Forum Hafızoğlu
Hoşgeldiniz
Ziyaretçi. Kayıt Ol !


E-Kitaplar- Aşagıda Yer Alan Kitap İsimlerine Tıklayarak Sitemiz Üzerinden Okuyabilirsiniz.

| kitapPeygamberimizin Hayati | kitapSevgili Peygamberim | kitapSiyer-i Nebi | kitapKütübü Sitte | kitapZulmün Tarihi | kitapAdabı Muaşeret | kitapAteizm Ve Eleştirisi|
| kitapKıymetsiz Yazılar | kitapYaşayan Hurafeler | kitapNamaz-Oruç-Haç-Zekat-Kurban... | kitapMuhtasar Osmanlı Tarihi | kitapOsmanlıca-Türkçe Sözlük | kitapİslami Sözlük|
| kitapMübârek Gün Ve Gecelerde Yapılması Tavsiye Edilen Duâ Ve İbâdetler|
| kitapSahabelerin Hayatı | kitapDini Bilgiler | kitapYahudiliğin Gerçek Yüzü | kitapAile Saadeti | kitapElmalılı Tefsiri| | kitapÇocuk Eğitimi|
Şia Ehl-i Sünnete Düşmandır!
Konuyu Değerlendir
  • 14 Oy - 2.71 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5


Konu: 1
Mesaj: 14
Cinsiyet:
Kıdem: Dec 2007

Şia Ehli Sünnet'e Düşmandır!




Şehit Alim, Bayram Ali Hoca'nın Şia ile ilgili Makalesi

Haçlı ve Yahudi ittifakının, ümmet topraklarını işgal etmesine sessiz kalan. Hatta el altından yardımcı olan, Şia taifesi ile ilgili Şehit Bayram Hoca efendinin Yazdığı Makale…


Bismihi Teâlâ.

Bütün hamdler ALLAH Celle Celalühu’a salât ve selâmlar Resulü Ekrem SallALLAHu Aleyhi ve Sellem ve onun pâk Ashab-ı üzerine olsun.

Ehl-i Sünnet ve’l- Cemaat inancını devlet seviyesinde temsil edilmediği bir atmosferde yaşıyoruz.

Bu inancın en son müdafii Osmanlı Devleti idi. Bu muazzam devletin tarihe mal olmasından sonra, bu inancın sahipleri bir bakıma öksüz ve yetim kaldılar.

Neticede bu mübarek inanç bugün elleri kelepçeli, ayakları prangalı, gözleri bağlı bir mahlûk konumuna geldi. Bu zor durumda bir taraftan Amerika’nın, diğer taraftan Rusya, bir diğer taraftan da Avrupa insan azmanları ile uğraşırken, beklenmedik bir tarzda, inancımızın tahrik edilmesinde ŞİA’nın da aktif bir görev anlayışı içinde olduğunu gördük.
ALLAH Celle Celalühu’nun zât ve sıfatları, Kur’ân’ı Kerim, Resulü Ekrem SallALLAHu Aleyhi ve Sellem, Sahabe-i Kiram hakkında Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatten farklı bir inanca sahip olan bu cemaatin, Takiyye (hedefe ulaşıncaya kadar iyi niyetli gözükme) prensibi içerisindeki faaliyetlerini Ehl-i Sünnet’in ruhuyla nasıl bağdaştırabiliriz?

Tarihin hiçbir döneminde Ehl-i Sünnet’e yâr olmayan bir inanç sistemiyle inancımızın her türlü destekten mahrum bırakıldığı şu garip zamanda bu inanç koalisyonu nasıl caiz görülebilir.

Acaba Şia’ya muhabbet besleyen Ehl-i Sünnet kardeşimiz, hiç Ehl-i Sünnet âlimlerinin Şia hakkında yazdıklarını ve söylediklerini araştırdı mı? Osmanlı Devleti her ne zaman Avrupa’ya ordu çıkarttı ise onu arkadan vurmayı inancının gereği bilen Şia’nın, bugün o görev anlayışından bir şey kaybettiğini mi zannediyoruz? Bu nedenle bugün İslâm’ın Avrupa’ya hâkim olamayışının yegâne sebeplerinden birisini Şia olduğunu biliyor muyduk?


Temel inançlarını Sahabe-i Kiram’a düşmanlık üzerine dayandıran bu inanç sistemini normal bularak onlara muhabbet besleyen âhirette hangi yüzle Resulü Ekrem SallALLAHu Aleyhi ve Sellem’den ve her şeyini onun uğruna feda eden bu büyük insanlardan şefaat isteyecektir? Cenab-ı Hak kitabında Peygamber hanımlarının mü’minlerin anneleri olduğunu belirtirken annelerimiz hakkında ağza alınmayacak sözler söyleyecek kadar hakikat mahrumu insanlarla kimleri rencide ettiğimizin farkında mıyız?


Bugünkü şartlarda bunlar konuşulmuyor. Zira zemin henüz elverişli hâle getirilmiş değil. Ama bu menfi cereyan hele bir iskeleti kursun, omurgayı oluştursun o zaman bu işin vebalini kim taşıyacaktır?

Eğer bugün Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat zor durumda bırakılıp iş göremez halde bulunuyorsa bu aksaklık bu inanç sisteminden değil, onu lâyıkıyla anlayıp, yaşayamayan bizlerden kaynaklanmaktadır. Bu inancın birçok milletleri payidar ettiğine tarih şahiddir.

Şia’yı, onu bayraklaştıranlara bakarak değil, onların temel inançlarını inceleyerek, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin bu mezhep hakkında dün ve bugün söylediklerine bakarak değerlendirmemiz gerekir.

Eğer Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak yaşayıp ölmek istiyorsak...



Bu duygudan hareketle Resulü Ekrem SallALLAHu Aleyhi ve Sellem ve Sahabe-i Kiram’a hasret çeken siz inanan kardeşlerime, yaşadığı asrın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat reisi olan hicri ikinci bin yılının müceddidi olan İmam-ı Rabbanî Kuddise Sırruhu’nun Mektûbât’ından 349. mektubunu takdim ediyorum. (Burda Hocamız 349.Mektubu okumamızı tavsiye ediyor,ben bu mektubu inşAllah bir sonraki mesajda yayınlayacagım.)

Şehid Âlim Bayram Ali Öztürk (Rha)

Alıntı
.
Konu: 458
Mesaj: 1,292
Cinsiyet:
Kıdem: Nov 2007

emeğine sağlık kardeşim Allah razı olsun.
[Resim: gulyapraknw8.jpg]
____________________________________
En büyük felaketler içinde bile ümidini kaybetme, unutma ki ilik, sert kemiğin içinden çıkar. (Hafız Şirazi)



Alıntı
.
Konu: 1
Mesaj: 14
Cinsiyet:
Kıdem: Dec 2007

349. MEKTUP

MEVZUU:

a) Imamet bahsi..

b) Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebinin hakikati ve onlann muhalifleri. Eh!-i sünnet'in ifrat ve tefritten uzak oldugu ki, bunun birini rafiziler, digerini de hariciler tercih etmistir.

c) Resulullahin ehl-i beytinin medhi, Allahu Taala ona ve âline salât ve selâm eylesin.

Bu münasebetle bazi hususlarin beyani.

NOT: Imam-i Rabbani Hz.leri bu mektubu, Hace Muhammed Taki'ye yazmistir.

Rahman Rahim Allah'in adi ile.

Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Allah'in Resulüne.. Sizlere dahi dualar etmekteyim.

Sunu bildirmek isterim ki: Fukaraya (dervislere) muhabbet duymak, onlarla irtibat kurup kendileri ile ülfet etmek, bu taife-i aliyyenin sözlerini dinlemeye ragbet, bu üstün tabakanin vaziyetlerine ve islerine meyilli olmak yüce Sultan Allah'in en güzel nimetlerinden ve o yüce Zat'in en büyük inayetlerindendir.

Muhbir-i Sadik Resulullah (sav) Efendimiz, bu manadan olarak,, söyle buyurdu:

"Insan sevdigi ile beraberdir."

Bu mana icabi olarak, sevenleri onlarla olup yakinlik hareminde onlarin yedeginde bulunan mahremleridir.

***

Ey Muvaffik,

Oglum Hace Serafeddin Hüseyin haber verdi ki, bütün bu güzel vasiflar onda vardir; hem de çesitli mesguliyetleri olmasina ragmen.. Bu güzel muamele dahi, onca makbul olup özüne islemistir. Hem de, sinirsiz mesguliyetlerinin bulunmasina ragmen.. Bunun için, Sübhan Allah'a hamd ü sükürler olsun.

Çünkü, sizin salâhiniz, büyük bir cemaatin salâhi olup, felahiniz dahi büyük bir toplulugun felahidir.

Sözü geçen anlatti ki:

-Sizin kelâminizi sever; sizin ilimlerinizi dinlemeye ragbeti vardir. Eger kendisine, bazi sözleri yazarsaniz, pek güzel ve pek yerinde olur.

Bunun için, bazi cümleleri, kabul olunur ümidi ile yazmak istedim.

Bilhassa, bugünlerde; imamet bahsi daha çok anlatildigi ve bu babda her sahis zan ve tahminle kelâm gördügü için, istedim ki, bu bahiste zaruri olarak hiçbir satir yazayim. Bu arada, ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebinin hakikati ile, muhaliflerin mezhebini açiklayayim.

***

Ey Talib-i Necat... Ehl-i sünnet vel-cemaat alâmetlerindendir ki, Hazret-i Ebu Bekir (ra) ve

Hazret-i Ömer (ra) daha faziletli biline ve Hazret-i Ali ile (ra) Hazret-i Osman (ra) dahi sevile..

Hazret-i Ebu Bekir (ra) ile Hazret-i Ömer'in (ra) daha faziletli oldugu inanci ile, Hazret-i Osman (ra) ile Hazret-i Ali'nin sevgisi birlestirilir ise bu, ehl-i sünnet vel-cemaatin hususiyetlerinden olur.

Hazret-i Ebu Bekir (ra) ile Hazret-i Ömer'in (ra) daha faziletli olduklari sahabenin ve tabiinin icmai ile sabittir. Bu mana imamlarin en büyüklerinden nakledilmistir. Bunlarin biri de Imam-i Safii (m) olmustur.

Seyh Ebül-Hasan Es'ari söyle anlatti:

Hazret-i Ali'nin (ra) hilâfeti sirasinda ve kendi ülkesinde, taraftarlarindan büyük bir topluluk huzurunda söyle dedigi sabittir:

-Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer, bu ümmetin en faziletlileridir. Allah onlardan razi olsun.

Zehebi'nin anlattigina göre, Imam-i Buhari'nin dahi ondan rivayet ettigine göre Hazret-i Ali (ra) söyle demistir:

-Resulullah'tan (sav) sonra insanlarin en faziletlisi, Ebu Bekir, ondan sonra da Ömer, daha sonra da bir baska kimsedir. Bunun üzerine, oglu Muhammed b.Hanefi'ye söyle dedi:

-Sonra sensin...

Amma Hazret-i Ali (ra) ona su cevabi verdi:

-Ben, ancak, Müslümanlardan bir kimseyim.

Hulasa... Hazret-i Ebi Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in (ra) daha faziletli olma durumu, ravilerin çoklugundan ötürü, zaruret sinirina vardi. Bunu inkâr etmek dahi, ya cehaletten ileri gelir yahut taassuptan.

Sia'nin en ileri gelenlerinden olan Abdürrezzak, inkâr mecali bulamadigindan gayr-i ihtiyari Hazret-i Ebu Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in daha faziletli olduklarini söyledi. Allah onlardan razi olsun. Bu manada söyle demistir:

-Madem ki, Hazret-i Ali (ra), Hazret'i Ebu Bekir'i (ra) ve Hazret-i Ömer'i

(ra) kendisinden daha faziletli görmüstür; ben de bu görüsüne katilip onlari Hazret-i Ali (ra) üzerine daha faziletli olarak kabul etmeseydi; ben de

onlarin daha faziletli olduklarini saymazdim. Benim için vebal olur ki: Hem

Hazret-i Ali'yi seveyim; hem de onun arzusuna aykiri hareket edeyim.

Hazret-i Osman'in (ra) ve Hazret-i Ali'nin (ra) hilâfetleri zamaninda fitnelerin zuhuru ve insanlarin islerinde karisiklik peydah oldugu; bu yüzden dahi insanlarin kalblerinde sinirsiz sikintilar hasil olup Müslümanlara arasina buguz ve düsmanlik girdigi için, zaruri olarak, Hazret-i Osman'i ve Hazret-i Ali'yi sevmek, bir sahsin Ehl-i sünnetten olusuna sart sayildi. Allah onlardan razi olsun. Ta ki, bu yüzden bilmeyen bir kimse, Hayrü'l-be-ser Resulullah'in (sav) ashabina kötü zan beslemeye. Resulullah'in halifelerine ve kaimmakamlanna buguz ve adavet gizlemeye. Ona salât ve selâm olsun. Bu manadan olarak, Hazret-i Ali'yi (ra) sevmek, ehl-i sünnet olmanin sarti oldu. Her kimde ki bu mahabbet yoktur; o kimse, ehl-i sünnet haricidir.

O kimse ki, Hazret-i Ali'nin (ra) sevgisinde ifrat tarafi tutar ve yerinde olacak miktardan daha ziyadesine düser ve bu mahabbette galeyana gelip Hayrü'l-beser Resulullah'in (sav) ashabina da söver, böylelikle de ashabin, tabiinin, selef-i salihinin yolunu dahi terk edip gider, bunun adina:

-Rafizi... denir.

Ehl-i sünnet, Hazret-i Ali'nin (ra) sevgisinde, rafizilerin ve haricilerin tuttugu ifrattan ve tefritten uzak olarak, orta hallidirler. Hiç süphe edilmeye ki, hak ortadadir, ifrat ve tefrit iki mezmum seydir. Bu manadan olarak, Imam-i Ahmed b.Hanbel, Hazret-i Ali'den (ra) naklen Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatti:

"Sende Isa'dan yana bir benzerlik var. Yahudiler ona düsmanlik edip anasina bühtan attilar. Nasara dahi onu sevip kendisinde olmayan bir menzile oturttular."

Yani Hazret-i Isa'ya:

-Allah'in ogludur, dediler. , Bu manadan olarak, o iki zümre için Hazret-i Ali (ra) söyle dedi:

-Her iki müfrit dahi helake vardi. O kadar ki, beni sevenler, bende olmayani bende sabit gördü Digeri dahi bana düsman oldu; bu düsmanlikla bana iftira etti.

Hazret-i Ali (ra) bu cümlesi ile, haricilerin durumunu Yahudilere benzetti; rafizileri dahi, Nasaraya... Onlar bu durumlari ile, hak olan ortanin bir yanina düstüler.

Hazret-i Ali'yi (ra) sevenleri ehl-i sünnetten saymayip da onu sevmeyi rafizilere has bilen ne kadar cahildir, hayret! Hazret-i Ali'yi sevmek, rafizi alâmeti degildir; asil rafizi alâmeti odur ki: Üç halifeden teberri edile.. Ashab-i kiramdan teberri etmek ise, mezmum olup öyle yapan dahi ayiplanir.

Bu manada, Imam-i Safii'den söyle bir siir vardir.

Al-i Muhammed'i sevense rafizi

Sahid olsun ins ü cin benim rafizi.

Bu siirle anlatilmak istenen sudur: Ali-i Muhammed'i sevmek, rafizilik degildir. Yani: Bazilarinin sandigi gibi... Her ne kadar, bu sevgi için:

-Rafizilik... demis olsalar da, mezmum olan rafizilik degildir.

Zira, rafiziligin kötülügü ancak su manadan gelmektedir ki, digerlerinden teberri edilip anlatilir. Ama onlari sevmek cihetinden degil. Yani Al-i Muhammed'i sevmek...

Üstte anlatilan manadan ötürü Resulullah'in (sav) ehl-i beytini sevenler, ehl-i sünnet vel-cemaattan olmaktadir. Ki bunlar: Hakikatta ehl-i beyt siasidir.

Sayet ehl-i beyte mahabbet davasi güdenler, kendilerini dahi onlarin siasindan sayanlar, eger mahabbetlerini ehl-i beyte kisitlamayip digerlerinden teberri etmeden Resulullah'in bütün ashabina tam manasi ile tazim ve tevkir edecek olsalardi ve onlarin arasinda geçenleri daha iyiye yormus olsalardi bunlar dahi ehl-i sünnete dahil olmak sureti ile harici olmaktan ve rafizilikten çikarlardi. Çünkü:

Ehl-i beyte mahabbetin olmayisi, hanciliktir.

Ashabdan teberri etmek, rafiziliktir.

Bütün ashaba saygili olarak ehl-i beyti sevmek ise, sünnettir.

Hulasa Sünni olmanin binasi, Resulullah (sav) Efendimizin ashabini sevmektir. Insaf sahibi akilli kimse odur ki: Ehl-i beyti sevmesine binaen ashab-i kirama buguz etmeye... Resulullah (sav) Efendimizin sevgisine uyarak, onlarin tümünü seve... Zira bu manada, Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu:

"Bir kimse onlari severse, beni sevdigi için sever, onlara bugzeden dahi bana bugzettigi için bugzeder."

***

Biz, tekrar esas sözümüze dönelim. Deriz ki:

-Ehl-i sünnet vel-cemaatta, ehl-i beyt mahabbetinin olmayisi, nasil zannedilebilir? Halbuki bunlar katinda onlara mahabbet duymak, imanin bir parçasi durumundadir. Yine onlar katinda, son nefesin selâmetle verilmesi bunlara karsi beslenen sevginin kalbe yerlesmesine baglidir.

Bu Fakir'in muhterem pederi, pek çok zamanlarda, ehl-i beyt sevgisine ragbet ettirirdi. Kendisi dahi, zahir ve batin ilmini bilirdi. Bu manada derdi ki:

-Son nefesin selâmetle kapanmasinda, ehl-i beyte olan mahabbetin büyük dahli vardir. Yerinde olur ki, bu hususta tam manasi ile riayet edile.

Bu Fakir, onun ölümle sonuçlanan hastaliginda yaninda hazir idim. Az da olsa, bu aleme karsi bir suuru vardir. O vakit bu kelâmini anlatip o mahabbetin açiklanmasini istedim; o halet içinde söyle dedi:

-Ben, ehl-i sünnet ehl-i beyt mahabbetine dalmisim. Böylece, yüce Hakkin sükrünü eda ediyorum. Ehl-i beytin mahabbeti, ehl-i sünnetin sermayesidir.

Ne var ki, muhalifler, bu manadan yana gaflet içindedirler. Onlari orta halli sevmeyi bilmemektedirler. Kendileri için, ifrat tarafini tercih edip bunun ötesine de tefriti (sevgisizligi) sanarak, haricilik hükmü verdiler. Bunu da haricilerin mezhebi sandilar.

Bunlar bilmezler ki, ifrat ve tefrit arasinda bir orta sinir vardir; bu da, hakkin merkezi ve dogrulugun yeridir. Bu durum dahi, ehl-i sünnet vel-cemaata nasib olmustur. Allahu Taala, onlarin çalismalarini sükrana lâyik eylesin.

Asil sasilacak bir durum vardir ki; o da sudur: Ehl-i sünnet olanlar o kimselerdir ki, haricileri katletmisler ve ehl-i beyt düsmanlarini da kökünden temizlemislerdi. Bu vakitte dahi, rafiziligin ne ismi vardi; ne de resmi. Olanlar olsa da, yok hükmünde idiler.

Bunlar kendi fasit inançlarina göre, ehl-i beyti sevenleri rafizi tasavvur ettiler. Ehl-i sünneti dahi bu alâkadan dolayi, rafizi olarak hayal ettiler.

Bu ne sasirtici bir muameledir ki, ifrat derecede muhabbet olmayisindan dolayi, ehl-i sünneti bazan haricilerden sayarlar; bazan da onlarda mahabbetin kendisi oldugu için rafizi sayarlar.

Yine bunlari, cehaletlerinden ötürü görürsün ki: Muhammed'e sevgi izhar eden ehl-i sünnetten büyük velileri kendi zanlarina göre rafizilerden sayarlar.

Diger üç halifeye tazim edip saygili olmaya tesvik eden ve ifrat derecede muhabbetten dahi men eden pek çok büyük ehl-i sünnet alimlerini dahi harici sanirlar.

Ah! Bin kere ah! Bilhassa bu münasebet almayan cür'etlerinden dolayi.

Mahabbetin ifratindan ve tefritinden Allahu Taala bizi korusun...

Mahabbetin ifratindan dolayidir ki, mahabbetin tahakkuku için, üç halifeden teberriyi sart kostular. Hatta digerlerinden de... Insaf gerek. O mahabbetin manasi nedir ki, husulü için, Resuluilah'in (sav) naiplerinden ve yerine kaimmakam olanlardan teberri sart olur? Hatta o Hayrü'l-beser'in (sav) ashabina sövülüp taan dahi o mahabbetin sarti olur? Allah onlarin tümünden razi olsun.

Onlara göre, ehl-i sünnet olanlarin günahi o ki: Ehl-i beytin mahabbeti ile ashabin tümüne saygi göstermeyi birlestirmislerdir; ikisini bir arada görmüslerdir. O kadar ki: Onlardan hiçbirini, aralarinda münazaalarin olmasina ragmen, kötülükle anlatmazlar. Onlari beseri saplantilardan ve nefsani arzulardan tenzih ederler. Yani aralarinda geçen islerden dolayi. Bunu da, Resulullah'in sohbetine tazim için yapar; onun ashabina ikram babinda yerinde görürler. Durum böyle olmasina ragmen, hakliya hakli; batila da batil oldugunu söylerler. Ama, bu batil olma durumunu, heva ü hevesten tenzih edip görüse ve içtihada havale ederler.

Rafiziler ehl-i sünnet vel-cemaât olanlardan ancak su sartlar altinda razi olurlar:

a) Kendileri gibi, sair ashab-i kiramdan teberri edecekler.

b) Kendileri gibi, bu büyüklere kötü zanda bulunacaklar. Nitekim, haricilerin rizasi dahi sunlara baglidir:

a) Ehl-i beyte düsmanlik güdülecek.

b) Al-i Muhammed'e dahi buguz edilecek.

Resulullah Efendimize salâtlar ve selâmlar. Ashabin, dahi hepsinden Allah razi olsun.

Bir ayet-i kerime meali:

"Rabbimiz, bize hidayet eyledikten sonra, kalblerimizi kaydirma. Bize, katindan rahmet hibe eyle; zira sen hibesi en çok olansin."(3/8)

***

Allah çalismalarini sükrana lâyik eylesin; ehl-i sünnet vel-cemaat büyükleri katinda, birbirleri ile münazaa vaktinde, Resulullah (sav) Efendimizin ashabi üç firkaya ayrilmistir:

a) Delil ve içtihad ile, hakli olusun Hazret-i Ali tarafindan oldugunu bilmis olanlar.

b) Delil ve içtihad ile, hakki olmanin diger tarafta oldugunu görmüslerdir.

c) Çekimser duranlardir. Bunlar, delil ile hiçbir tarafi tercih etmemislerdir.

üstte anlatilan manadan ötürü, içtihadlari iktizasina göre, Hazret-i Ali (ra) tarafina birinci taife için yardim gerekli oldu.

Ikinci taifeye ise, içtihadlarinin müeddi oldugu manada, diger tarafa yardim etmeleri gerekli oldu.

Üçüncü taifeye ise, durmak gerekli oldu. Bunlar hakkinda, birinden birini tercih etmek hata oldu.

Durum anlatildigi gibi olunca, her firka, kendi içtihadina göre amel edip kendilerine vacib olan ve uhdelerine düsen ile amel etti. Bu manadan ötürü, onlar hakkinda ayiplamanin ne yeri olur? Onlara taan etmek nasil yakisik alir? Bu hususta Imam-i Safii'nin söyle dedigi anlatilmistir:

-O bir kandi, Allahu Teala, ellerimizi ondan temiz birakti; biz de dilimizi ondan yana temiz tutalim.

Ayni mana, Ömer b.Abdülaziz'den de anlatildi. Allah onlardan razi olsun.

Üstte anlatilan ibareden de anlasiliyor ki, bir tarafin hakli oldugu, diger tarafin dahi hatali oldugu üzere dudak oynatmak, onlarin her birini, hayrin disinda bir mana ile anlatmak dahi yerinde degildir.

Resulullah (sav) Efendimizin bir hadis-i serifinde bu manayi söyle anlatti:

"Ashabim anlatildigi zaman, kendinizi tutunuz."

Bunun açik manasi sudur:

-Ashabim, aralarindaki münazaa dolayisi ile veya baska bir hususta anlatildigi zaman, kendinizi tutunuz; bir tarafi, diger taraf üzerine tercih etmeyiniz.

Lâkin, ehl-i sünnet ulemasi toplulugu, kendilerine delillerle zahir olan manadan ötürü hakkin Hazret-i Ali (ra) tarafindan olduguna; muhaliflerinin dahi, hata yoluna girdiklerine zahib olmuslardir. Ne var ki, burada anlatilan hata, içtihada dayali bir hata oldugundan, levm etmekten ve taanda bulunmaktan uzak olmaktadir. Tahkirden tenzih edilip ayiplamaktan dahi beri kilinmistir.

Hazret-i Ali'nin (ra) söyle dedigi nakledilmistir:

-Kardeslerimiz bize asil geldiler; ama onlar ve küffardir, ne de fasiklar. Zira, kendilerinden küfrü ve fiski atacak tevilleri vardir.

***

Gerek ehl-i sünnet, gerekse rafiziler; her ikisi de, Hazret-i Ali'ye (ra) karsi savasanlari hatali bulup hakkin, onun tarafinda oldugunu söylerler. Ne var ki, ehl-i sünnet, tevilden nasi:

-Hata...

Lâfzi üzerine fazla bir sey itlak etmezler. Yani Hazret-i Ali'ye (ra) karsi savasanlar için onlara taan edip ayiplamaktan dillerini tutarlar. Bu babda, Hayrü'l-Beser Resulullah (sav) Efendimizin sohbeti hakkina riayet ederler;

ona salât ve selâm olsun. Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu: "Ashabim hakkinda, benden sonra garaz tutmayiniz."

Yani ashabimi ayiplayip onlara kin, garaz baglamaktan sakinin; bu manada Allah'tan korkun. Zira, bu cümlede geçen, lâfza-i celâli, isin ehemmiyetine göre, tekid için kullanilmistir.

Resulullah (sav) Efendimiz, bir baska hadis-i serifinde söyle buyurdu:

"Ashabim yildizlar gibidir; hangisine uysaniz, hidayete erersiniz."

Ashab-i kirama tazim ve onlara karsi saygili olmak babinda çokça hadis-i serif varid olmustur. Bu manadan ötürü, onlarin tümüne karsi izzet ikram göstermek yerinde olur. Onlann yanilmalarini dahi, iyiye yormak lâzimdir. Bu meselede, ehl-i sünnetin yolu budur.

Rafizilere gelince... bu babda galeyana gelmektedirler. Hatta o kadar ileri gitmektedirler ki, Hazret-i Ali (ra) ile savasanlarin küfrüne hükmetmektedirler. Onlar hakkinda çesitli taan edip ayiplamanin çesitli sözlerini kullanarak, dillerini kirletmektedirler.

Eger gaye, hakkin Hazret-i Ali (ra) tarafinda oldugunun zuhuru, ona karsi savasanlarin hatalarini da izhar ise, bu hususta ehl-i sünnetin tercih ettigi yol yeterlidir; itidal üzeredir.

Din büyüklerine taanda bulunmak, dinden ve diyanetten uzaktir. Nitekim, rafiziler bu yolu tutmuslardir. Sanmislardir ki, Resûlullah'in ashabina kötü söylemek, dinleri ve imanlandir. O ne kötü bir dindir ki; onun en büyük parçasi Resûlullah'in (sav) naiplerine sövüp onun halifelerine kötü söz etmektir.

Bid'at ehli taifeden her biri, bir bid'at yolunu tutup onunla ehl-i sünnetten ayrildi. Ne var ki, harici ve rafizi firkalari, onlarin tümü arasinda haktan ve dogrudan en uzak olanidir. Cidden durum budur. Din büyüklerine sövüp lanet okumak, onlarin imanlarinin en büyük parçasi olunca, onlarin haktan yana nasil nasibi olabilir?

Rafiziler, on iki firkaya ayrilmistir. Bütün bu firkalar, Resulullah (sav) Efendimizin ashabina küfür eder ve Hulefa-i Rasidin'e sövmeyi dahi kendilerine göre ibadet(!) olarak itikad ederler. Ve bu cemaat, kendilerine:

-Rafizi, isminin verilmesinden sakinirlar ve inanirlar ki, rafiziler kendilerinden baskasidir. Su manadan ötürü ki: Hadis-i seriflerde, rafiziler hakkinda, çok siddetli tehditler vardir.

Keske onlar; rafizilik sözünün manasindan sakinip Resûlullah'in (sav) ashabindan teberri etmekten dahi sakinmis olsalardi.

Hindistan beldelerinin Hanud'u, yani Mecusileri dahi, kendilerine:

-Hanud, ismini verip küfürden sakinirlar ve kendilerini küffardan saymazlar. Sanirlar ki: Dar-i harpte olanlar küffardir. Bu anlayista da yanilirlar. Çünkü her iki sinif da, küfrün hakikati ile tahakkuk etmistir.

Bunlar, Resûlullah'in (sav) ehl-i beytini de kendileri gibi sanmislardir. Onlari da hayal etmislerdir ki, Hazret-i Ebu Bekir'e (ra) Hazret-i Ömer'e (ra) düsmandirlar. Yine bu taife ehl-i beytin ileri gelenlerine iki yüzlülük hükmü verip onlari münafik sanirlar; aldatmaci olarak kabul ederler. Yine sanirlar ki Hazret-i Ali (ra) Hutefa-i Rasidin ile otuz sene, münafik arkadasligi gibi, tü'kat hükmü ile arkadaslik etti. Haklari olmadan yersiz olarak, onlara tazim edip saygi gösterdi. Bu ne biçim muameledir ve ne biçim cemilekârliktir!...

Eger Resûlullah'in (sav) ehl-i beytine mahabbet, Resulullah'a mahabbet sebebi ile olmakta ise, yerinde olur ki, Resûlullah'in (sav) düsmanlarina dahi, ayni sekilde düsman olalar. Onlara dahi, ehl-i beyt düsmanlarina sövmekten daha çok sövüp lanet edeler. Halbuki, bu taifenin hiçbirinden, Ebu Cehil'e sövüp lanet eden duyulmamistir. Halbuki o, Resûlullah'in en siddetli düsmanlarindan idi. Resulullah'a (sav) dahi, her çesit ezayi ve cefayi yapmistir. Durum böyle olmasina ragmen, onlarin hiçbiri, Ebu Cehil'in kötülügünü anlatma babinda dilini oynatmamistir.

Hazret-i Ebu Bekir'e gelince, erkekler arasinda, Resulullah (sav) Efendimize en sevgili olanidir. Kendi bozuk kanatlarina göre, onu da, ehl-i beyte düsman bilip ona sövüp taan etmekle dillerini uzatirlar. Kendisi ile münasebeti olmayan isleri ona baglarlar. Bu nasil dindir ve nasil diyanettir!..

Allah saklasin... Takdir eylemesin ki, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer ve sair ashab-i kiram Resûlullah'in (sav) ehli beytine düsman olalar. Allah onlardan razi olsun. Resulullah (sav) Efendimizin âline bugzedip adavet besleyeler.

Keske bu insaf libasindan soyunanlar, ashab-i kiramin büyüklerinin ismini söylemeden ehl-i beyt düsmanlarina sövselerdi ve din ulularina kötü zan izhar etmeselerdi; o zaman, bu hususta ehl-i sünnet ile aralarinda muhalefet kalmaz, kalkardi. Zira, ehl-i sünnet dahi ehl-i beyt düsmanlarina adavet ederler. Onlari taan ederek ayiplarlar.

Ehl-i sünnetin iyilikleri arasindadir ki, küfrün her çesidine girip o hali ile müptelâ olan belli bir sahsin dahi küfrüne kail olup da; cehennemlik oldugunu söylemezler. Isin sonunda tevbe edip Islâm dinine girme ihtimali oldugundan, ona lanet edilmesine dahi cevaz vermezler.

Onlarin...

-Lanet, sözü edilmesine verdikleri cevaz, bir sahis tayini edilmeden mutlak olarak umum kâfirler üzerinedir. Bilhassa, kesin delille, son nefesini kötü olarak verdigi bilinmeyen bir kimseye öyle bir lanet edilmesine asla cevaz vermezler.

Rafizilere gelince... hiç sakinmadan, Hazret-i Ebu Bekir'e (ra) ve Hazret-i Ömer'e (ra) lanet okumakta ve ashabin ileri gelenlerine dahi sövüp taan etmektedirler. Hem de, hiç aldiris edip korku duymadan... Allahu Teala, onlari dogru yola hidayet eylesin.

Bu bahiste, ehl-i sünnet ile, onlarin muhalifleri arasinda büyük bir ihtilâf vardir. Bu dahi, iki makamda olmaktadir. Söyle ki:

BIRINCI MAKAM

Ehl-i sünnet, dört halifenin de hilâfetinin hak olduguna kaildirler. Bu dört halifeden her biri için derler ki:

-Hakki ile halifedir.

Su manadan ötürü ki; mugayyebattan haber yolu ile, bu babda hadis-i serif varid olmustur ve sudur "Benden sonra hilâfet otuz senedir."

Anlatilan bu müddet dahi Hazret-i Ali'nin (ra) hilâfeti ile sona erip tamam olmustur.

Bu hilâfet tertibi dahi hak üzeredir.

Ehl-i sünnet muhaliflerine gelince... üç halifenin hakli hilâfetini kabul etmeyip inkâr ederler; onlarin hilâfetini dahi, zorbaliga ve tagallübe baglarlar. Hazret-i Ali'den (ra) baskasini hak üzere imam olduguna itikad etmezler.

Bu üç halifeye Hazret-i Ali'den (ra) gelen biati dahi, iki yüzlülüge hamlederler. Ashab-i kiram arasindaki arkadasligi dahi, nifak olarak kabul ederler. Aralarindaki mudarayi dahi hilekârlik, kandirmacilik tasavvur ederler. Çünkü, bunlarin fasit inançlarina göre, Hazret-i Ali'nin (ra) muvafiklari, onun muhalifleri ile, iki yüzlülük hükmünce münafik arkadasligi etmistir. Dilleri ile, izhar ettikleri kalblerindekinin aksidir.

Bu taifenin kanaatina göre; Hazret-i Ali'nin (ra) muhalif tarafi, kendisinin ve kendisine muvafakat edenlerin düsmanidir. Hazret-i Ali'nin (ra) ashabi dahi, nifak yollu olarak öbürlerinin ahbabidir. Dostluk suretinde düsmanlik izhar etmislerdir.

Mana üstte anlatildigi gibi olunca; Resulullah (sav) Efendimizin bütün ashabi, bunlarin bozuk inançlarina göre münafik idi; hilekâr ve aldatmaci idi. Dis durumlari ile, içlerinde sakladiklarinin aksini izhar ederlerdi. Böylelikle bu ümmetin serlileri(!) bu firaka göre ashab-i kiramdir. Yine bunlara göre, sohbetlerin en serlisi ve kötüsü de, Hayrü'l-beser Resulullah (sav) Efendimizin sohbetidir. Zira, onlara göre, böyle olan ahlâk-i zemime ondan gelmistir. Yine, asirlarin dahi, en sereflisi, ashab-i kiramin bulundugu asirdir. Zira, onlara göre o devir; nifak, adavet, buguz ve hasedle doludur. Halbuki, Allahu Teala, ashab-i kiram için, Kur'an-i Mecid'inde söyle buyurdu:

"...kendi aralarinda merhametlidirler."

Allahu Teala, onlarin kötü itikadlarindan bizleri korusun.

Bu taifenin anlattigina göre, eger bu ümmetin sabiklari anlatildigi gibi, kötü ahlâkla muttasif idiyse, onlara sonradan katilanlarda nasil hayir bulunur?

Bu taife, Kur'an ayetlerinde ve hadis-i seriflerinde gelen; Resulullah (sav) Efendimizin sohbetinin fazlina, ashab-i kiramin dahi faziletine, bu ümmetin dahi hayirli ümmet olduguna dair manalari hiç görmemislerdir. Yahut onu görmüsler velâkin, ona inanip tasdik etmemislerdir.

Halbuki, Kur'an ve hadis, ancak ashab-i kiramin tebligi ile bize ulasmistir. Ashab-i kirama taan edilince durum nasil olur? Onlarin sebebi ve onlarin yolu ile, Kur'an dahi zaruri olarak taana ugramis olur. Böyle bir manadan dolayi Allah'a siginiriz.

Üstte anlatilan manalar açisindan bakilinca, her halde bu zümrenin kasdi dini iptal edip Resulullah (sav) Efendimizin seriatini inkâr etmektir. Dis. surette, ehl-i beyte mahabbet izhar edip hakikatte onun seriatini iptala çalisirlar.

Keske bunlar, Hazret-i Ali'yi ve onun taraftarlarim hallerine biraksalardi da, onlari mekir ve nifak ehlinin damgasi olan iki yüzlü olmakla damgalamasalardi.

Yine onlarin anlattiklarina bakilarak; Hazret-i Ali'nin (ra) taraftarlarinda ve muhaliflerinde ne gibi bir hayir olabilir ki? Onlar birbirleri ile, tam otuz sene münafik olarak arkadaslik etmislerdir. Hile ve aldatmaca ile birbirleri için geçinmislerdir. Simdi bunlara nasil itimad edilir!..

Yine bu zümre, ashaptan bu Hüreyre'ye (ra) taan ederler. Ama, bilmezler ki, ona taan etmekle ser'i hükümlerin yansina taan etmek vardir. Bu manadan olarak, muhakkikin ulema söyle demistir:

-Dini hükümlere dair üç bin hadis-i serif gelmistir.

Yani sünnet olarak, seri hükümlerden üç bin hüküm tesbit edilmistir.

Ve bu hükümlerin bin bes yüzü, Ebu Hüreyre'nin rivayeti ile tesbit edilmistir.

Üstte anlatilana göre, Ebu Hüreyre'ye (ra) taan etmek, ser'i hükümlerin yansina taan etmektir.

Bu hususta, Imam-i Buhari söyle anlatti:

-Ebu Hüreyre'nin ravileri ashab-i kiramdan ve tabiin-i izamdan sekiz yüzü (veya alti yüzü) geçer. Bunlardan bir tanesi de Ibn-i Abbas olup Ibn-I Ömer dahi ondan rivayet etmistir. Enes b.Malik ve Cabir b.Abdillah dahi onun ravileri arasindadir. Allah onlardan razi olsun.

Ebu Hüreyre'ye taan yolunda, Hazret-i Ali'den (ra) nakledilen hadis iftira yollu bir hadistir. Nitekim bunu, ulema tahkik etmistir.

Resulullah (sav) Efendimizin Ebu Hüreyre'ye (ra) fehimli olmasi yolundaki duasi dahi, ulema arasinda bilinen bir seydir. Ebu Hüreyre (ra) bizzat kendisi bunu söyle anlatmistir:

-Resulullah (sav) Efendimizin bir meclisinde hazir idim. Söyle buyurdu:

"Sizden kim ridasini yayar ki, ona makalemi feyiz olarak birakayim da; onu kendisine sardiktan sonra, bir daha onlari unutmaz."

Bunun üzerine üzerimde bulunan örtüyü yaydim; Resulullah (sav) Efendimiz feyiz makalesini ona biraktiktan sonra, alip gögsüme bastirdim. Bundan sonra da hiçbir sey unutmadim.

Din büyüklerinden bir sahsi, sirf bir zanla Hazret-i Ali'nin (ra) düsmani bilmek ve ona sövmeye, taan ve lanet etmeye cevaz vermek insaftan uzaktir.

Bütün bu anlatilanlar, ifrat derecede olan mahabbetin afetlerindendir. O dereceye vardilar ki, neredeyse boyunlarini iman bagindan siyiracaklar.

Bir an, faraza Hazret-i Ali (ra) için, ikiyüzlü olmak cevazina varilsin. O halde, Hazret-i Ebi Bekir ve Hazret-i Ömer hakkinda daha faziletli olduklarini anlatan tevatüren kendisinden nakledilen rivayetlerine ne derler?

Tipki bunun gibi, hilâfeti zamaninda ve memleket idaresi altinda iken, üç halifenin hakli olduklarina dair kendisinden sudur eden kelâma ne derler? Ikiyüzlülük, ancak sunun için kullanilir ki: Kendi hilâfet hakkini gizleyip üç halifenin dahi hilâfetinin batil oldugunu da izhar etmeye. Amma, üç halifenin hilafette hakli olduklarini izhar edip Hazret-i Ebu Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in daha faziletli olduklarini beyan etmek, kendi basina bir is olup ikiyüzlülügün ötesindedir. Dogru sözlü olmaya ve iyiye yormaktan baska yani yoktur. Bu mana, ikiyüzlülükle kaldirilacak gibi degildir.

Su da bir gerçektir ki, üç halife ve digerlerinin faziletleri hakkinda çok hadis-i serif gelmistir. Bunlar meshur olup manada tevatür haddine gelmistir. Hatta, bunlardan bir cemaat, cennetle müjdeli olmustur. Bu hadis-i serifler için ne diyebilirler? Çünkü, ikiyüzlü olmak, peygamberlere caiz degildir. Zira, enbiyaya teblig gereklidir. Onlara salât ve selâm olsun. Kaldi ki, bu hususta, Kur'an ayetleri dahi nazil olmustur; onlar ise, ikiyüzlülük tasavvur edilemez. Allahu Teala, onlara insaf versin.

Sonra...

Akilli olanlar katinda malum bir durum vardir ki, sudur Ikiyüzlü olmak korkakliktan gelir. Böyle bir sifatin dahi Allah'in Arslani Hazret-i Ali'ye baglanmasi münasebetsiz bir sey olur. Beseriyet hükmüne göre, böyle ikiyüzlü olma durumuna, bir iki saat veya bir iki gün cevaz verilse yeri olur. Amma, Allah'in Arslani için böyle bir sifati otuz sene kadar sabit görmek, bu müddet içinde de ikiyüzlü olmakta israr ettigine kail olmak, cidden kötü bir seydir. Halbuki ulema söyle demistir:

-Küçük günahlar üzerinde israrla devam edip durmak büyük günahtir.

Bu mana açisindan bakilinca, sikak ve nifak erbabinin sifatlarindan bir sifat üzerine israr edip devamli durmak için ne hüküm vardir? N'olurdu, keske bu isin ne kadar çirkin oldugunu anlayabilselerdi?

Bunlar, Hazret-i Ebu Bekir'in (ra) ve Hazret-i Ömer'in (ra) önde olmasina sunun için razi olmayip kaçtilar: Zira Hazret-i Ali (ra) küçük düsüp ihanete ugramaktadir. Yani kendi fasit zanlarina göre.

Üstte anlatilan mana dolayisi ile de, Hazret-i Ali (ra) için ikiyüzlü olmanin isbatini tercih ettiler. Ne var ki, bu sifatin senaatini anlayamadilar. Eger onun senaatina karsi anlayislari olsaydi; iki isin daha hafifini tercih ederlerdi.

Bu manada derim ki:

-Hazret-i Ebu Bekir'i (ra) ve Hazret-i Ömer'i (ra) önde görmekte Hazret-i Ali (ra) için bir küçüklük yoktur. Zira onun hilâfet hakki oldugu üzere bakidir. Velayet derecesi, hidayet rütbesi, irsad menzilesi dahi oldugu üzere yine bakidir. Amma, onun ikiyüzlü olma isbatinda onun için bir noksan ve ihanet vardir. Zira bu sifat, nifik erbabinin hususiyetleri arasindadir. Mekir ve hile erbabinin ayrilmaz vasiflari arasinda sayilir.

***

IKINCI MAKAM

Bu kisim, ashab-i kiram arasinda geçen meselelere ayrilmistir.

Söyle ki:

Allah çalismalarini sükrana lâyik eylesin. Ehl-i sünnet vel-cemaat, hayrü'l-beser Resulullah (sav) Efendimizin ashabi arasinda geçenleri ve aralarindaki münazaalari iyiye yormuslardir. Bu isleri de, nefsani arzudan ve batila saplantidan uzak kabul edilmislerdir. Zira, Resulullah (sav) Efendimizin sohbetinde; onlarin nefisleri pak olmustur. Gönül sahalari dahi, düsmanliktan, çekemez olmaktan, hasetten yana temizlenmistir.

Bu babda netice söz sudur Madem ki, onlardan her birinin kendine has görüsü ve içtihadi vardin her müçtehide dahi ictihadi uyarinca amel etmek vaciptir; artik degisik görüsler sebebi ile zaruri olarak, bazi islere dair aralarinda bir müsacere ve muhalefet lâzim gelmistir.

Onlardan her birinin, kendi görüsüne uymasi dogrudur. Bu manadan ötürü onlarin muhalefetleri, muvafakatlari gibidir. Zira hak içindir; nefsani heva ve heves, nefs-i emmareye ittiba için degildir.

Hazret-i Ali'nin muhaliflerini, rafiziler tekfir etmektedirler; bunlar hakkinda çesitli senaatin yapilmasina ve taan edilmesinin her türlüsüne cevaz vermektedirler.

Biraz duralim.

Içtihada kalan islerin bazilarinda; Resulullah (sav) Efendimizin hükmüne dahi ashabin muhaletleri kötü olmamistir; bunun için de, ayiplanmamislardir. O zaman vahyin nüzulü devam etmesine ragmen, bu isten onlari almak babinda bir mana çikmamistir.

Simdi gelelim isin özüne:

Nasil olur da, içtihada dayali bazi islerde, Hazret-i Ali'ye muhalif olanlar kâfir olur? Ona muhalif davrananlar dahi, ne sebeple, taana ugrayip ayiplanirlar? Böyle bir sey nasil olur ki, muhaliflerin pek çogu ehl-i Islâm'dan idi; sahabe-i kiramin ileri gelenlerinden idi. Hatta onlarin bazilari, cennetle müjdeli idi. Mana böyle olunca, onlari tekfir etmek, öyle kolay bir is degildir.

Bir ayet-i kerime meali:

"Agizlarindan çikan öyle bir kelime ki, çok büyük."(18/5)

Zira, kendilerine taan edilip kalan muhalifler o kadar çoktur ki, dinin ve seriatin yarisina yakin bir kismi onlar tarafindan teblig edilmistir. Bunlara taan edilince, dinin yansindan itimad kalkar.

Sonra, bunlar nasil taana hedef edilir ki: Bunlardan hiçbirinden, hiç kimse, gelen rivayeti reddetmemistir. Ne Hazret-i Ali, ne de digerleri. Allah onlardan razi olsun.

Sahih-i Buhari ki, Allahu Teala'nin kitabindan sonra, kitaplarin en sahihidir; bu durumu sia dahi tasdik etmistir. Bu Fakir, sianin en ileri gelenlerinden Ahmed Tibeti'nin söyle dedigini dinlemistir:

-Buhari kitabi, Allah'in kitabindan sonra, kitaplarin en sahihidir.

Bu eserde, Hazret-i Ali'ye muvafakat edenlerin rivayetleri oldugu gibi, ona muhalefet edenlerin dahi rivayetleri vardir. Burada muvafakat ve muhalefete binaen bir tercih yapilmamistir. Bu eserde Hazret-i Ali'den (ra) rivayet edildigi gibi, Muaviye'den (ra) dahi rivayet edilmistir. Eger onun rivayetinde taan saibesi olmus olsaydi; asla rivayetini kitabina dere etmezdi. Bundan baska, hadis tenkidçileri dahi, hadis-i serif rivayetlerinde, muhalefeti, taan mensei olarak almamislardir. Böyle bir tefrik yapilmamistir. Su hususun da bilinmesi yerinde olur ki bütün islerde, Hazret-i Ali'nin (ra) hakli olmasi gerekmez. Böyle bir kat'iyet yoktur. Keza, muhaliflerinin dahi tüm islerde hatali olmalari gerekmez, isterse muharebe isinde, hak Hazret-i Ali (ra) tarafindan olsun. Zira, tabiinden birinci asrin ulemasi ve müçtehid imamlar, ondan baskasinin çogu meselelerde yolunu da tercih etmislerdir. Bilhassa ihtilafli hükümlerin çogunda; Hazret-i Ali'nin yoluna göre hüküm vermemislerdir. Eger hak, tamamen onun tarafina kaymis olsaydi; onun hilâfina hüküm vermezlerdi.

Kazi Süreyh tabiindendi; içtihad sahibi idi. Hazret-i Ali'nin (ra) mezhebi ile hükmetmedi. Nübüvvete mensubiyeti dolayisi ile, Hazret-i Ali'nin oglu Hüseyin'in sehadetini makbul saymadi. Allah onlardan razi olsun. Müçtehidler dahi, Süreyh'in kavline göre amel edip onun yolunu tuttular; ogulun, babasi için yapacagi sehadete cevaz vermediler.

Hazret-i Ali'nin (ra) görüsüne muhalif olan diger meselelerde tercih edilen kavi çoktur. Bu mana, mütebbi ve musanniflere gizli degildir. Tafsil edilmesi uzun olur.

Durum üstte anlatildigi gibi olunca, Hazret-i Ali'ye (ra) muhalefette itiraza yer yoktur. Onun muhalifleri dahi taana ugrayip ayiplanan kimseler olamazlar.

HAZRET-I AISE (Allah ondan razi olsun).

Hazret-I Aise'ye gelelim. Alemlerin Rabbi Allah Sevgilisinin sevgilisi idi. Taa, bu alemden intikal edinceye kadar, onca makbul ve manzur olmustur. Resulullah (sav) Efendimiz, vefati ile sonuçlanan hastaliginda, onun hücresinde kalmistir. Mübarek ruhu da onun hücresinde iken kabzolundu. Bu anda, onun gögsünde idi. Defni dahi, onun pak hücresine yapildi. Bütün bu sereflerle beraber, kendisi bilgin ve içtihad ehli idi. Allah ondan razi olsun. Resulullah (sav) Efendimiz, dinin bir parçasini ona havale etmisti. Müskillerin halli isinde ashab-i kiram, ona müracaat ederdi. Muglak meselelerin hallini onun vasitasi ile bulurlardi.

Mana üstte anlatildigi gibi olunca, böyle Siddika Müctehide birine, Hazret-i Ali'ye (ra) muhalefeti sebebi ile taan edip ona lâyik olmayan seyleri yakistirmaya çalismak cidden münasebetsiz bir istir. Resulullah (sav) Efendimize imandan dahi uzaktir.

Eger Hazret-i Ali (ra), Resulullah (sav) Efendimizin damadi ve onun amcasi oglu ise, Hazret-i Aise-i Siddika dahi onun pak zevcesi ve makbul sevgilisi idi. Resulullah (sav) Efendimize ve bütün ehl-i beytine salât ve selâm.

Bundan evvel, senelerce, Fakir'in âdeti söyle idi: Bir yemek pistigi zaman, ondan bir hisseyi, Resulullah (sav) Efendimizin âl-i abasi olan Hazret-i Ali, Hazret-i Fatima, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin'in ruhaniyetlerine mahsus kilardim. Allah onlarin hepsinden razi olsun.

Sonradan, Resulullah (sav) Efendimizi rüyada gördüm; kendisine selâm verdim; fakat o, bana teveccüh ötmedi. Bir baska yana teveccüh etti. Bu sirada Fakir'e söyle dedi:

-Ben, yemegi, Aise'nin evinde yerim. Her kim yemek gönderecek ise, Aise'nin evine göndersin.

Bunun üzerine, Fakir'e yakin hasil oldu ki; onun mübarek teveccühünün olmayisi, Fakir'in Hazret-i Aise'ye yemege ortak etmeyisimdir. Bundan sonra, Hazret-i Aise basta olmak üzere, bütün ezvac-i tahirati ehl-i beytten hemen hepsini o yemege ortak eyledim. Tevessülümü dahi, ehl-i beytin tümüne yapar oldum. Halbuki Resulullah (sav) Efendimize, Hazret-i Aise cihetinden gelen eza ve cefa, Hazret-i Ali (ra) cihetinden gelen eza ve cefadan daha çoktur. Bu mana dahi, insaf sahibi akillilara gizli degildir.

Üstte anlatilan mana, su takdire göredir: Hazret-i Ali'ye (ra) sevgi gösterip tazim etmek, Resulullah (sav) Efendimizin sevgisi, ona akrabaligi dolayisi iledir.

Amma o kimse ki, Hazret-i Ali'nin mahabbetini müstakilen alir; bu mahabbet isinde, Resulullah (sav) Efendimizin sevgisine bir medhal kalmaz; böylesi bahis disi olup kabil-i hitap dahi degildir. Zira, böylesinin garazi, dini iptal edip seriati yikmaktir. Resuiullah (sav) Efendimizin tavassutu olmadan bir yol tutmak ister. Muhammed'den (sav) alip Ali'ye ragbet ettirmek ister. Böyle bir sey sirf küfür olup zindikligin dahi aynidir. Hazret-i Ali (ra) böyle bir seyden beridir. Onlarin yaptiklarindan eza duymaktadir.

Çünkü, ashabi ve Resulullah (sav) Efendimizin damatlarini sevmek; Resulullah (sav) Efendimizin sevgisi ile olmakta ve onlara tazim, tekrim etmek dahi, Resulullah (sav) Efendimize tazim ve tekrim dolayisi ile olmaktadir. Bu manada, Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu:

"Bir kimse onlari severse, benim sevgimle sever."

Ayni manadan olarak, bir kimse de, onlara bugzederse, Resulullah (sav) Efendimizin bugzu için bugzeder; bu manada dahi Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu:

"Bir kimse, onlara bugzederse, benim bugzum için bugzeder."

Bu hadis-i serifin daha açik manasi su demeye gelir:

-Ashabima taalluk eden mahabbet, aynen bana taalluk etmektedir. Onlara olan buguz dahi, aynen bana taalluk eden buguzdur.

***

TALHA VE ZÜBEYR (Allah onlardan razi olsun).

Ashab-i kiramin büyüklerinden olup cennetle müjdeli on kisi arasinda bulunuyorlar. Bunlara taan edip ayiplamak hiç münasip bir is degildir. Bunlara lanet edip tard edenlerin bu yaptiklari kendilerine aittir.

Hazret-i Ömer (ra) vefatindan sonra, hilâfet isini suraya birakti. Bu sura azalan alti kisi idi. O alti kisiden ikisi bunlardi. Bunun da, kalanlarin birini digerine karsi tercih etme delilini açiktan bulamadigi için yapti.

Bu ikisi, kendi arzulan ile, hilâfet nasibini biraktilar. Her ikisi de tek tek söyle dedi:

-Ben hilâfet hazzimi biraktim.

Talha o zattir ki, Resulullah (sav) Efendimize karsi kötü edep tavri takindigindan, babasini öldürdü; basini da getirdi. Bu fiilinden dolayi da, Kur'an'da sena edildi.

Zübeyr öyle bir sahabedir ki, onun katili cehennemlik olacaktir. Bu manada, Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu:

"Zübeyr'i katleden cehennemliktir."

Bu durumda, Zübeyr'e lanet etmek de, onu öldürmekten daha az degildir. Ona lanet eden de, öldüren de aynidir.

Elhazer... Sonra yine elhazer... Sonra yine elhazer... Sakinmak gerektir. Bilhassa din büyüklerine taan etmekten ve Islâm büyüklerini zemden sakinmalidir. Onlar öyle zatlardir ki, Islâm kelimesinin ilâsi, Seyyidü'l-enam Resulullah (sav) Efendimize yardim için bütün güçlerini harcamislardir. Dinin teyidi için, gece gündüz gizli, asikâr mallarini harcamislardir.

Resulullah (sav) Efendimizin sevgisi için; asiretlerini, kabilelerini, çocuklarini, karilarini, vatanlarini, su kaynaklarini, ziraatlarini, agaçlarini, irmaklarini biraktilar. Resulullah (sav) Efendimizin kendisini, kendi nefislerine tercih ettiler. Onun sevgisini, kendi sevgilerine tercih ettiler. Keza, mallarindan ve zürriyetlerinden daha üstün tuttular.

Bunlar, öyle zatlardir ki, sohbet serefine nail olmuslardir. Bu sohbette dahi, nübüvvet bereketlerini bulmuslardir. Vahyi müsahede ettiler; yani vahyin gelisini. Melegin huzuru ile de müserref oldular.

Harika halleri ve mucizeleri gördüler. O kadar ki, onlarin gaybleri sehadet oldu. Ilimleri de ayn oldu.

Onlara öyle yakin hali ihsan edildi ki, onlardan sonra, hiç kimseye öylesi ihsan edilmedi.

Hatta, baskalarinin Uhud dagi kadar yaptiklari altin sadakasi, bunlarin bir veya yarim ölçek kadar yaptiklari arpa sadakasina denk olmaz.

Bunlar, öyle zatlardir ki; Allahu Teala, kendilerini Kur'an-i Mecid'de sena edip kendilerinden razi olmustur. Bunlar dahi, Allahu Taala'dan razi olmuslardir.

Allahu Teala söyle buyurdu:

"...Iste onlarin Tevrat'taki vasiflari budur. Incil'deki vasiflari ise, söyledir: Filizini yarip çikarmis, giderek onu kuvvetlendirmis, kalinlasmis, saplari üzerinde dogrulup kalkmis bir ekine benzerler. Bu ekicilerin de hosuna gider. (Ashab hakkindaki bu tesbih) onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir."(48/29)

Allahu Teala, onlara öfkelenip gayz edenlere:

"Küffar.."(48/29)

ismini verdi. Bunun için, küfürden hâzer edilip sakinildigi gibi, onlara öfkelenip gayz etmekten dahi sakinmak gerek.

Bu yolda basari ihsan eden Allah'tir.

***

öyle bir cemaat düsünelim ki, Resulullah (sav) Efendimize anlatilan manada bagliliklari sihhat kazanmistir. Onun katinda makbul ve manzur olmuslardir Allahu Teala, ona salât ve selâm eylesin. Bunlar, bazi islerde, birbirlerine muhalif tutuma girer ve bu sebeple aralarinda bazi atismalar olur ise, kendi görüslerinin ve içtihadlarinin geregini yaparlarsa, kendilerine taan etmenin ve yaptiklarina itirazin yeri olmaz.

O kadar ki, o yerde hak ve dogru, ihtilâfin aynidir; baskasinin görüsüne uymamaktir.

Görmez misin ki imam-i bu Yusuf'un, içtihad derecesine ulastiktan sonra Ebu Hanife'ye uymasi hatadir. Dogrusu, kendi görüsüne uymasidir. Hatta imam-i Safii, sahabenin kavlini kendi görüsünden önde tutmazdi. Ama, hangi sahabe olursa olsun; ister Hazret-i Siddik, isterse Hazret-i Ali olsun, Allah onlardan razi olsun. Elbette dogruyu, kendi görüsü ile amel etmekte bulurdu, isterse bir sahabenin kavline muhalif olsun.

Üstte anlatilan manaya göre, sahabe olmayan ümmetten bir kimsenin, ashabin görüslerine muhalefet yeri olunca; birbirlerine muhalif görüslere sahip olduklari için nasil taat edilir, ne sekilde taana ugratilabilirler?

Bu arada sunu da söylemek isterim ki:

-Ashab-i kiram, içtihada dayali meselelerde, Resulullah (sav) Efendimizin reyine dahi muhalefet etmislerdir. Ama, onlarin bu ihtilâfina bir zem gelmis degildir. Hem de, o zaman, vahiy geliyordu. Bu ihtilâflari için bir engel çikmadi. Nitekim, bu mana daha önce de anlatildi. Sayet onlarin ihtilâfi, Hak katinda razi olunan makbul olmayan bir sey olsaldi, elbette bunun için, engelli bir emir gelirdi. Muhalifler için, siddetli tehdid emirleri nazil olurdu.

Görmez misin ki; seslerini, Resulullah (sav) Efendimizin sesinden yüksek tutan bir cemaat için, mani emir geldi. Bunun için, siddetli tehdid ayeti nazil oldu. Bu manada, Allahu Teala söyle buyurdu:

"Ey iman edenler, seslerinizi, Resûlullah'in sesinden yüksek çikarmayin. Birbirinize bagirdiginiz gibi, sözle ona bagirmayin. Siz farkina varmadan amelleriniz bosa gider."(49/2)

Bedir gazasi esirleri hakkinda büyük bir ihtilâf vuku buldu. Bu babda Hazret-i Ömer ve Saad b.Muaz esirlerin katline hükmettiler. Digerleri dahi, fidye karsiligi olarak, serbest birakilmasini istediler. Bu manada, Resulullah (sav) Efendimize göre, makbul olan görüs, onlari fidye karsiligi serbest birakmak oldu.

Bundan baska yerlerde dahi, çok ihtilâflar vardir.

Resulullah (sav) Efendimizin, vefatina çikan hastaliginda yaptigi taleb üzerine, kendisine getirilen kâgit meselesindeki ihtilâf dahi bu kabildendir. Bunu istemekle, Resulullah (sav) Efendimiz ona bir seyler yazmak istiyordu.

Bu taleb karsisinda, bir cemaat, kâgidin getirilmesini istedi; diger cemaat ise, buna mani oldu. Hazret-i Ömer (ra) kâgidin getirilmesine razi olmayanlar arasinda idi. Söyle dedi:

-Allah'in kitabi bize yeter.

Iste bu sebepledir ki, Hazret-i Ömer'e (ra) satasanlar satasti ve onu ayiplayip dil uzattilar. Halbuki, böyle bir sey, hakikatte taan yeri degildir.

Hazret-i Ömer (ra) sunu biliyordu ki, vahiy zamani kesildi. Semavi hükümler dahi tamam oldu. Hükümlerin isbati için dahi, görüs ve içtihaddan gayri mecal yoktur. Bu meyanda Resulullah (sav) Efendimiz ne yazacak olsa, o yazilacak seyde, baskalarinin da karismasi olacaktir. Zira, o yazilacak seyler içtihada dayali olacak.

"Ey basiret sahipleri ibret aliniz."(59/2)

Ayet-i kerimesinde mana hükmüne göre, en dogrusu, bu rahatsiz halinde Resulullah (sav) Efendimizin basini agritmamaktir; ondan baskasinin görüsü ve içtihadi ile yetinmektir.

Bunun için de söyle dedi:

-Allah'in kitabi bize yeter.

Yani kiyas ve içtihad mehazi olarak Kur'an-i Mecid yeter. Ondan hüküm çikarmak isteyenlere de yeterlidir. Hazret-i Ömer'in (ra) burada:

-Kitab... olarak hususi manada söylenmesinden murad mümkündür ki; Resulullah (sav) Efendimizin yazmak sadedinde oldugu hükümlerin mehazi Kur'an'dir; sünnet degildir. Bunu karinelerle biliyordu; onun için de:

-Bize sünnet yeter, demesine yer yoktur.

Bu hususta, Hazret-i Ömer'in (ra) mani olmasi, o sikintili halinde, Resulullah (sav) Efendimizin basini agritmamakti. Bu da, bir sefkat ve acima hissinden doguyordu.

Resulullah (sav) Efendimizin bu kâgit isteme emri, istihsan için olup vücup için degildir. Ta ki digerleri, onu istinbat mesakkatindan müsterih olalar.

Sayet, Resulullah (sav) Efendimiz, vücub için:

-Bana getirin, manasinda, israrla emredip üzerinde dursaydi; mücerred ihtilâf sebebi ile ondan vazgeçmezdi.

*** Burada söyle bir soru çikabilir:

-Resulullah (sav) Efendimizin öyle buyurdugu vakit, Hazret-i Ömer (ra) söyle dedi:

-Hele onu iyi anlayiniz. (Yani kendinde mi degil mi? Bu söz ne manaya?) Bu cümleden murad nedir? Bunun için su cevabi verebilirim:

-Her halde, Hazret-i Ömer (ra) anladi ki, o vakitte bu kelâm, Resulullah (sav) Efendimizden, hastalik sebebi ile bir kasd ve bir ihtiyar olmadan südur etmistir. Ki bu mana:

-Yazayim, buyurmasindan da tevehhüm ediyor. Zira Resulullah (sav) Efendimiz ümmi idi. Asla bir sey yazmamisti. Ayni zamanda söyle de buyurmustu:

"Benden sonra dalâlete düsmeyesiniz."

Din ki kemalini bulmustur; nimet ki, tamam olmustur; onunla Mevtanin rizasi dahi hasil olmustur; bundan sonra nasil delâlet tasavvur edilir? Bu bir saat içinde ne yazmaya kadir olur ki, onunla dalâlet ilk defa ola? Bu yirmi üç sene içinde yazilanlar yetmedi mi? Bu durumda, o müddet içinde yazilanlarla dalâlet def olmamis; bu siddetli hastaligin varliginda bir saat içinde bir sey yazacak ve bununla da dalâlet def olacak!..

iste üstte anlatilan manalardan, Hazret-i Ömer anladi ki: O kelâm Resulullah (sav) Efendimizin mübarek dilinden bir kasd olmadan cereyan etmistir. Yani beseriyete binaen. Bunun için de söyle demek istedi:

-Bunun manasini kendisinden sorarak ikinci kere tahkik ediniz.

Bu ihtilâf esnasinda, sözler yükselince, Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu:

"Kalkiniz, ihtilâf etmeyiniz."

Zira, peygamber yaninda niza iyi olmaz.

Bundan sonra, artik öyle bir sey söylemedi; ne divitten anlatti; ne de kâgittan.

***

Sunun da bilinmesi gerekir ki, bazi içtihada bagli meselelerde, ashab-i kiramdan gelen ihtilâf, hem de Resulullah (sav) Efendimize nisbetle, Allah korusun, eger onda heva, batila saplanti saibesi olsaydi; o zaman is, mürted zümresine katilmaya varirdi ve basi Islâm bagindan çikarmak olurdu.

Çünkü, Resulullah (sav) Efendimize karsi edep disi hareket ve kötü muamele küfürdür. Böyle bir seyden Allahu Teala, bizi korusun. Herhalde bu ihtilâf:

"Ey basiret sahipleri, ibret aliniz."(59/2)

Manasindaki, yüce emre göre idi. Sundan ki, bir kimsede, içtihad rütbesi var ise, baskasinin içtihadina uymasi ve içtihada dayali meselelerde baskasinin görüsüne gitmesi hatadir; bundan nehyedilmistir.

Evet, bu arada sunu da belirtelim ki, görüsün ve içtihadin veri olmayan münzel hükümlere uymaktan baska çare yoktur; onlara boyun egmek dahi vacibtir.

Burada son bir söz de su ki: iki asirda yasayanlar, zorlamadan uzak olup ibareleri güzellestirmeye de ihtiyaçlari yoktu. Bütün ihtimamlari batin mananin islahi idi. Onlarin zahiri nazardan atilmis olup asla öyle bir seyin mülâhazasi yoktu.

O asirda, edeplere riayet etmek, hakikat ve mana itibarina göre idi; yalniz zahir ve suret itibarina göre degildi. Onlarin hali dahi, Resûlullah'in (sav) emrine imtisal idi. Muameleleri dahi, Resûlullah'in (sav) razi olmadigi seylerden sakinmak idi.

Onlar, babalarini, analarini, kadinlarini Resulullah (sav) ugruna feda ettiler.

Ihlâs ve itikadlarinin tamligindandir ki, Resulullah (sav) Efendimizin tükürügünü dahi, yere düsmeye birakmazlardi. O kadar ki, onu alir; yüzlerine, bedenlerine sürerlerdi. Tipki bir hayat suyu gibi.

Resulullah (sav) Efendimizin kani alindiktan sonra; onu içem kasdlari dahi, kemal manada ihlâstan gelir. Bu da, meshur olup bilinen bir manadir.

Sayet bu büyüklerden, yalan ve hile dolu olan bu asir ehline göre; Resulullah (sav) Efendimize karsi edep disi bir seyin sudur ettigi vehmini verirse, onu da iyiye yormak lâzim gelir. O vehmi veren ibarenin hasili dahi giderilmelidir. Hangi kisimdan olursa olsun, o lâfizlar mülâhaza edilmemelidir.

Iste selâmet yolu budur. Basari ihsan eden Sübhan Allah'tir.

*** Burada söyle bir sey sorulabilir:

-Içtihada dayali islerde, hata yeri olduguna göre; o zaman, Resulullah (sav) Efendimizden nakledilen tüm hükümlere itimad nasil olur? -Bunun için, su cevabi veririm:

-Içtihada dayali hükümler, gelecekte ve ikinci halde, semavi hükümler durumuna girmistir. Zira, enbiyanin takririni hata üzere tutmak caiz degildir.

Hüküm çikaranlarin içtihadi, degisik görüsleri sübut bulduklatn sonra; Hak katindan bir hüküm inerdi; hakki batildan ayirdedip dogruyu dahi hatadan ayirirdi. Resulullah (sav) Efendimizin zamaninda, bütün hükümler; hatadan mahfuz olarak, kati'i sübut kazandi. Zira, onlar, önden sonra kesin vahiy ile sabit oldu.

Bu hükümleri çikarmakla, asil gaye su idi ki: Içtihad edip hüküm çikaranlara; çesitli inayetler gele ve keramet dereceleri de yüksele. Yandan da, dogruyu bulan da degisik derecelerine göre sevaba nail olalar.

Içtihada dayali meselelerde; müçtehidlerin derecelerinin yükselmesi, bu hükümlerin de kat'iyet kazanmasi vardir.

Evet, nübüvvet zamaninin bitiminden sonra içtihada dayali hükümler, zanniyet olup amel için faydalidir; itikad için tesbit edilmis degildir. Böyle degildir ki, onlari inkâr eden kâfir ola. Meger ki, müçtehidlerin toplu olarak üzerinde karar kildiklari bir hüküm ola. Bu dahi, itikad için tesbit edilmis buluna.

HATIME

Bu mektubu, Resulullah (sav) Efendimizin ehl-i beytinin faziletlerini anlatan güzel bir HATIME ile bitirelim. Ona, âline ve ashabina salât ve selâm olsun.

Ibn-i Abdilberr, Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatti:

"Ali'yi seven beni sevmis olun Ali'ye bugzeden bana bugzetmis olur; Ali'ye eziyet eden bana eziyet etmis olur; bana eziyet eden dahi Allah'a eziyet etmis olur."

Tirmizi, Hâkim ihraci ile sahih olarak Büreyre'den naklen Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatti:

"Allauh Taala, dört kimseyi bana sevmeyi emretti; onlari kendisinin de sevdigini bana haber verdi."

Bu arada söyle denildi:

-Ya Rasulallah, onlari bize isimlendir. Bunun üzerine Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu: "Ali, onlardandir."

Ravinin dedigine göre üçü dahi sunlardir: Ebu Zer, Mikdad ve Selman. Taberani ve Hakim'in Ibn-i Mes'ud'dan naklen çikarip anlattiklarina göre, Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu: "Ali'ye bakmak ibadettir." Bu hadis-i serif, hasen isnadi ile anlatilmistir. Buhari ve Müslim, Bera'nin söyle dedigini anlattilar:

- Resulullah (sav) Efendimizi gördüm; Hasan onun boynunda idi; söyle buyuruyordu:

"Allahim, ben bunu seviyorum; sen de sev." Buhari, Ebu Bekir'den naklen söyle dedigini anlatti:

- Resulullah (sav) Efendimiz minberde idi. Hasan dahi onun yaninda olup bir halka bir de ona bakip söyle buyuruyordu:

"Bu oglum, seyyiddir. Her halde, Allahu Teala onunla Müslümanlardan iki cemaatin arasina düzeltecektir."

Tirmizi, Üsame b. Zeyd'in (ra) söyle dedigini anlatti:

- Resulullah (sav) Efendimizi gördüm; Hasan ve Hüseyin dahi dizleri üstünde idi. Söyle buyurdu:

"Bu ikisi, benim oglum, kizimin ogludur. Allah'im, ben bunlari seviyorum; bunlari seveni de seviyorum."

Tirmizi, Enes b.Malik'in söyle dedigini çikarip anlatti:

- Resulullah (sav) Efendimize söyle soruldu:

-Ehl-i beytinden hangisi sana daha sevgilidir?

Bunun üzerine, Resulullah (sav) Efendimiz söyle buyurdu:

"Hasan ve Hüseyin."

Mesur b.Mahzeme, Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatmistir:

"Fatima, benden bir parçadir; ona eza eden bana eza etmis olur."

Bir baska rivayette ise, söyle buyurmustur:

"Ondan süphelenen benden süphelenmis olur; ona eziyet eden dahi bana eziyet etmis olur."

Hakim'in, Ebu Hüreyre'den naklettigine göre, Resulullah (sav) Efendimiz, Hazret-i Ali'ye (ra) söyle buyurmustur:

"Fatima, bana göre senden daha sevgilidir; sen dahi, bana göre, ondan daha azizsin."

Hazret-i Aise'nin (ra) söyle dedigi rivayet edildi:

-Insanlar, Resûlullah'in (sav) rizasini taleb ederek, hediyelerini vermek için, Aise'nin gününü beklerlerdi. Sonra söyle devam etti:

-Resûlullah'in (sav) zevceleri iki bölüktü: a) Hazret-i Aise, Hafsa, Safiye, Sude...

b) Ümm-ü Seleme ve digerleri.

Ümm-ü Seleme bölügü söze gelip kendisine dediler ki

-Resulullah ile konus; insanlara söylesin de, onlar da hediyelerini Resulullah'i (sav) bulduklari yerde versinler.

Ümm-ü Seleme, Resulullah (sav) ile konustu; bunun üzerine Resulullah (sav) ona söyle dedi:

"Bana eziyet etme. Zira vahiy Aise'den baska bir kadinin örtüsü altinda iken bana gelmedi."

Bunun üzerine Ümm-ü Seleme der ki:

-Sübhan Allah'a tevbe ederim ya Resulallah, kim sana eziyet edebilir?

Bundan sonra o kadinlar, Hazret-i Fatima'yi davet edip Resulullah'a (sav) elçi gönderirler. Gelip Resulullah (sav) Efendimize durumu anlatinca, Resulullah (sav) söyle buyurur:

"Benim sevdigimi sen de sevmez misin?"

Hazret-i Fatima, bunun için:

-Evet, severim, deyince, söyle buyurur: "O halde, bu Aise'yi sev," Hazret-i Aise (ra) diyor ki:

-Resulullah (sav) Efendimizin kadinlari arasinda, Hazret-i Hatice'yi (ra) kiskandigim kadar hiç kimseyi kiskanmadim. Halbuki onu görmedim. Onun anilmasi çoktu. Resulullah (sav) her ne zaman bir koyun kesse, onun bir parçasini alir; Hazret-i Hatice'nin yakinlarina yollardi. Çogu zaman söyle derdim:

-Sanki Hazret-i Hatice'den baska kadin dünyada yok mudur?

Resulullah ise söyle derdi:

"O olacagi kadar olmustur. Ve ondan bana çocuk dünyaya gelmistir."

Ibn-i Abbas (ra), Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatti:

"Abbas bendendir, ben dahi ondanim."

Deylemi, Ebu Said'den naklen Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatti:

"Yakinlarim hakkinda, bana eziyet edenlere karsi gazabim siddetlenmektedir."

Hakim, Ebu Hüreyre'den naklen Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugu anlatildi:

"Hayirliniz, benden sonra, ehlime hayirli olaninizdir."

Ibn-i Asakir, Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugu Hazret-i Ali'den naklen anlatti:

"Her kim, ehl-i beytime (kötü manada) el atarsa, kiyamette ona yeterim."

Ibn-i Adiy ve Deylemi, Hazret-i Ali'den naklen, Resulullah (sav) Efendimizin söyle buyurdugunu anlatti: "Siratta en sabit olaniniz, ehl-i beytim ve ashabima mahabbette

siddetli olamnizdir." Bir siir:

Ilâhi, Beni Fatima hakkina; Son nefesi bagla kavl-i iman..

Duami ister kabul et ister red; Dostum Al Resule, girip saflarina..

***

Allahu Teala, Resulullah Efendimize; nebilerden, resullerden mukarreb melâike-i kiramdan tüm kardeslerine ve sair kullarin tümüne salât ve selâm eylesin.

***

Alıntı
.
Konu: 3
Mesaj: 24
Cinsiyet:
Kıdem: Dec 2007

Sağolasın vurgun duygulandım Hocam Geldı gozumun onune..Rabbım sehıtlerımız hurmetıne bızlerı afeylesın..
AMİN..!
[HIGHLIGHT=#0c0c0c][B] Sonum yokluk olsa bu varlık niye?
( Üstadın son Şiirinden )
[/HIGHLIGHT]
[HIGHLIGHT=#0c0c0c] Necip Fazıl KISAKÜREK [/HIGHLIGHT]

Alıntı
.


Foruma Git:


Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar): 1 Ziyaretçi

Türkçe Çeviri : MyBB Türkiye
MyBB, © 2002-2024 MyBB Group.