Fetullah Gülen Kimdir? - Yazdırılabilir Sürüm +- Forum Hafızoğlu (https://www.hafizoglu.net/frm) +-- Forum: Dini Konular (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=129) +--- Forum: Genel İslami Konular (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=130) +---- Forum: Dinler Arası Diyalog&Misyonerlik (https://www.hafizoglu.net/frm/forumdisplay.php?fid=229) +---- Konu: Fetullah Gülen Kimdir? (/showthread.php?tid=5368) |
Dinler arası Diyalog Tuzağı - EşkiyA - 26-12-2007 neyin ıspatı hiç anlamadım. kitapları okumaya niyetiniz yok anlaşıldı. ben yeteri kadar tanıyorum yazarları merak eden kendisi araştırır ayrıntılı..... ******************* PROF. DR. RAMAZAN AYVALLI Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis.Öğr.Üyesi ve Bilimdalı Başk. Allahü teâlânın, mahlûkâtına olan merhameti, ihsanı, nimetleri o kadar çoktur ki, bunu ancak sonsuz kelimesiyle ifade edebiliriz. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde, kardeşçe yaşamaları, ahirette de sonsuz saadete, bitmez-tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine, Cebrail aleyhisselam ismindeki melek vasıtasıyla bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap (yüz suhuf ve dört kitap) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur'an-ı kerim bozulmamış, diğerlerinin hepsi, maalesef kötü kimseler tarafından değiştirilmiştir. Hiç şüphe yok ki, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan nimetlerinin en büyüğü, “Peygamber”ler ve “Kitap”lar göndererek onlara sırât-ı müstakîmi, doğru yolu, Cennet yolunu göstermesidir. Yüce Allah, Hazret-i Âdem’den (aleyhisselâm) beri, insanları ebedî saâdete kavuşturmak için, muhtelif zaman ve zeminlerde pek çok peygamber göndermiştir. Bunların 6’sı “Ülü’l-azm”, 313’ü “Resûl”, 124.000’den ziyadesi de “Nebî”dir. Bütün Peygamberler, hep aynı iman ve i’tikad esaslarını bildirmişler, hepsi de insanları ebedi kurtuluşa dâvet etmişlerdir. Bilindiği gibi, bazı Peygamberler belli bir zaman dilimine, bazıları muayyen bir coğrafi bölgeye, bazıları da belli bir kavme gönderilmiş, bunların dünyadaki zamanları dolunca, getirdikleri ahkâmın yürürlük müddetleri de bitmiştir. Fakat âhır zaman Nebîsi Muhammed aleyhisselam’ın getirdiği hükümler kıyamet kopuncaya kadar devam edecektir. Onun âhirete intikalinden sonra da, her memlekette ve her devirde ona tam tâbi olan âlim ve velî zâtlar bulunmuş ve bunlar da Peygamberimizin vârisleri olarak insanların din ve dünyâ saâdetine ulaşmaları için çalışmışlardır. İslam ve Türk tarihi boyunca dünyaya hükmeden sultanlar, pâdişâhlar bile doğruyu onların vasıtasıyla bulmaya çalışmışlar, mânevî sultanların onlar olduklarını görmüşler, onların irşad ve nasîhatleri ile devlete, millete ve bütün insanlığa çok faydalı hizmetler yapmışlardır. Sahabe-i kiram ve Tâbiîn devrinden başlayarak geniş İslâm dünyâsı içinde birçok alim ve veli gelip geçmiştir. Bu büyük alim ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi, zamanlarından sonra da dâimâ sevilen ve sayılan, nasihat ve tavsiyelerinden istifade edilen, hayatları örnek alınan kimseler olmuşlardır. Şüphesiz ki, iyi insanların hayatları öğrenildikçe, iyilerin adedi artacaktır. Mâzîsini, büyüklerini tanıyamayan çocuklar, gençler ve yaşları ilerlemiş insanlar, büyüklüklere tâlip olamazlar. İnsanların çeşitli buhrânlara, bunalımlara, rûhî sıkıntılara maruz kaldıkları asrımızda, büyük insanların yaşayış tarzları, tavsiye ve nasîhatleri, hâl ve hareketleri ile kerâmetlerini öğrenmek, hem zevk ve ibret almaya, hem de intibâha, uyanmaya sebep olacaktır. Asr-ı Saâdet’ten sonra, târih boyunca insanlığa huzurlu devirler yaşatmış olan Emevîler, Abbâsîler, Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Bâbürlüler, Selçuklular, Osmanlılar ve daha birçok İslâm devletinin sultanları, hep bu büyüklerin rehberliğinde insanlık alemine hizmet etmişler, yeri gelince atlarının arkalarından gitmişler, bâzen onlarla berâber savaşlara katılmışlardır. Onlar, duâ ordularının kumandanları ve dertlerin mânevî tabipleridirler. Dost-düşman herkesçe bilindiği gibi, başta Sevgili Peygamberimiz, bilahare mübarek Halifesi Hazret-i Ömer tarafından Ehl-i Kitaba verilen ahid-nameler olmak üzere, Osmanlılar döneminde ise Fatih Sultan Mehmed Han gibi zevatın Hıristiyanlara verdikleri eman-nameler, Müslümanların diğer din mensuplarına olan müsamahasını, hoşgörüsünü ortaya koymaktadır. Tarih boyunca gelmiş-geçmiş İslam devletleri zamanında Hıristiyanların, hainlik yapmadıkları müddetçe, Müslümanların içinde nasıl rahat yaşadıkları çok açık bir şekilde ortadadır. Bu kitapta bununla ilgili belgeler de gözler önüne serilmektedir. Ayrıca Misyonerlik faaliyetleri üzerinde durulmaktadır. Bizim de zaman zaman makalelerimiz, derslerimiz, konferanslarımız, radyo ve televizyon konuşmalarımızda üzerinde durduğumuz vechile, genel bir tarif yapmak gerekirse, henüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş olan ülkelerde, çeşitli faaliyetler halinde yürütülen Hıristiyanlık propagandasının her türüne “misyonerlik”, bu işlerden herhangi birini yapan kişiye de "misyoner" denir. Misyonerlerin çok değişik metodları varsa da, ana hatlarıyla söylemek gerekirse, bugün, başta Kitab-ı Mukaddes ve İnciller olmak üzere çeşitli kitap, dergi, gazete ve broşürlerin, audio ve video kasetlerin, CD ve DVD’lerin dağıtılması, dil kursları, radyo, televizyon ve internet aracılığıyla muhtelif yayınların yapılması şekliyle sürmektedir. Ayrıca bizim ülkemizde, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük şehirler başta olmak üzere, muhtelif vilayetlerde kurdukları yayınevleri ve pek çok ilde mevcut kiliselerinde görevli olan kişilerin şifahi çalışmaları, "kilise-ev"lerinde ve diğer normal ev sohbetlerindeki propagandalarıyla da devam etmektedir. Hıristiyan batı kültüründe “misyonerlik” adı verilen faaliyetin târihi, Hıristiyanlık dîni kadar eskidir. Bu faaliyette bulunan papaz, râhip ve çeşitli Hıristiyan din adamlarına “misyoner” denilmiş ise de misyoner aslında, Hıristiyanlık dînini yayma gayreti içinde olan her kişinin genel adıdır. Her müslümanın i'tikadı şöyledir ki, bugün Nasranilik veya Hıristiyanlık diye adlandırılan İsevilik, Allahü teâlâ tarafından Îsâ aleyhisselâma gönderilen hak bir din (semavi bir din) idi. Hazret-i Îsâ, otuz üç yaşında, diri olarak göğe kaldırılınca, Havârîler etrafa dağılıp, bu yeni dîni yaymağa çalıştılar. Îsâ aleyhisselâmın hak olan dîni, az zaman sonra Yahudîler tarafindan sinsice değiştirildi. Pavlos adındaki bir Yahudî, Hazret-i Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncil’i yok etti. Dört kişi (Matta, Markos, Luka,Yuhanna) ortaya çıkıp, on iki Havârîden işittiklerini yazarak, İncil adında dört kitap meydana getirdiler. Fakat Pavlus(Pavlos)’un yalanları, bunlara da karıştı. Uydurma İnciller zamanla çoğalarak, her yerde başka bir İncil okunur oldu. Bugün dağıtılan İncillerde, yukarıdaki şahısların adlarını taşıyan ve birbirinden bir hayli farklı dört İncil’den başka, Elçilerin İşleri başlıklı 28 bölümlük bir kısım, Romalılara mektup (16 bölüm), Pavlus’un Korintlilere Birinci Mektubu (16 bölüm), Korintlilere İkinci Mektup (13 bölüm), Pavlus’un Galatyalılara Mektubu (6 bölüm), Pavlus’un Efeslilere Mektubu (6 bölüm), Pavlus’un Filipililere Mektubu (4 bölüm) gibi 21 mektuptan oluşan uzun bir kısım da vardır., Burada, önemine binaen, açıkça belirtmemiz gereken bir husus var: Şunu kesinlikle ifade edebiliriz ki, tarih boyunca, hayatı, sadece sene ve ay bazında değil, hafta, hatta gün bazında olmak üzere, en ince teferruatıyla ele alınan ve ortaya konulan zat, şüphesiz ki, Peygamber Efendimizdir. Alemlere rahmet olarak gönderilen, kainatın baştacı, ebedi rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz, müstesna şahsiyet, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (aleyhis-selam) hakkında söz söylemek ve yazı yazmak aslında bizim gibi acizlerin haddi değildir. Ama burada, münasebet düşmüşken, sadece bereketlenmek için, ondan bir nebze bahsetmeye çalışacağız. Çünkü hadîs-i şerîfde, “Allahü teâlâ bir kuluna yazı ve söz san'atı ihsân ederse, Resûlullahı övsün, düşmanlarını kötülesin” buyurulmuştur. Bir şair diyor ki: "Her vasfı ki, imtiyazı haiz, Tarih onu vasfederken aciz." Peygamber efendimizin şairlerinden Hassan b. Sabit (r.a.)'in sözü ne kadar manidar: "Ben, Muhammed Mustafa (aleyhis-selam)'dan bahsederken, onu medhediyor değilim; bilakis ondan bahsetmek suretiyle, kendi sözlerimi kıymetlendirmiş oluyorum." Gönüller Sultanı Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin (k.s.) kelamı da çok manalıdır: "Ben, alemler genişliğinde bir ağız isterim, ta ki, meleklerin bile gıpta ettiği o zattan söz edebileyim." Burada Arapça bir şiiri de zikretmeden geçemiyeceğiz. Manası şöyledir: "O, beşerden bir beşerdir, fakat taşlar arasındaki yakut taşı gibidir." Bu şiirin diğer bir varyantı ise şu şekildedir: "Muhammed aleyhis-selam bir beşerdir, fakat gelişigüzel bir insan değildir. Aslında o bir yakut, diğer insanlar ise taş gibidirler.” Burada yine yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, İslâmın birinci şartı, bilindiği gibi, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhis-selam) îmândır. Ya'nî onları sevmek ve sözlerini beğenip, kabûl etmektir. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi olan Muhammed aleyhis-selâma tâbi' olmağa bağlıdır. Ona tâbi' olmak için, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Yine Muhammed aleyhis-selâm’a tâm ve kusûrsuz tâbi' olabilmek için, onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, onu beğenmeyenleri sevmemektir. Tabii ki sevgi ve nefret kalpte olur. Dinimizin gereği, zahiren onlara da iyi davranmak, tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lazımdır. Her mü'minin, Resûlullah’ı çok sevmesi lâzımdır. Onu çok seven, onu çok zikreder, anar, çok över. Bir hadîs-i şerîfte de, “Birşeyi çok seven, onu çok anar” buyuruldu. Resûlullah’ı çok sevmek lâzım olduğu konusunda, pekçok islâm âlimi birçok kitap yazmıştır. Çünkü, başta Sahih-i Buhari olmak üzere, birçok hadis kitabında yer alan bir hadîs-i şerîfte, “Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz” buyuruldu. Ya'nî o kişinin îmânı olgun olmaz. Hadîs-i şerîfin diğer bir rivayeti de şöyledir: “Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz.” Allahü tealâ’yı sevenin, O’nun Resûlü’nü de sevmesi vâciptir. Ayrıca onun yolunda olan sâlih kulları da sevmesi lâzımdır. Allahü teala, bir insanda bulunabilecek görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri habibinde toplamıştır. Onun güzel huyu, yumuşaklığı, afvı, sabrı, ihsanı, ikramı o kadar çoktu ki, herkesi hayran bırakırdı; görenler ve işitenler seve-seve müslüman olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusur görülmemiştir. Okuyuculara doğruları öğreten, onları şaşırtmayan ve yanıltmayan, genel kültürlerini arttıran kitaplara, dergilere, gazetelere, ansiklopedilere, CD ve DVD’lere, velhasıl doğru ilmi eserlere, her ülkede, her zamanda ve hele günümüzde büyük ihtiyaç olduğunda şek ve şüphe yoktur. Şüphesiz ki, milli kültürümüzü yüceltecek bilgileri ihtiva eden tarihî, coğrafî, fennî, tıbbî, dinî ve benzeri kaynakların yayınlanması, onlardan nakiller yapılması, milletimizin ve memleketimizin istikbali açısından çok önemlidir. Babadan evlada, yazardan okuyuculara bırakılacak en kıymetli mirasın ilim ve ilmi eserler olduğunda şüphe yoktur. Biz, bu kitapta, kendi insanımızın dinine, diline, vatanına, coğrafyasına, tarihine, ilmine, irfanına, edebiyatına, zevk ve güzel ahlakına ağırlık verildiğini, bunları yeni nesillerimize, çocuklarımıza ve torunlarımıza aktarmak mecburiyetinde olduğumuzun ifade edildiğini görüyoruz. Medyada zaman zaman misyonerlerin faaliyetlerine dair muhtelif yazılar, konuşmalar ve açıklamalar yer almaktadır. Bunun yanında “DİYALOG”la ilgili çalışmalar da göze çarpmaktadır. Biz, bu vesile ile ifade edelim ki, asla ve kat’a “dinler veya medeniyetler çatışması”ndan yana değiliz. Çünkü tarihte Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında cereyan eden “HAÇLI SEFERLERİ”nin nasıl milyonların ölümüne, mamur ülkelerin harap olmasına sebep olduğunu bilmeyen yok gibidir. Tarihen sabittir ki, haçlı seferlerini maalesef Hıristiyanlar başlatmıştır. Hatta tarihteki hemen hemen bütün muharebelerde Müslümanlar nefsi müdafaada bulunmuşlardır. Modern dünyada harbe taraftar olan hiçbir aklı başında kimse yoktur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılınca hür dünyada herkes çok sevinmişti. Ama ne yazık ki beklenen barış ortamı doğmadı. Tek kutuplu kalan dünyada hakim olan Hıristiyanlar, bugün için zayıf olan Müslümanlara yüklenmeye, zulmetmeye, ülkelerini işgal etmeye başladılar. Ayrıca çeşitli hilelerle Müslümanları dinlerinden döndürmek için çok kesif çalışmalara başladılar. Halbuki yegane bozulmayan hak din olan İslamiyetin mensupları ile muharref dinler olan Yahudilik ve Hıristiyanlık müntesiplerinin elele vererek çalışabilecekleri birçok saha vardır. Mesela uyuşturucu, alkolizm, fuhuş, rüşvet, dolandırıcılık, terör, zulüm, her çeşit ahlaksızlık, ateizm, işsizlik, fakirlik gibi -daha pek çok şeyi sayabiliriz- birçok konuda iş ve güç birliği yapabilirler, bunlara karşı beraber mücadele verebilirler. Ama maalesef durum böyle değil. Değerli gazeteci-yazar Mehmet Oruç beyin bu çalışmasında, “Dinlerarası Diyalog”la nereye varılmak istendiği, bu işleri kimlerin üstlendiği delilleriyle ortaya konulmaktadır. Daha kitabın başındaki I. Bölümde, Papa II. Jean Paul, Papa VI. Paul, Pietro Rossano, Francis Arinze, Watt, R.Arnaldez, Louis Massignon, Papaz Thomas Michael, Buttiglione gibi Hıristiyan şahsiyetlerin diyalog ve hoşgörü ile neyi kasdettikleri, onların sözlerinden nakiller yapılarak belirtilmiş, İslamiyetteki hubb-i fillah ve buğd-ı fillah, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker prensipleri üzerinde durulmuştur. Kitap içerisinde, okunduğu zaman görüleceği gibi çok faydalı konular vardır. Ayrıca bütün milletimizin, bilhassa gençlerimizin istikbalini alakadar eden güzel mevzular da bulunmaktadır. Yazarın objektif davrandığı, belgeler ışığında hareket ettiği gözlenmektedir. Tabii ki din gayreti de açıkça görülmektedir. Bu durum gayet normaldir; çünkü her din mensubu, kendi dininin doğru olduğuna inanır, bunu ortaya koyar ve müdafaa eder, hatta etrafa yaymaya çalışır. Bu eserin bütün okuyuculara, bilhassa istikbalimizin ümidi olan gençlere faydalı olması, milli ve mânevî hayâtımızı kuvvetlendirmesi başlıca temennimizdir. Gayret bizlerden, muvaffak kılmak ise yüce Allah’tandır. Diyaloğun mahiyeti - EşkiyA - 26-12-2007 DİNLERARASI DİYALOG VE HOŞGÖRÜ Diyaloğun mahiyeti Aslında, “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” yeni ortaya çıkmadı, asırlardır bu zaten vardı. Asrı Saadet’te ve sonraki zamanlarda, Müslümanlar, Hıristiyanlarla, Yahudilerle iç içe yaşadılar. Biribirlerinden borç aldılar; borç verdiler. Ticari alış veriş yaptılar. Örneğin, Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde, bir Yahudiye borcu vardı; Hazret-i Ali’ye bunu ödemesini vasiyet etti. Bu tür, komşuluk ve diğer insani ilişkiler zamanımıza kadar devam etti. Kimse kimsenin, yaşayışına, ibadetine karışmıyor; isteyen Kilisesine, isteyen Havrasına gidiyor rahat bir şekilde dinlerinin icablarını yerine getiriyordu. Bu zaten İslâm dininin de bir emriydi. Ancak, günümüzdeki diyaloglar bu insani, sosyal boyut ile sınırlı kalmadı. Dini inançlara ve yaşayışlara da yansıtıldı. Üç din mensuplarının bir araya gelip “vahiy” “Tanrı” inancı gibi konularda teologlar seviyesinde görüşmeler yapmaları, Papazların, Hahamların iftar yemeğine çağırılmaları; Müslümanların, Kilisede onların Yortu ve Noel günlerine katılmaları bunun muşahhas örneklerindendir. İftar, Müslümanlar için dini muhtevalı bir yemektir. Dolayısıyla İslam dininin emrettiği şekilde ve İslami ölçüler içinde yapılır. Hâl böyle olunca şu soruyu sormamız gerekir: İftar yemeğinde, papazın ne işi var. Yine, Yortu ve Noel Hıristiyanların bir ibadetidir. Kendi şartlarına göre yapılır. Aynı şekilde burada da Müslümanın ne işi var? Hıristiyanlara, papazlara yemek ziyafeti verilecekse, iftar yemeği dışında başka bir zamanda verilemez mi? Özellikle iftar yemeğine papazın çağırılmasından maksat nedir? Diyalog için yer ve zaman mı bulunamıyor? Bir araya gelinecekse, dini günlerin ve mekanların dışında, belli bir zamanda ve mekanda buluşmak pek ala mümkün. Yemek mi yenecek, konuşma mı yapılacak burada yapılır. İşte farklı din mensupları arasında diyalog ve hoşgörü budur. Son yıllarda gündeme getirilen, “Diyalog ve Hoşgörü” başka manada ele alınmaktadır. Hoşgörüden ziyade, üç dinin belli bir eksen etrafında toplanması, bir nevi dinlerin birleştirilmesi şeklinde algılanmaya başlandı. Bu, İslâm dinine, 14 asırlık tatbikata uymayan, işte bu anlayış şeklidir. Yoksa bildiğimiz klasik manada hoşgörüye hiçbir Müslüman karşı çıkmaz. İşin başka garip bir yönü de şudur: Bugün bu üç din mensuplarının kendi dinlerinden başka dinleri reddettikleri bir gerçektir. Kabul etselerdi zaten o dinde olurlardı. Yani her din mensubuna göre, kendi dini doğru diğerleri batıldır, yanlıştır. Yani başka hak din yoktur. Batıl olan, peşinen reddettiğiniz bir şeyle nasıl diyalog yapılacaksınız? Onu kabul ederseniz zaten kendi dininizi inkar etmiş oluyorsunuz. Buradan şu çıkıyor, diyalog dinlerarası değil, ancak din mensupları arasında yapılabilir. Bu da, çeşitli din mensupları arasındaki, siyasi, ekonomik, sosyal boyutlu ilişkilerdir. Bu tür diyaloglar; dün vardı, bugün de var, yarın da olacak, olması da lazım. Şimdi bugünkü diyaloğun nasıl geliştiğine belgeler eşliğinde bir bakalım: Diyaloğu başlatan kim? - EşkiyA - 26-12-2007 [JUSTIFY]Diyaloğu başlatan kim? [JUSTIFY]İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlikfaaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmayaçalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadeceisimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslınauygun bir şekilde bilindiği ve yaşandığı, Müslüman ülkelerde istediklerineticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destekverilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962'de bu konuyu görüşmekiçin toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin birparçası olmak üzere “Diyaloğa” önem verilerek devam ettirilmesikararlaştırıldı. II. Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio(Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu: “Dinlerarasıdiyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun birparçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğerdinlere mensup olanlara yöneliktir. “ [/JUSTIFY] [JUSTIFY]1964 yılında 2. VatikanKonsilinde kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası'nın 1973 yılında,sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya'nın yayın organıBulletin'deki bir yazısında şunu belirtiyordu: "Diyalogdan söz ettiğimizde,açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğretenbir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleriyani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeplediyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."[/JUSTIFY] [JUSTIFY]Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlargereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyleifade etmektedir: [/JUSTIFY] [JUSTIFY]“Kilisenin henüz bulunmadığıyerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artıkdiyalog olmadan başarıya ulaşamaz.” [/JUSTIFY] [JUSTIFY]1984 yılından beri "HıristiyanOlmayanlar Sekreteryası"nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinzeise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonuolduğunu ifade etmektedir: "Papa VI. Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir.Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarakgörülmektedir" (Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124). [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Papa’yı ziyaretinde FethullahGülen de bu konuyu vurgulamıştır: [/JUSTIFY] [JUSTIFY]“Papa 6. Paul Cenapları tarafındanbaşlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi(PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonuntahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.” (F. Gülen’in Papa’ya mektubundan,Zaman,10.2.1998) [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Nihai hedeflerini de Papa II.Paul'un 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu: "Birinci bin yılda AvrupaHıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı.Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım." [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Müslümanlar cephesinde ise;“Dinlerarası diyaloğun kararlı bir destekçisi ve teşvikçisi”nin Sayın FethullahGülen olduğu, Hocaefendi’nin onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler veYazarlar Vakfı yayını “Küresel Barışa Doğru” kitabında bildirilmektedir. Yineaynı kitaba göre, Fethullah Hoca’nın, Papa II.Paul ile görüşmesinden önce budiyaloğu daha önce başlatan üstadı Saidi Nursi’dir. Bediüzzaman SaidiNursi’nin, bu konuda, Papa XII. Pier ile yazışma yaptığı, 1950’li yıllardaFener semtinde ikamet etmesinin, Rum Patrik Atenagoras ile de yapılan diyaloğukolaylaştırdığı aynı kitapta ifade edilmektedir. Dinlerarası diyaloğun lüzumuile ilgili Hocaefendi’nin yayınlanmış pek çok makalesi ve kitabı var. (Mesela,“Hoşgörü ve Diyalog İklimi” kitabı tamamen bu konu ile ilgilidir.) [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Diyanet ve İlahiyat fakülteleride diyaloga destek vermektedirler. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]23/24.10.2003 tarihleri arasında;ülkemizde, bölücü faaliyetlerde bulunduğu iddiası ile kapatma davası açılanAlman Konrad Adenauer vakfının, Armada otelinde düzenlediği, “Türkiye veAvrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam içinOlanaklar ve Engeller” konulu konferansa katıldım. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Bu toplantıda “DinlerarasıDiyalog” projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof.Dr. Niyazi Öktem yaptığıkonuşmada bu projeye kimlerin destek verdiğini şöyle dile getirdi: [/JUSTIFY] [JUSTIFY]“80’li yıllarda başlattığımız“Dinlerarası Diyalog” projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyükdesteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın gün boyu aramızda bulunması bunun engüzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndangeldi. Vakfın onursal başkası Fethullah Gülen Haca bize büyük destek verdi.Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye’de ki mimarı, öncüsü Prof.Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.” [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Son zamanlardaki diyalog toplantılarındaolduğu gibi, bu toplantıda da, “Yahudi temsilcileri” göremedim. Yahudiler uyanık.Baktılar bu işbirliğinde kendilerine bir fayda yok, parsayı Hıristiyanlartoplayacak, bunun için diyalog projesine mesafeliler. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Siyasi cephede ise, BülentEcevit, Süleyman Demirel ve bir kısım siyasiler diyaloğa tam destek vermişlerdir.<[/JUSTIFY] [JUSTIFY]Müslümanlardan,diyaloğa destek verenlerin, niyetlerini tam bilemediğimiz için, bir yorumgetirmek sağlıklı olmaz. Zaten bu pek de önemli değil. Önemli olan diyaloğu başlatan,yönlendiren “Vatikan”ınniyeti ve gayesidir. Şimdi biraz da bunun üzerinde duralım. [/JUSTIFY] Diyaloğun hedefi - EşkiyA - 26-12-2007 [JUSTIFY]Diyaloğun hedefi [JUSTIFY]Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak için faaliyet gösterenmisyonerler, Ortadoğu’da büyük bir dirençle karşılaştılar. Bunu kırmak için, bubölgede yaşayan Müslümanların, dini şuurunun yok edilmesi gerekiyordu.Dinlerarası diyalog ile, Hıristiyanlığın da hak bir din olduğu, korkulacak bir şeyolmadığı konusu işlenerek, Müslümanların Hıristiyanlara karşı olan husumetini kırmayıgaye edindiler. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Bunu sağlamak için de, "Benim dinim son dindir, diğerleriyanlıştır” inancından vazgeçirmeği prensip edindiler. Dinlerarası diyaloğunmimarlarından M.Watt, "Modern Dünyada İslam Vahyi" adlıçalışmasında bunu açıkça yazmaktadır. [JUSTIFY]Watt'a göre diyaloğun şartı "Benim dinim son dindir"inancından vazgeçmektir: “Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılıkaçısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Objektif anlamda geçerliolmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyiicab ettirir. Taraflardan biri "Benim dinim son dindir" dersebu olmaz; çünkü buradaki "son" kelimesi diğer dinlerden üstün olmaveya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, benim dinim diğerlerinkindendaha üstündür inancının terk edilmesi gerekir." [JUSTIFY]Halbuki Kur’an-ı kerim, İslamiyetin “son din” olduğunu,diğerlerinin geçersiz olduğundan kabul edilemez olduğunu açıkca bildirmiştir.Dolayısıyla bir Müslüman bunun aksini düşünemez. Böyle düşündüğü, inandığıhatta şüphe ettiği takdirde dinden çıkmış olur. İslamiyetin son din olduğuayet-i kerimelerde meal şöyle bildirilmiştir: [/JUSTIFY] [JUSTIFY]“Bugün, dininizi kemale erdirdim, ikmalettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmıseçtim.” (Maide 3) [JUSTIFY][FONT=Arial][FONT=Arial][COLOR=#0a0a0a]“Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19) [JUSTIFY][FONT=Arial][FONT=Arial][COLOR=#0a0a0a][FONT=Arial][COLOR=#0a0a0a]“Kim İslâmdan başka din ararsa, bilsinki, bulduğu din asla kabul edilmeyecektir.” (A. İmran 85) [JUSTIFY][FONT=Arial][FONT=Arial][COLOR=#0a0a0a][FONT=Arial][COLOR=#0a0a0a][FONT=Arial]M.Watt’ın bu fikrinin, dinibilgilerde nakli yani vahyi esas olan “Ehli sünnet” inancına sahip Müslümanlarakabul ettirmenin mümkün olmayacağını bildikleri için de, MüslümanlarıEndülüs'te İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ün temsil ettiği "Felsefî İslama"yönlendirmeye karar verdiler. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Watt’a göre, bu filozoflar, İslam'ındışında kalan dinleri, açıktan açığa tartışma konusu etmediler, onları da hakdin kabul ettiler.[/JUSTIFY] [JUSTIFY]R. Arnaldez, Ehli sünnet birMüslümana diyaloğu kabul ettirmenin pratikte imkansız olduğunu, bu inancıntahrip edilmesi gerektiğini söyledikten sonra, İslami esasları, nakil ile değil,akıl ile anlamayı bir metod haline dönüştürmüş Vehhabi, Selefi anlayışınıntemsilcisi olan “Abduh ekolü”nün hakim kılınması halinde, dinlerarası diyaloğunoldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir.( R. Arnaldez: Contidions dun avee İslam)[/JUSTIFY] [JUSTIFY]Dinlerarası Diyalog fikrininbabası olan Louıs Massignon, “Onların (Müslümanların) her şeylerini tahrifettik. İnançları, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye tam inanmıyorlar. Derinbir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler” demektedir. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Dinimiz, İslamiyetin son din olduğunu,diğerlerinin geçersiz olduğunu, onlarla dostluk kurulamayacağını bildiriyor.Diyologçular ise, dostluktan da öte, diğer dinleri kendine yakın görmeğitasavvufta bir makam olarak telakki ediyorlar. Prof. Dr. Mehmet Aydın bunu bakınıznasıl ifade ediyor: “Bir sufinin, bütün dinleri birbirine yakın seviyedegörmesi, zaten bu tevhid, vahdet makamıdır.” (II.Din Şurası tebliğ veMüzakereleri, s. 342)[/JUSTIFY] [JUSTIFY]Diyanet İşleri Başkanı AliBardakoğlu da aynı görüşte: Yaptığı açıklamada, ılımlı hoşgörülü İslam anlayışında,Müslümanların, ‘İslamlaştırma’, Hıristiyanların ‘Hıristiyanlaştırma’politikalarını izlememelerinin gerekli olduğunu, söylemektedir. (3.4.2004Habertürk) [/JUSTIFY] İstedikleri yeni Müslüman modeli - EşkiyA - 26-12-2007 [JUSTIFY]İstedikleri yeni Müslüman modeli [JUSTIFY]Hıristiyan Batı âlemi, İslamiyeti yok etmek için yaptığı asırlarsüren mücadeleden bir netice alamayınca; kendileri ile uyumlu, istedikleritarafa yönlendirebilecekleri, sınırlarını kendilerinin çizdiği yeni bir “İslam”yeni bir “Müslüman” modeli geliştirmeye karar verdi. [JUSTIFY][FONT=Arial]“Hoşgörü” “ılımlı” “Light İslam” adını verdikleri bu modelde; emir ve yasağıolmayan, tatlıya, tuzluya karışmayan, haftada bir cumaya giden, bayram namazlarınıkılan, cenazesi camiden kalkan ve Müslüman mezarlığına gömülen, Müslüman tipiesas alınmaktadır. Bu yolla, dinin dinamik değerleri, emir ve yasakları yokedilerek, ilâhî olmayan tamamen insan düşüncesine dayalı felsefî, ahlakî birsistem geliştirmek istiyorlar. Bu çalışmanın içinde sadece Vatikan değil ABD’devar. [JUSTIFY]Bunu açıkca da ifade ediyorlar. Bununla ilgili önce birhaber sonra da bir yorumu sizlere sunmak istiyorum: [/JUSTIFY] [JUSTIFY]AA‘ nin Washington mahreçli ve 23 Eylül 2003 tarihli haberiözetle şöyle: “CIA ve ABD Federal Soruşturma Bürosu FBI hakkında yazdığıkitaplarla tanınan Ronald Kessler “CIA Savaşta” (The CIA at War) adlı kitabında,CIA Direktörü George Tenet ve diğer üst düzey CIA yetkilileriyle yaptığı görüşmelerede yer verdi. ‘İslamda, öteki[/JUSTIFY] [JUSTIFY]dinlerde olduğu gibi ruhban sınıfıolmadığı için herhangi bir kişi kendini dini lider olarak adlandırabilir. Bu yüzdenCIA, bazı din adamlarını para ile satın aldığı gibi, sahte dini liderler de çıkarttı’ifadelerinin yer aldığı kitapta, CIA’nin, kendilerini din adamı olarak tanıtanve Müslüman olmayanlar hakkında daha yumuşak dini mesajlar verecek görevlileriişe aldığı ifade edildi. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Bir CIA kaynağının “Radyoistasyonlarının yönetimini devralıyor ve din adamlarını destekliyoruz.Propagandaya geri dönüş. Ilımlı Müslümanlar çıkartıyoruz” şeklindeki sözlerineyer verdi. Bu yönde fetvalar veya dini yazılar yayınlamaları için din adamlarınapara verildiği de bildirildi.” [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Şimdi de, araştırmacı - yazarSerdar Kuru’nun bu konu ile ilgili yorumuna (yorumdan pasajlara) yer verelim: [/JUSTIFY] [JUSTIFY]“Bugünlerde elime çok ilginç birkitap geçti. Kitap, CIA ve FBI üzerine çeşitli kitapların da yazarı olan RonaldKesslerin " The CIA at War" çalışması. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Yazar CIA’nin İslamda kesinkurallara ve hiyerarşiye bağlı resmi bir ruhban sınıfı olmadığını analiz ettiğinibunun üzerine çeşitli din adamlarına rüşvet vermek dışında kendi din adamlarınıda ortaya çıkarttığını söylemekte. CIA tarafından şekillendirilen bu "dinadamı" ajanların kendilerini şeyh, hoca, molla ve dini lider olarak tanıtıpbütün islam aleminde "ılımlı" ve "hoşgörülü" islam modelinivaaz ettiklerini belirtmiş. [/JUSTIFY] [JUSTIFY]Kitapta görüşlerine başvurulanismi açıklanmayan bir CIA kaynağı teşkilatın şu anda dünya çapında elindeki tümpropaganda tekniklerini kullanarak bu sahte din adamlarını destekledikleri vekendi "ılımlı müslüman" modellerini kendilerinin çıkarttığını söylemekte.[/JUSTIFY] [JUSTIFY]Sonuç olarak özellikle 1980lerdensonra dünyaya yayılan emperyalizme, kapitalizme ve siyonizme "hoşgörüyle"bakan islam ve Müslüman versiyonlarının nereden seri üretim yapıldığı hakkındabu kitap oldukça zihin açıcı bir görev yapmakta.” [/JUSTIFY] Diyalog ile İslâm dininden yok etmek istedikleri değerler - EşkiyA - 26-12-2007 Diyalog ile İslâm dininden yok etmek istedikleri değerler Papalığa göre, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel; Müslümanların, Muhammed aleyhisselamın son peygamber olduğu, O’na inanmayıp yolunda gitmeyenlerin, sonsuz olarak Cehennemde kalacağı, inancıdır. Buna bağlı olarak da; son dine inanmayıp Müslüman olmayanların düşman kabul edilmesi, Müslüman olana kadar bunlarla mücadele edilmesi inancı. Bu inancın kırılması için ortaya yeni fikirler attılar. Bu fikirleri yerleştirmek için, Papaz Thomas Michael 1987’de Türkiye’ye geldi. Bazı İlahiyat fakültelerinde seminerler verdi. Bu fikirlerin devamlı kendileri tarafından seslendirilmesinin tepki doğuracağını bildikleri için de, düşüncelerini yayma işini İlahiyat fakültelerinde ikna ettikleri bazı akademik kadrolara havale ettiler. Bu, İslamın temel inancına aykırı fikirleri iki ana grupta toplayabiliriz: 1- “Kur’an-ı kerimin bazı ayetleri ve bazı hadis-i şerifler tarihi sürecini doldurduğu için bunlarla amel edilemez. Kur’an-ı kerimin gelmesiyle yürürlükten kalkmış olan İncil ve Tevrat’ın hükümleri hâlâ geçerlidir. Bugünkü İncillere ve Tevrata inanan, Yahudi ve Hıristiyanlar da cennetliktir. Ehl-i Kitap ile ilgili âyetler, hadisler tarihseldir, dolayısıyla bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları değil o dönemin insanlarını bağlar.” Nitekim, ülkemizde dinlerarası diyaloğun önde gelen temsilcisi Fethullah Gülen, bu konu ile ilgili âyetleri yorumlarken; Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili Kur’an-ı kerimde geçen ayetleri, bilinen manalarının dışında çok farklı bir düzeyde ele alıyor: Ayetlerde geçen düşmanlığın o günün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine adığını, Kur’anın kullandığı aynı üslup, bugünün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine alacak diye bir şart, bir mecburiyet olmadığını, ayetlerin kesin, fakat bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığının kesin olmadığını, ifade etmektedir. ( Hoşgörü ve Diyalog İklimi s.155-156) Yine aynı kitapta, Sayın Gülen, Kur’an-ı kerimde, Hıristiyanlarla, Yahudilerle ve Müşriklerle ilgili geçen sert ifadelerin uç noktayı temsil ettiğini,Yahudi ve Hıristiyanlarla diyalog kurup dostluk tesis edilebileceğini, Kur’anın onları dost edinmemek konusundaki nehyinin (yasağının) hususi şartlarda olduğunu; bunu umumileştirmenin Kur’anın ruhuna aykırı olacağını, Üstad Bediüzzamanın “Münazarat” kitabında bildirdiğini ifade etmektedir. (s.170) Hocaefendi, aynı konularla ilgili hadisleri yorumlarken de, “Yahudileri ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan âyetler ya Hazret-i Muhammed (Aleyna Ve Aleykum Selam.M) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberlerleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır.” diyor. ( Küresel Barışa Doğru, s.45) Halbuki, bugüne kadar hiçbir İslam alimi bu âyet ve hadislerin tarihsel olduğunu, geçerliliğini yitirdiğini söylememiştir. Aksine, kıyamete kadar geçerli olduklarını ittifakla bildirmişlerdir. Resulullah efendimiz, İslamiyeti kabul etmeyen Yahudilerin ve Hıristiyanların, Allah’a iman etmiş sayılmayacağını bunların Cehennemlik olduğunu bildirmiştir. Dört büyük müctehid imamdan biri olan İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in meşhur hadis kitabı olan El-Müsned isimli eserde, sahabeden Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bunu açıkca göstermektedir: “Allah Resûlü’ne biri geldi ve ‘Ey Allah’ın elçisi! Hıristiyanlardan Allah’a ve Resulü’ne inanarak İncil’e sâdık biri veya aynı şekilde Allah’a ve Resûlü’ne inanarak Tevrat’a bağlı biri, sonradan sana tâbi olmazsa, bu kişiler hakkında ne buyurursunuz?’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ümmetten biri veya Yahudi ve Hıristiyan bir kişi beni dinlemez ve getirdiğimi kabul etmeden ölürse, kesinlikle Cehennemlik olur.” Bu konu ile ilgili diğer bazı hadis-i şeriflerde de şöyle buyuruldu: “Beni duyup iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.” (Hakim) “Cennete sadece Müslüman olan girer.” (Buhari) Daireyi iyice genişlettiler - EşkiyA - 26-12-2007 Daireyi iyice genişlettiler Önceleri kitap ehli yani sadece Hıristiyanlar ve Yahudiler Cennete gidecek diyenler şimdi daireyi iyice genişlettiler. Neye inanırsa inansın, inanan herkesin Cennete gireceğini söylemeye başladılar: “İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler. (Kendisi gibi düşünenlerin dışında böyle söyleyen İslam alimi yoktur) . Halbuki, Kuran tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. Ancak bu hassasiyet onların canına, malına kıyma noktasında değildir. Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkánına sahiptir. Dolayısıyla, günümüzde ateistlere karşı olumsuz bir tutum takınılması söz konusu bile olamaz. Kaldı ki, ben ateistim diyen insanların, Kuran’da söylenen tarzda ateist oldukları kanaatinde değilim.” (Prof.Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet, 18.4.2004) Acaba iyi ediyor muyuz? endişesi - EşkiyA - 26-12-2007 “Acaba iyi ediyor muyuz?” endişesi Aslında, diyalog konusunda, dinlerarası diyalogun öncülerinin de şüpheleri var. İyi mi kötü mü yaptıklarında endişeliler. Nitekim Fethullan Gülen bir röportajında bunu şöyle dile getiriyor: “Diyalog ve hoşgörü adına değişik kiliselere gidilip "Gelin Kur'an'ı beraber okuyalım" deniliyor. Değişik yerlerde "Siz de bizim İncil derslerimize iştirak edin" diyorlar. Bu karşılıklı olur. Sizin kendi derslerinizden şüpheniz varsa, Kur'an'a olan güveniniz ve itimadınız hemen sarsılacaksa böyle mail-i inhidam olan bir inanç bugün olmazsa yarın yıkılacak. Varsın yıkılsın. Ama sağlam inanmışsanız, kimsenin size bir şey bulaştırmayacağına inanıyorsanız korkunuz olmamalı. Seleflerimiz var bu mevzuda. Bediüzzaman Vatikan'a mektup yazmış. Aynı zamanda Ortodokslara mektup yazmış. Onlardan cevabî mektuplar almış. Bayram tebriği almış. Hoşgörü içinde olmanın yollarıdır bunlar. Ama bununla beraber 'acaba iyi ediyor muyuz, yanlış anlaşılır mı bu mesele?' diye oturup bir yerde hıçkıra hıçkıra ağladığımı bilirim.” (Zaman, 30.3.2004) Adem aleyhisselâmdan, Muhammed aleyhisselâma kadar, dinlerin nesh edilmesi, semavi kitapların, âyetlerin nesh edilmesi yani yürürlükten kaldırılması Allahü teâlâ tarfından yapılmıştır. Kur’anın bazı âyetlerinin veya bunların açıklaması olan hadislerin tarihsel olduğunu, geçerliliğinin kalmadığı iddiası, ve bunu savunmak yeni bir kitap veya Peygamberin geldiğini söylemek olur ki, bu da İslam inancına göre küfürdür. 2- “Üç dinden herhangi bir dine inanmak yeterlidir. Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz. Muhammed’i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir” diyorlar. “Ehli kitap ile amentüde ittifak halindeyiz.” İddiasında bulunuyorlar. (Ahmet Şahin, Zaman- 17.4.2000) Nitekim, Fethullah Gülen, “Kur’an-ı kerim, Kitap ehline çağrıda bulunulurken, “Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeyi gelin.” Nedir o kelime? “Allahtan başkasına ibadet yapmayalım”. Allaha kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, sizinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’an devamla, “Allahı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin” diyor. Dikkat edin, bu mesajda, “Muhammedün Rasûlüllah” yok.” diyor. (Hoşgörü ve Diyalog İklimi. S.241) Fasıldan Fasıla kitabında da, “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani 'Muhammed Allah'ın resülüdür' kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır... ” demektedirler. (Küresel Barışa Doğru-131) Halbuki ayet-i kerimede, “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” buyurulduktan sonra, “(Rahmetim) Allah'tan korkup, haramlardan kaçan, zekâtlarını veren ve ayetlerimize inananlar içindir” buyuruluyor. (Araf 156) Bundan sonraki ayette de, “Ümmi peygamberime (Resulullaha) uyanlar için” buyuruyor. Yine, ayet-i kerimelerde, “Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19) “İslâmdan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.” (A. İmran 85) buyuruluyor. Şu âyet-i kerimeler de, Allaha iman için, Resulullaha inanıp itaat etmenin şart olduğunu bildiriyor: “Resule itaat eden, Allaha itaat etmiş olur” (Nisa 80) “Deki, “Allaha ve Peygambere itaat edin! Eğer itaat etmeyip yüz çevirirlerse, (kafir olurlar) Elbette Allah kafirleri sevmez.” (Ali imran 32) “Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, etmeyen Cehenneme gider” ( Feth 13) Görülüyor ki, gayri müslimlerle aramızda iddia edildiği gibi bırakın ittifakı, benzerlik bile yok. Hıristiyanlarla aramızdaki inanç farklılıkları çok ise de birkaçını bildirelim: Amentüde ittifak var mı? - EşkiyA - 26-12-2007 Amentüde ittifak var mı? 1- Biz bir Allah’a inanırız. Onlar üç ilaha inanırlar. Hz. İsa’ya tanrının oğlu ve tanrı diyorlar. Onlar melekleri kız gibi görüyorlar, biz ise, meleklerde erkeklik dişilik olmadığına inanıyoruz. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: “Allah ile birlikte başka ilâh edinen cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz.” (İsra 39, 40) 2- Onlar tanrı gökte derler, biz Allah’ı mekandan münezzeh biliriz. 3- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’an’a inanmazlar. 4- Biz bütün peygamberlere inanırız, onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.” (Hakim) 5- Biz hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız, onlar, (Tanrı kötülükleri takdir etmez) derler. Görüldüğü gibi, Diyalogçuların ortaya attığı fikirler İslâm dininin genel hükümlerine aykırıdır, İslam dininde yeri yoktur. İncil ve Tevrat’ın hükümleri Kur’an-ı kerimin gelmesiyle nesih olmuş, yürürlükten kalkmıştır. Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bütün hükümleri kıyamete kadar geçerlidir. Bunların bazılarının tarihsel olduğu için yürürlükten kalktığını iddia etmek, Kur’an-ı kerime ve Allah indinde dinin İslam olduğuna inanmamak olur. Allahü teâlâ, kıyamete kadar değişmemek üzere İslamiyeti bütün insanlara din olarak göndermiştir. Diyalog ve Hubbu fillâh - Buğdu fillâh - EşkiyA - 26-12-2007 Diyalog ve Hubbu fillâh - Buğdu fillâh Vatikan’ın en çok korktuğu, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel gördüğü, İslamiyetin, “hubbu fillah-buğdu fillah” emridir. Yani, Allah dostlarını Allah için sevmek, Allahın düşmanlarını, (dinimize göre, Müslüman olmayan herkes Allah düşmanıdır) Yahudileri, Hıristiyanları sevmemektir. Hubbu fillah, buğdu fillâh, imanın esasıdır. İmanın altı şartının geçerli olup olmaması bu esasa bağlıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alameti, hubb-i fillah, buğd-ı fillahtır.” (Ebu Davüd) “İmanın temeli Mümini sevmek ve kâfiri sevmemektir.” (İmamı Ahmed) “İmanın efdali Allah için sevgi, Allah için buğzdur.” (Taberânî) Yine Resulullah buyurdu ki: “Cebrail aleyhisselam gibi ibâdet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibâdetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!” Allahü teâlâ, Hz. Musa’ya sordu: - Ya Musa, benim için ne işledin? - Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim. - Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın? - Ya Rabbi, senin için olan ameli bana bildir. - Dostlarımı benim için sevdin mi, düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi? Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ’yı sevmenin onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı. (İmam-ı Gazali) Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: “Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, (İslâma olan düşmanlıklarında) birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan olur. Allahü teâlâ, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez.” (Maide 51) “Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Ali İmran 28) “Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah'a ve Resûlüne düşman olanları sevmezler.” (Mücadele-22) Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: “Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur” (Taberânî) Vatikan, bu inanç yıkılmadıkça, Müslümanların Hıristiyan olmayacağını bildiği için, “Diyalog” vasıtasıyla bu inancı yıkmak istiyor. |