Kendini sevmeyen başkasını sevemez!
Ünlü bir İlâhiyat hocası, arkadaşı olan bir başka İlâhiyat hocasına “İnsanlar seni seviyorlar, beni ise pek sevmiyorlar” demiş; “Çünkü seni iftar yemeklerine davet ediyorlar ama kimse beni iftar yemeğine davet etmiyor.”
Arkadaşı ise şöyle cevap vermiş: “Sen kendini sevmiyorsun ki başkaları seni sevsin!”
Sevmek ve sevilmek... İnsanın en temel ihtiyacı; hem de hava gibi, su gibi.
İlginç olanı şu: Kendini sevmeyi beceremeyenler, başkalarını sevmeyi de beceremiyorlar.
Bencillik, bir tür kendine tapınma, kendini aşırı sevme gibi anlaşılıyor ki çok yanlıştır. Bencil insanlar, zannedildiği gibi kendilerini sevmezler. Öyle ki bencilliğin miktarı arttıkça, sevgisizliğin miktarı da artar.
Bencil kişi, kendini beğenir, hem de çok beğenir. Doğru. Ama neresini beğenir? Oysa beğenmek başka, sevmek çok daha başka.
İkincisi, bencil kişi, kendi çıkarlarını iyi hesaplar, iyi gözetir. Bu da doğru. Lâkin kişinin çıkarlarına düşkünlüğü bir sevginin, bir öz-sevgisinin tezahürü değildir; sadece yarar edinme, zarardan kaçınma refleksinin doğal sonucudur. Yarar-zarar hesabının duygularla pek işi olmaz; insiyakîdir (güdülerle ilgilidir); işin içine zekâ da karışıyorsa, böylelerinden uzaklaşmalı.
Kendini beğenen, başkalarını da beğenir. Kendini seven, başkalarını da sever.
Ne kadar?
Beğenme ve sevme yetisi ne kadarsa, o kadar!
Başkalarını beğenir veya severken, gerçekte sevgi ve beğenimizin konusu olarak kendimizi seçmekten başka bir iş yapmış olmayız. Kendimizi sevdiğimiz, sevebildiğimiz için falanı veya filânı, şunu veya bunu severiz, sevebiliriz.
Bu yanlış değildir.
Niçin?
Çünkü bir kadın veya erkeği beğeniyor olmamız, o kadının veya erkeğin niteliklerinden ötürü değildir. Her kadında kendimizdeki kadını (kendi kadınımızı), her erkekte kendimizdeki erkeği (kendi erkeğimizi) beğenir ve severiz. Beğendiğimiz ve sevdiğimiz aslâ kendimizden başkası değildir.
Bu yüzden “yanlış beğeni, yanlış sevgi” olmaz. Beğeni ve sevgiyi, dışarısı belirlemez de ondan olmaz.
Söylenebilecek olan, en çok “dışarısı”nın bir ayna değeri taşımasıdır. Hiçbir ayna (mazhar), kendisine ait bir şeyi yansıtamaz. Yansıyan (zahir) neyse, onu, yansıdığı (zuhuru) kadar yansıtır (izhar eder), yansıtabilir.
Yansıyanın yansıtanda yansıması (zahirin mazharda zuhuru), tarafların birbirlerine nisbetledir. Herkes kendi hâlince yansır, her ayna kendi hâlince yansıtır.
Sizde olmayanı veremezsiniz; dolayısıyla sizde olamayacak olan, sizde olamaz.
Özetle: Beğenen, kendinde beğendiğini başkalarında da bulur, beğenisinin niteliklerini (yani kendisini), talihliyse başkalarında da farkeder. Sevmek de aynen böyledir.
“Yanlış şeyi beğenmişim” denebilir mi? Denilemez! Belki zaman içinde beğeni düzeyiniz değişebilir; bu düzeyle bağıntılı olarak beğendikleriniz de. Ama beğenen hep sizsinizdir. Beğendikleriniz, siz onları beğendiğiniz için 'beğenilen' sıfatını alır. Beğenen olmasaydı, beğenilen de olmazdı. Aksi de doğrudur. Beğenen ile beğenileni bir araya getiren beğenidir. Her ikisi de işbu beğeni'den pay alır.
“Yanlış kişiyi sevmişim” Çok saçma bir ifade!
Doğrusu şöyle olmalı: “Kendimi sevme tarzım değişiyor; kendimde başka şeyleri de sevmeye başladım. Demek ki ben kendimi eskiden o düzeyde seviyormuşum; şimdi ise bu düzeyde.”
Beğeninin veya sevginin konusu olmak itibariyle, “Sonunda doğru kişiyi veya doğru şeyi buldum” sözü fevkalâde yanıltıcıdır. Kişi ya da şeyin (dışarısının) kendinde bir değeri yoktur. Neyseniz, onu bulursunuz.
Beğeni ve sevgi alanındaki en kesin yasayı yineleyelim o hâlde: Tencere yuvarlanır ve her defasında gider kendi kapağını bulur.
Yanlış kapak yoktur. Hiçbir tencere yanlış kapağı bulmaz; bir süre sonra kapak tencere'ye dar veya geniş gelse de bulmaz. Çünkü darlık ve genişlik kapağın değil, her iki hâlde de tencere'nin sıfatıdır.
Yansızlaştırma işlemi, insan psikolojisinin direnç noktalarını aşmasıyla gerçekleşir. Belki tuhaf gelecek ama söylemek zorundayım:
Kendisine karşı yansız olmayı başaran insan sayısı nadir değil enderdir.
Dücane Cündioğlu
ALINTIDIR.
.