Dünden bugüne Kur’ân
Biliyorsunuz, bir zamanlar, bütün dünya insanı gibi Mekke halkı da cehaletin zifiri karanlı ında, gaflet uykusuna dalmıştı. Kâbe’nin içini dışını 360 kadar cansız putla doldurmuş; o putlara tapıyor, onlardan medet umuyorlardı. İç dünyalarında şefkat, sadakat, fedakârlık gibi hiçbir erdem yoktu ve zulüm her yerde kol geziyordu. Gönlü boş, kafası boş, gece ve gündüzü boş insanlardı. Nereden geldiklerini, dünyadaki görevlerinin ne oldu unu ve nereye gideceklerini bilmeyen zavallı yı ınlardı.
İşte böyle bir zamanda Cenâb-ı Hakkın rahmeti tecelli etti. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimize (Aleyna Ve Aleykum Selam.m.) bir Ramazan günü Hira Da ında Cebrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) geldi ve vahiy süreci başladı. İnsanlı ın büyük bir kısmı onunla aydınlandı, gaflet perdeleri yırtıldı. Her türlü put, gönül dünyalarında paramparça oldu. Büyük insanlık olan İslâmiyet’le Cennet evine girdiler. Kederleri bitti, yerine iki dünyalı bir huzur ve mutluluk geldi.
Evet, Peygamber Efendimiz Hira’daki Nur Ma arasında kulluk şerbetini doyasıya içerken, insanlı ın bu kara cehaleti kendisini fevkalâde üzüyordu. Belki kurtuluş yollarını düşünüyor, dualar ediyordu. Tam o esnada Cebrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) buyurdu ve “Oku” dedi. Titrek bir sesle, “Ben okumak bilmem” dedi Peygamber Efendimiz. Melek onu kucaklayıp takati kesilinceye kadar sıktı ve aynı tatlı sesle, “Oku!” dedi. Yine “Ben okumak bilmem.” diye cevap verdi. Melek aynı şekilde onu tepeden aşa ıya tekrar sıktıktan sonra “Oku!” dedi. Üçüncü defasında “Ne okuyayım?” deyince, melek, “Yaradan olan Rabbinin adına oku…” dedi ve İkra Sûresinin ilk beş ayetini vahyetti. Efendimiz de o ayetleri tekrarladı.
Peygamber Efendimiz bu olayı şöyle anlatıyor:
“O döndü gitti. Ben uykudan uyanır gibi oldum. Sanki kalbime bir kitap yazılmıştı. Ma aradan çıkıp da ın ortasına geldi im zaman gökten şöyle bir ses geldi:
“Yâ Muhammed, sen Allah’ın Resulüsün, ben Cebrail’im…”
Böylece Kur’ân’ın ilk beş ayeti inmiş oldu. Orada “İkra!” yani “Oku!” diyordu. “Kâinat kitabını Rabbinin adına satır satır oku! İçindeki olayları Onun adına tahlil et! Mânâlarını ö ren!” buyuruyordu.
“İkra!” aynı zamanda “Topla!” mânâsına da gelir. Yani, İnsanlar Allah’ın mülkünü putlara da ıttılar. Sahte güç odaklarına taksim ettiler. Sen Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, diyerek, “Yaradan Rabbinin adına topla”, onları Rabbine ver.
Artık 23 yıl sürecek olan vahiy süresi böylece başlamış oldu ve bu zaman zarfında Kur’ân-ı Kerim ayet ayet tamamlandı.
Ayetler ilk inmeye başladı ında, Peygamber Efendimizden yakın çevresini, aşiretini uyarması isteniyordu. Sonra tebli dalga dalga dünyaya yayıldı.
Peygamber Efendimize (Aleyna Ve Aleykum Selam.m.) vahiy nasıl geliyordu? Vahyin iniş anında Peygamberimizin hal ve hareketleri nasıldı?
Vahiy, “Cenâb-ı Hakkın Peygambere şer’î bir hükmü bildirmesidir ve onun kalbine ilkâsıdır.” şeklinde tarif edilir. Vahiy sesle oldu u gibi, sözle, işaretle, remizle ve yazıyla da olur.
Şuarâ Sûresinde “O âlemlerin Rabbinin indirmesidir, sakındırıcılardan olasın diye Ruhu’l-Emin onu senin kalbine açık bir Arapça dil ile indirmiştir.” buyuruluyor. Bu ayetten anlıyoruz ki, vahiy, Cebrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) vasıtasıyla do rudan do ruya Peygamber Efendimizin kalbine indirilmiştir. Peygamber Efendimiz bazen onun sesini işitir, bazen de insan suretine bürünmüş vaziyette onunla görüşür, vahyi ondan alırdı.
Şurâ Sûresinde ise vahyin keyfiyeti hakkında şöyle buyruluyor: “Vahiy ile veya perde arkasından, yahut elçi gönderip ona kendi izniyle diledi i şeyi vahyetmesinden başka bir suretle Allah’ın konuşması hiçbir insana müyesser olmaz. Yüce olan Hakîm Odur.”
İmam-ı Buharî de, Hz. Aişe’den vahyin keyfiyeti hakkında şu hadis-i şerifi rivayet ediyor:
“Hâris: ‘Ya Resulallah, sana vahiy nasıl geliyor?’ diye sordu. Resulüllah da buyurdu ki: ‘Bazen bana çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en a ır geleni de budur. Benden o hâl zâil olur olmaz Mele in bana söyledi ini iyice bellemiş olurum. Bazen Melek bana bir insan olarak temessül eder. Benimle konuşur. Ben de söyledi ini bellerim.’ Aişe der ki: So u u pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nâzil olurken görmüşlü üm vardır: Kendisinden, o hâl geçti i vakit şakaklarından ter akardı.”
Çeşitli ayet ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, vahyin 6-7 mertebesi ve şekli vardır.
a. Sâdık rüya şeklinde… Peygamber Efendimiz rüyalarını bir sabah aydınlı ı kadar âşikar görürdü.
b. Uyanıkken Melek görünmeksizin Peygamber Efendimizin kalbine ilka edilmesi şeklinde…
c. Mele in bir insan suretinde temessül etmesi şeklinde…
d. Mele in bir çan sesi gibi hitap etmesi şeklinde…
e. Mele in asıl suretinde görünmesi şeklinde… Efendimiz Cebrail’i vahyin ilk başlangıcında ve Miraçta olmak üzere iki defa böyle görmüştü.
f. Cenâb-ı Hakkın Miraç gecesinde Peygamber Efendimize do rudan vahyetmesi şeklinde... Beş vakit namaz ve Bakara Sûresinin son ayetleri böyle vahyolundu.
Kur’ân’ın 23 senede indirilmesiyle ve ayetlerinin iniş sebepleri neyi ifade eder?
Kur’ân, Kadir Gecesi dünya semasına toptan indirildi. Sonra oradan yirmi küsur senede Peygamberimize indirildi. Bunun hikmeti Furkân ve İsrâ Sûrelerinde şöyle anlatılıyor:
“İnkâr edenler derler ki, Kur’ân neden toptan indirilmedi? Biz ise Kur’ân’ı, kalbini sa lamlaştırmak için böyle indiririz. Ve onu sana tertil üzere okuttuk. Onların sana karşı söyledikleri bir mesel yoktur ki, biz sana Hak ile daha iyisini getirmeyelim, onu daha güzel izah ve tefsir etmeyelim?”
“Kur’ân’ı bölüm bölüm gönderdik ki, onu insanlara azar azar okuyasın. Biz onu kısım kısım indirmiş bulunuyoruz.”
Demek, ayetlerin indirilişinden maksat, onları azar azar okuyup kalbe yerleştirmek, kalbi sa lamlaştırmaktır. Nasıl ki biz, ömür boyu yenilecek yeme i bir defada yiyemeyiz. Ö ün ö ün, lokma lokma yeriz ve vücudumuzu ihtiyaç duydukça besleriz. Bu ayetlerden de öyle anlaşılıyor ki, onları peyderpey okumalı, kalbe yerleştire yerleştire sindirmeliyiz ve yaşantımızı onların hakikatleriyle beslemeliyiz. Herhalde Kur’ânî bir toplum inşasının metodu bu olsa gerek. İhtiyaçlara göre Kur’ân’dan ayetler alıp peyderpey hayatımızı şekillendirmeliyiz.
Ayetlerin iniş süreci içerisinde Sahabeler nasıl bir tavır sergiliyordu? Yaklaşım tarzları ve uygulamaları nasıldı?
Sahabeler, bir ayet indi mi, hemen onu ezberleyip kalplerine yerleştirme gayretine girerdi. O ayet nasıl yaşanacaksa Peygamber Efendimizden ö renir ve yaşarlardı.
Meselâ Hz. Ömer (r.a.) bir Sahabeyle anlaşmıştı. Bir gün kendisi Peygamber Efendimizin yanında kalıyor, arkadaşı tarlaya çalışmaya gidiyor. Di er gün kendisi tarlaya gidiyor, arkadaşı Peygamber Efendimizin yanında kalıyordu. Böylece ondan ö rendiklerini akşama birbirlerine anlatıyor, inen hiçbir ayet ve açıklamasını kaçırmamış oluyorlardı.
Kur’ân’ın indirilmesi sürecinde karşıt fikirlilerin olumlu veya olumsuz tavırları nasıldı?
Elbette büyük mücadeleler oldu. Mekke dönemindeki işkenceler, Medine dönemindeki Bedir, Uhut, Hendek savaşları bunun bir yansımasıdır. Batıl ve kötü de olsa bazı insanlar dinlerini, ahlâklarını terk etmek istemiyordu. Hikmet-i İlâhiyeyi tam olarak bilemeyiz. Ancak bu mücadele şiddetine göre belki iki yönlü sonuç verdi. Birincisi, Sahabeler, bir ekin gibi bundan beslenip büyüdü, yetişip olgunlaştı. İkincisi, insanların dikkatini çekmeye vesile oldu ve İslâm dini hızla yayıldı.
Kur’ân, mushaf haline getirilmeden önce nasıl muhafaza ediliyordu?
Kur’ân-ı Kerim gökten inen kitaplar içinde aslı korunmuş yegane Allah kitabıdır. İlk indi i şekilde nesilden nesile geçmiş, bir kelime çıkarılmadan ve bir kelime ilave edilmeden bize kadar gelmiştir.
Kur’ân âyetleri indikçe vahiy katipleri tarafından yazılırdı ve sonra ezberlenirdi. Peygamber Efendimiz vahiy kâtiplerine, “Şu âyeti, filan sûrenin, filan ayetinin yanına yazın!” diye emir buyururdu ve kâtipler de ait oldukları yerlere onları yazarlardı. Bazı sahih hadis kitapları Hz. Osman’dan şunu naklediyorlar: “Resül-i Ekrem muhtelif sûrelerden birine ait bir ayet nazil olunca vahiy kâtiplerini ça ırır, ‘bu ayetleri, şu veya şu ayetleri havi olan sûreye yazın!’ derdi.” Bu yazılan ayetler Sahabelerin ellerinde dolaşır, okunup ezberlenirdi. Ancak hepsi bir arada mushaf hâlinde, bir cilt şeklinde de ildi.
Kur’an mushaf haline nasıl getirildi?
Kur’ân ayetleri Hz. Ebubekir’in halifeli i zamanında bir araya toplandı ve bir cilt hâline getirildi. Sahabelerin ellerinde bulunan ayetler, sayfalar toplandı. Onları getiren sahabelerden, o ayetlerin Peygamber Efendimizin huzurunda yazıldı ına dair iki şahit gösterilmesi şart koşuldu. Şahit getiremeyenlerinki kabul edilmedi. Hafızların okudu u yazılı olmayan ayetler de kabul edilmedi. Peygamberimizin kontrolü altında yazılı olan sayfalar ve ayetler toplandı ve bir cilt hâline getirildi.
Bir rivayette şöyle geçer: “Resulüllah, Hz. Ali’ye şöyle demiştir: ‘Yâ Ali, Kur’ân, sahifelerde, ipek ve ka ıtlarda yazılı olarak benim yata ımın arkasındadır. Onu oradan alın, toplayın, Yahudiler Tevrat’ı zayi ettikleri gibi siz de onu zayi etmeyin.” Hz. Ali de gidip Kur’ân’ı bir sarı beze topladı ve üzerini mühürledi.” Bunun da, Kur’ân’ın bir araya toplanmasında önemi büyüktü.
Toplama işinin başına Peygamberimizin hususi katibi olan Hz. Zeyd’i (r.a.) getirdiler. Birkaç dili okuyup yazıyordu ve aynı zamanda da vahiy kâtibiydi. Ona Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Osman (r. Anhüm) gibi Sahabeler büyük yardımda bulundular.
Suyûtî ve di er eski kaynakların nakletti ine göre Kur’ân-ı Kerim şu malzemeler üzerinde yazılıydı: Bez, varak, ka ıt, hurma dalı, yufka taş, deri, kürek kemi i, kaburga kemi i, a aç kabu u.
Kur’an’da ayetlerin sıralandırılması neye göre yapıldı? Örne in, neden birinci ayet birinci sayfada de il?
Kur’ân ayetlerinin sıralanması tevkıfîdir. Yani, yukarıda da geçti i gibi, Peygamber Efendimiz tarafından yerleri belirtilmiştir. Bu ise, iniş sırasına göre bir tertip de il. Yeryüzündeki bitki ve çiçekler nasıl ki iç içe bir ahenk arz ederler, Kur’ân ayetleri de öyle bir ahenge sahiptir. İrşat ve ünsiyet gibi birçok hikmet açısından bu tarz, Kur’ân’ın harikasıdır.
Kur’ân’ın harekelendirilmesi nasıl yapıldı?
Kur’ân’ın ilk nüshaları harekesizdir. Arap olmayanlar Kur’ân’ı yanlış okudukları için, onlara kolaylık olsun diye Emevîler döneminde Haccac zamanında harekelendirilmiştir.
Kur’ân’ın ço altılma işlemi nasıl oldu?
Hz. Osman (r.a.) döneminde 12 kişilik bir heyet tarafından ço altıldı. Sonra ço altılan nüshalar Kûfe, Şam, Basra, Mekke, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Bir nüsha da Medine’de kaldı ve bu nüshaya “İmam” denildi.
Ço altılma sebebi ise şöyle rivayet ediliyor: Ermeniye ve Azerbaycan fetihlerinde Iraklılarla Şamlılar arasında kıraat ihtilâfı çıktı. Iraklılar İbn Mes’ud’dan, Şamlılar ise Übey ibn Kâab’dan ö rendikleri üzere okuyorlardı. Her biri kendi kıraatlerinin daha sahih oldu unu iddia ettiler: Huzeyfe bin el-Yeman, Halife Hz. Osman’a (r.a.) gelerek dedi ki: “Yahudi ve Hıristiyanlar gibi ihtilâfa düşmeden önce bu ümmete yetiş.” Çünkü ihtilâf sadece mücahitler arasında de il, hocalar da talebelerine farklı farklı ö retiyordu. İhtilâf sadece bazı lâfızlardaydı, ama önemliydi. Hz. Osman da Kureyş ve Ensardan 12 kişilik bir dil uzmanı toplayarak Mushafı ço alttı. İhtilâfa düştüklerinde ise, Kur’ân’ın asıl lehçesi olan Kureyş lehçesi esas alındı.
Kur’an, Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin yaşadı ı bir toplumda iniyor ve o zamanda yepyeni Kur’ânî bir toplum teşekkül ediyordu. “Ça daş insana Kur’ân’ı tebli etme üslûbu” hakkında bundan ne gibi dersler çıkarılabilir?
Kur’ân’ın bir çok ayetinde “Ey Ehl-i Kitap…” der. Yahudi ve Hıristiyanlara hitap eder. Bu hitapların ço unda ilmî ve amelî meseleler konu edinilir. Bunlar bu ça da bizim rehberimiz olmalı. Gerek üslûp, gerekse muhteva bakımından o ayetlerden istifade etmemiz ve onları dikkatli okumamız lâzım. Peygamber Efendimiz nasıl uygulamış, sahabeler nasıl tatbik etmiş, bilmemiz gerekir. Üstad Bediüzzaman bu hitabı “Ey ehl-i mekteb…” tarzında tefsir eder. Yani bugünkü ilim dünyasını da kapladı ını belirtir.
Biliyorsunuz, bir zamanlar, bütün dünya insanı gibi Mekke halkı da cehaletin zifiri karanlı ında, gaflet uykusuna dalmıştı. Kâbe’nin içini dışını 360 kadar cansız putla doldurmuş; o putlara tapıyor, onlardan medet umuyorlardı. İç dünyalarında şefkat, sadakat, fedakârlık gibi hiçbir erdem yoktu ve zulüm her yerde kol geziyordu. Gönlü boş, kafası boş, gece ve gündüzü boş insanlardı. Nereden geldiklerini, dünyadaki görevlerinin ne oldu unu ve nereye gideceklerini bilmeyen zavallı yı ınlardı.
İşte böyle bir zamanda Cenâb-ı Hakkın rahmeti tecelli etti. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimize (Aleyna Ve Aleykum Selam.m.) bir Ramazan günü Hira Da ında Cebrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) geldi ve vahiy süreci başladı. İnsanlı ın büyük bir kısmı onunla aydınlandı, gaflet perdeleri yırtıldı. Her türlü put, gönül dünyalarında paramparça oldu. Büyük insanlık olan İslâmiyet’le Cennet evine girdiler. Kederleri bitti, yerine iki dünyalı bir huzur ve mutluluk geldi.
Evet, Peygamber Efendimiz Hira’daki Nur Ma arasında kulluk şerbetini doyasıya içerken, insanlı ın bu kara cehaleti kendisini fevkalâde üzüyordu. Belki kurtuluş yollarını düşünüyor, dualar ediyordu. Tam o esnada Cebrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) buyurdu ve “Oku” dedi. Titrek bir sesle, “Ben okumak bilmem” dedi Peygamber Efendimiz. Melek onu kucaklayıp takati kesilinceye kadar sıktı ve aynı tatlı sesle, “Oku!” dedi. Yine “Ben okumak bilmem.” diye cevap verdi. Melek aynı şekilde onu tepeden aşa ıya tekrar sıktıktan sonra “Oku!” dedi. Üçüncü defasında “Ne okuyayım?” deyince, melek, “Yaradan olan Rabbinin adına oku…” dedi ve İkra Sûresinin ilk beş ayetini vahyetti. Efendimiz de o ayetleri tekrarladı.
Peygamber Efendimiz bu olayı şöyle anlatıyor:
“O döndü gitti. Ben uykudan uyanır gibi oldum. Sanki kalbime bir kitap yazılmıştı. Ma aradan çıkıp da ın ortasına geldi im zaman gökten şöyle bir ses geldi:
“Yâ Muhammed, sen Allah’ın Resulüsün, ben Cebrail’im…”
Böylece Kur’ân’ın ilk beş ayeti inmiş oldu. Orada “İkra!” yani “Oku!” diyordu. “Kâinat kitabını Rabbinin adına satır satır oku! İçindeki olayları Onun adına tahlil et! Mânâlarını ö ren!” buyuruyordu.
“İkra!” aynı zamanda “Topla!” mânâsına da gelir. Yani, İnsanlar Allah’ın mülkünü putlara da ıttılar. Sahte güç odaklarına taksim ettiler. Sen Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, diyerek, “Yaradan Rabbinin adına topla”, onları Rabbine ver.
Artık 23 yıl sürecek olan vahiy süresi böylece başlamış oldu ve bu zaman zarfında Kur’ân-ı Kerim ayet ayet tamamlandı.
Ayetler ilk inmeye başladı ında, Peygamber Efendimizden yakın çevresini, aşiretini uyarması isteniyordu. Sonra tebli dalga dalga dünyaya yayıldı.
Peygamber Efendimize (Aleyna Ve Aleykum Selam.m.) vahiy nasıl geliyordu? Vahyin iniş anında Peygamberimizin hal ve hareketleri nasıldı?
Vahiy, “Cenâb-ı Hakkın Peygambere şer’î bir hükmü bildirmesidir ve onun kalbine ilkâsıdır.” şeklinde tarif edilir. Vahiy sesle oldu u gibi, sözle, işaretle, remizle ve yazıyla da olur.
Şuarâ Sûresinde “O âlemlerin Rabbinin indirmesidir, sakındırıcılardan olasın diye Ruhu’l-Emin onu senin kalbine açık bir Arapça dil ile indirmiştir.” buyuruluyor. Bu ayetten anlıyoruz ki, vahiy, Cebrail (Aleyna Ve Aleykum Selam.) vasıtasıyla do rudan do ruya Peygamber Efendimizin kalbine indirilmiştir. Peygamber Efendimiz bazen onun sesini işitir, bazen de insan suretine bürünmüş vaziyette onunla görüşür, vahyi ondan alırdı.
Şurâ Sûresinde ise vahyin keyfiyeti hakkında şöyle buyruluyor: “Vahiy ile veya perde arkasından, yahut elçi gönderip ona kendi izniyle diledi i şeyi vahyetmesinden başka bir suretle Allah’ın konuşması hiçbir insana müyesser olmaz. Yüce olan Hakîm Odur.”
İmam-ı Buharî de, Hz. Aişe’den vahyin keyfiyeti hakkında şu hadis-i şerifi rivayet ediyor:
“Hâris: ‘Ya Resulallah, sana vahiy nasıl geliyor?’ diye sordu. Resulüllah da buyurdu ki: ‘Bazen bana çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en a ır geleni de budur. Benden o hâl zâil olur olmaz Mele in bana söyledi ini iyice bellemiş olurum. Bazen Melek bana bir insan olarak temessül eder. Benimle konuşur. Ben de söyledi ini bellerim.’ Aişe der ki: So u u pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nâzil olurken görmüşlü üm vardır: Kendisinden, o hâl geçti i vakit şakaklarından ter akardı.”
Çeşitli ayet ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, vahyin 6-7 mertebesi ve şekli vardır.
a. Sâdık rüya şeklinde… Peygamber Efendimiz rüyalarını bir sabah aydınlı ı kadar âşikar görürdü.
b. Uyanıkken Melek görünmeksizin Peygamber Efendimizin kalbine ilka edilmesi şeklinde…
c. Mele in bir insan suretinde temessül etmesi şeklinde…
d. Mele in bir çan sesi gibi hitap etmesi şeklinde…
e. Mele in asıl suretinde görünmesi şeklinde… Efendimiz Cebrail’i vahyin ilk başlangıcında ve Miraçta olmak üzere iki defa böyle görmüştü.
f. Cenâb-ı Hakkın Miraç gecesinde Peygamber Efendimize do rudan vahyetmesi şeklinde... Beş vakit namaz ve Bakara Sûresinin son ayetleri böyle vahyolundu.
Kur’ân’ın 23 senede indirilmesiyle ve ayetlerinin iniş sebepleri neyi ifade eder?
Kur’ân, Kadir Gecesi dünya semasına toptan indirildi. Sonra oradan yirmi küsur senede Peygamberimize indirildi. Bunun hikmeti Furkân ve İsrâ Sûrelerinde şöyle anlatılıyor:
“İnkâr edenler derler ki, Kur’ân neden toptan indirilmedi? Biz ise Kur’ân’ı, kalbini sa lamlaştırmak için böyle indiririz. Ve onu sana tertil üzere okuttuk. Onların sana karşı söyledikleri bir mesel yoktur ki, biz sana Hak ile daha iyisini getirmeyelim, onu daha güzel izah ve tefsir etmeyelim?”
“Kur’ân’ı bölüm bölüm gönderdik ki, onu insanlara azar azar okuyasın. Biz onu kısım kısım indirmiş bulunuyoruz.”
Demek, ayetlerin indirilişinden maksat, onları azar azar okuyup kalbe yerleştirmek, kalbi sa lamlaştırmaktır. Nasıl ki biz, ömür boyu yenilecek yeme i bir defada yiyemeyiz. Ö ün ö ün, lokma lokma yeriz ve vücudumuzu ihtiyaç duydukça besleriz. Bu ayetlerden de öyle anlaşılıyor ki, onları peyderpey okumalı, kalbe yerleştire yerleştire sindirmeliyiz ve yaşantımızı onların hakikatleriyle beslemeliyiz. Herhalde Kur’ânî bir toplum inşasının metodu bu olsa gerek. İhtiyaçlara göre Kur’ân’dan ayetler alıp peyderpey hayatımızı şekillendirmeliyiz.
Ayetlerin iniş süreci içerisinde Sahabeler nasıl bir tavır sergiliyordu? Yaklaşım tarzları ve uygulamaları nasıldı?
Sahabeler, bir ayet indi mi, hemen onu ezberleyip kalplerine yerleştirme gayretine girerdi. O ayet nasıl yaşanacaksa Peygamber Efendimizden ö renir ve yaşarlardı.
Meselâ Hz. Ömer (r.a.) bir Sahabeyle anlaşmıştı. Bir gün kendisi Peygamber Efendimizin yanında kalıyor, arkadaşı tarlaya çalışmaya gidiyor. Di er gün kendisi tarlaya gidiyor, arkadaşı Peygamber Efendimizin yanında kalıyordu. Böylece ondan ö rendiklerini akşama birbirlerine anlatıyor, inen hiçbir ayet ve açıklamasını kaçırmamış oluyorlardı.
Kur’ân’ın indirilmesi sürecinde karşıt fikirlilerin olumlu veya olumsuz tavırları nasıldı?
Elbette büyük mücadeleler oldu. Mekke dönemindeki işkenceler, Medine dönemindeki Bedir, Uhut, Hendek savaşları bunun bir yansımasıdır. Batıl ve kötü de olsa bazı insanlar dinlerini, ahlâklarını terk etmek istemiyordu. Hikmet-i İlâhiyeyi tam olarak bilemeyiz. Ancak bu mücadele şiddetine göre belki iki yönlü sonuç verdi. Birincisi, Sahabeler, bir ekin gibi bundan beslenip büyüdü, yetişip olgunlaştı. İkincisi, insanların dikkatini çekmeye vesile oldu ve İslâm dini hızla yayıldı.
Kur’ân, mushaf haline getirilmeden önce nasıl muhafaza ediliyordu?
Kur’ân-ı Kerim gökten inen kitaplar içinde aslı korunmuş yegane Allah kitabıdır. İlk indi i şekilde nesilden nesile geçmiş, bir kelime çıkarılmadan ve bir kelime ilave edilmeden bize kadar gelmiştir.
Kur’ân âyetleri indikçe vahiy katipleri tarafından yazılırdı ve sonra ezberlenirdi. Peygamber Efendimiz vahiy kâtiplerine, “Şu âyeti, filan sûrenin, filan ayetinin yanına yazın!” diye emir buyururdu ve kâtipler de ait oldukları yerlere onları yazarlardı. Bazı sahih hadis kitapları Hz. Osman’dan şunu naklediyorlar: “Resül-i Ekrem muhtelif sûrelerden birine ait bir ayet nazil olunca vahiy kâtiplerini ça ırır, ‘bu ayetleri, şu veya şu ayetleri havi olan sûreye yazın!’ derdi.” Bu yazılan ayetler Sahabelerin ellerinde dolaşır, okunup ezberlenirdi. Ancak hepsi bir arada mushaf hâlinde, bir cilt şeklinde de ildi.
Kur’an mushaf haline nasıl getirildi?
Kur’ân ayetleri Hz. Ebubekir’in halifeli i zamanında bir araya toplandı ve bir cilt hâline getirildi. Sahabelerin ellerinde bulunan ayetler, sayfalar toplandı. Onları getiren sahabelerden, o ayetlerin Peygamber Efendimizin huzurunda yazıldı ına dair iki şahit gösterilmesi şart koşuldu. Şahit getiremeyenlerinki kabul edilmedi. Hafızların okudu u yazılı olmayan ayetler de kabul edilmedi. Peygamberimizin kontrolü altında yazılı olan sayfalar ve ayetler toplandı ve bir cilt hâline getirildi.
Bir rivayette şöyle geçer: “Resulüllah, Hz. Ali’ye şöyle demiştir: ‘Yâ Ali, Kur’ân, sahifelerde, ipek ve ka ıtlarda yazılı olarak benim yata ımın arkasındadır. Onu oradan alın, toplayın, Yahudiler Tevrat’ı zayi ettikleri gibi siz de onu zayi etmeyin.” Hz. Ali de gidip Kur’ân’ı bir sarı beze topladı ve üzerini mühürledi.” Bunun da, Kur’ân’ın bir araya toplanmasında önemi büyüktü.
Toplama işinin başına Peygamberimizin hususi katibi olan Hz. Zeyd’i (r.a.) getirdiler. Birkaç dili okuyup yazıyordu ve aynı zamanda da vahiy kâtibiydi. Ona Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Osman (r. Anhüm) gibi Sahabeler büyük yardımda bulundular.
Suyûtî ve di er eski kaynakların nakletti ine göre Kur’ân-ı Kerim şu malzemeler üzerinde yazılıydı: Bez, varak, ka ıt, hurma dalı, yufka taş, deri, kürek kemi i, kaburga kemi i, a aç kabu u.
Kur’an’da ayetlerin sıralandırılması neye göre yapıldı? Örne in, neden birinci ayet birinci sayfada de il?
Kur’ân ayetlerinin sıralanması tevkıfîdir. Yani, yukarıda da geçti i gibi, Peygamber Efendimiz tarafından yerleri belirtilmiştir. Bu ise, iniş sırasına göre bir tertip de il. Yeryüzündeki bitki ve çiçekler nasıl ki iç içe bir ahenk arz ederler, Kur’ân ayetleri de öyle bir ahenge sahiptir. İrşat ve ünsiyet gibi birçok hikmet açısından bu tarz, Kur’ân’ın harikasıdır.
Kur’ân’ın harekelendirilmesi nasıl yapıldı?
Kur’ân’ın ilk nüshaları harekesizdir. Arap olmayanlar Kur’ân’ı yanlış okudukları için, onlara kolaylık olsun diye Emevîler döneminde Haccac zamanında harekelendirilmiştir.
Kur’ân’ın ço altılma işlemi nasıl oldu?
Hz. Osman (r.a.) döneminde 12 kişilik bir heyet tarafından ço altıldı. Sonra ço altılan nüshalar Kûfe, Şam, Basra, Mekke, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Bir nüsha da Medine’de kaldı ve bu nüshaya “İmam” denildi.
Ço altılma sebebi ise şöyle rivayet ediliyor: Ermeniye ve Azerbaycan fetihlerinde Iraklılarla Şamlılar arasında kıraat ihtilâfı çıktı. Iraklılar İbn Mes’ud’dan, Şamlılar ise Übey ibn Kâab’dan ö rendikleri üzere okuyorlardı. Her biri kendi kıraatlerinin daha sahih oldu unu iddia ettiler: Huzeyfe bin el-Yeman, Halife Hz. Osman’a (r.a.) gelerek dedi ki: “Yahudi ve Hıristiyanlar gibi ihtilâfa düşmeden önce bu ümmete yetiş.” Çünkü ihtilâf sadece mücahitler arasında de il, hocalar da talebelerine farklı farklı ö retiyordu. İhtilâf sadece bazı lâfızlardaydı, ama önemliydi. Hz. Osman da Kureyş ve Ensardan 12 kişilik bir dil uzmanı toplayarak Mushafı ço alttı. İhtilâfa düştüklerinde ise, Kur’ân’ın asıl lehçesi olan Kureyş lehçesi esas alındı.
Kur’an, Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin yaşadı ı bir toplumda iniyor ve o zamanda yepyeni Kur’ânî bir toplum teşekkül ediyordu. “Ça daş insana Kur’ân’ı tebli etme üslûbu” hakkında bundan ne gibi dersler çıkarılabilir?
Kur’ân’ın bir çok ayetinde “Ey Ehl-i Kitap…” der. Yahudi ve Hıristiyanlara hitap eder. Bu hitapların ço unda ilmî ve amelî meseleler konu edinilir. Bunlar bu ça da bizim rehberimiz olmalı. Gerek üslûp, gerekse muhteva bakımından o ayetlerden istifade etmemiz ve onları dikkatli okumamız lâzım. Peygamber Efendimiz nasıl uygulamış, sahabeler nasıl tatbik etmiş, bilmemiz gerekir. Üstad Bediüzzaman bu hitabı “Ey ehl-i mekteb…” tarzında tefsir eder. Yani bugünkü ilim dünyasını da kapladı ını belirtir.
.