SIM kart vücudunuzu istiyor!
Telefona, kredi kartına, elektrik sayacına, arabaya, her yere SIM kart takılıyor. Her şey kontrol altında, her saniye izleniyor. Her şeyi gören göz şimdi de vücutlarımıza göz dikti. Biraz daha robot, biraz daha kontrol istiyor. Vermeyeceğiz. iyibilgi özel
SIM kart vücudunuzu istiyor!
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve Sezar’dan çok Sezarcılığa soyunan bir haber, SIM kart satıcısından daha iştahlı bir şekilde SIM kartların faydalarını sıralıyordu.
Habere göre bu kart ne kadar muhteşem bir şey ki, bütün etrafımızı çevirmiş bulunan hırsızlardan, katillerden bu sayede kurtulabiliyoruz. Bütün insanların potansiyel suçlu olduğu bu dünyada teknolojinin vurduğu gem başımıza kötü şeyler gelmesini engelliyor. Teknolojinin üstün kartı sayesinde işlerimiz tıkır tıkır ilerliyor. Kaybolan Alzheimer hastalarının yeri bulunabiliyor. Tansiyonunuz ölçüldüğünde değerler anında bütün kayıtlarınızın tutulduğu tıp merkezine ulaştırılıyor.
Öyle mi?
Buradan başka bir dala atlayalım biraz.
Doğumdan ölüme doktor müdahalesiyle yaşanıyor artık dendiğini duymuşsunuzdur.
Eskiden doğum anne, bebek ve belki bir ebe arasında olan son derece doğal bir süreçti. Bugün gebe kalmak ayrı bir dert. Bazı baba adayları mastürbasyonla çıkardıkları spermlerini anne adayının yumurtasıyla “dışarıda” birleştirecek doktorların eline teslim ediyor. Gebe kadınların da işi zor. Karınlarındaki minik yavrunun üstüne her ay garip sıvılar sürülüyor ve bir makineyle yavrularını seyrediyorlar. İçlerinden bir sıvı alınıp çocuğun bir hastalığı olup olmadığı test ediliyor. Eğer test sonucu, örneğin çocuk Down sendromlu olabilir diyorsa, bebek zoraki bir cinayete kurban gidiyor. Sonra doğum anı. Bebeğin dünyaya ne zaman geleceğine kendisi karar veren sezaryenci doktor doğum mucizesine müdahale ediyor.
Sonra insan hayatı hep doktor kontrolünde geçiyor. İlaçlar, haplar, ameliyatlar. İlaçların sebep olduğu hastalıklar. Kendi evimizde sevdiklerimizin yanında ölmek yerine sedyelerde hastane hastane taşınırken tam da ne zaman öldüğümüz anlaşılamayacak şekilde ölebiliyoruz. Veya ameliyat masasında. Veya kötü kokulu bir hastane odasında.
Kurullar karar veriyor kalbimizin ne hızda atması gerektiğine. Doktorlar ne kadar ömrümüz kaldığını söylüyor.
İnsana “sen yetersizsin” deniyor. “Makinelere, kumandalara, yönlendirmelere ihtiyacın var”. “Ne zaman, ne şekilde doğacağına da, öleceğine de biz karar veririz”.
Şimdi bize “ÇİP” takmak istiyorlar. Yürürken, çalışırken, sevdiğimize sarılırken bizimle olmak istiyorlar.
Bu kadar çok içimize girip ne yapmak istiyorlar?
Aslında doğumdan ölüme kontrol altında tutulmamız isteniyor. Sadece sağlığımız değil. Neye ağlayıp neye güldüğümüzü, neden etkilendiğimizi bilmek istiyorlar.
[/b]
Telefona, kredi kartına, elektrik sayacına, arabaya, her yere SIM kart takılıyor. Her şey kontrol altında, her saniye izleniyor. Her şeyi gören göz şimdi de vücutlarımıza göz dikti. Biraz daha robot, biraz daha kontrol istiyor. Vermeyeceğiz. iyibilgi özel
SIM kart vücudunuzu istiyor!
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve Sezar’dan çok Sezarcılığa soyunan bir haber, SIM kart satıcısından daha iştahlı bir şekilde SIM kartların faydalarını sıralıyordu.
Habere göre bu kart ne kadar muhteşem bir şey ki, bütün etrafımızı çevirmiş bulunan hırsızlardan, katillerden bu sayede kurtulabiliyoruz. Bütün insanların potansiyel suçlu olduğu bu dünyada teknolojinin vurduğu gem başımıza kötü şeyler gelmesini engelliyor. Teknolojinin üstün kartı sayesinde işlerimiz tıkır tıkır ilerliyor. Kaybolan Alzheimer hastalarının yeri bulunabiliyor. Tansiyonunuz ölçüldüğünde değerler anında bütün kayıtlarınızın tutulduğu tıp merkezine ulaştırılıyor.
Öyle mi?
Buradan başka bir dala atlayalım biraz.
Doğumdan ölüme doktor müdahalesiyle yaşanıyor artık dendiğini duymuşsunuzdur.
Eskiden doğum anne, bebek ve belki bir ebe arasında olan son derece doğal bir süreçti. Bugün gebe kalmak ayrı bir dert. Bazı baba adayları mastürbasyonla çıkardıkları spermlerini anne adayının yumurtasıyla “dışarıda” birleştirecek doktorların eline teslim ediyor. Gebe kadınların da işi zor. Karınlarındaki minik yavrunun üstüne her ay garip sıvılar sürülüyor ve bir makineyle yavrularını seyrediyorlar. İçlerinden bir sıvı alınıp çocuğun bir hastalığı olup olmadığı test ediliyor. Eğer test sonucu, örneğin çocuk Down sendromlu olabilir diyorsa, bebek zoraki bir cinayete kurban gidiyor. Sonra doğum anı. Bebeğin dünyaya ne zaman geleceğine kendisi karar veren sezaryenci doktor doğum mucizesine müdahale ediyor.
Sonra insan hayatı hep doktor kontrolünde geçiyor. İlaçlar, haplar, ameliyatlar. İlaçların sebep olduğu hastalıklar. Kendi evimizde sevdiklerimizin yanında ölmek yerine sedyelerde hastane hastane taşınırken tam da ne zaman öldüğümüz anlaşılamayacak şekilde ölebiliyoruz. Veya ameliyat masasında. Veya kötü kokulu bir hastane odasında.
Kurullar karar veriyor kalbimizin ne hızda atması gerektiğine. Doktorlar ne kadar ömrümüz kaldığını söylüyor.
İnsana “sen yetersizsin” deniyor. “Makinelere, kumandalara, yönlendirmelere ihtiyacın var”. “Ne zaman, ne şekilde doğacağına da, öleceğine de biz karar veririz”.
Şimdi bize “ÇİP” takmak istiyorlar. Yürürken, çalışırken, sevdiğimize sarılırken bizimle olmak istiyorlar.
Bu kadar çok içimize girip ne yapmak istiyorlar?
Aslında doğumdan ölüme kontrol altında tutulmamız isteniyor. Sadece sağlığımız değil. Neye ağlayıp neye güldüğümüzü, neden etkilendiğimizi bilmek istiyorlar.
[/b]
.