahmetli babam, dini bütün bir adam değildi ama belli düzeyde bir inanca sahipti ve bilhassa geleneksel olana derin bir saygı duyardı. Bu yüzden, Ramazan ve Kurban bayramlarında, arefeden başlayıp bayramdan bir sonraki güne kadar, işlerini terk eder, kurban keser, büyükleri, yakınları ve kimsesizleri ziyaret eder, bizi de yaptığı her işe katardı.
Kurbanın kanı toprağa sızarken, canın kafesten kurtuluşunu an be an izler, hayvanın ayaklarının çırpınışını ürpererek seyreder, bu işin manevi ve aşkın bir yönü olduğunu hissederdim. Bundan olsa gerek, yıllar sonra yazdığım öykülerin birine, Elif Gibi Yapayalnızım'a kurbanla girmiştim. Çocuk, tekbir getirerek hayvanı kurban eden büyüklerini seyrederken, annesine, 'tekbir ne demek anne?' diye sorar. Anne, 'yavrum, nefsimizi Allah'a adıyoruz' der. Bu cümlenin anlam dünyasına yıllar sonra, Eşrefoğlu Rumi'nin bir nutk-ı şerifinden girdim: "Dünya nedir dost yoluna aşık anı terk etmeye / Bir canım var ol dost için kurban eyleyesim gelir"
Bilindiği üzre, kesilen hayvan, akıtılan kandır ama, asıl bağışlanan nefistir.
Kurban da abdest, namaz ve zekât gibi, bir arınma ve yakınlık arayışıdır.
Kurban'ın kökü, kurb, yakınlaşma anl----- gelir ve Allah, kulunu, el-Karib (yakınlaştıran, yakın kılan, yakın olan, yakınlaşan) adıyla, yakınlığa çağırır.
Secde de bir tür adanmadır, nefsi kurban etmedir.
Zekat, sahiplik duygusunun; namaz, 'olma'nın arınmasıdır.
Karakoç'un 'ayak ucunda serili kurban' biçiminde anlattığı resmi, evden ayrıldığım on altı yaşına değin gördüm. CHP delegesi olan ve seyrek ibadet eden babamın, kurban söz konusu olduğunda nasıl duyarlı davrandığına yıllarca tanık oldum.
Koçun alınması, pazarlık, at arabasına veya faytona yüklenmesi, eve getirilmesi, bir gün bahçede beslenmesi, onunla kurduğumuz dostluk, ertesi gün namazdan sonraki kabir ziyareti, kurbanın süslenmesi, nihayet kasabın gelişi, dua ve tekbirlerle kesilmesi, çırpınışı, kanın süzülüşü ve derinin, etin paylaştırılması, bu paylaşımdaki özen, gizlilik ve edep, çocukluk yıllarımın unutulmaz fotoğrafları olarak heybemde birikmiş, beni bir duyarlığa hazırlamış, adeta kişiliğimin de yapı taşları arasına girmiştir.
Tasadduka her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, bilhassa ülkemizin yoksul ve kimsesiz insanlarının yaralarını sarmak, onların derdini yüklenmek, ibadetin en halisi olarak karşımıza çıkıyor.
Kurban hem arınma ve adanma isteğinden geliyor hem de toplumsal ve ahlaki bakımdan ayrı bir anlamı, bir iyilik ve hayır boyutu var. Babam gibi nice ortalama Anadolu insanı, kurban ve diğer bayramlarda, yoksulların yükünü hafifletmek, kimsesizleri mutlu etmek için özel bir çaba sarf ediyorlar ve iyi ki de yapıyorlar.
Gerçi İbn Arabi, 'sadakaların en büyüğü, insanın bizatihi benliğini tasadduk etmesidir' diyor ama, bunun bir yolu da kurban kesmekten geçiyor. Kurbanın sembolik anl----- aşırı vurgu yapan bazı irfan ve düşünce ehli, hayvan kesmeye itiraz ediyorlar. Bu görüşün de, görüşler arasında bir değeri kuşkusuz vardır. Kevser'i, Hz. Fatıma, venhar'ı ise Hz. Hüseyin ve dolayısıyla kurban olarak vasfediyorlar. Bunlar da, kendisine bu muazzam irfani zenginlik içinde yer bulabilir.
Ama, yüzyıllardır süregelen bu ibadet biçiminin, insanlık tarihi kadar eski olduğunu da vurgulamamız gerekiyor.
Kurban hem bir arınma hem adanma hem tasadduk hem de Allah'a yakınlık olması bakımından, bir daralma ve kabz halini yaşayan insanlık ve ülkemiz açısından da bir bahar müjdesi, bir Rahmani şenlik, bir umut ve kalkışma anı olabilir, olmalıdır.
Bayram, yoksulların acısını daha derin hissetmemiz için bir imkandır.
Rahman'ın evi olan gönülde bulunmaması gereken kin, öfke, nefret ve bencilliğin kovulması için bir fırsattır.
Turgut Uyar, sanki şu dizeleri kurban günleri için söylemiştir:
"Saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
Sen donatıyordun kalbimizi
Kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
Kendi çoğunluğunu kendi üreterek..."
Ülkemizin başta güneydoğusu olmak üzere, iç ve kuzey kırsallarında, İstanbul ve diğer büyük kentlerin taşrasında yoksulluk derinleşmiş durumda. Yoksulluğun çözümü kuşkusuz, yoksula yapılan yardımdan ibaret değildir. Belki bundan önce ve öte yapılacak daha kalıcı, derin işler vardır. Ayrıca yoksulluğun, manevi ve toplumsal yaşamı çürütücü etkilerinden kurtulmak için, metafiziksel anlamı üzerinde de durulmalı. Fakir ile yoksulluk arasındaki ayrım zihnimizde, ruhumuzda güçlenmeli.
Seyda hazretlerinin babası, Doğu'nun büyük bilgesi el-Hüseyni, 'yoksulluk, insanı Allah'a ulaştıran en güzel yoldur' der. Tabii, bu, bugün yaşamı zehirleyen müzmin bir dert olarak yoksulluktan çok, insanın Allah karşısındaki çaresizliği ve bunun verdiği yücelik anlamındadır. Ama, nebilerin ve bilgelerin çoğu yoksuldur da. Yoksulluk, kuşkusuz, bugün, vahşi kapitalizmin aşırı biçimde beslediği, 'sen çalış ben yiyeyim' ve 'başkası açlıktan ölürse ölsün bana ne!' anlayışının derinleştirdiği, yanlış ekonomi politikalarının yaygınlaştırdığı toplumsal bir hastalıktır. İşte Kurban, şairin deyişiyle, 'kendi çoğunluğunu kendi üretebilir' ve bizi bu umarsızlığın içinden çekip çıkarabilir bir güce, bir dinamizme, bir umuda ve hayra sahiptir. Kişisel ve toplumsal düzeyde esenliğin, iyiliğin ve güzelliğin taçlanması, sorunlarımızın çözümü, empati imkanlarımızın açılması, yardımlaşma iştiyakımızın artması, dünyaya ve ötedünyaya dair umutlarımızın büyümesi için buna ihtiyacımız var.
Kurban, Allah'a Halil ve enis olmanın himmetidir.
Himmet sıradan bir çaba değildir, Rıza'yı kazandıran gayretin adıdır.
Çabasız himmet, himmetsiz Rıza olmaz.
Kurban, benlik kanının akıtılmasıdır ve Canan'a ancak candan geçilerek ulaşılabilir.
Kurban, bir araç üzerinden yakınlaşma ise bu, akıtılan kan, Hz. İbrahim'in adanmışlığı veya tasadduk ya da ehl-i beyt muhabbetinden ibaretse, bizi çağıran O'nun el-Karib adı ise, bunca kavga ve nizaya, bunca tartışma ve bağrışmaya ne hacet! Halimize bakalım, şer odakları ve uluslararası nifak şebekelerinin dünyayı getirdiği hali görelim, yolumuzu izimizi düzeltelim, oyunlara gelmeyelim, Ankara'nın manevi mimarı Hacı Bayram-ı Veli gibi şenlenelim:
"Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm
Derd-ü gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
Bayramım imdi, bayramım imdi
Bayram ederler yâr ile şimdi Hamd-ü senalar, hamd-ü senalar Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm"
beni bir ben bilirim birde yaradan,bana bir ben lazımım birde anlayan.hz mevlana----------------------------------------------------------------------------------
.