Oysaki ne umutlarla başlamıştım yazmaya…
Melalimi paylaşmaya pakı lisan ile hemhal olamaya…
Yıllarca sinemde sakladığım serencamımın hazanında kalanlardı.
Hakikatte bir bir sırlarımdı, yıllarca kimselere anlatmadığım, paylaşmadığım.
Bir gülistan diyarında halimi gözleyen bir gül misali, bir şairin aşkı mısrası gibi.
Bir yaprağın damarlarında ki esrarın arı gibi, edebin sessizliğinde nefeslenmek hali…
Biliyordum ki yazmak fiili tefekkür ehli,
Ufki derinliği ummanlar misali seyreden,
İdrakin hakikatlerinde serpilen,
Mazinin sayfalarında ömür tüketen,
Atinin haşyetiyle hukukun ne olduğunu bilen,
Hak ve hakikat için tükenen nefesler olarak zannederdim.
Yıllarca aldığım teşvikler metanetimi bozdurmamıştı, özellerim sinemde saklı kalmışlardı.
Bir sirtonun sesinde, bir kara trenin sireninde…
Bir çınarın kalan melalinde…
Dalı bırakmak zorunda kalan yaprağın halinde…
Bir nisanın gözyaşlarında…
Bir yiğidin ahında hatta bir sigaranın dumanında…
Sazendenin vurduğu mızrabın feryadıyla sabrederdim…
Onlarla dertlenir, halime şükrederdim, bir hederdim…
Kime ne diye bilirdim ki, her gönül zaten bir ayrı âlemin serencamında yaşayandı.
Nasıl olsa bir şekliyle acının, hicranın, elemin, girdabın safhalarında an be an çaresiz soluklanacaktı.
Zira hayatın bir ayrı letafeti, güzelliği ve zenginliği idi…
Sabır hasleti ne kadar güzel ve fevkalade hoş bir mürebbi idi…
İnsan olmamız nedeni ile yetiştiğimiz sosyal ortamlar halin kıvamında bir dem için oldukça yetersizdi.
Bu bakımdan haliyle her bir tarafı hırçınlık ve hiddet kuşatmıştı çünkü hayat asla bir boşluğu affetmezdi.
Sünnetullah bunun için en elzem bir hakikatti lakin kimler bunu bilirdi ki!
Bir yaratan olarak mutlak olan en yüce varlığa saygı ve teslimiyetimizi bir gözden geçirelim ne çıkacak önümüze yaptığımız mukayeselerle…
Güç ve takati var olduktan sonra neden gerek duyalım ki değil mi, ancak bu kadar açık ve alenen itiraf ederiz her boşluğumuzda.
Allaha iman eden her insan, hayat desturunu bu öğretilere göre tanzim eder ve etmek zorundadır.
Hangi vakte kadar?
Dini öğretileri sadece kültürel bir değer olarak görene kadar!
Ne kadar hazindir ki!
Bir hayatın felsefi ve sosyal açılımlarının evrensel boyutunu kıyamete kadar geçerli olduğunu bildirmesine rağmen!
Aldatılan sadakatli masum insanlar, farklı tercihlere itibar etmeleri sağlanmıştır.
Bir tahakkümle, bir gecelik faili meçhul cinayetlerle…
Ne yapılsaydı ki, bir çaresizliğin her safhasına mahkûm edilince…
Günümüzde ki işgaller misali…
Talan edilen diyarlar gibi…
Öksüz bırakılan sabilerin hali…
Gözlerin gördüğü her yerde katledilenler gibi…
Namuslarına el uzatılan analar, bacılar misali…
Emaneti kirletilen yiğitlerin acı talihleri nasıl unutulur ki!
İşte tüm açıklığıyla tuğyan edenlerin bıraktıkları izlerin ta kendileri gibi…
Akıl ve zanlarından ihdas ettikleri hükümleri Rabbani olanla mukayese etmek zilletine düşüldüğü gerçeği misali!
Bir sine Hakk derken, bir diğeri ise bak olarak anlaya biliyor!
Anladığı ölçüde bir yarışa meyletme gerçeği ve bir alay içinde serilmek gibi.
Ne diyelim ki hayrın sahibi sabrı tavsiye ediyor, iyilik içinde nefeslenmemizi emrediyor, şiddet ve avdetin neticesini hikâye ediyor.
Karşısında köleliğimi beyan ettiğim Rab, rahmetin sebebi olan efendimizi örnek almamızı, mutlak uymamızı, nefsimden daha ötelerde sevmemizi öğütlüyor.
Boynum Hak karşısında kıldan ince, şer karşısında kılıçtan keskin diyebiliyorum.
Böyle iman ediyorum ve mutlak bir cennet için nefeslenmiyorum.
Bir kul olduğumu, Allah celle ve celali hunun rızasıyla konuşlanmamı bu uğurda tüm melalimi vermek gerektiğine tüm kalbimle iman ediyorum.
Nihayetinde bir aciz olduğumu da biliyorum…
Hatalardan beri olmadığımı bütün açıklığıyla itiraf ediyorum…
Nefsimin ne kadar eğitime muhtaç bulunduğunu pekâlâ biliyorum.
Onun için her bir candan bir öğrenci kimliğinde istifade ediyorum.
Nihayetinde maarifi tedrisatın malum hali ortada iken!
Ezbercilik bir zevalde yetersizliğini haykırırken kime ne demeli ki!
Bir hakikati diniye yi öğretmek dahi problem olarak telakki edilirken ne diyelim ki!
Her türlü asim ilenin ve yozlaştırmanın revaçta olduğu gerçeği bilinirken!
Meramı hali anlamak için okurken dahi seviyesizlikten sıkıldığımı itiraf etmeliyim.
Bilen vakarı ölçüsünde kıymeti hak edendir.
Sanki bir insanı keşfetmek gibi…
Onun zatına haiz değerlerden istifade etmek isteği…
Kırıp dökmeden bir nizam vermek gibi…
Nezaket içinde bir ikramı lütfetmek zenginliği…
Bir Osmanlı ki cihana neler bahşetmiş…
İnsan olmayı öğretmiş…
Kulluk bilincini geliştirmiş…
Mazluma himmet etmiş…
Zalime hiddetini göstermiş…
Müstemlekeliğe hiçbir vakit dönüp bakmamış, celali şan ile şahlanmış nam salmış.
Kime ne diyelim ki bir tarih bilinci oluşmadan, akıbet için korkulmadan…
İşte böyle bircan olarak sinemden süzülenler…
Sizler ki yine de hadsizliğimi bağışlayın…
Bilgisizlikle suçlayın…
Asla bir payeye layık görmeyin bir zavallı deyin…
Bir yaratılan olarak sevgimizi hasretmek…
Hak rızasıyla serinliğe ermek…
Fazilet budur diyebilmek…
Lütfen bağışlayın lafazanlığıma sayınız…
Yalnızca kalbinizin sahibinde hazzı dem alınız.
Melalimi paylaşmaya pakı lisan ile hemhal olamaya…
Yıllarca sinemde sakladığım serencamımın hazanında kalanlardı.
Hakikatte bir bir sırlarımdı, yıllarca kimselere anlatmadığım, paylaşmadığım.
Bir gülistan diyarında halimi gözleyen bir gül misali, bir şairin aşkı mısrası gibi.
Bir yaprağın damarlarında ki esrarın arı gibi, edebin sessizliğinde nefeslenmek hali…
Biliyordum ki yazmak fiili tefekkür ehli,
Ufki derinliği ummanlar misali seyreden,
İdrakin hakikatlerinde serpilen,
Mazinin sayfalarında ömür tüketen,
Atinin haşyetiyle hukukun ne olduğunu bilen,
Hak ve hakikat için tükenen nefesler olarak zannederdim.
Yıllarca aldığım teşvikler metanetimi bozdurmamıştı, özellerim sinemde saklı kalmışlardı.
Bir sirtonun sesinde, bir kara trenin sireninde…
Bir çınarın kalan melalinde…
Dalı bırakmak zorunda kalan yaprağın halinde…
Bir nisanın gözyaşlarında…
Bir yiğidin ahında hatta bir sigaranın dumanında…
Sazendenin vurduğu mızrabın feryadıyla sabrederdim…
Onlarla dertlenir, halime şükrederdim, bir hederdim…
Kime ne diye bilirdim ki, her gönül zaten bir ayrı âlemin serencamında yaşayandı.
Nasıl olsa bir şekliyle acının, hicranın, elemin, girdabın safhalarında an be an çaresiz soluklanacaktı.
Zira hayatın bir ayrı letafeti, güzelliği ve zenginliği idi…
Sabır hasleti ne kadar güzel ve fevkalade hoş bir mürebbi idi…
İnsan olmamız nedeni ile yetiştiğimiz sosyal ortamlar halin kıvamında bir dem için oldukça yetersizdi.
Bu bakımdan haliyle her bir tarafı hırçınlık ve hiddet kuşatmıştı çünkü hayat asla bir boşluğu affetmezdi.
Sünnetullah bunun için en elzem bir hakikatti lakin kimler bunu bilirdi ki!
Bir yaratan olarak mutlak olan en yüce varlığa saygı ve teslimiyetimizi bir gözden geçirelim ne çıkacak önümüze yaptığımız mukayeselerle…
Güç ve takati var olduktan sonra neden gerek duyalım ki değil mi, ancak bu kadar açık ve alenen itiraf ederiz her boşluğumuzda.
Allaha iman eden her insan, hayat desturunu bu öğretilere göre tanzim eder ve etmek zorundadır.
Hangi vakte kadar?
Dini öğretileri sadece kültürel bir değer olarak görene kadar!
Ne kadar hazindir ki!
Bir hayatın felsefi ve sosyal açılımlarının evrensel boyutunu kıyamete kadar geçerli olduğunu bildirmesine rağmen!
Aldatılan sadakatli masum insanlar, farklı tercihlere itibar etmeleri sağlanmıştır.
Bir tahakkümle, bir gecelik faili meçhul cinayetlerle…
Ne yapılsaydı ki, bir çaresizliğin her safhasına mahkûm edilince…
Günümüzde ki işgaller misali…
Talan edilen diyarlar gibi…
Öksüz bırakılan sabilerin hali…
Gözlerin gördüğü her yerde katledilenler gibi…
Namuslarına el uzatılan analar, bacılar misali…
Emaneti kirletilen yiğitlerin acı talihleri nasıl unutulur ki!
İşte tüm açıklığıyla tuğyan edenlerin bıraktıkları izlerin ta kendileri gibi…
Akıl ve zanlarından ihdas ettikleri hükümleri Rabbani olanla mukayese etmek zilletine düşüldüğü gerçeği misali!
Bir sine Hakk derken, bir diğeri ise bak olarak anlaya biliyor!
Anladığı ölçüde bir yarışa meyletme gerçeği ve bir alay içinde serilmek gibi.
Ne diyelim ki hayrın sahibi sabrı tavsiye ediyor, iyilik içinde nefeslenmemizi emrediyor, şiddet ve avdetin neticesini hikâye ediyor.
Karşısında köleliğimi beyan ettiğim Rab, rahmetin sebebi olan efendimizi örnek almamızı, mutlak uymamızı, nefsimden daha ötelerde sevmemizi öğütlüyor.
Boynum Hak karşısında kıldan ince, şer karşısında kılıçtan keskin diyebiliyorum.
Böyle iman ediyorum ve mutlak bir cennet için nefeslenmiyorum.
Bir kul olduğumu, Allah celle ve celali hunun rızasıyla konuşlanmamı bu uğurda tüm melalimi vermek gerektiğine tüm kalbimle iman ediyorum.
Nihayetinde bir aciz olduğumu da biliyorum…
Hatalardan beri olmadığımı bütün açıklığıyla itiraf ediyorum…
Nefsimin ne kadar eğitime muhtaç bulunduğunu pekâlâ biliyorum.
Onun için her bir candan bir öğrenci kimliğinde istifade ediyorum.
Nihayetinde maarifi tedrisatın malum hali ortada iken!
Ezbercilik bir zevalde yetersizliğini haykırırken kime ne demeli ki!
Bir hakikati diniye yi öğretmek dahi problem olarak telakki edilirken ne diyelim ki!
Her türlü asim ilenin ve yozlaştırmanın revaçta olduğu gerçeği bilinirken!
Meramı hali anlamak için okurken dahi seviyesizlikten sıkıldığımı itiraf etmeliyim.
Bilen vakarı ölçüsünde kıymeti hak edendir.
Sanki bir insanı keşfetmek gibi…
Onun zatına haiz değerlerden istifade etmek isteği…
Kırıp dökmeden bir nizam vermek gibi…
Nezaket içinde bir ikramı lütfetmek zenginliği…
Bir Osmanlı ki cihana neler bahşetmiş…
İnsan olmayı öğretmiş…
Kulluk bilincini geliştirmiş…
Mazluma himmet etmiş…
Zalime hiddetini göstermiş…
Müstemlekeliğe hiçbir vakit dönüp bakmamış, celali şan ile şahlanmış nam salmış.
Kime ne diyelim ki bir tarih bilinci oluşmadan, akıbet için korkulmadan…
İşte böyle bircan olarak sinemden süzülenler…
Sizler ki yine de hadsizliğimi bağışlayın…
Bilgisizlikle suçlayın…
Asla bir payeye layık görmeyin bir zavallı deyin…
Bir yaratılan olarak sevgimizi hasretmek…
Hak rızasıyla serinliğe ermek…
Fazilet budur diyebilmek…
Lütfen bağışlayın lafazanlığıma sayınız…
Yalnızca kalbinizin sahibinde hazzı dem alınız.
.