İnsanları Hakk'a davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakikî saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velilerin otuz beşincisidir. Şimdiki Batman iline bağlı Zilan köyünde doğmuştur. Doğum tarihi 1826 dır . Soy kütüğü Hazreti Hüseyin, Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali yoluyla Resulüne ulaşan Hâlid-i Zilan Hazretleri “Seyyid” olup, ceylan derisi üzerine yazılı ve Osmanlı padişahlarının tasdiklerini havi şecerelerinin çok yakın tarihe kadar ellerinde bulunduğu bilinmektedir.
Bilindiği üzere, Resulü’nden dört halife döneminden sonra, Emeviler ve Abbasilerden bir kısım Ehl-i Beyt’e bütün Arabistan yarım adasını dar etmişler. Yezid’in emirliği ve Zalim Haccac’ın Hicaz eyalet valiliği döneminde ise Kerbela Faciası ve Medine katliamları ile tüm Arabistan’ı Ehl’i beyte yaşanılmaz bölge durumuna düşürülmüştür.
Bundan sonra peygamber evlatları, kendilerine sığınma hakkı tanıyan bölgeler arayışına çıktılar. Bunlardan biri kısmı Horasan’a Türkistan’a gidip yerleşirken, bir kısmı Güneydoğu Batman iline bağlı Gercüş ilçesinin Becirmen köyüne, bir kısmı Erciş ilçesi sınırları içerisinde bulunan Zilan yaylasına yerleştiler. Bir kısmıda Sason ilçesinin Yeni Çağlar köyüne gelip kaldılar, bu bölgeye de yine Zilan adı verilmektedir. Seyyid Hacı Zilanı Hazretleri işte bu Zilan’a yerleşen seyyidler zincirinden bir halkayı teşkil eder.
Tevahür derecesinde günümüze kadar ulaşan rivayetlere göre Yavuz Sultan Selim Han döneminde bu soylu aileyi, Zilan’da Seyyid Osman Efendi adında bir zat temsil etmektedir.
Yavuz Selim Han İran üzerine sefere çıktığında, yöreden gerçekten, Seyyid Osman Efendi ile görüşmek istediğini bildirmiş, halen Batman il sınırları içerisinde bulunan ve “Kaza Kürşi” diye anılan yerde buluşup uzun süre görüşmeler yapmışlardır.
Yavuz Sultan Selim han, Seyyid Osman efendi’ye hayli iltifatta bulunmuş Hazretin seyyidliğini dikkate alarak, ülkesinin istediği yerinde aşireti ile birlikte yerleşme imtiyazı tanımış, bütün vergi ve resmi mükellefiyetten muaf kılındıklarına dair eline birde ferman vererek kendisini kavmin ve bölgesinin Nakibul Eşrafı tayin etmiştir.
Bundan sonra bütün Osmanlı padişahlarının bu nezih aileyi saygıda kusur etmedikleri görülmüştür. Mevlana Seyyid şeyh Hâlid-i Zilan Hazretleri, Seyyid Osman efendi Hazretleri’nin on ikinci batında torunudur. Bu zatın evlatları zamanla büyük bir aşiret haline gelmişlerdir. Tarihi geçmişini birkaç satırla özetledikten sonra, Hâlid-i Zilan Hazretleri’nin hayat hikâyesine de kısaca göz atmak gerekir. Hazret, 19 Aralık 1954 yılında 128 yaşında Beşiride vefat ettiğine göre, 1826 yılında doğduğu da anlaşılmaktadır. Buna göre Mevlana Halid-i Bağdadi Zülcenaheyn zamanın büyük müceddidi güneşin batışı yeni bir güneşin bir müceddidin doğuşu yani Mevlana Seyyid Halid-i Zilanın doğuşu. Yani bir müceddid vefat eder bir müceddid doğar. Eger bir misal vermek istersek tarihten: İmamı Azam’ın vefatı İmamı Şafi nin 12 ay ana karnında bekleyip İmamı Azam’ın vefat ettiği gün dünyaya gelmesidir.
Hazret-i Sultan 7 yaşından 8 ve 10 yaşına kadar zilan da amcası Şeyh Muhammed Halidi Zilan da ve caminin imamında medresede okurken o küçük yasta olan hazreti sultan Peygamber(as) hadisine uyarak köyün çocuklarını toplayarak medreseye hatme ve teveccüh yapmıştır.Bu hadisin mahaline göre 7 ev 7 sokak 7 mahalle 7 belde faydalanır.Peygamber efendimiz(sav) buyuruyor ki;Yarın ahiret meydanında hatme teveccühünün ne kadar büyük olduğunu ümmetim görse sürünerek hatme ve teveccühe katılırdılar.O yasta bu hadise uyan hazreti sultan yeniçağlar köyü Zilan medresesinde talebeyken bir gün hocası ona toprak olan medrese damının silindir(banger) taşı ile sıkıştırmasını söylüyor.O esnada çok şiddetli bir yağmur yağıyordu.Oda yağmurdan korunmak için damın saçağı altında duruyor çok ağır taş kütlesinden olan bu bangerin kendiliğinden sanki çok güçlü bir kimse tarafından kullanılıyor gibi çok şiddetli bir şekilde gidip gelmekte.. Hocası talebelerden bir tanesine diyorki; Git Halid e söyle ıslanmasın insin aşağı Talebe yukarı çıkıyor Halid saçağın dibinde long taşı da gidip geliyor bunu gören talebe Şeyh Halid’in amcası olan Şeyh Muhammed in yanına gidiyor bu olayı Şeyh Muhammed e anlatıyor bunun üzerine Şeyh Muhammed in üstadı olan çok ünlü İslam Alimi ve Silsileyi Aliyyenin büyüklerinden zahiri ilim ve tasavvuf ilmini Kasım-i Al-Toğari'den almıştır. Hazreti Sultan Üstün kabiliyet ve zekaya sahip olduğundan; amcası kendi üstadı Kasım-i Al-Toğariye götürmüştür. Kasım-i Al-Toğari Hazretleri Genç Halid'e nazar ederek, tövbe verip amel ettirmeye başlamıştır ve Şeyh Muhammed Zilana dönerek "ben ihtiyarladım, bu evladımı üstadım Hasan-i Nurani'nin okuduğu Molla Halil-i Si'ridî Hazretlerinin medresesine gönder" buyurmuştur. Bu emir üzerine Molla Halil-i Si'ridî 'nin o tarihteki Medresesinde (şimdiki üniversite) okumaya başladı. Birçok yetişen âlimlerle imtihan edilerek başarılı bir şekilde eğitimini tamamlamıştır. Birçok Arvasi âlimleri ve Halid-i Zibari Hazretleri ile çok mülakatlar yapmış ve kimse bu mülakata erişememiştir.
Molla Halil Si'ridî'nin yazdığı kıymetli eserlerinden: 1) Tefsîrü Tabsırat-il-Kulûb fî Kelâmi Allâm-il-Guyûb, 2) Tefsîrun Âhar ilâ Sûret-il-Kehf, 3) Diyâü Kalb-il-Arûf, 4) Şerhun alâ Manzûmet-iş-Şâtıbî fit-Tecvîd, 5) Mahsûl-ül-Mevâhib-il-Ehadiyyeti fil-Hasâisi veş-Şemâil-il-Ahmediyye, 6) Te'sîsü Kavâid-il-Akâid alâ mâ Sahha min Ehl-iz-Zâhir vel-Bâtın min-el-Avâid, 7) Mulahhas-ül-Kavâtı' vez-Zevâcir, Kitâbün fî Usûl-il-Fıkh-iş-Şâfiî, 9) Kitâbün fî Usûl-il-Hadîs, 10) Zübdetü Mâfî Fetâv-el-Hadîs, 11) Muhtasar-u Şerh-is-Sudûr fî Şerh-il-Mevti veAhvâl-il-Kubûr, 12) Minhâc-üs-Sünne fî Ahvâl-is-Sûfiyye: Manzum bir eserdir. 13) Nebzetün min-el-Mevâhib-il-Medeniyyeti fiş-Şathiyyâti vel-Vahdet-iz-Zâtiyyeti, 14) Nehc-ül-Enâm fil-Akâid: Manzûmdur. 15) Şerhun alâ Kasîdet-il-Hemziyye, 16) Risâletün fil-Ma'fuvvât, 17) Ezhâr-ül-Gusûn min Me'kûlâtı Erbâb-il-Fünûn, 18) El-Kâmûs-üs-Sânî fin-Nahvi ves-Sarfi vel-Me'ânî, 19) Risâletün fî İlm-il-Mantık, 20) Risâletün fil-Mecâz vel-İstiâre, 21) Risâletün fî Âdâb-il-Bahs vel-Münâzara: Manzumdur. 22) Risâletün fil-Vad', 23) El-Mantûk-uz-Zümrüdiyye Nazmu Telhîs-il-Miftâh, adlı eserleri ezberlemiş, tahsil etmiş, 24) Manzûmun fî Mevlid-in-Nebiyyi. Eserini okumamıştır.
Molla Halil-i Sii'rdi Hazretlerinin yazdığı bu 24 eserin 23 tanesini tahsil ederek ezberlemiştir. Hazret-i Sultan 21 yaşında Zilan Köyüne geri gelir (bugünkü ismi Yeniçağlar Köyü) burada çiftçilik etmeye başlar. Çift sürmek üzere öküzlerle birlikte tarlada iken öküzün hal dilini dinledi. Orda hayvanlar bu işi yapasın diye seni yaratmadı. Bu söz üzerine büyük bi dikkat çeker kendisine.
Hazreti Sultan bu arada yine ilme devam eder. Bu süreçte Delail-ul Hayrat ismiyle bilinen Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin üzerinde büyük bir çalışma yaparak Delail-ul Hayrat'ı tamamlayıp İlahi sırlara nâil oldu. Hazreti Sultan bu yaşlarda -ü Teala’nın lütuf ve ihsanına kavuşarak ilimde mücazi oldu. Levh-i Mahfuz Hazreti Sultan’a bu yaşta gösterildi. Genç yaşta olmasına rağmen pek çok âlim müşküllerini Hazreti Sultana gelip sorarlar idi. Zira O, -ü Teala'nın izni ile bu yaşta âlim olmuştu. Yanına gelen büyük âlimler O’nu görünce kendilerini “Deryada Bir Damla Su Gibi” görürlerdi.
Bunu gören amcası Şeyh Muhammedi Zilan, yeğenini yetiştirmeyi düşünüyordu. Ama Hazret-i Sultan bir gün rüyasında Sevgili Peygamber Efendimizi gördü. Rüyasında Peygamber Efendimiz; “Gülpevar’a gideceksin, benim manevi emanetim var O’nu alacaksın” diye buyurmuşlar. Bu rüyayı annesine anlattı. Annesine; “babamdan müsaade al ben gideyim” dedi. Hazreti Sultan Çok genç yaşta da meşrebine uygun bulunduğu şeyh Hâlid-i Gülpevarî Hazretleri’nin hizmetine girdi. Yirmili yaşlarda sülûkunu tamamlayıp kendisinden hilafet aldı.
Hocası Hâlid-i Gülpevarî talebesi Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan a şöyle buyurdu:
“ Eğer; (c.c.)’ın ve Resulünün feyzi sizde ise seni köyden taşlayıp, kovarlarsa, bilki <meyveli ağaç taşlanır>.“
Hocası Hâlid-i Gülpevar’ın bu sözü aynen Zilan köyüne yaklaştığı zaman akrabaları ve amcası Seyyid Muhammed-i Zilan kovdurmuştur. Bu olaya hocası Hâlid-i Gülpevar ı çok sevinmiştir. Çünkü ve Resulullah’ın aşkı, muhabbeti ve feyzi Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’dadır.
Bütün bunlara rağmen Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan yoluna devam etti ve her türlü engellemelere karşı koyabildi. Ancak bu bakışlar sonucu bölgesinde sık sık yer değiştirme durumunda kaldı.
Bir asrı aşan irşad hayatında, dünya mevkiine ve zenginliğine meyletmedi. Gerek güneydoğuda gerekse Anadolu’nun muhtelif yörelerinde bulunduğu zamanlarda hep insanların irşad ve İslami bağlılıklarına yardımcı oldu. Anadolu’daki sevenlerince “Hazreti sultan” olarak isimlendirilen şeyh Seyyid Hâlid-i Zilanı Hazretleri, küfürle ettiği mücadele kadar, cehalet ve koyu taassupla da mücadele etti. Taliplerinin dış görünümlerinden ziyade iç güzelliklerini esas aldı. Teferruat sayılacak şeylerle uğraşırdı.
Kaderin cilvesine bakınız ki çok geçmeden kendisine dünyayı dar eden yakınları ve rakiplerinin tamamı birer birer dünyadan çekilip gittiler.
Hazreti Sultan bir yıl sonra hacca gitmeye karar verdi. Büyük oğlu Seyyid Abdülkuddüs ve yeğeni Abdulkadir ona refakat ettiler.
Hac vazifesini deniz yolunu kullanmak suretiyle gerçekleştirdi. Hicaza giderken Suriye sınırlarında Vapur alabora oldu. Bütün Hac yolcuları Mevlana Seyyid Hâlid’in yanına gelerek; “Ey (c.c) dostu duanız makbuldür, dua edin bu sıkıntıdan kurtaralım” dediler. Hazreti Sultan ayağa kalkarak bastonunu vapurun ortasına vurdu, muhabbeten çok sevdiği Muhyeddin-i Arabî Hazretlerine; “Şaka yapma, bende şaka yaparsam Şam’ı alt üst ederim.” Buyurdular. Bunun üzerine vapurda bulunan bir Hacı adayı Hazreti Sultan’ın yanına yaklaşarak “ o ki bu kadar birbirinize nazınız geçiyorsa, tasavvufta ”Yusuf Hamedani’nin yanına Seyyid Abdulkadir-i Geylani Hazretleri gitti. Yusuf Hamedani Hazretleri Abdulkadir-i Geylani ye buyurdu ki: ”Öyle görüyorum ki Resulünün ayakları Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin omzuna, Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin ayakları da tüm Velilerin omzuna olsun” bu söze ne dersiniz buyurdular.
Hazreti Sultan;
Ben çok severim Abdulkadir-i Geylani hazretlerini,
Ben severim Hallac-ı Mansur Hazretlerini,
Ben severim Muhyeddin-i Arabî Hazretlerini,
Ben severim Ahmed-i Bedevi Hazretlerini,
Ben severim Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini,”
Herkes devrinde o makamı alır, şimdi ise o makam ve Resulünün ayakları kimin omzunda olduğunu buna göre tasavvur edin”
Ve bir cezve haliyle bir insan yere düşerek nida etti. “Şu anda görüyorum ki Resulünün ayakları Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’ın omzunda, O’nun ayakları da tüm velilerin omzundadır.”
Hicaz dönüşü çok geçmeden küçük oğlu Alâeddin Efendi vefat etti. Oğlunun vefatına Hazreti Sultan çok üzüldü.
Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretlerinin hizmetinde bulunmak için Siirt ten gelen Hamo adında bir mürid, aileden birine darılarak Samsun’a gitti. Orada inşaat işçiliği yapmaya başladı. Daha sonra Samsun’da Seyyidlik yapan Açık Baş Ömer Efendi’nin müridleriyle tanıştı. Onlarla oturup kalkmaya başladı. Ömer Efendinin müridlerinden, geçimini hamallık yaparak sürdüren Abdullah efendi adında bir zatın dikkatini çekti. En kısa zamanda Hazreti Sultanla görüşüp ona teslim oldu. Hamo iki yıl kadar Samsunda kaldıktan sonra tekrar Giresun’a döndü. Bu sıralarda Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri önce Samsuna oradan Havzaya gitti. Bir müddet tedavi için Havza kaplıcasında kaldı. Kısa sürede hayli kişi onun muhabbet halkasına katıldı. Daha sonra Bafra, Çarşamba dolaylarında taliplerin halkası genişledi.
Giresun’da bir topluluk zikir sırasında, ihbar üzere polisler zikir meclisini bastılar. Bunun üzerine Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri ve yanında bulunanlar tevkif edilerek hapse atıldılar cezaevinde bulunduğu sırada 300 kadar mahkûmun arkasında namaz kıldığını gören savcı, ıslah edici durumunu görerek kısa zamanda hapisten çıkarılmalarını sağladı.
Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri aile fertleriyle birlikte Giresun’da tam on yıl kadar kaldılar. Yaralı olan sağ kolunu doktorlar Giresun’da ameliyata aldılar. Bundan sonra Sultan Hazretleri Giresun’dan başka bir yere nakledilmelerini istedi. Ankara’ya ulaştırdıkları dilekçelerine, “Söke”ye gönderilmeleri şeklinde cevap geldi. Sevenlerinin gözyaşları arasında Giresun’dan uğurlandılar. Gemiyle Samsun’a gelip, karaya çıktılar ve Samsun vekili Abdullah efendi’nin evinde misafir oldular. Bu misafirlik bir hafta sürdü. Bu süre zarfında Samsun’da Hazreti Sultan’ın birçok kerameti görüldü. Ve unutulmaz hatıralar bıraktı.
Nihayet trenle Söke’ye doğru uğurlandılar. Söke’ye yerleştikten kısa bir süre sonra, yarım kalan bir mahkûmiyetinden tekrar tevkif edildi. On iki gün daha hapiste yatıp tahliye olundu. Söke’deki sürgün yılları iki yıl kadar sürdü. Demokratik partinin iktidar olmasıyla, sürgünde bulunanların tam..... af çıktı. Onlarda bu aftan yararlanıp Beşiri’ye döndüler.
Sultan Hazretleri oğlu Seyyid Muhammed Zilan Hazretlerinin hastalığına çok üzülmüştü. Sonunda onu Diyarbakır hastanesine yatırdılar. Bir hafta sonra ise Muhammed Efendi orada vefat etti. Cenazesi Beşiri’ye getirildi. Naşı daha sonra Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri’ne türbe olacak Kanireval’deki türbeye defnedildi. Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri, oğlu Seyyid Muhammed Hazretlerinin vefatına çok üzüldü. Çokta yaşlanmıştı.
Dünya hayatında yetiştirdiği süluk yoluyla icazet verdiği talebeleri şunlardır. Önce babası Seyyid Abdurrahman (lakabı Seyh Cami) Hazretlerini yetiştirdi. Hâlid-i Gülpevar Hazretlerinin sülükten gönderdiği Ahmet Belfırat Hazretlerini, daha sonra oğlu Seyyid Muhammed-i Zilan Hazretleri, Hacı Hamid-i Hasani, Molla Süleyman ve oğlu Seyyid Kasım-ı Zilani Hazretlerini yetiştirdi. Mevlana Seyyid Kasım-ı Zilan Hazretlerini 1953’te sülüke sokarak bu yolun icazetini ve postunu sülükten başarıyla çıkan oğluna vermiştir. Hazreti Sultan talebelerini sülükten çıkardıktan sonra tasavvufi icazet diplomasını mühürleyerek kendilerine vermiştir. Günümüzde bazı insanlar sülük gördüğünü ve icazet aldıklarını söylemişlerdir. Bu kişiler icazet diplomalarını göstermedikleri sürece sülüke girdiklerini ispat edemezler. Hazret-i Sultan'ın bu halifelerinden başka birçok yetiştirdiği âlim ve veli zatlar vardır. Yetiştirdiği âlimlere tasavvuf icazeti vermemiştir. Bunlardan örnek vermek gerekirse Molla Said Erdinç gibi mümtaz şahsiyetlerin yetişmesine vesile olmuştur.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri gibi; “babasına sülük yoluyla icazet verdiği için” Hazret-i Sultan’a “MEVLANA” denilmiştir. Hazreti Sultan’ın Babası Seyyid Abdurrahman bazı sohbetlerinde; “ben Seyyid Halid’in babasıyım, ama maneviyatta Seyyid Halid benim babamdır, üstadımdır” diye buyurmuşlardır. Bu yüzden Seyyid Halid’i Zilan Hazretlerine “Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan” ve “Hazret-i Sultan” denilmektedir.
Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan hazretleri Giresun’da sürgünde iken başka bir yere gönderilmek için samsun üzerinden trenle havzaya doğru hareket edilir. Halid-i Zilan Hz. müridleri kendisini bir kez trende görebilmek için tren garının yanında bulunan arazide toplanır. Tren on dakika mola için durduğunda efendi hazretleri trenden inerek topluluğun ortasına oturup sohbete başlar. Bu arada vakit dolmuş treni hareket ettirmeye çalışan makinist ve görevliler bir türlü treni çalıştıramaz böylece Halid-i Zilan Hz.leri tam dört saat sohbet eder ve hitamında trene biner kendileri trene biner binmez tren çalışır.
Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hz.leri Giresun’a sürgün olduğu ilk yıllarda bir çadır içinde bütün aile kalmaya çalışırlar. Zaman sonra çocuklar acıkmaya ve üşümeye başlarlar ve bu şikâyetlerini Halid-i Zilan Hz.lerine bildirirler. Efendi Hz.leri de namazdan sonra yörenin en zengini olan bir yahudinin evinin yolunu tutar yardım istemek için eve yaklaştığında ‘’GÂVUR‘’ kokusu geliyor diye gerisin geri döner ve camiye gelir. Cemaat efendi Hz.lerini sarıklı ve cübbeli görünce vaiz vermelerini isterler Efendi Hz.leride vaiz ettikten sonra namazı da kıldırır. Hazret-i Sultan’ın anlattıklarının etkisinde kalan halk; Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hz.lerinin maddi ihtiyaçlarını karşılar.
19 Aralık 1954 tarihinde bir Pazar sabahı, emanetini sahibine, yüceler yücesi ’a teslim etti. 128 yıllık büyük çınar fani vücudunu toprağa teslim ediyordu. Ruhu ise atalarının yanına, Resulü’nün “liva’ü-hamd” inin altına doğru uçuyordu.
Yüce sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
Kaynak: Pamuk Yayıncılık İstanbul ve Anadolu Evliyaları Ansiklopedisi s.176
Tezkire-i Meşayih-i Amid (Diyarbekir Velileri I-II s.246
Şeyh Halid, Yazan İbrahim Bağdu, Star Matbaası, İst.1993.
Bilindiği üzere, Resulü’nden dört halife döneminden sonra, Emeviler ve Abbasilerden bir kısım Ehl-i Beyt’e bütün Arabistan yarım adasını dar etmişler. Yezid’in emirliği ve Zalim Haccac’ın Hicaz eyalet valiliği döneminde ise Kerbela Faciası ve Medine katliamları ile tüm Arabistan’ı Ehl’i beyte yaşanılmaz bölge durumuna düşürülmüştür.
Bundan sonra peygamber evlatları, kendilerine sığınma hakkı tanıyan bölgeler arayışına çıktılar. Bunlardan biri kısmı Horasan’a Türkistan’a gidip yerleşirken, bir kısmı Güneydoğu Batman iline bağlı Gercüş ilçesinin Becirmen köyüne, bir kısmı Erciş ilçesi sınırları içerisinde bulunan Zilan yaylasına yerleştiler. Bir kısmıda Sason ilçesinin Yeni Çağlar köyüne gelip kaldılar, bu bölgeye de yine Zilan adı verilmektedir. Seyyid Hacı Zilanı Hazretleri işte bu Zilan’a yerleşen seyyidler zincirinden bir halkayı teşkil eder.
Tevahür derecesinde günümüze kadar ulaşan rivayetlere göre Yavuz Sultan Selim Han döneminde bu soylu aileyi, Zilan’da Seyyid Osman Efendi adında bir zat temsil etmektedir.
Yavuz Selim Han İran üzerine sefere çıktığında, yöreden gerçekten, Seyyid Osman Efendi ile görüşmek istediğini bildirmiş, halen Batman il sınırları içerisinde bulunan ve “Kaza Kürşi” diye anılan yerde buluşup uzun süre görüşmeler yapmışlardır.
Yavuz Sultan Selim han, Seyyid Osman efendi’ye hayli iltifatta bulunmuş Hazretin seyyidliğini dikkate alarak, ülkesinin istediği yerinde aşireti ile birlikte yerleşme imtiyazı tanımış, bütün vergi ve resmi mükellefiyetten muaf kılındıklarına dair eline birde ferman vererek kendisini kavmin ve bölgesinin Nakibul Eşrafı tayin etmiştir.
Bundan sonra bütün Osmanlı padişahlarının bu nezih aileyi saygıda kusur etmedikleri görülmüştür. Mevlana Seyyid şeyh Hâlid-i Zilan Hazretleri, Seyyid Osman efendi Hazretleri’nin on ikinci batında torunudur. Bu zatın evlatları zamanla büyük bir aşiret haline gelmişlerdir. Tarihi geçmişini birkaç satırla özetledikten sonra, Hâlid-i Zilan Hazretleri’nin hayat hikâyesine de kısaca göz atmak gerekir. Hazret, 19 Aralık 1954 yılında 128 yaşında Beşiride vefat ettiğine göre, 1826 yılında doğduğu da anlaşılmaktadır. Buna göre Mevlana Halid-i Bağdadi Zülcenaheyn zamanın büyük müceddidi güneşin batışı yeni bir güneşin bir müceddidin doğuşu yani Mevlana Seyyid Halid-i Zilanın doğuşu. Yani bir müceddid vefat eder bir müceddid doğar. Eger bir misal vermek istersek tarihten: İmamı Azam’ın vefatı İmamı Şafi nin 12 ay ana karnında bekleyip İmamı Azam’ın vefat ettiği gün dünyaya gelmesidir.
Hazret-i Sultan 7 yaşından 8 ve 10 yaşına kadar zilan da amcası Şeyh Muhammed Halidi Zilan da ve caminin imamında medresede okurken o küçük yasta olan hazreti sultan Peygamber(as) hadisine uyarak köyün çocuklarını toplayarak medreseye hatme ve teveccüh yapmıştır.Bu hadisin mahaline göre 7 ev 7 sokak 7 mahalle 7 belde faydalanır.Peygamber efendimiz(sav) buyuruyor ki;Yarın ahiret meydanında hatme teveccühünün ne kadar büyük olduğunu ümmetim görse sürünerek hatme ve teveccühe katılırdılar.O yasta bu hadise uyan hazreti sultan yeniçağlar köyü Zilan medresesinde talebeyken bir gün hocası ona toprak olan medrese damının silindir(banger) taşı ile sıkıştırmasını söylüyor.O esnada çok şiddetli bir yağmur yağıyordu.Oda yağmurdan korunmak için damın saçağı altında duruyor çok ağır taş kütlesinden olan bu bangerin kendiliğinden sanki çok güçlü bir kimse tarafından kullanılıyor gibi çok şiddetli bir şekilde gidip gelmekte.. Hocası talebelerden bir tanesine diyorki; Git Halid e söyle ıslanmasın insin aşağı Talebe yukarı çıkıyor Halid saçağın dibinde long taşı da gidip geliyor bunu gören talebe Şeyh Halid’in amcası olan Şeyh Muhammed in yanına gidiyor bu olayı Şeyh Muhammed e anlatıyor bunun üzerine Şeyh Muhammed in üstadı olan çok ünlü İslam Alimi ve Silsileyi Aliyyenin büyüklerinden zahiri ilim ve tasavvuf ilmini Kasım-i Al-Toğari'den almıştır. Hazreti Sultan Üstün kabiliyet ve zekaya sahip olduğundan; amcası kendi üstadı Kasım-i Al-Toğariye götürmüştür. Kasım-i Al-Toğari Hazretleri Genç Halid'e nazar ederek, tövbe verip amel ettirmeye başlamıştır ve Şeyh Muhammed Zilana dönerek "ben ihtiyarladım, bu evladımı üstadım Hasan-i Nurani'nin okuduğu Molla Halil-i Si'ridî Hazretlerinin medresesine gönder" buyurmuştur. Bu emir üzerine Molla Halil-i Si'ridî 'nin o tarihteki Medresesinde (şimdiki üniversite) okumaya başladı. Birçok yetişen âlimlerle imtihan edilerek başarılı bir şekilde eğitimini tamamlamıştır. Birçok Arvasi âlimleri ve Halid-i Zibari Hazretleri ile çok mülakatlar yapmış ve kimse bu mülakata erişememiştir.
Molla Halil Si'ridî'nin yazdığı kıymetli eserlerinden: 1) Tefsîrü Tabsırat-il-Kulûb fî Kelâmi Allâm-il-Guyûb, 2) Tefsîrun Âhar ilâ Sûret-il-Kehf, 3) Diyâü Kalb-il-Arûf, 4) Şerhun alâ Manzûmet-iş-Şâtıbî fit-Tecvîd, 5) Mahsûl-ül-Mevâhib-il-Ehadiyyeti fil-Hasâisi veş-Şemâil-il-Ahmediyye, 6) Te'sîsü Kavâid-il-Akâid alâ mâ Sahha min Ehl-iz-Zâhir vel-Bâtın min-el-Avâid, 7) Mulahhas-ül-Kavâtı' vez-Zevâcir, Kitâbün fî Usûl-il-Fıkh-iş-Şâfiî, 9) Kitâbün fî Usûl-il-Hadîs, 10) Zübdetü Mâfî Fetâv-el-Hadîs, 11) Muhtasar-u Şerh-is-Sudûr fî Şerh-il-Mevti veAhvâl-il-Kubûr, 12) Minhâc-üs-Sünne fî Ahvâl-is-Sûfiyye: Manzum bir eserdir. 13) Nebzetün min-el-Mevâhib-il-Medeniyyeti fiş-Şathiyyâti vel-Vahdet-iz-Zâtiyyeti, 14) Nehc-ül-Enâm fil-Akâid: Manzûmdur. 15) Şerhun alâ Kasîdet-il-Hemziyye, 16) Risâletün fil-Ma'fuvvât, 17) Ezhâr-ül-Gusûn min Me'kûlâtı Erbâb-il-Fünûn, 18) El-Kâmûs-üs-Sânî fin-Nahvi ves-Sarfi vel-Me'ânî, 19) Risâletün fî İlm-il-Mantık, 20) Risâletün fil-Mecâz vel-İstiâre, 21) Risâletün fî Âdâb-il-Bahs vel-Münâzara: Manzumdur. 22) Risâletün fil-Vad', 23) El-Mantûk-uz-Zümrüdiyye Nazmu Telhîs-il-Miftâh, adlı eserleri ezberlemiş, tahsil etmiş, 24) Manzûmun fî Mevlid-in-Nebiyyi. Eserini okumamıştır.
Molla Halil-i Sii'rdi Hazretlerinin yazdığı bu 24 eserin 23 tanesini tahsil ederek ezberlemiştir. Hazret-i Sultan 21 yaşında Zilan Köyüne geri gelir (bugünkü ismi Yeniçağlar Köyü) burada çiftçilik etmeye başlar. Çift sürmek üzere öküzlerle birlikte tarlada iken öküzün hal dilini dinledi. Orda hayvanlar bu işi yapasın diye seni yaratmadı. Bu söz üzerine büyük bi dikkat çeker kendisine.
Hazreti Sultan bu arada yine ilme devam eder. Bu süreçte Delail-ul Hayrat ismiyle bilinen Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin üzerinde büyük bir çalışma yaparak Delail-ul Hayrat'ı tamamlayıp İlahi sırlara nâil oldu. Hazreti Sultan bu yaşlarda -ü Teala’nın lütuf ve ihsanına kavuşarak ilimde mücazi oldu. Levh-i Mahfuz Hazreti Sultan’a bu yaşta gösterildi. Genç yaşta olmasına rağmen pek çok âlim müşküllerini Hazreti Sultana gelip sorarlar idi. Zira O, -ü Teala'nın izni ile bu yaşta âlim olmuştu. Yanına gelen büyük âlimler O’nu görünce kendilerini “Deryada Bir Damla Su Gibi” görürlerdi.
Bunu gören amcası Şeyh Muhammedi Zilan, yeğenini yetiştirmeyi düşünüyordu. Ama Hazret-i Sultan bir gün rüyasında Sevgili Peygamber Efendimizi gördü. Rüyasında Peygamber Efendimiz; “Gülpevar’a gideceksin, benim manevi emanetim var O’nu alacaksın” diye buyurmuşlar. Bu rüyayı annesine anlattı. Annesine; “babamdan müsaade al ben gideyim” dedi. Hazreti Sultan Çok genç yaşta da meşrebine uygun bulunduğu şeyh Hâlid-i Gülpevarî Hazretleri’nin hizmetine girdi. Yirmili yaşlarda sülûkunu tamamlayıp kendisinden hilafet aldı.
Hocası Hâlid-i Gülpevarî talebesi Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan a şöyle buyurdu:
“ Eğer; (c.c.)’ın ve Resulünün feyzi sizde ise seni köyden taşlayıp, kovarlarsa, bilki <meyveli ağaç taşlanır>.“
Hocası Hâlid-i Gülpevar’ın bu sözü aynen Zilan köyüne yaklaştığı zaman akrabaları ve amcası Seyyid Muhammed-i Zilan kovdurmuştur. Bu olaya hocası Hâlid-i Gülpevar ı çok sevinmiştir. Çünkü ve Resulullah’ın aşkı, muhabbeti ve feyzi Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’dadır.
Bütün bunlara rağmen Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan yoluna devam etti ve her türlü engellemelere karşı koyabildi. Ancak bu bakışlar sonucu bölgesinde sık sık yer değiştirme durumunda kaldı.
Bir asrı aşan irşad hayatında, dünya mevkiine ve zenginliğine meyletmedi. Gerek güneydoğuda gerekse Anadolu’nun muhtelif yörelerinde bulunduğu zamanlarda hep insanların irşad ve İslami bağlılıklarına yardımcı oldu. Anadolu’daki sevenlerince “Hazreti sultan” olarak isimlendirilen şeyh Seyyid Hâlid-i Zilanı Hazretleri, küfürle ettiği mücadele kadar, cehalet ve koyu taassupla da mücadele etti. Taliplerinin dış görünümlerinden ziyade iç güzelliklerini esas aldı. Teferruat sayılacak şeylerle uğraşırdı.
Kaderin cilvesine bakınız ki çok geçmeden kendisine dünyayı dar eden yakınları ve rakiplerinin tamamı birer birer dünyadan çekilip gittiler.
Hazreti Sultan bir yıl sonra hacca gitmeye karar verdi. Büyük oğlu Seyyid Abdülkuddüs ve yeğeni Abdulkadir ona refakat ettiler.
Hac vazifesini deniz yolunu kullanmak suretiyle gerçekleştirdi. Hicaza giderken Suriye sınırlarında Vapur alabora oldu. Bütün Hac yolcuları Mevlana Seyyid Hâlid’in yanına gelerek; “Ey (c.c) dostu duanız makbuldür, dua edin bu sıkıntıdan kurtaralım” dediler. Hazreti Sultan ayağa kalkarak bastonunu vapurun ortasına vurdu, muhabbeten çok sevdiği Muhyeddin-i Arabî Hazretlerine; “Şaka yapma, bende şaka yaparsam Şam’ı alt üst ederim.” Buyurdular. Bunun üzerine vapurda bulunan bir Hacı adayı Hazreti Sultan’ın yanına yaklaşarak “ o ki bu kadar birbirinize nazınız geçiyorsa, tasavvufta ”Yusuf Hamedani’nin yanına Seyyid Abdulkadir-i Geylani Hazretleri gitti. Yusuf Hamedani Hazretleri Abdulkadir-i Geylani ye buyurdu ki: ”Öyle görüyorum ki Resulünün ayakları Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin omzuna, Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin ayakları da tüm Velilerin omzuna olsun” bu söze ne dersiniz buyurdular.
Hazreti Sultan;
Ben çok severim Abdulkadir-i Geylani hazretlerini,
Ben severim Hallac-ı Mansur Hazretlerini,
Ben severim Muhyeddin-i Arabî Hazretlerini,
Ben severim Ahmed-i Bedevi Hazretlerini,
Ben severim Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini,”
Herkes devrinde o makamı alır, şimdi ise o makam ve Resulünün ayakları kimin omzunda olduğunu buna göre tasavvur edin”
Ve bir cezve haliyle bir insan yere düşerek nida etti. “Şu anda görüyorum ki Resulünün ayakları Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’ın omzunda, O’nun ayakları da tüm velilerin omzundadır.”
Hicaz dönüşü çok geçmeden küçük oğlu Alâeddin Efendi vefat etti. Oğlunun vefatına Hazreti Sultan çok üzüldü.
Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretlerinin hizmetinde bulunmak için Siirt ten gelen Hamo adında bir mürid, aileden birine darılarak Samsun’a gitti. Orada inşaat işçiliği yapmaya başladı. Daha sonra Samsun’da Seyyidlik yapan Açık Baş Ömer Efendi’nin müridleriyle tanıştı. Onlarla oturup kalkmaya başladı. Ömer Efendinin müridlerinden, geçimini hamallık yaparak sürdüren Abdullah efendi adında bir zatın dikkatini çekti. En kısa zamanda Hazreti Sultanla görüşüp ona teslim oldu. Hamo iki yıl kadar Samsunda kaldıktan sonra tekrar Giresun’a döndü. Bu sıralarda Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri önce Samsuna oradan Havzaya gitti. Bir müddet tedavi için Havza kaplıcasında kaldı. Kısa sürede hayli kişi onun muhabbet halkasına katıldı. Daha sonra Bafra, Çarşamba dolaylarında taliplerin halkası genişledi.
Giresun’da bir topluluk zikir sırasında, ihbar üzere polisler zikir meclisini bastılar. Bunun üzerine Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri ve yanında bulunanlar tevkif edilerek hapse atıldılar cezaevinde bulunduğu sırada 300 kadar mahkûmun arkasında namaz kıldığını gören savcı, ıslah edici durumunu görerek kısa zamanda hapisten çıkarılmalarını sağladı.
Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri aile fertleriyle birlikte Giresun’da tam on yıl kadar kaldılar. Yaralı olan sağ kolunu doktorlar Giresun’da ameliyata aldılar. Bundan sonra Sultan Hazretleri Giresun’dan başka bir yere nakledilmelerini istedi. Ankara’ya ulaştırdıkları dilekçelerine, “Söke”ye gönderilmeleri şeklinde cevap geldi. Sevenlerinin gözyaşları arasında Giresun’dan uğurlandılar. Gemiyle Samsun’a gelip, karaya çıktılar ve Samsun vekili Abdullah efendi’nin evinde misafir oldular. Bu misafirlik bir hafta sürdü. Bu süre zarfında Samsun’da Hazreti Sultan’ın birçok kerameti görüldü. Ve unutulmaz hatıralar bıraktı.
Nihayet trenle Söke’ye doğru uğurlandılar. Söke’ye yerleştikten kısa bir süre sonra, yarım kalan bir mahkûmiyetinden tekrar tevkif edildi. On iki gün daha hapiste yatıp tahliye olundu. Söke’deki sürgün yılları iki yıl kadar sürdü. Demokratik partinin iktidar olmasıyla, sürgünde bulunanların tam..... af çıktı. Onlarda bu aftan yararlanıp Beşiri’ye döndüler.
Sultan Hazretleri oğlu Seyyid Muhammed Zilan Hazretlerinin hastalığına çok üzülmüştü. Sonunda onu Diyarbakır hastanesine yatırdılar. Bir hafta sonra ise Muhammed Efendi orada vefat etti. Cenazesi Beşiri’ye getirildi. Naşı daha sonra Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri’ne türbe olacak Kanireval’deki türbeye defnedildi. Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri, oğlu Seyyid Muhammed Hazretlerinin vefatına çok üzüldü. Çokta yaşlanmıştı.
Dünya hayatında yetiştirdiği süluk yoluyla icazet verdiği talebeleri şunlardır. Önce babası Seyyid Abdurrahman (lakabı Seyh Cami) Hazretlerini yetiştirdi. Hâlid-i Gülpevar Hazretlerinin sülükten gönderdiği Ahmet Belfırat Hazretlerini, daha sonra oğlu Seyyid Muhammed-i Zilan Hazretleri, Hacı Hamid-i Hasani, Molla Süleyman ve oğlu Seyyid Kasım-ı Zilani Hazretlerini yetiştirdi. Mevlana Seyyid Kasım-ı Zilan Hazretlerini 1953’te sülüke sokarak bu yolun icazetini ve postunu sülükten başarıyla çıkan oğluna vermiştir. Hazreti Sultan talebelerini sülükten çıkardıktan sonra tasavvufi icazet diplomasını mühürleyerek kendilerine vermiştir. Günümüzde bazı insanlar sülük gördüğünü ve icazet aldıklarını söylemişlerdir. Bu kişiler icazet diplomalarını göstermedikleri sürece sülüke girdiklerini ispat edemezler. Hazret-i Sultan'ın bu halifelerinden başka birçok yetiştirdiği âlim ve veli zatlar vardır. Yetiştirdiği âlimlere tasavvuf icazeti vermemiştir. Bunlardan örnek vermek gerekirse Molla Said Erdinç gibi mümtaz şahsiyetlerin yetişmesine vesile olmuştur.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri gibi; “babasına sülük yoluyla icazet verdiği için” Hazret-i Sultan’a “MEVLANA” denilmiştir. Hazreti Sultan’ın Babası Seyyid Abdurrahman bazı sohbetlerinde; “ben Seyyid Halid’in babasıyım, ama maneviyatta Seyyid Halid benim babamdır, üstadımdır” diye buyurmuşlardır. Bu yüzden Seyyid Halid’i Zilan Hazretlerine “Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan” ve “Hazret-i Sultan” denilmektedir.
Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan hazretleri Giresun’da sürgünde iken başka bir yere gönderilmek için samsun üzerinden trenle havzaya doğru hareket edilir. Halid-i Zilan Hz. müridleri kendisini bir kez trende görebilmek için tren garının yanında bulunan arazide toplanır. Tren on dakika mola için durduğunda efendi hazretleri trenden inerek topluluğun ortasına oturup sohbete başlar. Bu arada vakit dolmuş treni hareket ettirmeye çalışan makinist ve görevliler bir türlü treni çalıştıramaz böylece Halid-i Zilan Hz.leri tam dört saat sohbet eder ve hitamında trene biner kendileri trene biner binmez tren çalışır.
Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hz.leri Giresun’a sürgün olduğu ilk yıllarda bir çadır içinde bütün aile kalmaya çalışırlar. Zaman sonra çocuklar acıkmaya ve üşümeye başlarlar ve bu şikâyetlerini Halid-i Zilan Hz.lerine bildirirler. Efendi Hz.leri de namazdan sonra yörenin en zengini olan bir yahudinin evinin yolunu tutar yardım istemek için eve yaklaştığında ‘’GÂVUR‘’ kokusu geliyor diye gerisin geri döner ve camiye gelir. Cemaat efendi Hz.lerini sarıklı ve cübbeli görünce vaiz vermelerini isterler Efendi Hz.leride vaiz ettikten sonra namazı da kıldırır. Hazret-i Sultan’ın anlattıklarının etkisinde kalan halk; Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hz.lerinin maddi ihtiyaçlarını karşılar.
19 Aralık 1954 tarihinde bir Pazar sabahı, emanetini sahibine, yüceler yücesi ’a teslim etti. 128 yıllık büyük çınar fani vücudunu toprağa teslim ediyordu. Ruhu ise atalarının yanına, Resulü’nün “liva’ü-hamd” inin altına doğru uçuyordu.
Yüce sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
Kaynak: Pamuk Yayıncılık İstanbul ve Anadolu Evliyaları Ansiklopedisi s.176
Tezkire-i Meşayih-i Amid (Diyarbekir Velileri I-II s.246
Şeyh Halid, Yazan İbrahim Bağdu, Star Matbaası, İst.1993.
.