"Haydin Cihada" Davetini Heran Beklerlerdi
[FONT=Comic Sans MS][SIZE=2] Onların içinde bir genç vardı. Çiçeği burnunda olan bir genç. Silah kullanmasını yeni öğrenmiş olan bir genç. Sakalı, bıyığı yeni bitmiş bir genç. Onunda evlenme vakti gelmiş ve Allah'ın emri gereği müslüman bir kız ile evlenmişti. Akşam zifafa varmışlar, sabah ise cihad daveti ile ayrılmışlardı. cihad daveti kulağına gelince Hanzala (r.a.) ok gibi yatağından fırlamış ve duvarda asılı ok ve yayım, kılıcını kuşanmıştı. Bir günlük hanımı da kalkmış efendisine yardıma koyulmuştu. Genç sahabi evinden tam ayrılırken hanımı:
- "O halinle mi gidiyorsun? Yıkanmayacak mısın?" demişti. O ise:
- "Baksana duymadın mı cihad daveti geldi, nasıl gevşek davranabilirim. Fırsat bulduğum anda yıkanırım" diyerek hanımına veda etmişti.
Hz. Hanzala (r.a.) cihada iştirak etmiş ve arzuladığı neticeyi de almıştı. Şehit olmuştu. Bir günlük evli olan genç şehit düşmüştü.
Sahabeler müslüman şehitleri toplarlarken sıra Hanzale (r.a.)'e gelmişti. Çöl ve kum üzerinde yatan bir ceset, fakat sırıl sıklam su olmuş ve kum üzerine vücudundan su akan bir cesetti. Meseleyi olduğu gibi Peygamberimize getirdiler. O yüce Resûl mübarek başım kaldırdı, ufkun derinliklerine baktı ve şöyle buyurdu: "Ben o gencin gökte melekler tarafından guslettirildiğini gördüm."
[B]O DİYARIN SAKİNLERİ işte böyle idi. Dünyalıkları ile, ev ve hanımları ile irtibat ve bağlılıkları bu kadar hafif idi. Çünkü yarın ölecekmiş gibi âhiret hazırlıkları tamdı. Azrail'in her an gelebileceğini hesaba katarlardı. İslâm'ın hakim kılınması için Rabbani emirler, Resûlullahın çizdiği metot aynısı ile uygulanırdı.
O DİYARIN SAKİNLERİ cihad için sadece bedenlerini ortaya koymazlardı. Bunların başında malları gelirdi. Başlarına kapattıkları bir baş örtüsünden, sofraya koydukları bir kaç hurmaya varıncaya kadar hepsi cihad uğruna harcanmak için hazır beklerdi. Mal Allah'ın olduğu için İlahî emir gereği değerlendirilirdi. İmansızlığa, Kur'an'ın hakim olmadığı bir hayata katiyen tahammülleri yoktu. Birisi hepsi, hepsi birisi için hareket ederlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ cihad davetine büyük aşk ve iştiyakla gider artık bu gidişini son gidiş olarak düşünürler, dualarını geri dönmemek ve şehit olmak için yaparlardı. Şayet gittikleri seferde şehitlik şerbetini içmezler ise kendi nefislerini kınarlardı. "Allah'ın Cennetine layık olsaydın şehit olurdun, demek ki daha layık olmadın." derlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ aniden cihada katıldıklarında aile efradına son kez şöyle derlerdi: "Sizin hepinizi Allah'a emanet ediyorum." Cihada giden oğlunun arkasından hanımı veya annesi ise: "Seni göreyim, kafirlere gereken dersi ver ve bizlere şahadet müjdesini gönder." Hatta annelerden biraz daha fazla istekte bulunanlar olur ve onlar: "Eğer bu canını Allah yolunda vermez ve şehit olmaz isen emzirdiğim sütlerim sana haram olsun" derlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ daha Mekke döneminde cihad ruhu ile işlenmişlerdi. Hor ve hakir görülseler bile yüce mürşidleri onlara İslâm'ın getirdiği izzeti tattırmıştı. Zilletle yaşamak onların imanına ters geliyordu. Çünkü onların îmam gerçek bir îmandı. Amelleri ihlaslı idi. Allah'ı görüyormuş gibi hareket ederlerdi. cihad yapmaksızın alıp verdiği nefeslerden Allah'a sığınırlardı. Kısacası o diyarın sakinleri hakikaten inanmışlardı. İnandıkları için de üstünlük onlarda idi. Allah (c.c.) onların hürmetine bizi affetsin. Ve onların gitmiş olduğu yolda bizleri de istihdam eylesin.
Yemame savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu. Yalancı peygamber olan Müseyleme için müslüman sahabiler şanlı kıyamlarını başlatmışlardı. Onların içinde bir genç vardı, daha taze idi, çiçeği burnunda olan bir gençti. Adı Ebu Akil idi. Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu Hz. Abdullah anlatıyor:
"Ebu Akil'i devamlı kontrol ediyordum, bir ara kafir darbesi ile yere yıkıldı. Kan kaybediyordu. Çadırıma götürdüm, kanını sildim. Sanki ölmüş gibiydi. Bu ara tekrar hücuma geçildi. "Ey ensar gösterin yiğitliğinizi" nidası Ebu Akil'in kulağına gelince hemen yerinden fırladı ve gözden kayboldu. Onu araya araya buldum gördüm ki kollarını bile kaybetmiş ve yere yuvarlanmıştı. Ölmek üzere idi. Fakat dudakları ile bir şeyler söylemek istiyordu. Kulağımı ağzına iyice dayadım ve:
- "Ey Ebu Akil ne diyorsun?" dedim. Ebu Akil kendisini topladı ve şöyle dedi:
- "Zafer hangi tarafın?" (Yemame ovasında dalgalanan sancak Resûlullahın mı yoksa Müseylemenin mi?)
Ben: - "Müjde, müslümanlar kazandı ve sancak Resûlullahın olarak dalgalanıyor" dedim. Baktım ki Ebu Akil gülüyor. Güldü ve bu tebessüm ile ruhunu teslim ederek şahadet şerbetini içti."
BU DİYARIN SAKİNLERİ yukarıdaki hadiseyi okuduktan sonra kendi nefislerine aynı suali sorsalar: Zafer hangi tarafta? diye acaba vicdanları ne cevap verecekti. Uzağa değil bizzat kendimize aynı soruları sorsak cevabımız ne olacaktır? Eve geldiğimizde annemiz, babamız, ailemiz ve kızımız: "Zafer hangi tarafın?" deseler ne cevap vereceğiz? Sadece sükut ve başlarımızı eğik olarak tutmak. Bu da bir meziyet sayılır. Allah göstermesin böyle değil de: "ne yapalım dünyanın sonuna geldik, zaten bunlar olacaktı, bugün yerimize de şükür" ... diyenlerden olsa idik durumumuz ne olurdu?
BU DİYARIN SAKİNLERİ ümitsizlik içinde büyütüldü. İbn Haldun'un söylemiş olduğu gibi mağlup olanlar her zaman galip gelenleri taklide özenir..." Bir müslümanlarda aşağılık duygusu hastalığı oldu. İzzet ve şerefi kaybettik. cihad ruhundan mahrum büyütüldüğümüz için korkak olduk, ödlek olduk.
BU DİYARIN SAKİNLERİ'ni iyi bir şekilde tasvir eden Mehmed Akif'in şu manalı şiirini buyurunuz hep birlikte okuyalım:
Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat, Oysa hiç korku nedir bilmiyorduk hey hât Neslim ürkekmiş evet, yoktu ki ürkütmeyeni "Yürü oğlum" diye teşvik edecek yerde beni, Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki Bana dünyaya çıkarken "batacaksın" dediler, Çıkmadan batmayı öğren ne kadar saçma bir hüner Yeisi ezber bilirim, azmi yüzünden tanımam, Doğduk "yaşamak yok size" derlerdi beşikte Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten
Ne hisli vadileridir bizim kadınlarımız Yazık ki onları tasvir eden birer umacı Beş-on romancı, sıkılmaz beş-on da maksatçı Yeisi tekfir eden imamına olsun ki yemin, Bize telkin-i müti etmediler yoksa bu din Yine dünyalara yaymıştı yeşil gölgesini, Yine Hakk'ın sesi boğmuştu dalâlet sesini...
BU DİYARIN SAKİNLERİ için bu kadarcık kafi. Sur'da bir gedik açıldığım hisseden müslüman gençlik bu gedikten içeri girmenin hesabı ve planı içerisindedir. Çünkü akıbet muttakilerindir...
[FONT=Comic Sans MS][SIZE=2] Onların içinde bir genç vardı. Çiçeği burnunda olan bir genç. Silah kullanmasını yeni öğrenmiş olan bir genç. Sakalı, bıyığı yeni bitmiş bir genç. Onunda evlenme vakti gelmiş ve Allah'ın emri gereği müslüman bir kız ile evlenmişti. Akşam zifafa varmışlar, sabah ise cihad daveti ile ayrılmışlardı. cihad daveti kulağına gelince Hanzala (r.a.) ok gibi yatağından fırlamış ve duvarda asılı ok ve yayım, kılıcını kuşanmıştı. Bir günlük hanımı da kalkmış efendisine yardıma koyulmuştu. Genç sahabi evinden tam ayrılırken hanımı:
- "O halinle mi gidiyorsun? Yıkanmayacak mısın?" demişti. O ise:
- "Baksana duymadın mı cihad daveti geldi, nasıl gevşek davranabilirim. Fırsat bulduğum anda yıkanırım" diyerek hanımına veda etmişti.
Hz. Hanzala (r.a.) cihada iştirak etmiş ve arzuladığı neticeyi de almıştı. Şehit olmuştu. Bir günlük evli olan genç şehit düşmüştü.
Sahabeler müslüman şehitleri toplarlarken sıra Hanzale (r.a.)'e gelmişti. Çöl ve kum üzerinde yatan bir ceset, fakat sırıl sıklam su olmuş ve kum üzerine vücudundan su akan bir cesetti. Meseleyi olduğu gibi Peygamberimize getirdiler. O yüce Resûl mübarek başım kaldırdı, ufkun derinliklerine baktı ve şöyle buyurdu: "Ben o gencin gökte melekler tarafından guslettirildiğini gördüm."
[B]O DİYARIN SAKİNLERİ işte böyle idi. Dünyalıkları ile, ev ve hanımları ile irtibat ve bağlılıkları bu kadar hafif idi. Çünkü yarın ölecekmiş gibi âhiret hazırlıkları tamdı. Azrail'in her an gelebileceğini hesaba katarlardı. İslâm'ın hakim kılınması için Rabbani emirler, Resûlullahın çizdiği metot aynısı ile uygulanırdı.
O DİYARIN SAKİNLERİ cihad için sadece bedenlerini ortaya koymazlardı. Bunların başında malları gelirdi. Başlarına kapattıkları bir baş örtüsünden, sofraya koydukları bir kaç hurmaya varıncaya kadar hepsi cihad uğruna harcanmak için hazır beklerdi. Mal Allah'ın olduğu için İlahî emir gereği değerlendirilirdi. İmansızlığa, Kur'an'ın hakim olmadığı bir hayata katiyen tahammülleri yoktu. Birisi hepsi, hepsi birisi için hareket ederlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ cihad davetine büyük aşk ve iştiyakla gider artık bu gidişini son gidiş olarak düşünürler, dualarını geri dönmemek ve şehit olmak için yaparlardı. Şayet gittikleri seferde şehitlik şerbetini içmezler ise kendi nefislerini kınarlardı. "Allah'ın Cennetine layık olsaydın şehit olurdun, demek ki daha layık olmadın." derlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ aniden cihada katıldıklarında aile efradına son kez şöyle derlerdi: "Sizin hepinizi Allah'a emanet ediyorum." Cihada giden oğlunun arkasından hanımı veya annesi ise: "Seni göreyim, kafirlere gereken dersi ver ve bizlere şahadet müjdesini gönder." Hatta annelerden biraz daha fazla istekte bulunanlar olur ve onlar: "Eğer bu canını Allah yolunda vermez ve şehit olmaz isen emzirdiğim sütlerim sana haram olsun" derlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ daha Mekke döneminde cihad ruhu ile işlenmişlerdi. Hor ve hakir görülseler bile yüce mürşidleri onlara İslâm'ın getirdiği izzeti tattırmıştı. Zilletle yaşamak onların imanına ters geliyordu. Çünkü onların îmam gerçek bir îmandı. Amelleri ihlaslı idi. Allah'ı görüyormuş gibi hareket ederlerdi. cihad yapmaksızın alıp verdiği nefeslerden Allah'a sığınırlardı. Kısacası o diyarın sakinleri hakikaten inanmışlardı. İnandıkları için de üstünlük onlarda idi. Allah (c.c.) onların hürmetine bizi affetsin. Ve onların gitmiş olduğu yolda bizleri de istihdam eylesin.
Yemame savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu. Yalancı peygamber olan Müseyleme için müslüman sahabiler şanlı kıyamlarını başlatmışlardı. Onların içinde bir genç vardı, daha taze idi, çiçeği burnunda olan bir gençti. Adı Ebu Akil idi. Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu Hz. Abdullah anlatıyor:
"Ebu Akil'i devamlı kontrol ediyordum, bir ara kafir darbesi ile yere yıkıldı. Kan kaybediyordu. Çadırıma götürdüm, kanını sildim. Sanki ölmüş gibiydi. Bu ara tekrar hücuma geçildi. "Ey ensar gösterin yiğitliğinizi" nidası Ebu Akil'in kulağına gelince hemen yerinden fırladı ve gözden kayboldu. Onu araya araya buldum gördüm ki kollarını bile kaybetmiş ve yere yuvarlanmıştı. Ölmek üzere idi. Fakat dudakları ile bir şeyler söylemek istiyordu. Kulağımı ağzına iyice dayadım ve:
- "Ey Ebu Akil ne diyorsun?" dedim. Ebu Akil kendisini topladı ve şöyle dedi:
- "Zafer hangi tarafın?" (Yemame ovasında dalgalanan sancak Resûlullahın mı yoksa Müseylemenin mi?)
Ben: - "Müjde, müslümanlar kazandı ve sancak Resûlullahın olarak dalgalanıyor" dedim. Baktım ki Ebu Akil gülüyor. Güldü ve bu tebessüm ile ruhunu teslim ederek şahadet şerbetini içti."
BU DİYARIN SAKİNLERİ yukarıdaki hadiseyi okuduktan sonra kendi nefislerine aynı suali sorsalar: Zafer hangi tarafta? diye acaba vicdanları ne cevap verecekti. Uzağa değil bizzat kendimize aynı soruları sorsak cevabımız ne olacaktır? Eve geldiğimizde annemiz, babamız, ailemiz ve kızımız: "Zafer hangi tarafın?" deseler ne cevap vereceğiz? Sadece sükut ve başlarımızı eğik olarak tutmak. Bu da bir meziyet sayılır. Allah göstermesin böyle değil de: "ne yapalım dünyanın sonuna geldik, zaten bunlar olacaktı, bugün yerimize de şükür" ... diyenlerden olsa idik durumumuz ne olurdu?
BU DİYARIN SAKİNLERİ ümitsizlik içinde büyütüldü. İbn Haldun'un söylemiş olduğu gibi mağlup olanlar her zaman galip gelenleri taklide özenir..." Bir müslümanlarda aşağılık duygusu hastalığı oldu. İzzet ve şerefi kaybettik. cihad ruhundan mahrum büyütüldüğümüz için korkak olduk, ödlek olduk.
BU DİYARIN SAKİNLERİ'ni iyi bir şekilde tasvir eden Mehmed Akif'in şu manalı şiirini buyurunuz hep birlikte okuyalım:
Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat, Oysa hiç korku nedir bilmiyorduk hey hât Neslim ürkekmiş evet, yoktu ki ürkütmeyeni "Yürü oğlum" diye teşvik edecek yerde beni, Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki Bana dünyaya çıkarken "batacaksın" dediler, Çıkmadan batmayı öğren ne kadar saçma bir hüner Yeisi ezber bilirim, azmi yüzünden tanımam, Doğduk "yaşamak yok size" derlerdi beşikte Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten
Ne hisli vadileridir bizim kadınlarımız Yazık ki onları tasvir eden birer umacı Beş-on romancı, sıkılmaz beş-on da maksatçı Yeisi tekfir eden imamına olsun ki yemin, Bize telkin-i müti etmediler yoksa bu din Yine dünyalara yaymıştı yeşil gölgesini, Yine Hakk'ın sesi boğmuştu dalâlet sesini...
BU DİYARIN SAKİNLERİ için bu kadarcık kafi. Sur'da bir gedik açıldığım hisseden müslüman gençlik bu gedikten içeri girmenin hesabı ve planı içerisindedir. Çünkü akıbet muttakilerindir...
Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.
.