{EDITOR=<DIV>Gencin birisi Kâbe'de hep, <br>"Ey dogrularin yardimcisi olan Allahım, ey haramdan sakinanlarin yardimcisi olan Allahım, sana hamdü sena ederim" diye dua eder. <br>Bu durum herkesin dikkatini çeker. <br>Birisi, (Neden hep ayni duayi yapiyorsun, baska bir sey bilmiyor musun?) der. <br>O da anlatir:<br>7-8 sene önce yine Kâbe'de iken içi altin dolu bir torba buldum. Tam 1000 altin vardi. Içimden bir ses (Bu altinlarla, sunlari sunlari yaparsin) diyordu. Hayir dedim kendi kendime, bu benim degil, baskasinin mali,kullanmam haram olur dedim. <br>Bu sirada birisi, "söyle bir torba bulan var mi?" diye bagiriyordu. Çagirdim onu, nasil bir torbaydi, içinde ne vardi diye sordum. Torbayi tarif etti ve içinde 1000 altin vardi dedi. Al öyleyse torbani diyerek verdim. Adam torbayi açip içinden bana 30 altin verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satiyorlardi. Gencin temizligi dikkatimi çekti. Yanlarina gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altin dediler. Adamdan aldigim 30 altini verip genci satin aldim.Bir iki yil geçti. Genç çok çaliskan, çok edepli idi. Onu aldigima çok memnun olmustum. Bir gün onunla giderken karsidan iki üç kisi geliyordu. <br>Genç bana dedi ki,Efendim, ben Fas emirinin ogluyum. Bu gelenler babamin adamlari. Beni buldular. Senden beni satin almak isterler. Sen iyi bir insansin, onlara 30 bin altindan asagiya satma) dedi.<br>O kisiler yanima geldi, bu esiri bize satar misin dediler. Satarim dedim. 60 altin verelim dediler. Olmaz dedim. Iyi ama sen bunu 30 altina almadin mi? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alin dedim. Artira artira 20 bin altina kadar çiktilar. 30 binden asagi olmaz dedim.Çaresiz kabul ettiler. Altinlari erip, genci alip gittiler. Ben o 30 bin altinla isyerleri açtim, ticaret yaptim, daha çok zengin oldum.<br>Bir gün bana arkadaslar, "çok zengin bir ailenin iyi bir kizi var.Babasi yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim" dediler. Ben de "olur" dedim. Nikah kiyildi. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz rasinda bir torba dikkatimi çekti. Kiza, "bu nedir" dedim. "Içinde 970 altin var, babam Kâbe'de bunu kaybetmis, bulan gence 30 unu vermis. Kalanini da bana hediye etti, çeyizine koyarsin dedi". <br>Demek ki buldugum altinlar benim rizkim imis, vermese idim haram yoldan gelecekti, simdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardim edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamdederim.</DIV><DIV> Allah'ın sevgili kulu </DIV><DIV>--------------------------------------------------------------------------------</DIV><DIV>Allah’ın sevgili kullarından biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir: <br>“Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!” <br>Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi: Rabbim bana bunu yememi emretti. Sonra şöyle dedi: Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez. Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah’a hamdetti, yürüyüp gitti. Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi: Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğen toprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine, “Ben emredileni yaptım.” diyerek bırakıp gitti. Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi: “Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et.” Onu aldı. Koynuna sakladı. Peşinden şahin geldi; şöyle dedi: “Ey Allah’ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma. Kendi kendine şöyle dedi: “Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem mredildi. Şimdi ne yapacağım? Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı. Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı. Akşam olunca şu duayı yaptı:<br>“Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.” <br>Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı: “Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur. İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allah’tır.” </DIV><DIV>BİR ÖLÜM RÜYASI </DIV><DIV><br>Bir zamanlar bir yerde Allah'ın bir veli kulu yaşardı. Temiz kalpli, ihlaslı, safça bir mü'mindi. Her gördüğünü iyiye yorumlar, Allah'a çok tevekkül ederdi. Bir kötülük, bir çirkinlik görse iyi tarafından alır, "Bunda bir hikmet vardır" diyerek gönlünü hoş tutardı. Her şeyin iyi yönünü görür, gülleri devşirir, dikenlerle hiç ilgilenmezdi. Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görür, onlara güler yüzle nasihat ederdi. </DIV><DIV> </DIV><DIV>Müslümanların kıskanmasına aldırmaz. Onlara karşı yine hüsn-ü zan ederdi. Şeytanı ve nefsini tam ve katıksız düşman bilir, Allah'a sığınırdı. Nefsinin hücumlarına karşı iman kalesine girer, elden geldiğince ona karşı silahlanırdı. </DIV><DIV>Açıktan küfrünü açıklayanlara, Tevhid'i bulmaları için dua ederdi. Hayatı nurlu, gönlü sürûrlu has bir kuldu. Kur'an-ı sıkça okur, ayetleri anlamaya çalışırdı. <br>O gün yine nafile oruca niyetlenmişti. Dûha namazını biraz erkence kılmış, şehrin dışına doğru yürüyüşe çıkmıştı. Çevre duvarlarının dışına ağaç gölgelerinin sarktığı eski mezarlığa doğru yürüdü. </DIV><DIV> </DIV><DIV>Kabristana girdi. Fatiha ve ihlası okudu. Bunu da, ebedi ikamegâhlarında yatanların ruhlarına hediye eyledi. </DIV><DIV>Koyu gölgeli bir ağacın altına oturup alnında biriken terleri mendiliyle sildi. Derin bir tefekküre daldı. Mezardakilerin hallerini düşünüp, onlar için kaygılandı. Yüreğine ılık bir şeyler aktı, gözleri yaşardı. <br>Sevgili Peygamberimiz kabir konusunda ne buyurmuştu? "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." <br>Şimdi burada yatanlar acaba hangisinde? <br>Acaba bunlar dünya hayatında neler yaptılar? Nasıl inandılar, nasıl yaşadılar? Şimdi cennet bahçesinde zevk mi ediyorlar, yoksa cehennem çukurunda azap mı çekiyorlar? Bir meraktır kapladı içini... <br>Bu eski mezarlıkta kimler yatıyor? Zengiler, fakirler, iyiler, kötüler, zalimler, günahkârlar... <br>Sonra yaşadığı zamanı düşündü... Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışanları, mazlumlara eziyet eden zalimleri, vatan, millet, bayrak diye halkı uyutanları, bankalarındaki hesaplarını kabartabilmek için herşeyi mübah sayanları düşündü. <br>Bir lokma için çöplük karıştıranları, televizyonda gördüğü sanatçı(!)lara ilah muamelesi yapanları, sırf okumak için gittikleri okula; senin giyinişin, kılık-kıyafet yönetmeliğine aykırı diye umudunu o okula bağlamış kızları okula almayan zihniyeti, dininin gereği giyindiği için okuluna alınmayan kızları, alkolün ve uyuşturucunun batağına düşmüş gençleri, ekranlarından fuhuştan başka birşeyin gösterilmediği televizyonların yöneticilerini düşündü... Allah'ım aklıma mukayyet ol! Sen ki duaları kabul edersin. Bizleri Rasulullah'ın (s.a.v.) sancağı altında toplananlardan eyle!.. <br>Senin dininin gereklerini yerine getirmeyenler, bu hayatın sonunda hesap yok zannediyorlar. Oysa Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir şiirinde: <br>"Bu hayatın sonunda hesap yok mu zannettin sen? <br>Lokantanın garsonu bile; 'hesap lütfen' diyor. </DIV><DIV> </DIV><DIV>Sen nasıl olur da; bizlere herşeyi bahşeden, sen... </DIV><DIV> </DIV><DIV>Hesap sormazsın?.. </DIV><DIV>İlahî onları affet, onlara hidayeti nasip et." <br>Ya Rabbi! Çok sürmeden beni de buraya getirecekler. Benim halim ne olacak? Her nefis ölümü tadacaktır. "Ölümün acısı üç yüz kılıç yarasından fazladır." buyurulmuş. Ben nasıl dayanacağım? <br>Şeytan son anda bana musallat olursa ben ne yaparım? O zaman halim nice olur. Kabir hayatı, sonra diriliş, hesap-kitap, mizan-terazi, sırat, cennet, cehennem... <br>Gelen iki meleğe nasıl hesap vereceğim? Onların sorularına cevap verebilecek miyim?.. <br>Bu düşünceler içindeyken uyku bastırdı. Başını yaşlı ağacın gövdesine dayadı. Dualar mırıldanırken gözü dallara, yapraklara kaydı. Sanki o yapraklarda ölmüş insanların isimleri vardı. Onları okumaya çalıştı. Uyku iyice bastırdı. Gözleri kapandı. Derin bir uykuya daldı. <br>Rüyasında mezardakileri gördü. Güyâ kendisi de ölmüş, orada bulunan kabir arkadaşları hâl diliyle kendisine bir şeyler anlatıyorlardı. Geriye dönüşü olmayan dünya hayatlarını, çaresizliklerini, nasıl aldandıklarını, halen hayatta olanlara nasıl gıpta ettiklerini, kendilerine fırsat verilse ve dünyaya dönseler sırf Allah'ın (c.c.) rızası için nasıl yaşacaklarını, hepsini, hepsini... <br>Sonra kabrin içinde en çok feryatların, iniltilerin geldiği kabrin sahibine sordu: <br>- Arkadaş halin nedir? Neden en çok azap sana çektiriliyor? <br>Kabirdeki şöyle cevap verdi: <br>- Ah!.. Aman... Halimi hiç sorma. Ben dünya hayatında Allah'a (c.c.) şirk koştum. Her günah affolunur, benim günahım affolunmaz. <br>- Anladım... <br>Sonra ana-babasına karşı gelenlerin, katillerin, intihar edenlerin, zulüm yapanların, zina yapanların, içki içenlerin, faiz yiyenlerin, kumar oynayanların, iftira atanların, riyakârların, münafıkların, rüşvet yiyenlerin, yetim malı yiyenlerin, sihirle uğraşanların, avret yerini açanların, karşı cinse benzeyenlerin, ilmiyle âmil olmayan alimlerin, hatta sattığı süte su karıştıranların hayatını dinledi. Çektikleri azaba tanık oldu. <br>İçi sıkıldı iyice. Çıldıracak gibi oldu. Sonra duyduğu kuş sesleriyle, hissettiği ve tarif bile edemediği eşsiz korkularla kendine geldi.. <br>- Ya sen ey mevta! Nedir tüm bu güzelliğin sebebi? Seni görünce içim açıldı, gönlüm rahatladı. Senin yerinde olması ne kadar isterdim. Belli ki cennete namzetsin. Seni bu makama çıkaran nedir? dedi. <br>- İmandır kardeş, iman. <br>- Nasıl yani? s <br>- Ben dünyadayken "La ilahe illallah Muhammedürresullah" lafzını tam manasıya anladım, layıkıyla iman ettim, ibadet ettim. <br>Allah'ım bu güzelliklerini hepimize nasip et, düşüncesi içinde diğer cennetlikleri; zekat verenleri, oruç tutanları, namaz kılanları. Allah'ı (c.c.) çokca zikredenleri ana-babasına hürmette kusur etmeyen evlatları, iyiliği emredip kötülükten nehyedenleri. İffet sahibi insanları, şehidleri, ehl-i takva sahiplerini dinledi. Onlara yapılan izzet-i ikramı gördü. Onlara gıpta ile baktı. <br>Bizim Allah dostu rüyasında kabir aleminde dolaşırken gelen gürültülerle uyandı. O kabristana yeni bir ölü getirilmişti. Kalabalık bir cemaat vardı. Ölüyü kabre koydular. Üzerini toprakla örttüler. Yasin, tekasür, ihlas, fatiha surelerini okuyup dua ettiler. Ellerini yüzlerine sürüp kabristandan ayrıldılar. Kabrin başında ölenin oğlu, kardeşi, bir de imam kaldı. İmam ayağa kalkıp: <br>- Ey Ahmet oğlu Hasan! diye üç kere bağırdı. <br>Dünya üzerinde bulunduğun inancı hatırla. O da şudur: "Allah'tan (c.c.) başka ilah olmadığına, Muhammedin (s.a.v.), Allah'ın (c.c.) Rasulü olduğuna, senin Rab olarak Allah'a (c.c.) Din olarak İslam'a, Peygamber olarak Hz. Muhammed'e (s.a.v.) razı olduğuna dair şahitliğindir." dedi... <br>Artık imamın ve yanındakilerin işi bitmişti. Son kez kabre bakıp çıkışa doğru yürümeye başladılar. <br>Kendisini halen rüyada zannediyordu ki; karşıdan gelen imam: <br>- Hey! Mübarek kalk ne yatıyorsun? sözleriyle irkildi ve birden ayağa fırladı. <br>- Sen kimsin? Ben nerdeyim? Öldüm mü? dedi.. <br>İmam tebessüm ederek: <br>- Korkma, dünyadasın. Güneşin altında mezarlıkta uyumuşsun. Az önce bir kardeşimizi ahirete uğurladık. Uyuyacağına cenaze namazına iştirak etseydin, daha iyi olurdu dedi. <br>- Çok derin uykudaydım hocaefendi. Öyle rüyalar gördüm ki... Bende, ölmüş gibiydim... <br>- Hayırdır inşaallah. Nasıl olsa öleceğiz. Şimdi önce bir abdest al açılırsın. Sonra öğlen namazının vakti çıkmadan namazını kıl. <br>İmam ve yanındakiler kabristandan ayrıldılar. O ise halen gördüğü rüyanın etkisi altındaydı. Elinin tersiyle alnının terini sildi. Rüyasında bile cehenneme tahammül edememişken nasıl olur da yaşadığı hayatı cennete gidebilmek için harcamazdı... <br>İlahi! Bizi af ve mağfiret eyle. Rahmeti ve mağfiretini üzerimizden eksik etme. <br>Bizlerin canını Senin yolundayken al. Yoksa biz sorgu meleklerine nasıl hesap verir, kabir azabına ve cehenneme nasıl dayanırız?.. <br>İlahi!.. Affet.. </DIV><DIV>ÇOK GÜZEL BIR YORUM INANIYOR MUSUN? </DIV><DIV>Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. <br>Birden Allah ile ilgili konu açıldı... <br>Berber: " Bak adamım, ben senin söylediğin gibi <br>Allah'ın varlığına inanmıyorum." <br>Adam: " Peki neden böyle diyorsun?"<br>Berber: " Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana <br>söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, <br>terk edilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimse acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..." <br>Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş <br>olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü. <br>Adam: " Biliyor musun ne var, bence berber diye bir şey yok" <br>Berber: " Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim." Adam: " Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı." <br>Berber: " Himmm... Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?" <br>Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. Işte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni.. </DIV><DIV>2 YAKLAŞIM FARKI</DIV><DIV>Bir adam kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alır.</DIV><DIV>Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış<br>olmak için bunu Hacı Bektas Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister<br>O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı<br>Bektas Veli'ye anlatır ve Hacı Bektas Veli <br>- ' helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir.<br>Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır .<br>Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.<br>Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul<br>etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.<br>Mevlana söyle der:<br>- Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz <br>O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.<br>Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı'na gider ve Hacı Bektas Veli'ye,<br>Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar.<br>Hacı Bektas da söyle der:<br>- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.<br>Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. <br>Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."<br>Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi<br>becerebilen bir insan ve toplum olmamız dileğiyle...</DIV><DIV>nsanlık öldü denmesin diye <br>İki genç, birini tutup Hz. Ömer’in huzuruna getirirler:<br>- Bu delikanlı babamızı öldürdü. Davacıyız.<br>Hz. Ömer suçlanan gence sorar:<br>- Söyledikleri doğru mu?<br>- Evet doğru.<br>- Peki niye öldürdün?<br>- Ben hali vakti yerinde olan bir insanım, gezmeye çıkmıştım. Çok sevdiğim güzel bir atıma ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve yemesine engel olamadım, bu iki kardeşin babası, içeriden hışımla çıkıp, atımın başına bir taş attı, beyni sarsılan atım oracıkta öldü. Çok üzüldüm, adeta kendimi kaybettim, o şuursuzlukla bir taş alıp babalarına attım. Taş babalarının başına geldi ve oracıkta hemen öldü. Arkadaşlar beni yakalayıp size getirdi, durum bundan ibaret. </DIV><DIV>Hazret-i Ömer dedi ki:<br>- Suçunu kabul ettiğine göre, cezana da razı olman gerekir. Öldürülmen gerekir.<br>Genç, bir maruzatta bulunur:<br>- Ben zengin biriyim, ayrıca, babam vefatından önce bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için bunları saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı hemen infaz ederseniz yetimin hakkı zayi olacağı için Allah indinde sorumlu olurum. Bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim.<br>- Peki senin kaçmayıp tekrar geleceğini nereden bilelim? Yerine birine bir kefil bulabilirsen git.</DIV><DIV>Genç, oradakilere bir bakar ve der ki:<br>- Bu zat benim için kefil olabilir.<br>O dediği zat, Amr ibni As hazretleri idi. Hazret-i Ömer ona der ki: <br>- Ya Amr, kefil oluyor musun? <br>O yüce sahabi tereddütsüz şöyle der:<br>- Evet, ben kefilim.</DIV><DIV>Genç serbest bırakılınca memleketine gider.<br>Üçüncü günün sonunda vâkit dolmak üzeredir ama gençten hiçbir ses Seda yok. Medine'nin ileri gelenleri Hazret-i Ömer'e, gencin gelmeyeceğinin anlaşıldığını, dolayısıyla Amr ibni As'a yapılacak kısas yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler. Fakat gençler razı olmayıp, "Babamızın kanının yerde kalmasını istemiyoruz" derler. <br>Adaleti dillere destan olan şanlı Ömer: <br>- Merak etmeyin, kefil babam da, oğlum da olsa fark etmez, cezayı infaz ederim.<br>Amr ibni As hazretleri der ki:<br>- Ben de sözümün arkasındayım, infaza hazırım.</DIV><DIV>Talimat üzerine idam için sehpa sandalye hazırlanmaya başlanır. Bu sırada, uzaklardan bir atlının geldiği görülür. Oradakiler az duralım belki genç geliyordur derler. Az sonra gerçekten genç, kan ter içinde kalmış atı ile çıka gelir. Hazret-i Ömer gence der ki:<br>- Evladım neden geldin, nasıl olsa kefilin vardı? <br>Genç der ki:<br>- Ahde vefasızlık etti, sözünde durmadı denmesin diye geldim.<br>Hazret-i Ömer sorar:<br>- Ya Amr, sen bu genci tanımıyorsun, niye kefil oldun?<br>- Ya Ömer, nereden tanıyayım, genç, o kadar kimse içinde hüsnü zan edip, beni seçti. Ben de insanlık ölmüş denmesin diye kabul ettim.</DIV><DIV>Davalı gençler söze karıştılar:<br>- Biz bu davadan vazgeçtik.<br>Hazret-i Ömer onlara sorar:<br>- Ne oldu, az önce "babamızın kanı yerde kalmasın" diyordunuz, niye vazgeçtiniz? <br>Gençler şöyle der:<br>- Dünyada merhametli insan kalmamış denmesin diye.</DIV><DIV>Kıymet bilmek <br>Suda yaşayan balık suyun kıymetini bilmez, sudan çıkarılınca suya kavuşmak için çırpınıp durur. İnsanlar da böyledir. Mevcut nimetlerin şükrünü hakkıyla bilemez, beterin beterini yaşamadıkça pek anlamaz. </DIV><DIV>Padişah bir kölesi ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.</DIV><DIV>Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, müsaade buyurursanız ben onu sustururum dedi. Padişah da lütfetmiş olursunuz dedi.</DIV><DIV>Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene sıkıca sarıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.</DIV><DIV>Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. "Bu işteki hikmet nedir?" diye sordu.<br>Yaşlı adam cevap verdi: "Köle önce suya batmanın, boğulma tehlikesi geçirmenin acısını tatmamıştı. Gemideki selametin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felaket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez." <br> <br>Büyüklerin en gücüne giden şey <br>Evliya bir zata talebelerinden birisi sorar:<br>- Efendim, Büyüklerin en gücüne giden şey nedir?<br>- Hocasından devraldığı emanetin nasıl kullanılacağının ona öğretilmeye kalkışılmasıdır. </DIV><DIV>Talebe tekrar sorar:<br>- Sanki hocası ehli olmayana vazife vermiş gibi mi oluyor bu? Büyüklerin beğendiğini beğenmemek gibi mi oluyor?</DIV><DIV>- Evet, öyle oluyor. Büyüklere akıl vermek hem yanlıştır hem de çok çirkindir. Akıl verilmesi, hocan seni seçmekle yanlış yapmış demektir. Halbuki, eğer iddiası âlimlikse, o ondan daha âlim ki onu seçmişler. Eğer iddiası dervişlik ise, o ondan daha derviş ki onu seçmişler. Geriye bir şey kalmaz, kalan sadece nefsi ve bedbahtlığıdır. İnsan vasıtaya binmekte inmekte serbesttir, ama gemide olan kaptanın işine karışamaz. </DIV><DIV><br>Al sana Leyla <br>Arayan belasını da, Mevlasını da bulur derler. Aramak, ihlasla istemek, buna kavuşmak için azimle çalışmak demektir. Bir şeyi iyi yapmak, onu çok ve devamlı yapmakla mümkündür. İnsan zamanla o işin ustası olur. Allah yolunda azimle çalışan da Allahü teâlânın rızasına kavuşur. İnsan sevdiğini çok anar. Çok anınca ikisi arasında bilmediğimiz bir şekilde muhabbet hasıl olur. Onun için neyi aradığımıza, neyi çok andığımıza dikkat etmeli. </DIV><DIV>Delikanlının biri, ilk görüşte bir kıza âşık olmuş, kızın haberi yok. Kızın evini öğrenir, gider babasına kızıyla evlenmek istediğini söyler. Bunu ne kız tanır, ne annesi tanır ne de babası. Dolayısıyla adam kovar bunu.</DIV><DIV>Delikanlı da o bölgede olan evliya bir zata gitmiş, durumu anlatmış:<br>- Ben o kıza ilk görüşte aşık oldum, gittim istedim, beni kovdular. Ne olur bu işe bir çare bulun, beni o kızla evlendirin.<br>- Dediklerimi yaparsan, bu çok kolay.<br>- Efendim ne isterseniz yaparım, yeter ki o kızla evleneyim.<br>- Kızın adı ne?<br>- Leyla.</DIV><DIV>Bunun üzerine, o mübarek zat, genci bir odaya kapatır. Ona der ki:<br>- Burada Leyla Leyla diye bağır. Namaz, abdest, yemek haricinde bu odadan çıkma ve devamlı Leyla Leyla diye bağır; sevgi ve talebinde samimi isen merak etme Leyla’ya kavuşursun.</DIV><DIV>Aşık genç, inanamamış ama; başka çare olmadığı için bağırmaya devam etmiş. </DIV><DIV>Üçüncü gün genç bir kız dergaha gelir. Hoca efendiyle görüşmek istediğini söyler ve der ki:</DIV><DIV>- Efendim üç gün önce bize bir genç geldi, beni çok sevmiş, evlenmek istiyordu. Bunu hiç tanımıyorduk, ben de dahil olmak üzere ailece onu kovduk gitti. Sonra ne olduysa yavaş yavaş o gence kalbim meyletmeye başladı, derken ben de ona aşık oldum. Ben de şimdi onunla evlenmek istiyorum ama kimdir, nerdedir, hiç tanımıyoruz. Onu bulmanız için, yardım etmeniz için geldim.</DIV><DIV>Bunun üzerine mübarek zat, gencin bulunduğu odanın kapısını açar, al sana Leyla der. </DIV><DIV>Delikanlı, bakar ki gerçekten Leyla gelmiş. Demek ki başka şey isteseydim ona da kavuşacaktım diyerek, Leyla'dan vazgeçip hocanın talebesi olur. <br> <br>Bir köylünün duası <br>Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini, büyük bir zat yapan bol dua almaktır. Bir gün alış veriş yaparken alış veriş yaptığı kişiden dua almadan köye döndü. Sonra tekrar o kişinin yanına gitti. Eskiden de köy öyle yakın bir yer değildi, ulaşım da ayrıca bir dertti. Köye geldiğinde adamı buldu. Adam, hayrola bir şey mi oldu neden geri döndün dedi. Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri, benim bir âdetim vardır, her iş yaptığım kişiden dua alırım, eve gidince senden dua almadığımı hatırladım, dua almak için geldim deyince adam ellerini açarak, Ya Rabbi aç bunun kalb gözünü diyerek dua etti. İşte Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri yapan dua budur.<br> <br> <br>İhsan eden ihsan görür <br>Kıyamet günü bir müslümanın hesabı görülüyor, günah sevap tarafı tam denk geliyor. Melekler her şeyi bilen Allahü teâlâya arz ediyorlar, (Ya Rabbi ne yapalım diyorlar, günahı sevabı tam denk geldi.) Allahü teâlâ (Gitsin akrabalarından bir sevap alsın) buyuruyor.</DIV><DIV>Müslüman hemen akrabalarına gider, çok küçük bir sevap ister, yalvarır. Vermezler. Biz kendimizden korkuyoruz derler. Müslüman boynu bükük gelir, bulamadım der. O zaman Allahü teâlâ buyurur ki; (Benim için sevdiği bir din kardeşine gidip istesin). Müslüman, hemen Allah için sevdiği bir din kardeşine gider, durumu anlatır, çok küçük bir sevabını ver, zor durumdayım der. O müslüman da (çok az da ne demek, sana bütün sevaplarımı hediye ettim) der. Müslüman hemen sevinerek gelir, sevapları verir ve Cennetlik olur. </DIV><DIV>Yalnız melekler merak eder, Ya Rabbi derler, buna sevaplarının hepsini hediye eden müslüman ne olacak, hiç sevabı kalmadı derler. Allahü teâlâ (Ben ondan daha cömerdim, onu da Cennetime götürün) buyurur.<br> <br>Namaz kılmanın bereketi <br>Salih bir zatın komşusu pazarcılık yapar, işten eve gelince çilingir sofrasını kurarak her gece gürültü yapardı. Salih zat, komşusunun gürültüsünden rahatsız olduğu için, başka bir eve taşındı, bir kaç gün sonra da bu komşunun vefat etmesi üzerine tekrar eski evine taşındı. </DIV><DIV>Bir gün kapı çalındı, kapıyı açıp bakar ki boyu, gök yüzüne kadar uzanan bir adam. Ne istediğini sorunca, adam der ki:<br>- Kazmayı al benimle gel. <br>- Sen kimsin, beni nereye götüreceksin, bana ne yapacaksın?<br>- Sus, kazmayı al benimle gel. </DIV><DIV>Kazmayı alır beraber giderler, mezarlığa gelirler. Bir mezarı göstererek burayı kaz der. Mübarek zat gösterilen mezarı kazar, dur der, bir tuğla çıkarmasını söyler ve bir tuğla çıkartır, tuğlayı çıkardığın delikten mezarın içine bak der, bakar ki, komşusu Cennette ve üstelik tahtta oturuyor, tahtı da var.<br>Mübarek zat şaşırır, bu benim vefat eden komşum der. Bu nasıl olur? Peki ben nerede hata yaptım? der. </DIV><DIV>O zat da der ki, vefat eden komşun her günahı işlerdi; fakat namazını hiç bırakmazdı ve namazın arkasından da şöyle dua ederdi:</DIV><DIV>Ya Rabbi biliyorum günahım çok; fakat Peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem, ehli beytini, aralarındaki savaşlar ne sebeple olursa olsun, Eshabı Kiramı ve onların yolunda olanları seviyorum, onların hatırına günahlarımı affet, bana Cennetini ihsan et diye dua ederdi. Namazlarını ve bu duayı hiç bırakmazdı. Bu hasleti onun kurtulmasına sebep oldu.<br> <br>Büyüklere hizmet <br>Bir müslümanın hesabı görülüyor, günahları çok, sevapları az geliyor. Tam Cehenneme gönderilecekken, bir küçük torba sevap hanesine geliyor ve birden sevap tarafı ağır geliyor. Yalnız müslüman merak ediyor, bu nedir, ben hangi iyiliği işledim ki böyle beni Cennetlik yaptı diye meleklere soruyor. Torbayı açıp bakıyorlar, iki kürek toprak. Melekler de (bu neyin nesi, biz de bilmiyoruz, Allahü teâlâya soralım) diyorlar. Ve arz ediyorlar. Allahü teâlâ, (O benim sevgili, veli bir kulum defnedilirken, kabrine iki kürek toprak atmıştı. Benim sevgili kulumu seven, ona iyilik eden bir kulumu hiç Cehenneme sokar mıyım) buyurur. <br> <br>Kibir ile geldin tevazu ile gidiyorsun <br>Hindistan Sultanı Mahmut Gaznevi, Delhi de, orduları ile giderken, bacası tüten bir kulübe görür, içeriye girer, bakar ki Ebul Hasen Harkani hazretleri, kitapları ve talebeleri ile ilgilenir, Sultana ilgi göstermez. Sultan ise, bu duruma çok öfkelenir; fakat belli etmeden der ki:<br>- Hoca<br>- Ne var? <br>- Hocan Bayezid-i Bistami nasıl birisi idi?</DIV><DIV>Ebul Hasen Harkani hazretleri, hocasının adını duyunca der ki:<br>- Hocam öyle bir zat idi ki, müslüman olmayan bir kimse yüzüne baksa, iman ile şereflenirdi.</DIV><DIV>- Bu ne biçim söz? Peygamber efendimizi Ebu Cehil ve diğer müşrikler gördü, imana gelmedi, senin hocan Peygamberimizden daha mı büyük ki yüzüne bakan imana geliyor?<br>Ebul Hasen Harkani hazretleri şu cevabı verir:</DIV><DIV>- Ebu Cehil ve diğer müşrikler, Peygamberimizi Abdul Muttalibin yetimi olarak gördüler, Peygamber olarak göremediler. Hocam Bayezid-i Bistami hazretlerinin yüzüne, bir ateist veya Yahudi bu Bayezid-i Bistami hazretleridir diye baksa iman ile şereflenir. </DIV><DIV>Sultanın hoşuna gider ve memnun olarak ayrılır. Ebul Hasen Harkani hazretleri Sultanı dışarıya kadar uğurlar. Sultan şaşırıp der ki:<br>- Seni anlayamadım, geldiğimde yüzüme bile bakmadın; şimdi ise dışarıya kadar uğurluyorsun. Sebebi ne ki?<br>- Gelirken kibirle içeri girdin, giderken tevazu ile gidiyorsun, şimdi güzelleştin.<br> <br>Görmeden inanmak <br>Görmeden inanmak önemlidir. Bekara suresinin başında, iyiler övülürken, (Onlar gayba inanırlar) buyuruluyor. Bazı büyükler bunu ilginç olaylarla anlatmaya çalışmışlardır.</DIV><DIV>Behlül Dânâ hazretleri bir gün kumlarla, çer çöple ev-köşk yapıyormuş, gören oyun oynuyor zannedermiş. Harun Reşid yanından geçerken soruyor:<br>- Ya Behlül ne yapıyorsun? <br>- Cennette evler-köşkler yapıyor satıyorum.<br>- Peki kaça satıyorsun?<br>- Bir altına. </DIV><DIV>Harun Reşid, bizim kardeşe yine bir şeyler oluyor, diyerek gitmiş. Ertesi günü Harun Reşid’in hanımı da görmüş, o da sormuş:<br>- Behlül ne yapıyorsun? <br>- Cennet için ev yapıp satıyorum. <br>- Peki kaça satıyorsun?<br>- Bir altına. <br>- Peki al bir altını. </DIV><DIV>Akşam Harun Reşid rüyasında Cennette bir köşk görmüş, güzel mi güzel, çok beğenmiş, demiş ki bu köşk kimin? (Hanımınızın) demişler. Ertesi gün gördüğü rüyanın tesiriyle Behlül Dânâ hazretlerini aramış. Bakmış aynı yerinde yine kumlardan, çer çöpten evler-köşkler yapıyor. Harun Reşid soruyor:<br>- Ne yapıyorsun? <br>- Cennette ev-köşk yapıyorum. <br>- Peki kaç para? <br>- Bin altın. <br>- Dün bir altın diyordun bugün bin altına çıkarmışsın. Bunun sebebi ne? <br>- Hanımınız dün görmeden bir altına aldı. Ama sen gördükten sonra istiyorsun. Onun için bin altın bile az.</DIV><DIV>Gidin kendinizi ayıplayın <br>Cehennemde şeytanın yakasına yapışarak şöyle diyecekler:<br>- Senin yüzünden geldik buraya ey melun.<br>- Bir dakika bir dakika, siz dünyada beni gördünüz mü?<br>- Görmedik.<br>- Sesimi duydunuz mu? <br>- Duymadık.<br>- Peki siz dünyada hiç dinden bahseden insan, hoca vs, görmediniz mi? <br>- Gördük.<br>- Siz hiç din kitabı okumadınız mı?<br>- Okuduk.<br>- Siz hiç dinden bahseden, nasihat eden duymadınız mı? <br>- Duyduk. <br>- Yani siz şimdi gördüğünüze ve duyduğunuza değil de, görmediğinize ve duymadığınıza tâbi olup buraya geldiniz ha! Siz gidin kendinizi ayıplayın, siz gidin sizi bu hâle düşüren arkadaşınızı bulun. Benimki sadece vesveseden ibaretti. Siz gerçeklere değil de vesveseye itibar ettiniz. </DIV><DIV><br>Böyle dua edilir mi? <br>Merhum Nasreddin Hocanın, (Allah’ım bu sıkıntıyı benden alma) diye dua ettiğini duyanlar, Hocaya sorarlar:<br>- Niçin böyle dua ediyorsun, sıkıntının kalması için hiç dua edilir mi? </DIV><DIV>Hoca cevap verir:<br>- Allahü teâlâ her sıkıntıdan sonra ferahlık, her ferahlıktan sonra sıkıntı vaad ediyor. Ben bu sıkıntıya alıştım, yeni gelecek sıkıntının ne olacağını bilmiyorum, ya sabredemeyeceğim bir sıkıntı olursa. Onun için bu sıkıntının kalması için dua ediyorum.<br> <br>Hazret-i Ebu Bekrin üç vasfı <br>Bir gün Peygamber efendimiz buyurdu ki; (Ya Cebrail Ömer’in faziletlerinden anlat.) O da dedi ki: Nuh aleyhisselamın peygamberlik süresi kadar yani 950 yıl Ömer’in faziletlerinden bahsetsem bitiremem; fakat, onun bütün iyilikleri, Ebu Bekrin bir iyiliği etmez. </DIV><DIV>Bir kimsenin yaptığı iyiliğin sevabı öğretene iki misliyle, ona öğretene de, onun iki misliyle verilir. Sevapların katlanması, geometrik dizi gibi artar. Ve bütün ümmetin, bütün iyiliklerinin sevapları en sonunda Ebu Bekri Sıddık radıyallahü anh’da toplanır. Ondan da katlayarak Muhammed aleyhisselama gider. </DIV><DIV>İşte, hazret-i Ebu Bekrin bu dereceye gelmesinde onun üç vasfı vardı: </DIV><DIV>1) Malının hepsini verdi. Kendi çok zengindi, sonunda üstünde sadece gömlek kaldı, hepsini verdi. Peygamber efendimiz (Hiç kimsenin malı Ebu Bekrin ki gibi faydalı olmadı) buyurdu. </DIV><DIV>2) Canını feda etti. Bir gün müşrikler Peygamber efendimize saldırdılar. O da araya girdi, kurtarmak için. Öyle bir dövdüler ki kemikleri kırıldı, öldü diye bırakıp, bir çuvala koyup evine götürdüler. 3 gün kendine gelmedi. Üçüncü günün sonunda gözlerine açtı, annesi hemen yavrum diye koştu. Bir yudum ağzına su vermek istedi. O zaman buyurdu ki, Muhammed aleyhisselam nerede, onun durumu nasıl, ben onun iyilik haberini almadıkça ağzıma hiçbir şey sürmem dedi. </DIV><DIV>3) On katrilyonda bir, kalbinde küçücük bir (acaba) yoktu. Tam iman. Tam tasdik. Mesela Mirac hadisesi. Müşrikler bu iş bitti diye sevinerek geldiklerinde, senin efendin bir anda Kudüs’e oradan göklere gitmiş dediler. O söylüyorsa doğrudur, inandım diyerek müşrikleri şaşkına çevirdi ve Müslümanların imanlarında sebat etmelerine vesile oldu. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü oldu. </DIV><DIV><br>Kimi seversen ahirette onunla berabersin <br>Büyüklerle beraber olmak için, onları sevmek yeter. Ancak, hiçbir ibadet yapmayan ve hiçbir günahtan sakınmayan büyükleri asla sevemez. Seven sevdiğine itaat eder. Onlar gibi olamayız ama elimizden geleni yapmamız şarttır. Dinin emir ve yasaklarına hiç uymadan sadece, seviyorum demesi yalan olur. Çünkü onda cevher yoktur. Sevgi yukarıdan gelir. Büyükler onu sevmez ki, o büyükleri sevebilsin.</DIV><DIV>Eshab-ı kiramdan bir tanesinin çok üzüldüğünü gören Peygamber efendimiz ona sordu:<br>- Bu kadar niye üzülüyorsun? </DIV><DIV>Şahıs dedi ki: <br>- Ya Resulallah bizim ne olacak halimiz sizin bu anlattıklarınızı tam yapamıyoruz.</DIV><DIV>Böyle çok meyus ve mükedder iken Peygamber efendimiz orada bir müjde bildirir: <br>(El mer’ü mea men ehabbe)<br>Sen diyor, üzülme burada kimi seversen ahirette onunla berabersin. <br>Demek ki kim olduğumuz değil, kimi sevdiğimiz önemli.<br> <br>Madem ki sorduk yapmamız lazım <br>Osmanlılar zamanında bir kaleyi düşmanlar kuşatmış. Müslümanlar kalede 15 kişi kalmışlardı. Yiyecekleri de kalmamış, hiçbir şeyleri yokmuş, çaresizdiler. Reisleri istişare etmek için onları toplayıp demiş ki:<br>- Hâlimiz ortada, düşman da meydanda. Çoluk çocuk var. Ne yapalım? <br>Birisi demiş ki:<br>Peygamber efendimizin buyurduğu gibi yapalım. <br>- Peygamber efendimiz ne buyurdu?<br>- Bir hususta çaresiz kaldığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyin buyuruyor. </DIV><DIV>Kalede bir yatır varmış. Hazırlanıp, abdest alıp, oraya gittiler. Kabirdeki zat, tecessüm etmiş böyle, sabah şafakla beraber kaleden çıkın, hücuma geçin demiş. </DIV><DIV>İçlerinden birisi itiraz edecek olmuş, diğeri Allah rızası için itiraz etme, madem ki sorduk denileni yapmamız lazım, ya hiç buraya gelmeyecektik, madem ki geldik, ne buyurduysa yapacağız demiş.</DIV><DIV>Sabah olunca kalenin kapısını açmışlar, hücuma geçmişler. Düşman kılıcını kınından çıkartmamış, bakıp gülmüşler. 15 kişi ne yapacak diye.</DIV><DIV>Kabirdeki zat hemen müritlerini toplamış. Leşger-i gazâ önde, leşger-i duâ görev bizde. Melekler imdâda gelmişler. Meleklerin yardımı rüzgar şeklinde tecellî ediyor. Atlar, toplar havaya fırlamış. İnsanlar birbirleri üzerine düşerek ölmüşler. Ancak kaçan kurtulmuş, kalanların hepsi ölmüş.<br> <br>Büyükler size ne öğretti <br>Hep hocasından anlatan bir talebeye sorarlar: <br>- Hep büyükler diyorsunuz, büyükler şöyle iyidir, şöyle üstündür diyorsunuz. Allah aşkına onlar size ne öğretti? </DIV><DIV>- Şunu öğretti: Sizin önünüzde 73 tane birbirinin şekil, ağırlık, renk olarak aynısı altın kap olsa ve deseler ki bunlardan 72' si sahte fakat bir tanesi gerçek ve siz bu gerçek olanı ilk denemenizde, hatasız olarak bulacaksınız. İşte büyükler bize, o ilk denemede onca kap arasından doğru olanı bulmayı öğretti! </DIV><DIV>- Herkes kendi altınını doğru biliyor, ne malum sizinkinin doğru olduğu? </DIV><DIV>- Bu noktada şu düstur işin içine girer. İslam, akıl değil, nakil dinidir. O doğru cevabı hocamıza hocası, ona da hocası, ona da onun hocası olmak üzere Resulullah efendimize kadar uzanan Silsile-i Zeheb (Altın silsile) ulaştırmaktadır. Bu noktada kimse, kendiliğinden bir şey diyemez. </DIV><DIV><br>Başıma ne geldiyse bundan geldi <br>Birçok talebesi, dergahı olan bir şeyhi, yıllar sonra talebelerinden biri perişan halde, Bağdat'ta tellallık yaparken görmüş. Acaba yanlış mı görüyorum diye tekrar tekrar bakmış. Evet gördüğü o zat. Yanına varıp sormuş:<br>- Siz falan zat değil misiniz?<br>- Evet benim, sen de falancasın. <br>- Hocam söylemek mecburiyetinde değilsiniz; fakat çok merak ettim, bu hallere niye düştünüz? <br>- Söylememde bir mahzur yok. Bilin ki siz ibret alın bu hallere düşmeyin.<br>Bir gün evime misafir gelmişti. Yemekte balık vardı. Misafire ikram etmeden önce balığın iyi taraflarını kendime ayırıp kılçıklı tarafını ona verdim. İşte başıma ne geldiyse bundan geldi. Dinimizde, Müslümanın Müslüman kardeşini kendisine tercih etmesi gerekir. Mevcut olan iki şeyden iyisini ona vermesi gerekir. Vermeyen benim gibi cezasını çeker. </DIV><DIV><br>Annen uykuda günah işlemiyor <br>Adam çocuğu ile ibadet etmeye kalkar, çocuk der ki:<br>- Baba, bak biz ne güzel ibadet ediyoruz, annem horul horul uyuyor.</DIV><DIV>Baba üzülür, der ki:<br>- Oğlum keşke sen de annen gibi uyusaydın da, böyle söyleyerek, onu gıybet ederek günaha girmeseydin. Hiç olmazsa annen uykuda günah işlemiyor </DIV><DIV><br>Burada bir incelik var <br>Bir zaman, karı koca, Mısır’dan hacca gelmişler. Hac dönüşü Medine’ye uğramışlar. Bu sırada develerini kaybetmişler. Yol paraları da yok. Ortada kalmışlar. Nihayet bir şeyhe giderler. Durumlarını anlatırlar. O da, gidip hazret-i Hamza’nın kabrini ziyaret edin, Fatiha okuyup mübarek ruhuna gönderin. Sonra, bana anlattığınız gibi halinizi anlatın der.</DIV><DIV>Bunun üzerine, gidip ziyaret ederler. Adam daha kabirden ayrılmadan, hanımı dışarıdan kocasını çağırır. Bu bey seninle görüşmek istiyor, der. Adam, siz Mısır’a gitmek istiyormuşsunuz, benimle gelin, der. Bunları bir kervancıya götürür. Kervancıya, bunlar benim misafirimdir, bunları rahat bir şekilde, memleketlerine gönder, deyip bir kese altın bırakır. </DIV><DIV>Karı-koca şeyhe teşekkür için gidip, gönderdiğiniz adam işimizi halletti, Allah sizden razı olsun, derler. Şeyh, o gördüğünüz hazret-i Hamza idi, der. Bunun üzerine hayretle sorarlar, efendim orada Peygamber efendimizin kabri şerifi de varken niçin ona gönderdiniz? Şeyh der ki:</DIV><DIV>Burada bir incelik var. Peygamber efendimiz başkasının şekline girmez. Fakat başkaları girebilir. Bunun için doğrudan Peygamberimizden istenmez.<br> <br>İyiliğin peşinden imtihan gelir <br>Salih bir zat vardı. Çok cömertti. Elinde avucundakileri muhtaçlara dağıttığı gibi, yardım isteyen fakirler olursa, onlara belli etmeden, başkalarından kendi adına borç alır fakirlere hediye ederdi. </DIV><DIV>Bu zat bir gün hastalanır, yatağa düşer. Hastalığı gittikçe artar. Bunu duyan alacaklılar, onun ölüm döşeğinde olduğunu düşünerek başucuna dikildiler.</DIV><DIV>Salih zat bundan son derece utanmış, rahatsız olmuştu. Asık yüzlü, sıkıntılı tiplerle çevrili olması onu üzmüştü. Bir şeyler söylemek istedi ancak, bize para gerek, nasihat değil, diye susturuldu.</DIV><DIV>Bu sırada dışarıdan helva satan bir çocuğun sesi duyuldu. Salih zat, bir adamına seslenerek helvaları satın alıp ziyaretçilere ikram etmesini istedi. Görevli, çocuğun tepsisindeki bütün helvaları aldı. Ziyaretçilere ikram etti. </DIV><DIV>Herkes abus çehrelerle helvaları yediler. Çocuk gelip helvaların parasını istedi. Salih zat, "Evlat bunları bana borç olarak yazar mısın?" deyince çocuk tek kelime söylemeden dışarı çıktı, 50-100 metre ileride bir ağacın altına oturup sessizce ağlamaya başladı. </DIV><DIV>Tesadüfen oradan geçmekte olan şehrin valisi onu gördü, yanına gelip başını okşadı, niye ağladığını sordu. Çocuk olup biteni anlattı, o zata edebimden bir şey diyemedim ama, "Ben bunları zaten borç olarak almıştım, nasıl ödeyeceğim, evime nasıl para götüreceğim?" diye ağlıyorum dedi. Vali, hasta yatan salih zatı yakından tanıyordu. Çocuğun parasını ödedi. </DIV><DIV>Çocuğa içi altın dolu yedi sekiz kese altın vererek gidip o salih zata vermesini söyledi. Altınlar eve gelince alacaklıların neşesi yerine geldi. Herkes alacağını tahsil etti. Ancak böyle aniden paranın gelmesine de bir anlam veremediler. Salih zat şu cevabı verdi: "Ben sıkıntı içindeydim. Siz de sıkıntı içindeydiniz. Buna bir de çocuğun üzüntüsü eklendi. Çocuğun edebi, tek kelime etmeden gitmesi, işi çözdü. Allahü teâlâ o masumun ihlası, edebi hürmetine sıkıntıları giderdi. İmtihanı kazanan o masum oldu. </DIV><DIV>Alacaklılar utanıp paraları tekrar vermek istediler. Ancak kabul etmedi. "İnsan bir iyilik yaptığında samimiyetinin belli olması için peş peşe imtihanlardan geçirilir. Hatta iyilik yaptıklarından küfranı nimet görür. Eğer sabrederse iyiliğinin karşılığını kat kat alır. Sizler bir iyilik yaptınız. Ama sabredemediniz. Eşyanın hakikati görüldükten sonra pişman oldunuz. <br> </DIV><DIV> <br> <br> <br></DIV>EDITOR}
.