Yemen’den Diyarbakır’a kadar geniş bir bölgede hüküm süren(1) Eyyubîler Devleti’nin kurucusu olan Selahaddin Eyyubî melez bir aileden gelir. Şöyle ki: Eski ceddi Basra’dan Azerbaycan bölgesine nakledilen Yemen Araplarındandır. Orada Hezbahiyye Kürtleriyle karışmışlar, bu vesile ile de kendilerini bu kabileden kabul etmişler. Daha sonra Eyyubî ailesi Türklerle karışarak Türkleşmiştir.(2)
Bütün bu ve buna benzer yorumlar Selahaddin Eyyubî’nin meziyetini, şahsiyetini ve mensubiyetini ortaya koymak içindir. Yoksa o zaman var olan devletlerin başında bulunan insanların şu veya bu ırktan olmaları bir şeyi değiştirmez. Çünkü hepsinin ortak adı “İslam Devleti” üst kimliği ile belirtilmektedir. Çünkü Abbasiler de dahil, sonraki tüm değişik adlarla anılan devletler hiçbir zaman tek bir ırktan müteşekkil olmamıştır.
Bu yorumu yapmam, bazı tarihçilerin ve yazarların Selahaddin Eyyubî’yi bir ırka mal etmek için çaba sarf etmelerinden kaynaklanıyor.
Selahaddin Eyyubî, müstakil bir devlet kurmak için gayret sarf etmemiş, sadece Nureddin Zengi’nin ölümünden sonra mevcut devletin dağılıp parçalanmasını önlemek için gayret etmiştir.
Şu gerçeği ifade etmek gerekir ki, Nureddin Zengi ile Selahaddin Eyyubî’nin tarihi rollerini birbirinden ayırmak mümkün değil. Kendi halinde mütevazı bir insan iken Nureddin Zengi tarafından -kısmen de- zorla Mısır’a gönderilen Selahaddin Eyyubî, orada ortaya koyduğu başarılı icraatlarıyla dikkatleri üstüne çekti.
Özellikle Mısır’ın idaresi eline geçtikten sonra, dünya onun gözünde bir hiç oldu. Şükür ve hamd etme aşkı gönlünde dalgalandı. Daha önce yaptığı kötülükleri terk ettiği gibi aynı zamanda tevbe etti.
Len Paul: “Artık Selahaddin kendi şahsı ile ilgili olan şeylerde bir düzenlemeye girdi. Hayat prensiplerini sertleştirdi. O her zaman muttakî ve haramdan sakınan biri idi, ama şimdi bunu daha da katılaştırdı. Dünya zevk ü sefasını, eğlenceleri ve rahat bir hayat yaşama arzularını tamamen terk etti. Kendi davranışlarına, hareketlerine daha katı kurallar koydu. Arkadaşlarına karşı iyi bir örnek oldu. Bütün çalışmalarını, güçlü bir devlet kurmaya yoğunlaştırdı. Nitekim bir yerde şöyle dedi: “Allah bana Mısır’ı verince anladım ki, Filistin’i (Kudüs’ün fethini) de vermeyi nasip etmiştir.
O zamandan itibaren Selahaddin’in amacı, ölünceye kadar İslam’a hizmet etmek, onu galip kılıp zafere eriştirmek oldu ve kafirlere karşı cihad etmeye söz verdi.”(3) demiştir.
Mücadelesi-Cihadı
Sultan Selahaddin, cihada aşıktı. Sultanın bu aşk derecesindeki halini ve heyecanını şu sözlerle tasvir edebiliriz: “Cihad aşkı, onun damarlarında çağlıyordu ve kalbini, kafasını kaplamıştı. Konuşmalarının konusu daima buydu. İşte bu cihad uğruna o, çoluk çocuğundan, sülalesinden, yuvasından ve bütün mal ve mülkünden ayrılmaya razı olmuş ve bir rüzgarın söküp atacağı bir çadırda yaşamaya katlanmıştı. Yemin edilebilir ki, cihad harekatı başladıktan sonra cihad ve mücahidlere yardım dışında hiçbir yere bir kuruş harcamadı.
Cihad anında bir saftan bir safa atının üstünde koşturur, askerleri cihada özendirir, teşvik ederdi. Ordunun arasında dolaşarak, “Yâ lel İslam - İslam’a yardıma koşun.” diye bağırırdı. Gözlerinden de yaşlar boşanırdı.”(4) Görgü sahiplerinin Sultanı tanıtımları böyle.
Bir defasında bir zâttan dinlemiştim. Onun hakkında konuşurken, halkın onun gülmeyen tavrından şikayetçi olur. Cuma imamı bunun üzerine hutbeden: “Eğer bir idareci tebaasına karşı güleryüzlü olmazsa onlardan bekleyeceği ilgi-saygı sureta olur.” der. Bu durumun kendisini ilgilendirdiğini düşünerek cumadan sonra Hoca’ya: “Galiba beni kastettiniz.” der. “Evet” diyen Hoca’ya: “Hocam Allah Rasulünün miraca çıktığı Mescid-i Aksa ecnebilerin elinde tutsak iken, Hz. Ömer’in emaneti Kudüs esirken, benden nasıl gülmemi isteyebilirsiniz?” der ve ağlamaya başlar.
Nitekim bu duygu ve anlayış sonucu, Kudüs’ün fethini Allah, Selahaddin Eyyubî’ye nasip etti.
Selahaddin Eyyubi, elinde kılıç, durmadan çarpışan insan görünümünde kabul edilmemeli. Onun aynı zamanda şehirlerin imarı ve ilim merkezlerinin oluşturulması konusundaki gayreti de takdire şayandır.
Dinî yaşantısı
“Bir tek namazımı bile cemaatsiz kılmadım.” diyen Sultan, dini inançlarına bağlı, gece namazlarına riayet ederdi. Hac yapmayı çok arzu etmesine rağmen bu vazifesini yapmadığına çok üzülürdü. Kur’an dinlemeyi çok sever, okunurken hep ağlardı.
İbadetlerine ve güzel amellerine ek olarak idarecilik yönünden de üstünlükleri, güzel meziyetleri vardı. Adaleti, bağışlaması, yumuşak huyluluğu, cömertliği, mertlik ve asaletinin yanı sıra sabır, dürüstlük ve cesaretiyle de insanların beğenisini kazanan iyi bir insandı.
Değerlendirme ve hakkında yazılanlar
Bir davet üzerine gittiği Mısır’da hükümdar olan Selahaddin Eyyubî, bu makamını babasına devretmek ister. Babasına:
- “Şu anda Mısır’ın sultanlığı, Mısır mülkünün idaresi senindir. Biz senin hizmetinde olacağız.”
Babası:
- “Ey oğlum! Allahu Teâlâ, seni bu göreve ehil olduğu için seçmiştir, başka sebeple değil.” diyerek bu görevi oğluna bırakır. Öyle ki Sultan, ortaya çıkan bu durum karşısında asla gururlanmaz. Hükümdar Nureddin Zengi’nin ve onun yerine geçen oğlu Nureddin Mahmut’a bağlılığını ifade etmiştir.
İstememesine rağmen yer yer iktidar mücadelesi yapmak durumunda kalan Selahaddin’in hükümdarlık dönemini üç grupta toplayabiliriz.
Mısır dönemi: Savunma.
Şam (Suriye) dönemi: Hazırlık.
Filistin dönemi: Taarruz.
Bu üç dönemde de Sultan, Haçlıları Filistin ve civar beldelerden çıkarmayı hedefledi. Devletini kuvvetlendiren Sultan, artık gerekeni yapmalıydı ve yapmaya da başladı. Önce Hıttın savaşını kazandı. Bu zafer İslam dünyasının Selahaddin’e güvenini artırdı. Bundan dolayı şairler şiirleriyle, alimler vaazlarıyla Hükümdarı övmeye başladılar. Nitekim İmadeddin İsfehani:
“Hıttın’de onların hükümdarının şerefini yerle bir ettin; küfürlerini bütünüyle ortadan kaldırdın.”
İbnu”Saatî ise:
“Üstün gayretlerinin, büyük bir fethi süsledi;
Bu zaferle mü’minlerin gözleri nurlandı.”
Kudüs’ün fethi esnasında mübarek beldede kan dökülmesin diye çok çaba sarf etti; kısmen de başardı. Haçlılar, terk ederken de çok ciddi tahribat yaparak gittiler. Bunun üzerine 4. Haçlı seferi Alman İmparatoru I. Friedrich, Fransa Kralı II. Philippe ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard 100.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Bu savaş Remle Sulhunun yapılmasıyla neticelendi.
Kendisine tevdi edilen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışan Sultan, mazlum müslümanların yüzünü güldürdü. Öyle ki bir şair, onun ölümünden sonra şöyle söylüyor:
“Bizim kendisine samimi bir şekilde itaat ettiğimiz, Allah’ın itaatkar kulu nerede?
O kimse ki, faziletleriyle zamanı şereflendirdi.
Üstün hasletleriyle, emsallerini geride bıraktı.
Bütün ömrünü müdafaası uğrunda tükettiği İslam Dini mensuplarının hükümdarı oldu.
Böyle olduğu halde, muhafızları ona niçin teslim ettiler.
Kurtların dine üşüştüğü ve çobanlarının dini kurtlara teslim ettiği bir sırada, İslam’ı kurtaran ey ulu hükümdar!
Alemlerin Rabbının rızası ve duası, Selahaddin Yusuf üzerine daim olsun.”(5)
Nitekim 27 Safer 589 tarihinde Şam’da vefat etti.
Allah’a kulluğu şiar edinen, insana hizmeti ibadet sayan, cihadı hayatın iksiri kabul eden yöneticilik ne güzel.
Kaynaklar
1- Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 14, s. 233, Çağ Yayınları, Heyet
2- Selahaddin Eyyubî ve Devlet, Doç. Dr. Ramazan Şeşen, s. 10, Çağ Yayınları
3- İslam Önderleri Tarihi, Ebu’l-Hasan en-Nedvi, Kayhan Yayınları, c. 1, s. 342-343
4- a.g.e., s. 343-344
5- Dini Siyasi Kültürel Sosyal İslam Tarihi, Prof. H. İbrahim Hasan, c.5, s. 139.
Bütün bu ve buna benzer yorumlar Selahaddin Eyyubî’nin meziyetini, şahsiyetini ve mensubiyetini ortaya koymak içindir. Yoksa o zaman var olan devletlerin başında bulunan insanların şu veya bu ırktan olmaları bir şeyi değiştirmez. Çünkü hepsinin ortak adı “İslam Devleti” üst kimliği ile belirtilmektedir. Çünkü Abbasiler de dahil, sonraki tüm değişik adlarla anılan devletler hiçbir zaman tek bir ırktan müteşekkil olmamıştır.
Bu yorumu yapmam, bazı tarihçilerin ve yazarların Selahaddin Eyyubî’yi bir ırka mal etmek için çaba sarf etmelerinden kaynaklanıyor.
Selahaddin Eyyubî, müstakil bir devlet kurmak için gayret sarf etmemiş, sadece Nureddin Zengi’nin ölümünden sonra mevcut devletin dağılıp parçalanmasını önlemek için gayret etmiştir.
Şu gerçeği ifade etmek gerekir ki, Nureddin Zengi ile Selahaddin Eyyubî’nin tarihi rollerini birbirinden ayırmak mümkün değil. Kendi halinde mütevazı bir insan iken Nureddin Zengi tarafından -kısmen de- zorla Mısır’a gönderilen Selahaddin Eyyubî, orada ortaya koyduğu başarılı icraatlarıyla dikkatleri üstüne çekti.
Özellikle Mısır’ın idaresi eline geçtikten sonra, dünya onun gözünde bir hiç oldu. Şükür ve hamd etme aşkı gönlünde dalgalandı. Daha önce yaptığı kötülükleri terk ettiği gibi aynı zamanda tevbe etti.
Len Paul: “Artık Selahaddin kendi şahsı ile ilgili olan şeylerde bir düzenlemeye girdi. Hayat prensiplerini sertleştirdi. O her zaman muttakî ve haramdan sakınan biri idi, ama şimdi bunu daha da katılaştırdı. Dünya zevk ü sefasını, eğlenceleri ve rahat bir hayat yaşama arzularını tamamen terk etti. Kendi davranışlarına, hareketlerine daha katı kurallar koydu. Arkadaşlarına karşı iyi bir örnek oldu. Bütün çalışmalarını, güçlü bir devlet kurmaya yoğunlaştırdı. Nitekim bir yerde şöyle dedi: “Allah bana Mısır’ı verince anladım ki, Filistin’i (Kudüs’ün fethini) de vermeyi nasip etmiştir.
O zamandan itibaren Selahaddin’in amacı, ölünceye kadar İslam’a hizmet etmek, onu galip kılıp zafere eriştirmek oldu ve kafirlere karşı cihad etmeye söz verdi.”(3) demiştir.
Mücadelesi-Cihadı
Sultan Selahaddin, cihada aşıktı. Sultanın bu aşk derecesindeki halini ve heyecanını şu sözlerle tasvir edebiliriz: “Cihad aşkı, onun damarlarında çağlıyordu ve kalbini, kafasını kaplamıştı. Konuşmalarının konusu daima buydu. İşte bu cihad uğruna o, çoluk çocuğundan, sülalesinden, yuvasından ve bütün mal ve mülkünden ayrılmaya razı olmuş ve bir rüzgarın söküp atacağı bir çadırda yaşamaya katlanmıştı. Yemin edilebilir ki, cihad harekatı başladıktan sonra cihad ve mücahidlere yardım dışında hiçbir yere bir kuruş harcamadı.
Cihad anında bir saftan bir safa atının üstünde koşturur, askerleri cihada özendirir, teşvik ederdi. Ordunun arasında dolaşarak, “Yâ lel İslam - İslam’a yardıma koşun.” diye bağırırdı. Gözlerinden de yaşlar boşanırdı.”(4) Görgü sahiplerinin Sultanı tanıtımları böyle.
Bir defasında bir zâttan dinlemiştim. Onun hakkında konuşurken, halkın onun gülmeyen tavrından şikayetçi olur. Cuma imamı bunun üzerine hutbeden: “Eğer bir idareci tebaasına karşı güleryüzlü olmazsa onlardan bekleyeceği ilgi-saygı sureta olur.” der. Bu durumun kendisini ilgilendirdiğini düşünerek cumadan sonra Hoca’ya: “Galiba beni kastettiniz.” der. “Evet” diyen Hoca’ya: “Hocam Allah Rasulünün miraca çıktığı Mescid-i Aksa ecnebilerin elinde tutsak iken, Hz. Ömer’in emaneti Kudüs esirken, benden nasıl gülmemi isteyebilirsiniz?” der ve ağlamaya başlar.
Nitekim bu duygu ve anlayış sonucu, Kudüs’ün fethini Allah, Selahaddin Eyyubî’ye nasip etti.
Selahaddin Eyyubi, elinde kılıç, durmadan çarpışan insan görünümünde kabul edilmemeli. Onun aynı zamanda şehirlerin imarı ve ilim merkezlerinin oluşturulması konusundaki gayreti de takdire şayandır.
Dinî yaşantısı
“Bir tek namazımı bile cemaatsiz kılmadım.” diyen Sultan, dini inançlarına bağlı, gece namazlarına riayet ederdi. Hac yapmayı çok arzu etmesine rağmen bu vazifesini yapmadığına çok üzülürdü. Kur’an dinlemeyi çok sever, okunurken hep ağlardı.
İbadetlerine ve güzel amellerine ek olarak idarecilik yönünden de üstünlükleri, güzel meziyetleri vardı. Adaleti, bağışlaması, yumuşak huyluluğu, cömertliği, mertlik ve asaletinin yanı sıra sabır, dürüstlük ve cesaretiyle de insanların beğenisini kazanan iyi bir insandı.
Değerlendirme ve hakkında yazılanlar
Bir davet üzerine gittiği Mısır’da hükümdar olan Selahaddin Eyyubî, bu makamını babasına devretmek ister. Babasına:
- “Şu anda Mısır’ın sultanlığı, Mısır mülkünün idaresi senindir. Biz senin hizmetinde olacağız.”
Babası:
- “Ey oğlum! Allahu Teâlâ, seni bu göreve ehil olduğu için seçmiştir, başka sebeple değil.” diyerek bu görevi oğluna bırakır. Öyle ki Sultan, ortaya çıkan bu durum karşısında asla gururlanmaz. Hükümdar Nureddin Zengi’nin ve onun yerine geçen oğlu Nureddin Mahmut’a bağlılığını ifade etmiştir.
İstememesine rağmen yer yer iktidar mücadelesi yapmak durumunda kalan Selahaddin’in hükümdarlık dönemini üç grupta toplayabiliriz.
Mısır dönemi: Savunma.
Şam (Suriye) dönemi: Hazırlık.
Filistin dönemi: Taarruz.
Bu üç dönemde de Sultan, Haçlıları Filistin ve civar beldelerden çıkarmayı hedefledi. Devletini kuvvetlendiren Sultan, artık gerekeni yapmalıydı ve yapmaya da başladı. Önce Hıttın savaşını kazandı. Bu zafer İslam dünyasının Selahaddin’e güvenini artırdı. Bundan dolayı şairler şiirleriyle, alimler vaazlarıyla Hükümdarı övmeye başladılar. Nitekim İmadeddin İsfehani:
“Hıttın’de onların hükümdarının şerefini yerle bir ettin; küfürlerini bütünüyle ortadan kaldırdın.”
İbnu”Saatî ise:
“Üstün gayretlerinin, büyük bir fethi süsledi;
Bu zaferle mü’minlerin gözleri nurlandı.”
Kudüs’ün fethi esnasında mübarek beldede kan dökülmesin diye çok çaba sarf etti; kısmen de başardı. Haçlılar, terk ederken de çok ciddi tahribat yaparak gittiler. Bunun üzerine 4. Haçlı seferi Alman İmparatoru I. Friedrich, Fransa Kralı II. Philippe ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard 100.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Bu savaş Remle Sulhunun yapılmasıyla neticelendi.
Kendisine tevdi edilen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışan Sultan, mazlum müslümanların yüzünü güldürdü. Öyle ki bir şair, onun ölümünden sonra şöyle söylüyor:
“Bizim kendisine samimi bir şekilde itaat ettiğimiz, Allah’ın itaatkar kulu nerede?
O kimse ki, faziletleriyle zamanı şereflendirdi.
Üstün hasletleriyle, emsallerini geride bıraktı.
Bütün ömrünü müdafaası uğrunda tükettiği İslam Dini mensuplarının hükümdarı oldu.
Böyle olduğu halde, muhafızları ona niçin teslim ettiler.
Kurtların dine üşüştüğü ve çobanlarının dini kurtlara teslim ettiği bir sırada, İslam’ı kurtaran ey ulu hükümdar!
Alemlerin Rabbının rızası ve duası, Selahaddin Yusuf üzerine daim olsun.”(5)
Nitekim 27 Safer 589 tarihinde Şam’da vefat etti.
Allah’a kulluğu şiar edinen, insana hizmeti ibadet sayan, cihadı hayatın iksiri kabul eden yöneticilik ne güzel.
Kaynaklar
1- Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 14, s. 233, Çağ Yayınları, Heyet
2- Selahaddin Eyyubî ve Devlet, Doç. Dr. Ramazan Şeşen, s. 10, Çağ Yayınları
3- İslam Önderleri Tarihi, Ebu’l-Hasan en-Nedvi, Kayhan Yayınları, c. 1, s. 342-343
4- a.g.e., s. 343-344
5- Dini Siyasi Kültürel Sosyal İslam Tarihi, Prof. H. İbrahim Hasan, c.5, s. 139.
.