Dediklerine göre Ay’ın hep tek yüzünü görürmüşüz. Arka yüzü bir türlü dünyaya çevrilmezmiş. Kaderi de ay gibi görüyor olmalıyız.
Olanıyla biliyoruz kaderi. Olduğu kadarıyla görüyoruz. “Olmasaydı...”lar Ay’ın arka yüzü gibi gözümüzden uzağa düşüyor. “Ya o kurşun bir santim sağdan geçseydi...” diye başladığımızda düşünmeye, hayalimizin eli ayağı zifiri karanlıkta birbirine dolaşıyor. “Olan olmuştur bir kere...” Kurşunun kalbine değdiği sevdiğimiz, birkaç santimlik farkla, birkaç saniyelik tevafukla bu dünyadan göçmüştür. Olan olmuştur ve nasibimize düşen de olmuş olandır. Hayatta bir kereliğine olan neyse odur; sonra dosya kapanır. Hayat, kurşunun “ah keşke...” dediğimiz yerin bir santim solundan akar. Kan da oradan akar, zaman da oradan akar. Zamanı geriye doğru alıp, kurşunu bir santim sağdan ve bir santim soldan koşturacak iki seçenekli bir hayatı yaşamamıza izin yok. Kanı da zamanı da geri akıtamayız. Bir sağa bir de sola doğru çatallanan iki tane kader yok; yazgının dal uçlarından bize düşenleri biliyoruz sadece. Olan olunca oluyor. Binlerce “keşke...”nin emzirdiği, milyonlarca yakıcı “ah!”ın özlediği “öbür türlü olsaydı”lar olmadan kalıyor, kuruntumuzun elinde boynu bükük, solgun bir çiçek gibi duruyor.
O solgun, o yetim çiçeği yeniden tebessüme getirmek için neler neler yapmazdık değil mi? Gece gündüz toprağına varıp sulardık, yapraklarını neredeyse kirpiklerimizle okşardık. Yeter ki “böyle olan” değil de, “şöyle olsaydı...” diye dediğimiz öbür kader tomurcuğu açıversin: “Kurşun atardamarın bir santimcik, sadece bir santimcik sağından geçseydi ya... Ya geç ateş edilseydi ya da birkaç saniye önceden hareket etseydi kaza kurşunuyla vurulan genç kız. Çocuklarının renklerini beğenmediği bayramlıklarını değiştirmek için yeniden caddeye çıkan kadın, az önce geçseydi bombanın patladığı yerden ya da çocukları bayramlıklarını beğenmiş olsaydı. Kırmızı ışık 15 saniye geç sönseydi de, arabanın çarptığı çocuk çoktan kaldırıma çıkmış olsaydı. Kamyonun altına giren otomobildeki aile, üç dakika sonra çıksaydı mola yerinden ya... Annesi elinden daha sıkı tutsaydı Dilara’nın... Yahut komşusuna bıraksaydı Dilara’yı. Şehit olan delikanlı, rapor alsaydı da, bir sonraki celp döneminde askere gitseydi ya...”
O kadar çok ki “olsaydı...”larımız. O kadar çok “keşke çiçeği” var ki avuçlarımızda. O kadar yakıcı “ah!..”larımız var ki yüreğimizde.
Bir de şöyle düşünelim: Şimdilerde “keşke...”lerimizin ucunda özenle beslediğimiz ve süslediğimiz o “öbür türlü olsaydı”lar olsaydı, onların bu türlü değil de, öbür türlü olduğunun ayırdında olacak mıydık? “Böyle” olmasaydı kader, “öyle olsaydı...”ların güzelliğini görebilecek miydik? Kaderin biricik çizgisi içinde olup bitenler sayesinde fark ediyoruz öbür türlü olabilecekleri... Olan olmuş olmasa, “olsaydı”lara özlemimiz de olmayacaktı.
Sözgelimi, ardından ağladığımız, “şimdi burada olsa nelerimi vermezdim...” diye hayıflandığımız sevdiğimizin kaderi onu “şimdi burada” eylemiş olsaydı, onun şimdi burada olmasına vereceklerimiz bu kadar olur muydu? Böyle olmasaydı da öyle olsaydı, öyle olmasının böyle olmasının alternatifi olduğunu görebilecek miydik? Hepimizin yüreğini yakan gül yüzlü Dilara rögar kapağından düşmemiş olsaydı, bizi bunca acıyla tanıştırmamış olsaydı, “Aaa, şu kız değil mi rögar kapağından düşecekken düşmeyen kız” diye parmakla gösterebilecek miydik onu? Damatlığını almak için gittiği çarşıda bomba birkaç dakika geç ya da birkaç metre ötede patlasaydı, şimdi aramızda yaşayacak ve bugünlerde düğünü olacak delikanlıyı tanıyabilecek miydik meselâ... İki yıl önce, Mekke’de, çocuklarına hediye almak için gittikleri dükkanın çökmesiyle bu dünyaya veda eden hemşire hanımlar, birkaç dakika erken çıkmış olsaydı dükkandan, ne onları ne de çocuklarının mahzun yüzlerini hayâl bile edemeyecektik şimdilerde...
Böyle yaşıyoruz kaderi. Böyle biliyoruz. Böyle çekiyoruz acısını ve sancısını. “Öyle olsaydı..”ları da, böyle olduğu için söyleyebiliyoruz, özleyebiliyoruz.
Öyleyse, şimdi siz siz olun, böyle olan kaderinizi sevmeyi öğrenin. Kurşunun göğsüne hiç uğramadığı sevdiğinizi bir daha kucaklayın. Bombanın hiç uğramadığı sokaklarda güle oynaya yürüyerek eve dönen çocuklarınızı daha çok sevin. Birkaç saniye sonra ya da önce sevdiklerinizle altında kalabileceğiniz kamyonun karşı şeritte seyrediyor olmasına şükredin. Her bir çocuğu çukura düşmekten son anda kurtarılmış bir çocuk sevinciyle seyredin.
Şimdi, şu anda, “ah keşke böyle olsaydı” diye ağlayacaklarınız, şimdi sizin “böyle oluyor” da farkında değilsiniz.
Keşke, farkında olsaydınız..
Senai Demirci
beni bir ben bilirim birde yaradan,bana bir ben lazımım birde anlayan.hz mevlana----------------------------------------------------------------------------------
.